- 1255 Okunma
- 10 Yorum
- 0 Beğeni
BİR ŞELALEYE BENZİYOR SESİM...
Okuduğunuz yazı Günün Yazısı olarak seçilmiştir.
Beklediğim andan itibaren geç kalmıştım zaten. Sadece bilinmeyen adeta bana ait dilden konuşuyorum. Usulca ak kağıt üzerinde duran bir dil bu.
Geceyi inceliyorum, alemi, ellerini, bize sunulmuş ve etrafımızı saran her şeyi her şekli. O şeyler ki ay ışığında görünüp gölgeleri saçlarımıza düşüyor.
Gündüzü inceliyorum, günleri, caddeleri, sözcükleri. Bilinmeyen dilde bıraktıkları izleri, adım adım, hece hece takibindeyim varlıklarını sorgulayarak…
Dilsiz kalışımdan kurtulmaya çalışıyorum. Düşüncelerimin ağları sıkı ilmekler atmakla meşgul.
Gülen, eğlenen kalabalık bir gurubun içerisindeyim. Bir durgun su kaynağı kadar sessizim. İçerisine hüznümün ağır taşı düşüyor. Yıldızlar yansıyor gözümde ve hüznümü alalıyor. Taş kadar hafif kum kadar ağırlaşıyorlar.
Ne garip? Sözcükler özgür olmak istedikçe anlamlarından ve biçimlerinden eksiliyorlar.
Kendi dünyamdayım ben. İçimden gelen bilinmeyen dilin tınısını dinliyorum.
Doğduğumda annemin rahmine aşık olmuştum. İlk ayrılık acısını o anda tattım. Sonra sonra ezber ettim ayrılığı.
Yüzümü soğuk pencere camına yaslıyorum, ellerimi yüzüme, kalbim göğsüme yaslanmış, ben tümüyle dünyaya ve dünya da bana yaslanmış. Her şey bir şeye yaslanmış. Cam kırılıyor birden. Düşüyorum. Hayat belki de güçlenmemiz için bize acı çektiriyor.
Boğazımda düğümlenen sözcükleri kendi ellerimle boğuyorum. Kazıyıp attım içimdekileri. Gökyüzüne bakan her bir çiçek yaprağında gözlerimi bıraktım. En güzel çiçek demetini toplamak istedikçe elimde sadece yararsız otların olduğunu gördüm. Onları söküp aldığım toprağın derinliklerine ben de dalıp sonsuzluk denizinde kaybolmak istedim. Toprak olmayı sonra da bir çiçek olup yeniden toprakta hayat bulmayı düşledim.
Kalabalıklar içerisindeyken el ele kol kola sevgiyle yan yana yürüyen insanları görünce, anılarım, hayallerim elbirliği edip uzaklaşıp kaçıyorlar benden. Bana sadık kalan hiçbir şeyim olmayacak mı bu hayatta?
Odamın penceresini açıyorum. Geceden kalma sigara kokusu dışarı akarken soğuk bir hava sarıyor odanın ve bedenimin her yerini. Bir köşede duran üç tane valiz. Her an adresi belli olmayan yöne yolculuğa hazırlar.
Yak diyorum ey insanlık, bir sigara daha yak. İnsanlık mı diyorum, insan mı? Kendimi kastediyorum mutlaka. Yak bir sigara daha. Küle çevir elindeki kağıda sarılı tütün yapraklarını. Küle çevir dağları, taşları, yolları, denizleri. Küle çevir odanı, kirlenmiş yatağını, küle çevir kendini. Senden geriye kalan bir avuç kül olmayacak mı nasılsa?
Sabır, sabır. Mücadele. Dayan.
Beynimin çeperlerini zorlayan bu üç sözcük.
Biliyorum, biliyorum da, daha ne kadar sabır? Kime, nelere karşı mücadele? Dayanabilmek için hep gayret etmedim mi bu güne kadar?
Son iki gündür ilkbahar nazlanarak da olsa gelmeye çalışıyor. Sanki o da kışın ağırlığından ve korkusundan dikkatli davranıyor gibi. Henüz kendisini hissettirmedi ne ruhumda ne de bekar odamın soğuk duvarlarında.
İlkbahar bile korkuyorsa kışın ağırlığından, insanın hayattan korkması kadar doğal ne olabilir ki? Üstelik hep kaybedeceğimizi bilirken… Doğarken bize sunulan armağan, yani hayat, geri alınmak koşuluyla bize verilmiyor mu?
Yine de dualarıma geri döneyim.
Bir şelaleye benziyor sesim. Sorgusuz sualsiz aşağılara doğru akan ve geri dönmeyi asla düşünmeyen…
YORUMLAR
Hüseyin Akdemir
yalnızlığın güzel ve farklı bir tanımı.
teşekkürlerim saygıyla, ilginiz için.
HAyat bize daha neler öğretecek kimbilir?
Tebrikler güne gelen yazınıza...
Hüseyin Akdemir
ders almak, öğrenmek bize bırakılmış.
Bir tek şeyi asla unutmadan ama: "Yaşamak güzel şey be!"
İlginiz için teşekkürlerim saygıyla...
Çok kötüdür onca kalabalığın incinde yanlızlığı hissetmek. Onca ses arasında, sadece kendi iç sesini duymak.
Ama bazen de çok iyi gelir. Yenilenir, tazelenir ve kendine getirir insanı ve kaldığı yerden yakalarsın hayatı.
Sevgiler,
Hüseyin Akdemir
İlla bir ses. İlla ki sizi duyan ve size yanıt veren bir sesi ararsınız. İşte o seste gizlidir bütün sır. Hayatınıza anlam katar. Bağlanırsınız.
Sait Faik Üstadın "Hişşt Hişşşt" isimli öyküsünü anımsadım şimdi :) okumuşsunuzdur mutlaka.
İlginize teşekkürlerim saygıyla Billur Hanım...
Boğazımda düğümlenen sözcükleri kendi ellerimle boğuyorum. Kazıyıp attım içimdekileri. Gökyüzüne bakan her bir çiçek yaprağında gözlerimi bıraktım. En güzel çiçek demetini toplamak istedikçe elimde sadece yararsız otların olduğunu gördüm. Onları söküp aldığım toprağın derinliklerine ben de dalıp sonsuzluk denizinde kaybolmak istedim. Toprak olmayı sonra da bir çiçek olup yeniden toprakta hayat bulmayı düşledim.
Tebrikler teşekkürler paylaşıma,yüreğinize sağlık olsun,saygılar...
Hüseyin Akdemir
İlginize teşekkürlerim saygıyla, değerli DAĞÇİÇEĞİ...
Hüseyin Akdemir
Saygıyla...
İnsan, kendisiyle baş başa kalıp, düşüncelerinin ırmağında aktığında, ne güzel de ifade ediyor yüreğindeki birikmiş duyguları ve hissettiği her kırıntıya ne manalar yükleyebiliyor.. İşte farkımız bizim insan olarak, biz kendimizi hem mahkum hem özgür kılabiliyoruz.. Akıp gitti her şey zamanın selinde... Özgürsünüz artık Hüseyin bey Çünkü bize ne verildiyse hepsi emanetti siz bunun bilincinde olanlardandınız ve bunuda kendinize itiraf ettiniz..... özgürsünüz.... Sizi okumak beni de özgür kıldı. Acı veren duygularında emanet olduğunu anladım....Saygımla..
Hüseyin Akdemir
Gerçek şu ki
Bize izin verildiği ölçüde koşuyoruz, konuşuyoruz, yazıyoruz ve YAŞIYORUZ.
O verilen izin çerçevesinde hep özgürüz aslında.
İlginize, güzel yorumunuza teşekkürlerim saygıyla...
" En güzel çiçek demetini toplamak istedikçe elimde sadece yararsız otların olduğunu gördüm." Ne güzel bir sorgulamaydı yazı. Özel gibi duran ama geneli içine alan söylemlerinizi çok beğendim değerli yazar.
Kutluyorum. Saygılar.
Hüseyin Akdemir
Siz bir şey demeseniz de olur:)
teşekkürlerim saygıyla...
Yazınızı ilgiyle okudum...Duygular çok iyi hissettirilmiş..
Final muhteşem...Güne gelen yazıyı ve yazarını kutluyorum. esen kalın...
Hüseyin Akdemir
Teşekkürlerim saygıyla...
Bir şelaleye benziyor sesim. Sorgusuz sualsiz aşağılara doğru akan ve geri dönmeyi asla düşünmeyen…
Zaten zaman da öyle değil midir Hüseyin Bey.
Sosyolog Emile Durkheim zamanı akan suyun içinde bir su kabarcığına benzetmiş.
Önümüzden geçen kabarcık asla bir daha geri dönmez demiş.
Yazınızı beğeniyle zevkle okudum.Zaten duru ve sade üslubunuzu her zaman beğenirim.
Günün seçkisine çok yakışmış.Kutluyorum efendim.Selam saygılar.
Hüseyin Akdemir
Hiç eksilmeyen ilginize ve değerli katkılarınıza
bir kez daha
bir kez daha
teşekkürlerimi ve saygılarımı sunuyorum.
"iki kapılı bir Han'da gidiyorum gündüz gece" A.Veysel...
şelale gibi bir kalem...okuyucu büyüsüne kapılıyor..
.Bir şelaleye benziyor sesim. Sorgusuz sualsiz aşağılara doğru akan ve geri dönmeyi asla düşünmeyen…
final delip geçiyor....saygılar dost
Hüseyin Akdemir
içten ve güzel duygularınız için sevgi ve saygılarımı sunuyorum size.
Beğenmiş olmanız mutlu etti beni.
Saygılarım her daim....