- 1034 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Siste Kaybolmak (Korkularımız)
21- 03 -2012 Çarşamba.
Kuşadası’nda 7. yılımı yaşıyorum.
Hani doğup büyüdüğüm ve sevdalısı olduğum halde terk etmek zorunda kaldığım Mersin’imden uzakta tam yedi yıl..
Yıllar içerisinde birikmiş öfkelerin yanardağ patlamasına dönüşüp, o lavların beni püskürttüğü en uzak nokta; Kuşadası.
Uzun ve sert bir kışın ardından ilkbaharın kokusu iyice hissedilmeye başlamış ve ben yine Mersin’e gitmek istediğim o kriz dönemlerimdeyim.
Yani, çocuklarımın tabiri ile “Mersin’im gelmiş ve beni hiçbir güç tutamaz-mış”
Bir hafta hatta, on gün öncesinden başladı telaşım ve ben hep yaptığım gibi ilk önce internetten “15 günlük tahmini hava ve yol durumlarını” incelemekle başladım işe.
Hava Yolu ile bir saatte gidebileceğim yolu 13 saatlik Kara yolu ile gidecektim yine.
Ah bu uçak korkum! Hatta "ah bütün yersiz korkularım" diye düşündüm;her yolculuk öncesi düşündüğüm gibi..
1998 Haziran’ın da Fransa’ya seyahatimde ilk kez bindiğim uçak İstanbul’dan havalanmış ve bir saatlik uçuş sonrası havada arıza yapmıştı.
Pilotun “Sayın yolcularımız teknik bir arıza nedeni ile uçağımız İstanbul’a doğru dönüş yoluna geçmiştir. Lütfen emniyet kemerlerinizi bağlayınız!” anonsu yankılandığında zaten ayakları yerden kesildiği andan itibaren tırnaklarını kendi etine batıra batıra bir hal olan ben, benden geçtim..!
O koca demir demir yığını içerisinde saniyelerin, saatler kadar uzun gibi geldiğini şu anmış gibi hatırlıyorum hala..
Bir hoş olan içime i birde dizlerimin hakim olamadığım titremesi eklenmişti.
Sağımda oturan ve kulaklıkla müzik dinleyen Fahrettin Uyanık ağabeyime dehşetle baktım; o kadar sakin görünüyordu ki anonsu duymadığını anladım ve kendisinin koluna biraz sertçe dokundum.
Ağabeyimin ben den tarafa bakması ile kulaklıkları çıkartması bir oldu. “Ne var, ne oldu! Neden kanın çekilmiş senin ?” diye sordu dehşetle.
Ama ağabeyimin sonradan anlattığına göre kendisini dehşete düşüren benim yüzümde ki dehşet ifadesi imiş..
Ben yalnızca “Abi sanırım düşüyoruz” dediğimi hatırlıyorum..Tabii sonrasında yine anonslar yapıldı, kemerler bağlandı, dualar edilmeye başlandı .Ve tam bir saat sonra arızalı olduğunu bildiğimiz o uçakla İstanbul’a iniş yaptık.
Lakin, bizi uçaktan indirmediler, kapılar asla açılmadı ve benim ağabeyime” Abi yaa ben Paris’e falan gitmek istemiyorum. Ne olur söyle beni İstanbul da bıraksınlar! Ben buradan otobüsle Mersin’e döneyim” gibi yalvarmalarım asla kar etmedi.
Şimdi rahmeti olan Fahrettin ağabeyim hayatım boyunca tanıdığım en sakin adamdı. Benim onca yalvarmama karşın onun verdiği tek cevap şu oldu mütemadiyen
”No no! Saçmalama kızım! Hiç olur mu öyle şey!?”
Arıza giderme işlemi boyunca ben abime arıza yapmaya çalıştım ama karşılaştığım tek yanıt hep aynı oldu “no -no!” hem de yüzüme bakma gereği dahi duymadan
."Abim, canım abim bak kalbim durur , ölürüm"
"no no! Olur mu öyle şey?"
Akabinde arıza nasıl giderildiyse giderildi ve biz 45 dk süren bir beklemeden sonra aynı uçakla Fransa’ya uçtuk yeniden.
Ağabeyimin belki de kırk yılı Paris’te geçmiş ve Paris, Türkiye arası uçuşlarının sayısını kendisi bile bilmiyordur kesinlikle.
Oysa, “zavallı ben”im uçağa ilk binişimdi ve maalesef son uçuşum olmuştur şu güne dek.Ve hiç unutmam Paris’te üç ay boyunca gezdiğim onca yer, dönüş yolunu düşünmekten bana zehir olmuştu-ki o trajikomik anılarım hala aile içerisinde anlatılır...
Dönüş günü gelip çatmıştı ve ben yeniden korku nöbetleri geçirmeye başlamıştım. Allah tan ki dönüşte oldukça kalabalık bir gruptuk Paris’te yaşayan yeğenlerim , eşleri ve çocukları ayrıca benden önce çocuklarını ziyarete gitmiş olan yengem falan biz çoluk çocuk tam on kişilik bir kafile idik. Ben, hepsi benden genç olan bu aile bireyleri me bakıp kendimi avutmaya çalışıyorum ama nafile. Dönüş uşağı öylesine devasa idi ki uçağa girdiğim an "Aman Allah’ım bu iki katlı dev demir yığını nasıl uçacak" diye düşündüm.. Kalbim, kulaklarımın içinde zonklamaya başladı. sonra ne yaptığımı hiç hatırlamıyorum. Paris’ te yaşayan yeğenim Suat yanıma yaklaştı "Uçak havalanmadan öleceksin halacığım sakin ol ya bak çocuklar nasıl neşeli ve heyecanlı" diyerek kendi çocuklarını göstererek bana cesaret vermeye çalıştıysa da ben benden çıt çıkmıyordu. Diğer yeğenlerim Sedat ve Ümran da yanıma gelmiş benim halime hem üzülüyor hem de gülüyorlardı ama bu ikisi de en az benim kadar korkuyorlardı biliyordum.
Sedat kulağıma doğru eğildi ve" Bak halacığım uçak havalanana kadar dişini sık, içki servisi başladığı anda da alkollü içki adına ne bulursan iç;ben öyle yapacağım" dedi
"İşe yarar mı ki?" dedim
"Hem öyle bir yarar ki uçağı ben kullanayım diye heveslenirsin"
"Sakinleştirsin yeter" dedim ve uçak havalandı.
İçki servisi başladı Hostes içki servisini bana doğru uzattığı anda elim minik bir şarap şişesine gitti markasına bile bakmadan dibini gördüm!
Sonra bir şarap daha, bir bira ve abartısız ne buldum sa içtim ;yeğenimin dediği gibi.
Sol tarafımda oturan yeğenlerime bakıyorum yalnızca hepsinin bana bakıp gülen yüzleri ilgimi çekiyor ama ben gülemiyorum / Sızmışım.
Gözümü açtığım da uçak İstanbul’a inmiş ve hepsi birden beni uyandırmak için başıma üşüşmüşlerdi.
O kadar içmişim ki İstanbul, Adana aktarmalı ikinci uçuşu bile aynı sarhoşlukla tamamladım.
"Ne içtin bu kadar Allah aşkına" diye soruyorlar
"Rakı, şarap, bira ne bulursan iç dedi Sedat ben de yeğenimi dinledim" dedim;hakikaten de öyle yapmıştım hem de tüm gün uçacağım korkusundan ağzıma bir lokma bir şey atmadan;aç karnına ...
İşte bu nedenle ben tüm seyahatlerimi kara yolu ile yapmaktayım. Ama burada da özellikle hava koşullarının düzgün olmasına dikkat ederek yani çok mecbur kalmadıkça, kış aylarında seyahat etmemeye özen göstermekteyim..
Kara yolun da beni en tedirgin eden iki şey vardır “Gizli buzlanma ve yoğun Sis!” Özellikle sis içerisinde yolculuk etmek beni çocukluğumdan beri hep tarif edilemez ruh hallerine sürükler. Bu durumu yaklaşık olarak ancak şöyle tanımlayabilirim ”Sis içerisinden çıkıncaya dek gizli bir el boğazımı sıkar durur;ölür-ölür dirilirim” İşte bu sis tedirginliği yolculuğum boyunca geçeceğim tüm güzergahları tek -tek ve detaylı bir şekilde incelememe neden olur hep
Bu gün yine hep yaptığım gibi haritalı hava raporuna baktım.
Görünür de "en günlük, güneşlik gün"ü tespit ettim ve hemen sürekli seyahat ettiğim firmayı arayarak “ 22 -03 -2012 Perşembe” günü için yerimi rezerve ettirdim.
Ama aynı gece bütün tv kanalları, gideceğim gece için Afyon- Uşak- Konya ve çevresine yoğun sis uyarısı yapmaz mı? Hemen ertesi sabah ben bir daha internetin başına geçtim ve bu kez en dikkatli şekilde ve birçok kaynaktan daha gidiş bakarak gidiş tarihimi “24-03-2012 Cumartesi” tarihine erteledim.
Sonra da oturup bu abartılı derecede ki yersiz korkularımın nedenini ve bu durumu bu yaşa kadar neden yenemediğimi sorguladım.
Kendimle bu iç hesaplaşmam beni nerelere götürdü asla tahmin edemezsiniz!
Hani bazı bölgelerimiz de bazı ailelerin lakapları vardır bilirsiniz.
Mersin de de ailelerin lakapları ile bilinmesi çok yaygın bir durumdur.
Benim de mensubu olduğum ailenin lakabı ise Mersin de ”Dbabiler” olarak bilinir.
”Dbap” Arapça bir kelimedir ve Türkçe anlamı “SİS” tir..
“Allah –Allah!” dedim kendi, kendime “Acaba benim bu sis ten tanımlanamayacak derece de ki korkumun nedeni burada yatıyor olabilir mi ki?”
Büyüklerimizin bizlere hep anlattığına göre Rahmetli Babamın büyük –büyük-büyük… Annesi! Yoğun Sisli bir günde evden yürüyerek ayrılmış ve köy yollarından ineklere, koyunlara ot toplamak için çıktığı bu yolda kaybolup ancak iki gün sonra kendiliğinden evine dönmüş.
İki koca gün ve gece siste kaybol, onca aramalara rağmen bulunama, sonrasında kendiliğinden çık eve dön ’Sis...tir’!?
(Garip ötesi bir durum! )
Önce kendi kendime “Acaba büyükannem o kayboluşta çok mu korkmuştu ve onun o korkulu ruhu bana mı geçti de ben sis li havalardan bu denli etkilenip korkuyorum?” diye düşündüm gülümseyerek..
Sonra, çocukluğumda bana hep çok ilginç gelen bu “Sis te Kaybolmak” hikayesi birden bire kafamda başka şeylerin oluşmasına neden oldu.
“Ah, kesin o yıllarda Büyük Babaannemin gizli bir sevgilisi vardı ve sisli havayı fırsat bilip sevgilisi ile buluştu sonra da dönüp bu durumu bu şekilde izah etti” diye düşündüm/ yine gülümseyerek ..
Yani koca bir sülaleye kaç asırdır lakap olmuş bir kayboluş öyküsü belki de çok sağlam bir Aşk Hikayesiydi aslında kim bilir?
Şimdi ben bunu anneme böyle anlatsam anında annemin o ünlü "ters tokat"ını, annemin tabiri ile “Şaklama KEF” ini yerdim ağzımın üstüne.
Hem de hiç gözümün yaşına bile bakmadan ..
Annem böyle şeylerin şakasını bile sevmez ve hemen başlardı bana ahlak dersi vermeye..
Ama benim kafamda şu anda ne senaryolar yazılıyor bir Allah bilir, birde ben..
Üstelik ben şimdi bu büyük, büyük, büyük Babaanneyi çok merak etmeye başladım vallahi. Şimdi kısmetse 24-03-2012 Cumartesi günü Mersine gideceğim ya, kesinlikle Siste kaybolan Babaannemin izini sürmeye başlayacağım; hem de hiç vakit kaybetmeden…
Belki de korkularım genetiktir ve bu "Sülale de Ünlü Babaanne" nin izlerine rastlarsam şifre çözülür:) Kim bilir!?
Dipnot;
Yazımı sonlandırırken aklıma bir şey daha geldi ;hani gidişimi korkularım yüzünden erteledim ya!
Şimdi ’Allah korusun’ tabii ama ola ki, bu yolculukta başıma elim bir kaza gelirse
Bu yazı nasıl da güncellenir mütemadiyen değil mi?
Ve ilk akla gelen de şu olur hemen
"Vah vah! Kadıncağız öleceğini hissetmiş yaa.....(Kabl’el vuku)"
Yok ya farklı hiç bir şey hissetmedim vallahi!
Bunlar benim her yolculuk öncesi düşündüğüm şeyler/Rutinim yani.
Ben hem korkarım, hem gezerim: sorun yok..!
Meral ADAK..
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.