- 710 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
Yorgun Bir Sancısın Gönlümde
Bir kadının gölgesine yaslanıp yeşil bir dünya düşlemek gözlerinin iç sesinde
Varsıllığına inanıp, aşk dilenmek gibidir bir kadını sevmek, belki bir resimde
Esrik bir duygudur aşka dokunamamak, tersine akar nehirler, biz bilmesek de
Avuçlayarak anı nakaratlarını aşikâr gövdesinde, sokulmak bir şarkının yelesine
Tutkulu bir sevişmedir yaşama soyunmak, kendi repliğimizin hazin sahnesinde
Çırpınışlarla kendi sesimizi biriktirdiğimiz bir avluda kalabalık düşleri ağırlarız her sabah, o içimizdeki korkak sebeplerin kıymıklarını hırsla sivriltirken. Can kırığıyla parsellenmiş yollar geçer bir film karesinden, ’ölüm’ deriz sebebi malum düşüncelerimize ve bir ömür içinden dünler, yarınlar gelip geçer, ‘ne yaşamışsak karımız’ der, ne yaşayacaksak ’eyvah’ların satır aralarına gizleniriz.
Yorgun bir sancı bıraktın yüreğime, ben ellerinin gölgesini içime hapsedemeden. Gözlerinin kıymıklarına düştü gölgem, sen kırık bir aşkın destelerini sevginin ovalarından henüz toplayamadan. Aşkın firarilerini çevirmiş zaptiyeler, yüreklerini çalmış eşkıyalar pusatsız dağlarda ve umutlarını zincirlemişler bu uğurda. Aşkın cenazesine çağırıyor beni bir kadın, gözlerinde yumuk bir eda, yüreğinde mutluluk türküleri.
Seni düşündükçe, senin resmini yüreğime beledikçe bir başkaldırının serenadı dolardı odama. Gök gözlerinin çağrılarına gövdemi yaslar, sıcacık ellerinin kaynaklarında gövdemi avuturdum. Gizlenmiş bir aşkı arardık orada, yüreğimizdeki coşkuları dudaklarımıza sürmek için anları gözlerdik. Rüzgâr girmesin diye odaya, biz tüm kapıları, pencereleri kapatırdık ve birbirimizin gözlerinde mahpus kalırdık. Ne güzel öpüşürdün ve ben seni her öptüğümde ölürdüm, yeniden yaşamak için soluksuz kalırdım. Sonra bir yel seni benden alıp giderdi. Ben ardından üzgün, ben kokunu içime çekerek süzgün kalırdım yapayalnızlığımla.
Yolunu yitirmiş bir yağmur kaçağı olursun diye ıslanmana bile göz yumarım, sen yağmuru iliklerinde hissederken. Ben camlarına vuran o zerrecikleri kendi buğumla harmanlayarak bir düş salıncağı kurdum sana, rüzgârın nazlı eteklerinden yaptığım uçurtmaları izleyesin diye. Umudumun her karesinde yaşamak andı vardı gül kokulum ve her zerresinde senin adın. Bu yüzden sel/ler basar mağaralarımı, bu yüzden yağmurlar yağmalar düşlerimin dik yamaçlarını. Senden gelen, senden bana ulaşan her zerre bir mutluluk ışıltısı, bir yaşamak kefesi. Ben o ışıltıların, o yaşam kefelerinin içerisinde gül kokulu düşlere uğurluyorum her anışta seni.
Yoksul bir kent ayrılığı sana gelmeyen yanım. Gövdemizin kabartma tuşlarına dokunarak yenilenmiş bir ömrün patikalarından ilerlemek varlığına. Hep o sıkılı yumruklarımızla ve hicran yarası dudağımızla çağırırız rüzgârı koynumuza, mevsimler gelinliğini giymeden. Sevilerin uçsuz bucaksız göklerinde, ruhumu darmadağın eden bir günün arka geçitlerinde umarsız hasretler yükleyerek yeniden yüreğime, çok sevmişliğimin biletlerini koparıp atarak denizlerin en mavisine.
Heceler ördüğümüz anlam karmaşasından torpilli kurgulu bir filmdir hayat. Öksüz yakarılarımızın ve lal olmuş yarınlarımızın bedevi sokaklarında, karmakarışık caddelerinde ve labirent kimyasında o hercai duruşmalar, o sorgulu yapıda buluşmalar, sonrasında da yok oluşlar içtiğimiz hayat kadehine gözyaşımız damlar. Adına hayat deriz yine de, anlam kendi derinliğinde büzüşür ve mevsim ne olursa olsun hüzün gönlümüzde yaralı bir ceylan gibi hep üşür.
Selahattin Yetgin