- 1146 Okunma
- 2 Yorum
- 0 Beğeni
Abla
“Ahşap köy evinin mutfağında hararetli bir koşturma var. Anne yer sofrasının önünde çiçekli basmadan yer minderine diz kırarak oturmuş tahta saplı bıçağı ile az önce bahçeden topladığı kara lahanaları doğruyor. Lahanayı enlemesine ve boylamasına ince ince doğramak makbuldur yoksa kaşıktan sarkan lahanaları yemek zordur. Evin büyük kızı da kahvaltı bulaşıklarını yıkıyor plastik bir kaba doldurduğu ılık suda. Bakır sahanların köpüklü sularla yıkanırken çıkardığı sesler lahana doğranırken çıkan tık tık seslerine karışıyor. O sırada dışarıdan bir ağlama sesi duyuluyor. Anne küçük oğlunun sesini tanıyor. Elindeki işi bırakıp pencereye koşuyor. İki yaşındaki oğludur ağlayan.
Hemen anlıyor kardeşinin neden ağladığını ablası da. “Altına yapmış bu!”
Mutfak kapısının arkasından küçük el süpürgesini, mutfak sedirinin altından çekip çıkardığı tahta seleden de bir alt bezi alarak ağlayan kardeşinin yanına ulaşıyor bir çırpıda. Mahallenin ortasındaki çeşmeden akan soğuk suya doğru tutarak elindeki süpürge ile güzelce temizliyor kardeşini. Eve döndüğünde annesinin doğradığı lahana yapraklarını kaynayan suya attığını görüyor. Çorba hazır sayılır. Ama daha çamaşırlar asılacaktır. Anne “Kızım sen bir bulgur pilavı yap ben de çamaşırları asayım, kuzineyi söndürme sakın” diyerek mutfaktan çıkıyor. Kuzineye arka bahçeden odun taşımak da ona kalıyor.”
Altı kardeşin en büyüğü olmak yani abla olmak köy yerinde önce anneye, babaya, kardeşlere ev düzeninde yardımcı olmak demekti. Diğer kardeşleri gibi ne kadar okula gitmek isterse istesin. Evde, bağda, bahçede yapılacak bir sürü iş vardı ve anneye bu işlerde yardımcı olması gerekiyordu. Bütün ısrarlarına rağmen babası onu okula göndermedi, gönderemedi.
O gün küçük bir kız çocuğunun babasına büyük bir ders verdiği gündü. Kardeşlerinden kimi ilk okula kimi de ortaokula devam ediyordu. Oturduğu divanda günlük gazetesinin sayfalarını yavaş yavaş çevirirken babasının arkasından gazeteye doğru eğilerek manşeti tane tane ve yüksek sesle okuyuverdi. Kızının kardeşlerinin kitap ve defterlerinden kendi kendine okumayı öğrendiğini anlamak baba yüreğini o an galeyana getirdi. Yanağına süzülen birkaç damla yaşı saklamak için büyük bir çaba sarfederken mutfakta yemek işleriyle boğuşan anne kızına “Çamaşırları topla kızım, akşam isi çökmeden!” diye sesleniyordu.
Bir kadının kaderi böylece yazılıyordu.