dedektifin günlüğünden sayfalar
Sırma’nın onayını aldıktan sonra Yalçın araştırmasını derinleştirmişti. Bir iki gün içinde haber sokağa yayıldı. Birkaç kişi tanıyordu. Bu adamlar paralı müşterilere zevkler sunan kişileri tanıyan kişilerdi. Bir tür muhbirdiler ayrıca. Parası olan zenginler, ne isterse bu adamların haberi olurdu. Ve gerektiğinde polise öterlerdi. Çünkü çoğunun poliste kaydı vardı. Yapmak zorundaydılar. Bazen korktukları kişiye de öterdi bunlar. Korktukları kişilerin başında Yalçın vardı. Boşuna Deli Yalçın demiyorlardı. Vardı elbet bir nedeni. Belki de yoktu. Ancak bu korkakların hiçbiri böyle bir riski göze almazdı. Yalçın, bu adamlardan biri olan dövmeci Bübü’yü ziyarete gidiyordu.
İstiklal caddesine çıktığında sigarasını henüz yakmıştı. Seviyordu burada yürümeyi. Eski günleri hatırlardı. Civa gibi olduğu o yılları düşündü. O dönemlerde alkol kullanmıyordu. Geleceği parlak genç polisti. İşte yine öyle hissederek yürüyordu. Bir amacı vardı, kendine güvenen birileri vardı. Eskiden olduğu gibi…
Caddeden ara sokağa saptı. Eski bir pasaja girdi. Üçüncü kata çıktı. Yeşil neon ışığa doğru yürüdü. Demir kapının önüne gelince durdu ve güvenlik kamerasına baktı. Ardında zili çaldı. Bir dakika sonra kapı otomatının açılma sesi duyuldu. Ve içeri girdi.
Her yerde neon lambalar vardı. Kırmızı, yeşil, mor... Duvarlar çeşitli renklerde çeşitli çizimlerle süslüydü. Bübü yani Bülent, ünlülerin dövmecisiydi. Şarkıcı, oyuncu, ünlü, bazen de kendini ünlü hissedenler gelirdi. Kırmızı odanın kapısı kapalıydı. Anlaşılan içeride müşterisi vardı.
Bülent’in yardımcısı Burcu, karşıladı Yalçın’ı. Saçlarını kazıtmış, görünen her deliğine gümüş halkalar takmıştı. Vücudunun neredeyse her yeri dövme kaplı yirmili yaşlarda taze piliçti Burcu. Bir nevi Bülent’in işçiliğinin canlı gösterisi, yürüyen reklam tabelasıydı. Boş zamanlarındaysa Bülent’in çükünü emiyordu. Yalçın’ı görünce ayağa kalkıp içeri girmesini engellemek istedi.
Yalçın, genç kıza aldırmadan kırmızı kapıyı açtı ve içeri girdi. Bülent, iş üstündeydi. Masaya uzanmış sarı külotlu kadına dövme yapıyordu. Yalçın’ı görünce, Bülent bülbül gibi şakımaya başladı:
“Yalçın abi. Ben de seni arayacaktım.”
“Öyle mi? Ne zaman?”
Masada yatan kadın rahatını bozmadan “Neler oluyor Bübü?” diye sordu, merakla.
“Bir şey yok canım. Şimdi geliyorum.” dedi Bülent ve kadını sarı külotu ile geride bırakıp odadan çıktı. Yeşil odaya, ofisine doğru yürüdü.
“Anlat bakalım, kuku dövmecisi. Yoksa öyle yerine bir şey yaparım ki en iyi dövme bile kapatamaz o izi!” dedi Yalçın.
“Abi bir şey içer misin? Kız içecek bir şey getirsin.”
“Bülent, konuş.” dedi Yalçın gülümseyerek.
“Abi, bir kadın gelir arada. Adı Zeynep. Dövme yapıyorum. Bazen parası olmaz, başka türlü öder. Anlarsın ya. Neyse bu kadın oyuncularla düşüp kalkan tiplerden. Neydi adı? Şu aktör, Can Katrancı, evet, onunla görüşüyormuş.”
“Eee ne var bunda?”
“Abi, adamın garip zevkleri varmış.”
“Ne gibi zevkler?”
“İşte abi, sado mazo türü. Tecavüz fantezisi varmış. Adam sert seviyormuş ve gerçekçi yapıyormuş. Fakat birkaç aydır aramıyormuş kızı.”
“Bak bu iyi haber. Nerede bulurum bu kızı?
“Bir saniye abi bende kartı vardı. Bakıyım hemen...” dedikten sonra bir telefon rehberinin Z harfini açtı Bülent ve oradan bir kartvizit çıkardı. “İşte, bu. Arka sokaklarda butiği var. Eskitilmiş elbiseler satar. Süslü, parti işi şeyler. Genellikle eteğini belinde tutamaz. Karı tam bir nemfoman.”
Yalçın, kartvizite şöyle bir baktıktan sonra ceketinin cebine attı. Ardından Bülent’in gözlerinden kıç deliğine inen derin ve sert bir bakış atarak:
“Mal kullanıp, satıyor musun? Doğru konuş bak!” dedi.
“Yok abi, temizim. Ara istersen. Vallaha.” dedi Bübü, ellerini havaya kaldırarak.
“Gerekmez. Ama duyarsam.”
“Yok abi. Sana söz verdim, biliyorsun.”
“Tamam. Başka bir şey duyarsan…”
“Ararım abi.”
“Tamam.” dedi, Yalçın. Ve çıktı oradan.
Bülent’in hala uyuşturucu kullandığını adı gibi biliyordu. Ancak satmadığını da biliyordu. Sadece kullanırdı. Ancak şuan bilmezden geliyordu. Kapıdaki güvenlik kamerası bunun içindi. Yalçın’ın geldiğini görünce kim bilir nereye sokmuştu malı.
Yalçın gittikten sonra Bülent, yardımcısı Burcu’nun yanına geldi.
“Gitti mi?” diye sordu.
“Evet, kameradan baktım. Gitti.”
“Tamam. Şundan biraz ver. Bu adam felaketim olacak…”
Burcu, deri pantolonunu sıyırdı ve mor külot içinden küçük poşeti çıkardıktan sonra Bülent’e uzattı. Bülent teşekkür niyetine Burcu’nun siyah dudaklarına bir öpücük bıraktı.
Yalçın, İstiklal’e çıkıp sigarasını yakarken, Can Katrancı’yı düşünüyordu. Sırma, haklıydı galiba. Bu adam hakkında kötü şeyler hissediyordu. Diğer yandan herkesin fantezileri vardı. Bunda yanlış bir şey yoktu. Bu bir insanı tecavüzcü yapmazdı. Ne adamlar görmüştü. Altına bez bağlatan, üzerine işenmesi için yüzlerce dolar ödeyen, kendi kıçına şişe sokanlar vardı. Hepsi toplumda saygı gören isimlerinden sonra “bey” denen, mevki sahibi adamlardı.
Daha kesin kanıtlar bulmalıydı. Bu arada şu otoparkı işleten adamı sıkıştırmakta fayda vardı. Bakalım o gece personeli kim değiştirmiş bir öğrenelim, dedi. Sonra da şu artistlerle düşüp kalkan Zeynep’i ziyaret etmeli, diye düşündü.
Ama önce uğraması gereken bir yer vardı. Öncelikli bir aile meselesiydi. Eski eşinin evine, kızını görmek için gidecekti. Ve bir taksi çevirdi, Yalçın. Tam istediği yerde durdu sarı araç. Buna memnun bindi taksiye.