- 1352 Okunma
- 2 Yorum
- 1 Beğeni
KİMSESİZLİĞE DÜŞÜLEN DİPNOT...
Merhaba Sevgili…
Bugün hangi rengindesin hayatın? Hangi deminde? Hangi mevsiminde? (6)
Uzun soluklu yolculukların ardından, bir nefeslik ara verip yine yeniden merhaba demek sana ne kadar güzel… Bununla birlikte yazılarındaki o buğulu sesini özlediğimi itiraf etmeliyim. Ayrıca gece kendi başına dinlediğin, kendini bulduğun şarkıların yarattığı ambiyansla bana yazmanı da özlemişim.
Biliyor musun? Sen, panzehiri yine sen olan bir zehirdin içimde… Ve sönmeyen bir yangın…
Bu satırlar kimsesizliğe düşülen dip nottur. Sadece yalnızlığın durum tespiti için boşluğa düşürülmüş kelimelerdir bunlar. Nihayet kendi boşluğuma düşen bir saatte karalıyorum bu satırları. Ben hayata dair bütün geçmişi noktalamak isterken; hayat sürekli virgülleri ile uzatmaya devam ediyor kaderimizi.
Darmadağın dimağlardan süzülen ama düşünce dağarcıklarınca idrak edilmeyen duygu karmaşıklığının izbe duygusallığıdır bizi çepeçevre saran. Seni seviyorum kelimesinin kalıplaşmış uyandırdığı algı tanımlamalarının dışında bir anlam bütünlüğüydü aslında sana karşı hissettiklerim. Gerçekliğin ilk ağızdan söylenen sözcesi bunlar. Gece karanlığını bir ok misali yırtarcasına yürekten çıkmış cümlelerdir bunlar. Tüm karanlıklara inat, tüm karanlıkta kalmışlara inat hem de.
Uzayın içinde, Samanyolu denen galakside bir noktadan ibaretken, sorunlarımızı en başa alıp dünyada sadece biz varmış gibi davranarak ve bütün dünyanın da bizi önemsemesini beklemek yıpratıyor ilişkilerimizi. Hayatı düşün, yanımızda duranları ve bizden bir kervancı gibi geçenleri, gidenleri düşün. Hatırlamak istemediğimiz, fakat hala derinlerde bir yerde izleri duran, bir tek söz bile etmeden giden vedasız yalnızlıklarımız var. Şimdi o yalnızlıkları düşün. İşte tamda bu yalnızlığı paylaşıyoruz seninle. Acılarımızı hatırlatıyoruz birbirimize ama her şeye rağmen birbirimizin yaralarını yine biz sarıyoruz. İnsan ruhunu uçsuz bucaksızlığı, karmaşık yapısına birer örnek teşkil ediyoruz belkide…
Peki, bütün bu kurulu düzen böyle yürüyüp giderken ve herkes bu düzene göre davranırken; söylesene sevgili! Kim ilgilenir yalnızlığımızdan sızan kokulardan. Bu kokuyu ben duyarım, yürek yangınının sıcaklığını ben bilirim… Bir yürek çığlığını ilk ben duyarım bu yüzden.
Çünkü “hep bizdik bundan önce beyaz sayfaların siyah noktaları.” Hep bizdik acının yüzde beliren çizgileri. Şimdi mürekkep damlıyor dilimden… Bütün yalnızlıklara bir kara çalasım geliyor. Ben düşlerimi düşlerken ve o düşlerin içine sevdikleri koymak isterken; kırılmasından korkuyorum, incitilmesinden tüm sevdiklerimin. Anlayamadıkların, bilmediklerin karşısındaki tavrını, davranışını, duygularını söyle… Söyle ki; sevgili sana nasıl bir yüreğin olduğunu söyleyeyim. Bundan sonra ya birlikte var olacağız, yâda ayrı ayrı birer hiç…
Bazen sözcüklerimizin karşılığını doldurmadığının farkındayım, ama biliyorum bir yandan da yinede birbirimizde başka bir karşılığımız olduğunu… Onca alışılmışlığın üzerine, yeni bir yüreğe sevdalanmak zor gelir insana… Gözlerine bakmak isteyip de bakmaktan korkmak. Korkularım gözlerine baktığımda kendimi bir daha senden alamayacağımı bildiğim için. Ve baktığımda yüreğimde bir savaş çıkmasından ve işte o anda nefesimin beni terk etmesinden korkuyorum. Sana bakarsam ve eğer bir daha benden gidersen, sensiz nasıl nefes alırım ben...
Söylesene sevgili! Nefes verir misin bana?
Nefesim olur musun sevgili…?
Doğan ORMANKIRAN