- 1512 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Çıplak Bir Şafakta Ayindir Aşk
O ılıman iklimli vakitlerin penceresinde hercai unutulmuşluklar zemherisini içer aşk, ufku tırnaklarıyla okşarken…
O sığ denizlerin kayıp medeniyetlerinde bir sebep ararız bu kahredici yolculuğa ve yalnızlığımıza, vakit düşünüş olur…
O kekre mevsimlerin yanaklarından içsel sevilerimiz akar, yosunlarla çevrili bu sevda denizinde sancımız sabrımız olur...
O raflarda gününü bekleyen gönül davalarımızın kararsız dudağından dökülen asil sözdür aşk, sevdikçe kahrımız olur…
Çoğul bekleyişler sürmüş ellerine bir kız. Ufuk çizgilerini birbirine ekleyerek, mağrur bekleyişlerin mor iksirlerini bir dikişte içerek ve umudun o hazin resmini aşkın kalemiyle çizerek. En koyu karanlıkları, en enlemsiz çarpıları ve ezberi bozulmuş pişmanlıkları birbirine çarptığın zaman şafakları çağıran o soylu sorguyu istemektir aşk, yanı başımda. Işıltılarla biçimlenen bir güneşin, ışıklarla harmanlanan bir gülüşün içinden süzülerek bana geliyordun, ben dudağımdaki sevgi sözcükleriyle yokluğuna içerken.
Yangın bahçelerinde vakit hangi mevsimi gösteriyordu bakmadım. Sen hangi mevsimin ağrılarından geçerek beni bulmuştun farkına varmadım. Gözümün merceğinde, gönlümün hicazkar seferinde kervanlar bizi bekliyordu. Ben ipekten gecelikler, sen altın oymalı kalemler taşıyordun bir aşka.
O umut kervanları şafakla yola çıktığında, seninle ben gülümseyişlerle birbirimize kenetlenip uzakları düşlüyorduk. Ellerimizi yüreğimize verdiğimizde ağaçlar biz geçerken saygıyla eğiliyor, kuşlar yüreğimin sözcüklerini sevenlere taşıyordu. Gölgemizde nice sevgililer dans ediyordu. Her sevgi kendi dalında olgunlaşan yasak meyveler gibi tatlanıyor, kıpırtılı yüreklerin madımak seherlerinde birbirini sevişmelere çağırıyordu. Geceyi üzerimize örttüğümüzde, gölgemizi geceyle böldüğümüzde ikimiz de aşktık, ikimiz de mor gülüşlü bir zebaninin odasında en soylu yasaktık.
O kendi karenden taşmış, bana kadar ulaşmış bir düşünüşün koltuğunda hangi halini seviyorsun özlemin bilmiyordum. Hangi hali olursa olsun, hangi duruşu ve oturuşu olursa olsun bilesin ki gül bakışlım ben kendi limanlarımda ve kendi fenerlerimin altında uzakları, çok uzakları izleyerek geçiştiriyorum sana olan özlemi ve yine tutkuyla bastırıyorum kadın yüreğine atılmaya hazır serüvenlerimi.
Ve belki de o uçsuz bucaksız yaşam atlasında hangi noktasına bastırırsan bastır parmağını, nerede bulursan bul yorgun gövdeni ben küreksiz bir tayfa, aşkın denizlerinde mürettebatsız bir kaptan ve rotasız bir gemiyim gülüm. Sana olan özlemimin çiçeklerle bezeli kamaralarında bir tek seni düşünüyor, seninle çıkacağım bir yolculuk öncesinde uzakları, çok uzakları seyrediyorum.
Senin olmadığın bir gökyüzü getirdiler seni düşündüğüm vakitlerde bana. Kanatlarından tutunarak bir kuşun beni sana götürmesini istedim. Gagasında imgelerin derin nasırları olan kuş yaşlı gözlerle baktı bana. ‘Unuttum dedi, dünden kalan ne varsa unuttum, onun olduğu ülkeden geliyorum ve kanatlarım ter. Onun kokusu var tenimde ve onun elleri var yorgun bedenimde’ dedi ve gülümsedi sarıkanatlı kuş, bakmadı uçup giderken döktüğüm sevdalı gözyaşlarıma.
Aşk, o fırtınalı yaşam kamarasından uzanmakmış yıldızlara ve coşkular sürmekmiş tenimize. Aşk, o fiyakalı yalnızlığımızın hüzün halkalarına tutunarak dalgayla sevişmekmiş koyu gölgeli gündüzlerde. Aşk, kımıltılı bir sevda yeli, umudumuzu belediğimiz o mor boyalı seviymiş aynalı beşiklerde. O umut seherlerinde ve yangın artığı vakitlerde bul beni, işte o an yaşarsın bu derviş gönüllü derbendini.
Anla ki sevgili, soyarsan ruhumu, tenim ter içinde uyanır sana ve akar ırmak olur kadın ovalarında. Soyarsan tenimi, ruhum yatar bir musallaya ve sarılır seni de almak için o sonsuzluğa. Soyarsan beni, tüm sözcükler çırılçıplak bir çiçeğe dönüşür mahremlerinde ve tükenir an ellerimizdeki hoyratlıkla. Soyarsan anları, kırılır can, tükenir zaman ve işte o an gülüm, atarsın en tiz çığlıkları, sönmemiş yangınları yüreğinden çıkarırken bu adam.
Selahattin Yetgin
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.