- 1901 Okunma
- 19 Yorum
- 0 Beğeni
Üç nokta. Üç ünlem
Okuduğunuz yazı Günün Yazısı olarak seçilmiştir.
“Şit, kız amma da gelen olmuş,” diyerek Nermin’i dirseği ile dürttü, Pakize.
Pakize gözlerinden bir ışık yayılacakken birden kıstı siyah gözlerini… Sağ ayakkabısının topuğunu, sol ayak içinin altından yukarıya ittirerek, ayakkabısının ayağından çıkarmaya yardım ederken.Bir taraftan da:
"Gelişi güzel savrulmuş baksana ayakkabılar.Ne düzen, ne tertip" diye fısıldadı.Dilinin kuytusuna saklanan şeytandan cesaret alarak. Sonra ağzının ucunda bir çengelli iğne tutturulmuş gibi cümlelerin içinden çıkmasını ve kimsenin duymasını istemediği için, ısırdı törpüsüz dilinin ucunu. “Malum ya, yerin kulağı vardı.”
Merdivenleri oflaya puflaya çıktılar.”Yeterdi ayol, yeterdi.” Bu kadar üst katlar da oturmanın kime ne faydası vardı ?”Olan bacaklarına oluyordu.Gül gibi bahçe içindeki evi varken ne demeye yıktırıp da sekiz katlı apartman diktirmişti. Gösteriş meraklıları işte.Kocası belediyeden emekli olduktan sonra, köydeki arsaları da satıp yaptırmışlardı. Kendilerine nispet yapar gibi. Sanki bilmiyorlardı. Gece kondu da otururken on iki kişi, çol çocuk,kayın, görümce, hela yolunda kuyruk oluştururlardı. B.. kuyruğu...Şimdi hanım olmuşlar da … Apartmanda oturmuşlar da…
İteleye,üfleye,püfleye en sonunda daire kapısından içeri girdiler.Kırk bin laftan sonra...
Pakize hemen etrafı süzmeye başladı. Çıra sarısı gözleri ışıl ışıl parlayan Nermin’in kulağına eğilirken, çemberinin kuyruğuyla örttü ağzını.
" Bak bak. Küs değil miydi bu Nazife ile.Nasıl da cesaret edip gelmiş.İyi ki almışlar içeri.Tüh valla şart olsun ben olsam hayatta almazdım."
Hoş beş sedasından sonra, tanıdık bir yüz arayışına girdiler koca odada. Hemen ilerde bir el kalkıp bayrak gibi dalgalanmaya başladı.
" Gelin gelin." Hemen o tarafa doğru insanları yara yara gittiler. Yüzlerinde yapmacık bir sırıtış, başları emme basma tulumba edasında, selam veriyorlar akılları sıra...
Hayriye bu mahallenin en dedikoducu kadınıydı. Havada kuş uçsa, kanat çırpışından hangi cins olduğunu o saat anlardı. Ne de olsa yılların esnafıydı... İnsanların yüzüne bir kez bakmasıyla cümle geçmişinin haritasını çıkarır anında önüne koyardı. Nasıl da bilmişti, İsmail beyin evini tutan adamın gizli polis olduğunu. Kaçın kurasıydı o. Kaçar mıydı gözünden...
Ya Selime karısının kız kardeşini pazarladığını ilk o fark etmişti de bütün memlekete naklen yayın yapıp neredeyse linç ettirmemiş miydi? Günahı boynuna. Selime,” uzaktan hısımım olur,” dediği çam yarması herifin neredeyse içine düşecekti…
Her gece adam eli kolu dolu gidiyordu evlerine.Sabaha kadar, kakara kikiri…
Karakolda o gece sabahlamışlar sonrada çekip gitmişlerdi.Nereye, nasıl gittikleri bilinmeden…
Evin büyük gelini ve büyük kızı" hoş geldiniz" dedikten sonra hemen onların yanından ayrıldılar. Dururlarsa biliyorlardı ki; soru bombardımanına tutulacaklardı...
Evin küçük kızını aramıştı hepsinin gözleri. Artist olmak için evden kaçtığından beri kimse nerde olduğunu bilmiyordu. “Tam artiz olmuş,” diyormuş görenler.Her gece bir adamın kucağında, yapmadığı rol kalmamışmış...
Ne günlere kalmışlar.Taş yağacak maazallah taş.Hem de ne taş.Koca koca kayalar kopup gelecek dağlardan…
Üç kadın bir arada olmanın gururuyla sağı-solu incelemeye başladılar. Köşe de ki çekyatın kenarına sıkışmış kırk bir numaralı terlik üçünün de aynı anda o noktaya kilitlenmesine sebep olmuştu. Gözleri terliğin diğer eşini aramaya koyuldu. Odanın girişinde ki sehpanın altındaydı.
" Öyle sokakta tırım tırım her gün süslenip- püsleşmeye benzemez kadınlık. Şuna da bak terliğin biri han yada öbürü, Konya dolaylarında yaban ele gelin gitmiş gibi taa dünyanın bir ucunda... Kaç yaşında kadın.Valla yakıştıramadım," derken Hayriye, kulak kabartmış kendini dinleyen yandaşlarına konuşurken bir eliyle kapatıyordu ağzının çürük dişli kara kutusunu...
Kalabalık her dakika artıyordu. Oda hınca hınç dolmuştu. Doksan beş kiloluk, ufak tefek boylu Nermin, iki elini kendine doğru yelpaze yaparken:
" Az sonra havasızlıktan ölürüz bacılar. Ne bu ya biri camı-pencereyi açsın.Kış günü sırtımızdan oluk oluk ter aktı." Pencerenin altında oturup sırtını, doğalgazın peteğine yapıştıran kansız Necla’nın dünya umurunda değildi. Dudağına sürdüğü kırmızı rujun yarısını yemiş, yarısı dişine bulaşmış yanıyla sinsi bir gülümsemeyle aldırış etmediğini göstermeye çalıştı. Çok da umurundaydı.Hayatta bir kendini düşünürdü gerisi hava cıvaydı.Onun derdi yeni aldığı mavi boncuk işlemeli bluzunun üzerine attığı yeni aldığı beşi biyerdeleri göstermekti…Dördüncü kocası bonkör çıkmıştı. Diğer kocaları gibi bir verip ikinin hesabını yapmıyordu.En sonunda feraha ermiş, elli yaşına rağmen on beşlikler gibi giyinip, nerde akşam orda sabah geziyor-tozuyordu…
Ne oluyordu bu insanlara.Apartman kapısından girince hanımlaşıyorlar mıydı ? Kibarlık budalası olup çıkıyorlar mıydı? Daha dün sümüklerini eteklerine sıvayan bunlar değil miydi? “Kapımın kıçı kırık ayarsız sandal dalgalanmaları,” diye geçirdi aklından,Nermin.Sinir oluyordu.Kendi kocası bunların iki misli kazanıyordu ama hala gece kondunun pisliğini çekiyordu. Yeşil kazağının kolunun içine kaçmış, burma bileziklerini çıkıp herkes görsün diye sağ eliyle sol elinin bileğini kavradı. “Esas, onlar çatlasındı” diye geçirdi içinden…
Hanife hoca geldi. Hoş beş ettikten sonra. Tövbe çekip,Yasin suresinden okumaya başladı içli sesiyle. Gırtlağına" Gayn" harfini öyle bir bastırıyordu ki; her çıkışında insanın içinde, çimento torbasının boş sesi yankılanarak beyin tellerine vuruyordu mızrapla...
Şeddeler üst üste koyulmuş seccade bohçası gibi yığılırken beyaz örtüde. Ye harfi dört elif miktarı çekildikçe bir göğe çıkıyordu .Bir de ta yerin yedi kat dibine…
İnsanın içini zırım zırım titreten okuyuşu esnasında: Al yanaklı çehreler kızardı . Gözlere yaş düştü ara ara…
Zeliha kadın içlerinde en çok hac’ca gitme unvanıyla ünlüydü. Sekiz kere gitmiş, dokuzuncuya niyette gecikmemişti.Her zamanki gibi, hac’ca üçüncü gidişin de aldığı aldığı, iri taşlı yeşil tespihini çekiyordu.Ağzı kıpırdamaz,dili oynamazdı. Kalbinden çekiyormuş zikrini… Siyah eteğinin üzerine dökülen üzerinde Allah-Muhammet yazan tespih’e tavanda ki ampulden yayılan cılız sarı ışığın yansımasıyla ara ara parlıyordu. Dört gelini vardı.Altı kızı. Kendince bir imparatorluk kurmuş, saltanatını sürüyordu. Kimseye göz açtırmaz.”Dediğim dedik.Çaldığım düdük,” hesabı yapardı…
Artık ikramlar elden ele dağıtılmaya başlamıştı. Malum tabakta pilav,et sote, yaprak sarması ve tulumba tatlısı vardı. Nermin burun kıvırdı.
" Sarmayı da elim kadar sarmışlar.Az ince sarar insan.Şöyle kalem gibi önün sıra yuvarlanıp gidecek.Bunun bir tanesiyle memleket doyar ayol..."
Mutfağa su içmek için giden Hayriye, yeniden insanları yara yara yanlarına geldi.Yerdeki minderin üzerine oturmaya çalışırken yerinin daraldığını fark edip koca kalçasını sağa sola sallayarak gömüldü minderin orta yerine... Bir şeyler söylemek için can atmakta olduğu kafa dengi arkadaşlarının dikkatini çekmekte gecikmedi . İleri doğru eğilip baş başa verip,Hayriye’nin söyleyeceklerine kulak kabartırlar.Hayriye tekrar başını kaldırıp göz ucuyla etrafı kolaçan ettikten sonra:
" Allah sizi inandırsın, mutfakta kırk kişi var. Düzen tertip yok. Su içmeye bardak bulamadım da eğildim musluğun başına avucumla içtim. Her yer yağ içinde kalmış hele o ocak.Daha da yeni almadıydı mı o fırınlı ocağı ?...
Büyük bir iştahla tabakta ne kadar yemek varsa silip süpürüp parmaklarıyla sünnetleyen boş bakışlar,ellerinde ki boş tabakları almak için gelenlere uzatıp, ayaklarını ileriye uzatıp, geriye yaslandıktan sonra keyif yapmaya başladılar. Her biri bir diğerinin kulağına bir şeyler fısıldıyordu…
İkramdan sonra millet tam toplanmaya başlamıştı ki evin büyük kızı Hatice girdi odaya. Hala güzeldi doğrusu yaşına bakarak. Zamanında az istememişti Nermin oğluna.Ama kız, işsiz güçsüz diye burun kıvırmıştı,peltek konuşan sivri burunlu kel kafalı oğluna.Gitmiş de kasabın oğluna varmıştı... Adam da adam olsaydı bari. Yerden bitme, kafasının yarısı dökülmüş.Ağzında ki cümlelerden ne söylediğini anla, anlayabilirsen...Ama Hatice’nin elini sıcak sudan soğuk suya sokturmuyormuş...
Herkes susup da başlarını ve meraklı bakışlarını Hatice’ye çevirdiler.Hatice boğazında biriken yumrunun fazlalığından bir türlü konuşmayı başaramıyordu. En sonunda başında ki çember gibi olan,kırmızı ve ağlak yüzüyle;
" Hepiniz cümleten hoş geldiniz. Allah sizlerden razı olsun. Sakın söyleyemezlik yapmayın.Annemin sizlere kuruş da borcu varsa bilmek isterim. Ve ona haklarınızı helal edin."
Derken titreyen çenesi ve ağzı arasındaki o dalgalanmadan sonra herkesin içinde göstermek istemediği gözyaşları kendiliğinden boşalıverdi...
Herkes hep bir ağızdan" helal olsun" dedi. Nermin düşünüyordu. Acaba geçen gün aldığı iki kilo soğanın parasını istese miydi...?
“Helal olsun, gitsin,” derken bir yanı.Diğer yanı, iki lirayı gözünde büyüttü de büyüttü. Boğazında bir yumru oluştu. Elini kaldırdı. "Benim var" dedi tüm gözler üzerine çevrildi.
Herkes merak etti. Acaba ne almıştı? Ne kadar borçlanmıştı...Oysa hemen hemen her gün o gelir tüm öğünü burada geçirirdi. Ne olabilirdi?Kırk yıllık arkadaş komşu olan, yedikleri içtikleri ayrı gitmeyen… Herkesin meraklı gözleri bu sefer Hatice’nin üzerinden Nermin’in üzerine çevrilmişti.
-Söyle Nermin abla, ne kadarsa söyle sen. "Elini cebinden çıkardığı para cüzdanını alırken gözünde çöreklenen yaşlar göleğe dönmüş başını eğince de kendiliğinden dökülmüştü...
Nermin:
-Geçen gün soğancı geçti kapının önüne. O arada bende soğan,patates alıyordum.Bana da al dediydi anan. İki kilo alıverdiydim...Acaba üç kilomuydu?”
- Kaç para Nermin abla.Hak haktır.Annem de kimsenin hakkı kalsın istemem."
Nermin kafasında gelip giden hesaplaşmalardan sonra:
-İki, yok yok üç lira idi.” Hatice cüzdanının fermuarını açıp içinden çıkardığı beş lirayı Nermin’e verdi. Nermin:
-Bozuk yok üzerimde" Hatice ise:
-Üstü kalsın.Hakkını helal et yeter,” diyebildi, sadece.
-Helal olsun,"derken sokuverdi, yüz bedenlik koynuna beş lirayı...İyi kadındı.Bir kötülüğünü görmedim.Komşulukta da iyiydi. Deyip sağa sola sıçratmaya başladı. Ağzının içindeki bulanık tükürük saçmalarını…
Herkes dağılmaya başladı. Ortalığın sakinleşmesini bekleyen,Pakize, Nermin ve Hayriye. Geçerken televizyon sehpasında ki tozu birbirlerine işaret edip,burun kıvırdılar... Üçünün de içinden aynı şey geçti.
“ Toz desen bir karış.”
13 Saat önce...
Ramazan dayı, kırk beş yıllık, iyi günde kötü günde yanında olan hayat arkadaşının mutfaktan gelen "hay Allah" sesiyle mutfağa yöneldi. Su içmek için tuttuğu bardak ellerinin arasından ne hikmetse kayıp gitmiş, tezgahın üzerinde kırk parçaya bölünmüştü. Yerlere saçılan büyük parçaları almaya eğilirken,Ramazan dayı,hanımına:
-Sen bırak şimdi bunları.Bu gün çok yordun kendini. Haydi gel yatağına yat da biraz uyu.
-İyi de bey cam parçaları yerlerde kaldı. Ya sabah gelenin -gidenin ayağına batarsa. Olmaz ben toplayayım da öyle yatarım."
Ramazan dayı kolundan tuttuğu hanımının gözlerinin içine baktı sevgiyle." Sabah sabah kim gelecek hanım eve?.
Öyle deme bey.Dünyanın bin türlü hali var.Ne olur ne olmaz. Torunlarda dağıttı odayı. Gelinin küçük çocuğu durmadı.Ne de olsa emzikli. Yoksa gelinin içi rahat etmez toplardı. Baksana şuraya yaramaz kızlar evcilik oynarken benim terliği sağa sola atmışlar. Hay Allah.
Ramazan dayı eğilip terliği alacakken mani oldu hanımına.
-Boş ver sen sonra beraber yaparız.Diyerek odanın sarı bakışlı loş ışığının düğmesine basıp kapattı. Yatak odasının kapısında ki ışığın zeytin dalı desenlerinin cam aralığından dalga dalga koridoru ışıtmasından sonra nihayetinde yatak odasının da ışığı, elektrik düğmesinin “tık” sesinden sonra gece, siyah entarisinin içine soktu, siyah bakışlarını…
Gece ara ara kalbi sıkışan ve bu arada beş yüzlük tesbihi alıp çektikten sonra elini sağ yüzünün içinde kıbleye dönerek yatan Fatma Hanım, sabah saat dört civarı deliksiz,derin bir uykuya daldı. Arkasında ortanca kızının doğumuna bir ay kalmasına ve çok istemesine rağmen göremediği torunu… Kötü bir heves uğruna, baba ocağına veda eden küçük kızı, üç oğlu ve tüm torunları gözünün önünden geçti…
En çok da hayat arkadaşını, yalnız bırakmanın üzüntüsü çoğaldı büyüdü içinden…
Sabah saat :10.30
Alt katta oturan büyük gelin, her sabah kahvaltıdan sonra yanına kahve içmeye inen kaynanasını merak etmiş ve üst kata çıktı. Kayınpederi sabah namazından sonra uyumamış evde ki bütün camları ve kapıları silmişti. Gelin merakla sorar.
-Baba,annem nerede?
-Gece pek iyi değildi. Sabaha karşı daldı uykuya. Bırakalım da biraz uyusun.
-İyi de baba. Ne olursa olsun,bu saate kadar uyanırdı o.Bir bakalım.
Ramazan dayı,yatağın baş ucunda, hanımının kulağına doğru eğilir:
“Fatma kadın…”
“Fatma kadın? “
“Fatma. “
“Kadın…”
“Kadınım…”
YORUMLAR
Tek kelime ile mükemmel. Ben artık yemekli düğünlere ve mevlitlere gitmek istemiyorum. Sebep gayet açık, bir sevap alacağım diye beş günah almak istemiyorum. Millet yediği yemeğe; elhamdülillah diyeceği yerde, yağı yok, tuzu fazla gibi bahanelerini, evin kirini tozunu konuşmaktan günün anlam ve önemini, neye geldiklerini unutur oluyorlar. Çok güzel anlatmış sın kardeşim, kalemin dert görmesin.
Tebrikler, sevgilerimle.
Sultanımı bu kez tebriğe geldim. Ne çok yakıştı yerine ve ne çok haketmişti, kutluyorum gülüm.
Yorumlardan anladığım kadarıyla sende bir süredir benim gibi kayıplardaydın sanırım. Hayat işte her birimizi farklı rüzgarlarla farklı yerlere savuruveriyor değil mi?
Tabiki her daim duamdasın sultanım...Kalben.
Ülviye Yaldızlıı
:)
Sultans demesen anlayamayacağım:)
Ülviye Yaldızlıı
Bende sizi özledim kuşum:) Gül bakim:)
Ülviye Yaldızlıı
tek kelimeyle mükemmeldi..
son zamanlarda okuduğum en iyi öyküydü..
tasvirler kişilerin ruh halleri anlatımdaki sadelik ve kelime zenginliği çok güzel..
çok keyif alarak okudum..
ayrıca güne gelişinizide canı gönülden kutluyorum..
gerçekten haketmiş..
sevgilerimle dost kalem..
Ülviye Yaldızlıı
Okuyan gözlerinize bereket
Sevgi ve selam ile
Değerli kalem gözlerimiz yollarda kaldı.Gelişiniz muhteşem olmuş.Harikaydı...Selam ve hürmetlerimle
Ülviye Yaldızlıı
Aman kimler gelmişş :) Sultanım iki gözümün nuru :)
Tasvirlerin ne hoş canım. Bende aşinayım bu tür olaylara o yüzden öylesine tanıdık geldiki yazdıkların. Hatta kuran okunurken uyuklayıp sıra ikrama gelince cin gibi açılan kişileri bile hatırladım yazını okurken.
Kalemine bereket cancağazım. Bu arada özledim seni hemen dip not olarak söyleyeyim dedim :)
Daim sevgimle...
Ülviye Yaldızlıı
Seni öpüyorum.İki gözümün Elif'i:)
Duandan ayırma ne olursun
Daha ilk cümleyle öykünün içerisine almayı başarıyor yazar. Kurgulanan dünya sıcacık,nefesim kelimelere yetişmeden önce ellerime çarptı... Çok başarılı gerçekten.Tebrik ediyorum.
Ülviye Yaldızlıı
Okuyan gözlerine bereket
Selam ile
Hayat mı , insanlar mı daha acımamız ?
Giden gitmiş, tasası kalmış millete.
Fatma anım sakın arkana bakma, dost değilmiş hiç biride ...
Ülviye Yaldızlıı
Sevgiyle cancazım.
Hürrem Sultanım yine harikalar yaratmışsın... Sen bu işi çok ama çok iyi yapıyorsun seni yürekten kutluyorum.. Bu yazıyı yazarken o dedikoducu Mahalle kadınlarını düşündüm. her Mahallede varlar nasıl oluyorsa sanki ajan gibi dağılmışlar... Haaa bu arada betimlemelerin ve benzetmelerin muhteşem bak şuna bir"""Dilinin kuytusuna saklanan şeytandan cesaret alarak. Sonra ağzının ucunda bir çengelli iğne tutturulmuş gibi cümlelerin içinden çıkmasını ve kimsenin duymasını istemediği için, ısırdı törpüsüz dilinin ucunu. """ ya böylesi bir benzetiş ancak edebi bir zeka ürünüdür diye düşünüyorum... Sevgim ve saygımla selamlar sana Güzel Hürremim.
Ülviye Yaldızlıı
Güzel düşüncelerin-yorumun - ve varlığın için
Sevgiyle her dem
Öptüm gül kokulu göyn'ünden
Ülviye Yaldızlıı
Ömrün bereketlensin..
Cennet hatunu olursun dilerim.
Her dem sevgiyle
Bana mı öyle geldi, yoksa sizin en iyi yazılarınızdan birini mi okuduk? Hatta; bana mı öyle geldi, yoksa son dönemdeki en iyi yazılardan birini mi okuduk?
Tesbitleriniz çok sağlam olmuş. Cenaze merasimlerinde gözlenen tavırlar o kadar garip oluyor ki bazen. O kadar acı bir çelişkidir ki ölümün ışığında insanların günahlarının bu kadar parlıyor olması.
Sözün özü ben hem konuyu hem işlenişini çok beğendim. Süper olmuş.
Ülviye Yaldızlıı
İlginize-yorumunuza-yüreğinize sağlık.
Hürmetle
sayfaların sultanı.....herkesin maskelerini çıkarmasına gerek kalmadan sen bizlere muhteşem tarzınla sunuyorsun...finalde okuyucuyu nakavt ediyor bilesin... saygılar
Ülviye Yaldızlıı
Başta sesli bir şekilde güldüm, sonda hüzünlendim.
O kadınları tasvir edişin ne güzeldi öyle. Hiç sevmem o ortamları. Çünkü aynen anlattığın gibi, riyanın biri bin para oralarda. Çok güzeldi ya. Keyfimi yerine getirdin. İçimdeki darlığı dağıttın.
Teşekkür ediyorum benim cancağızım yazarım.
Hep böyle bir performans bekliyorum senden. İnsanı sıkmayan, sıradan olmayan, emek ürünü öyküler.
Yalnız "ki" lere dikkat.
Candan kutluyorum güzel dostum.
Sevgiler.
Ülviye Yaldızlıı
Yazdıkça yayınlamaya çalışacağım
Varlığın her dem güç veriyor
Hep var ol
Ve tabi ki seni seviyor bu Sultan:)
Sultanım selâmlar, Rabbim herkese gerçek dostlar nasip etsin.
İnsan ölmeye görsün, yüzüne gülen, dost bildikleri, fısıldaşmalara başlarlar.
Doğal, içten, hayatın içinden gerçek bir kesit...
Tebrikler kardeşim selâm ve sevgiler.
Ülviye Yaldızlıı
Amin ecmain.Yapmacık olmayan gülücükler ile karşımızda değil hep yanımızda olanları nasip etsin mevlam...
Sevgi benden gül yüreğine