Araştırmacı yazar Nuri Kaymaz'la Türkiye'de İşçi Sınıfı Edebiyatı üzerine söyleşi
TÜRKİYE’DE İŞÇİ SINIFI EDEBİYATI /
Söyleşi :
Mine Köker – Nuri Kaymaz
Mine Köker :
Sizin folklor, mizah, tiyatro tarihi ve daha pek çok alanda araştırmalarınız olduğunu biliyorum. Ayrıca kitap tanıtım yazılarınızı ve makalelerinizi de sıklıkla okuyorum. Önce araştırmalarınızdan bahsetsek sonra Türkiye’de işçi sınıfı ve edebiyat üzerine konuşsak.
Nuri Kaymaz :
Öncelikle Türkiye coğrafyasında yaşadığımız dönem bizi bir çok araştırmaya itiyor.Çünkü bunlar cumhuriyette dayatma ve resmi ideoloji ile yapılmıştır. Türkiye’de birçok halk yaşıyor. Burada zengin bir kültür var. Bu kafamı kurcalamıştır. Bu halklar yok sayılmıştır. Hep bunun için alanları geniş tutmaya çalışıyorum. Türkiye işçi sınıfı edebiyatı az yazıldı, az çizildi. Birçok kişinin portre ve detaylarının yazılması gerektiğine inanıyorum. Çok özel bir alan. Bu konuda araştırmalar çok az. Hatıra ve günlükler bu konuda yok. Bu ülkede sanayi devrimi olmadığı için, bu konuda yazı olmamış. Bu ülkede kaba işçilik var. Hamallık , inşaat işçiliği gibi sosyal alanı olmayan bir dağınık sınıf var.
Mine Köker :
Bir bakıyoruz Şeyh Bedrettin’i araştırıyorsunuz, bir bakıyoruz işçi tiyatrolarının tarihini. Sizi bu araştırmalara iten ne oldu?
Nuri Kaymaz :
Bunların arasındaki bağlantı yeni bir ortak arama. Tiyatro çok geç geldi. Şeyh Bedrettin çok genç bir adam aslında. Ondan dolayı alanları araştırıyorum. Akademisyenler resmi ideolojinin içinden çıkamadılar. Bu beni araştırmaya itti. Hatta mecbur kıldı.
Benden önce Kerim Korcan’dan bahsetmek lazım. Tatar Ramazan ve Linç benzeri romanlar yazmış. Yaşar Kemal güneyin işçi sınıfından gelme, bekçilik yapmış, tarlada çalışmış. Bütün bunlar 1980 sonrası beni araştırmaya itti. Ve geliştirdi.
Mine Köker : Klasik işçi tablosunu yıkan bir kimliksiniz, konfeksiyonda mesai ile ve sigortasız çalışan, aynı zamanda da düşünen, araştıran, okuyan ve yazan. Buradan hareketle Türkiye’de İşçi Sınıfı ve Edebiyat’a gelirsek…
Nuri Kaymaz :
Türkiye’de edebiyatta sınıfın Cumhuriyet ile başlandığı biliniyor. Cumhuriyetten önce bazı yazılı kayıtlarda bunun varlığından söz ediliyor. Ama çok az olduğunu biliyoruz. Cumhuriyetten önce roman yazıldığına dair elimizde bilgi yok. Türkiye’de kaba işçilik veya ona benzeyen inşaat işçiliği olduğu için pek önemli romanlar, önemli hikayeler , önemli oyunlar yazılmadı. En önemlisi Osmanlı’da Patrona Halil İsyanı bazı kaynaklarda roman olarak geçmektedir. Özellikle üzerinde durulan roman veya oyun şeklinde bir kaynak elimizde yok. Cumhuriyet ile birlikte 18.yy’da dünyada sanayi devrimi olurken ülkemizde bir sanayi devrimi olmadığı için edebiyat üzerine yazılmış bir metin yok. Roman, oyun, şiirler var. Birçok şair işçi sınıfından bahsetmiştir. İlk işçi tiyatrosu Cumhuriyetle beraber olan bir sanattır. Tiyatro önemli bir işçi sınıfı mücadelesi, önemli bir tiyatro oyunu ve işçi sınıfının kendisini temsil ettiği bir sanat. Tiyatro edebiyatla ilgili olduğu için bundan bahsetmek istiyorum. İlk tiyatrodan bahsetmek istiyorum. Tiyatroda ilk göze çarpan 1931 yıllarında ilk Ankara’dan sonra İstanbul’da Türkçe bilmeyen hamallık yapamaz emrinin dışına çıkan hamalların Sirkeci’de postanenin önünde oyun oynadıkları biliniyor. Cumhuriyet gazetesinde o dönem Ali Kemal Halil diye bir muhabir “Moskoflar Sirkeci’ye indi” başlığıyla yazmıştır. Posta Hayat dergisi 1953’de aynı yazıyı tekrarlamış kayıtlara geçmiştir. Tabi sendikalar Türkiye’de geç kurulduğu için 1945’de Unkapanı tütün işçileri yani TKP’nin üç örgütlenmesinin olduğu kunduracılar, tütüncüler, terziler var. Özellikle tütün işçileri yani TKP çalışanları Unkapanı’nda bulunan tekel işçiçilerinin şirket büroları var. Bu şirket büroları üç tane. Bu büroların birisi TKP elinde. O bürolarda Süreyya Hanım adlı bir hanımefendi bir oyun yazıyor. Kadınların adet olduğu günü anlatan bir oyun. TKP bu oyunu yasaklıyor. Bir gün tesadüftür, şık bir bayanla tanışmıştım. Bu bayan Süreyya hanımın kendisinin ninesi olduğunu söyledi. Ve bana yazdığı oyunu gösterdi. Oyun gerçekten teknik olarak yazılmıştı. Yakında Türkiye’ye geleceğini, sevgilisinden ayrıldığını söyledi. Oyunu bir yayınevinde yayınlamak istediğinden bahsetti. Bundan sonrası 1950’den 1980’e dek gözümüze çarpıyor.Bunların en önemlisi Ankara Sanat Tiyatrosu kurulmadan Arat Tiyatrosu’dur. Arat Tiyatrosu’nda zaman zaman işçi oyunları yer alıyor. Daha sonra Ankara Tiyatrosu kuruluyor. Çeşitli insanlar buradan yetişiyor. Bunların arasında; Erkan Yücel, Genco Erkal, Savaş Yurttaş, Rutkay Aziz, Halil Ergün gibi oyuncuların çıktığı bilinmektedir. Bunun ötesinde Türkiye İşçi Partisi’nin 1965 ‘te meclise girmesi ve 68 kuşağının ortaya çıkması işçi tiyatrolarını gündeme taşıdı. Bunların önemlisi Ömer Nida’dır. İşçi tiyatrosu ile ilgili bir kitap çıktı. “İşçi Tiyatrosunun Doğuşu” diye bir kitap. “Gerçek ve sanat” yayınlarından çıktı. Türkiye’de bu alanda bildirge diye kabul edilen bir kitap. Aynı zamanda meydan oyuncuları var. Bu meydan oyuncularının görevi1 Mayıs meydanlarında, gecekondularda sendikalarda oynamak. Onun ötesinde halk oyuncuları var. Tuncel Kurtiz’in işçi oyunları da oynadığı biliniyor. Türkiye’de ilk işçi oyununu profesyonel anlamda oynayan Haldun Taner’dir. Haldun Taner eğitimini Almanya’da tamamlayıp Türkiye’ye ilk geldiği zaman işçi tiyatrosu üzerine bir çete kuracağı gibi bir çalışma yaptığı biliniyor. Daha sonra maalesef bundan vazgeçip kabare tiyatrosuna geçmiştir. Birçok gruplar var. İlk aklıma gelen halk oyuncuları, Ankara sanat, Ankara Halk Sanat, Meydan Oyuncuları, Oda tiyatrosu, Devrim için Tiyatro, İşçi-Köylü tiyatrosu, Çocuk Tiyatrosu, İşçi grubu tiyatrosu var. Bunlar çok önemli oyun yazarlarını Türkiye’ye getirmiştir. Ve adı bilinmeyen birçok oyuncu var. Brecht gibi dehaları da Türkiye’de ilk defa sahneye koyan bunlardır. Aynı zamanda Ömer Polat’ın yazdığı 22’ler ve buna benzer 30’a yakın eser yazıldı. İşçi tiyatrosu hakkında sınıfı anlatan oyunlar yazıldı. 80’lere kadar böyle. Sonrası darbe ile maalesef darbe ile beraber işçi tiyatrosunun sonuna gelindi. İşçi tiyatrosunun Türkiye üzerine en önemlilerinden biri Yılmaz Onay’dır. Yılmaz Onay Almanya İşçi Tiyatrosu ile Türkiye İşçi Tiyatrosu arasında bağlantı kurar. İşçi Tiyatrosu adı ile bir kitapta yazmış. Kalın bir kitap, boyut yayınlarından, şu anda piyasa da bulunmaktadır. İşçi tiyatrosu üzerine bugüne kadar bir tez hazırlanmamıştır; Oyuncular arasında böyle bir tez hazırlandığı bilinmektedir. Roman deyince Türkiye işçi sınıfı romanlarından Reşat Eniz’in “Sarı İt” adlı romanı vardır. “Sarı İt” Türkiye’nin ilk sınıf romanı olarak onaylanmaktadır. Aynı zamanda Reşat Deniz Yaşar Kemal’in hocası ve Cumhuriyet Gazete’sinin Adana temsilcisi olarak bilinir. Evrensel’de çıkan bir romanı vardır. “Sarı İt” önemli bir romandır. İşçi sınıfını anlatan pamuk işçileri ve Adana’da işçiler anlatılmıştır. O dönem Çukurova yazarlarından çoğu işçi sınıfını anlatır. Türkiye’de maden ocaklarında çalışmaya mecbur edilen insanlar ve İrfan Yalçın’ın belgesel eseri aynı zamanda bir roman. Birçoğu işçiyi ve emeği anlatan romanlardır. Şimdi Orhan Kemal’e baktığımızda bir konuşması çok ilginçtir. Hangi romanını en çok sevdiniz diye sorulduğunda “Murtaza” ve “Bereketli Topraklar” demiştir. Neden sorusuna gelince ; Varlık dergisinin sanırım 10. Sayısında şöyle bir cevap veriyor; “Her ikisini de yaşadığım için” her ikisinde de işçi sınıfından bahsediliyor. Bir yandan tarlalar ve fabrika işçileri bir yanda mizah dilinde yazılmış “Murtaza işçi sınıfı ile toplumun çelişkilerini anlatan önemli romanlar. Orhan Kemal’in sınıf romancılığı üzerinde pek durulmadı. Bu konuda yazılanların en önemlisi Fethi Naci “88” de gösteri dergisinde 5 sayfalık bir yazıda kaleme aldı. Orhan Kemal ve işçi sınıfı üzerine yazdı.Asım Bezirci, Orhan Kemal sadece bir sınıf romancısı değildir şeklinde bir karşılık vermiştir, Emek Sanat dergisinde. Bu arada sınıf romanın Türkiye’de çok az olduğu bilinmektedir. Sınıf romanlarını saydığımızda 10 tane sınıf romanları çıkmaz. Ama tiyatro dediğimizde 30 eser çıkar karşımıza. Çok ilginçtir; Tiyatro romandan daha fazla sınıf kaygısı ile yazılmıştır. Halk Evleri’nden, Köy Enstitülerinden yetişenlerin hepsi cumhuriyeti savunmuştur. Cumhuriyetle birlikte gelenler hep cumhuriyeti, kuruluş yıllarını, cumhuriyetin Çanakkale geçilmez, cumhuriyetin büyüklüğü, cumhuriyetin kahramanları yazılmıştır. Aydınlar tarafından sınıf pek yazılmamıştır. Bir Zeynep Kosova’nın hayatı yazılsaydı keşke. TKP’nin önemli kadınıydı. Bugüne kadar Zeynep Kosova hakkında ne bir roman, ne hikaye, ne de bir otobiyografi yazılmadı. Buna dair elimizde bir kanıt yok. Zeynep Kosova hakkında Türk şiirinde de yazılması gerekir aydınlar tarafından 1950 yıllarında Nazım Hikmet Türkiye işçi sınıfına selam şiirini yazdıktan sonra bütün şairlerimiz ve aydınlarımız ha bre sınıf şiirleri yazdı. Nazım Hikmet işçi sınıfına selam yazınca Mehmet Başaran, Zihni Anadol gibi işçi, sınıfına yazdı, sanki Nazım’dan emir almış gibi. Cevdet Kudret bir yazında diyor ki;”Nazım Hikmet yazmasaydı hiçbirimiz Türkiye işçi sınıfı için yazmadık. “Kemal Tahir”Göl İnsanları” adlı hikayesinde barajlarda çalışan insanları anlatır. İşçi sınıfının tarihini yazanlar maalesef işçi tiyatrosundan hiç bahsetmediler. Mihri Belli işçi sınıfı için savaştım ama hiçbir şey yazmadım diyen biri. İşçi sınıfına dair bir roman yoktur. Rıfat Ilgaz kendisini işçi şairi, sınıf şairi olarak kabul ettirmiştir.Sabahattin Ali işçi sınıfı hakkında yazmamıştır. Sait Faik aynı şekilde. Yaşamında sınıfla ilgili bir şey bulamayız. Enver Gökçe sınıf şairi olarak kabul edilir. İşçi sınıfının şiirinde Nazım’ın 1950’de yazdığı önemli şiirler vardır.Her şairin bir sınıf şiiri vardır. Bugün işçi sınıfı üzerine bir antoloji yapmaya kalkarsak 5000 şiiri bulmak mümkündür. Güngör Gencer 1 Mayıs şiirini yazarken emekçi kadınlar şiir antolojisini yaparken ben kendisi ile konuştuğumda bu kadar şiirleri olduğunu bilmiyordum. Askeri kökenli şairler işçi sınıfı hakkında daha fazlaca bahsettiler. İşçi sınıfı hakkında ciddi şiirler yazıldı. Cemal Süreyya gibi Marksist geçinenlerin işçi sınıfını pek elen aldıklarını görmedim. 2.yenilerin bu temayı kullandıklarını görüyoruz. Bunlarda güzel eleştiriler olmalı. Sınıf üzerine en önemlisi işçi tiyatrosudur. Pek çok hikayeler de var. Emek Öyküleri antolojisini hazırlayan Adnan Yalçıner ve Şennur Sezer’in 100’e yakın öyküsü var. Bekir Yıldız işçi sınıfını yazmış. Yaşar Kemal’in yazdıkları var. Yılmaz Güney’in “Boynu Bükük Öldüler”i var. Öykü, roman ve şiire dek işçi sınıfı var. Bu arada işçi türkü ve şarkıları var. Gurbet türkülerinin hepsinin işçilere ait olduğu bilinmektedir. Gurbet işçilerinin ya tarlada ya da fabrikalarda çalıştıkları bir gerçek. Mustafa Sarısözen bir konuşmasında “Ben bıktım artık gurbet türkülerinden” diyen bir derlemeci. 20 bin türkü derlemiş Mustafa Sarısözen. Beşbini sadece gurbet türküsü, üç bini hayat türküsü. Yaşar Kemal “Ağıtlar” kitabının önsözünde bu ağıtların çoğunun gurbet ve fabrika çalışanlar üzerine olduğunu anlatır. Bugün işçi sınıfı üzerine roman, hikaye yayınevleri az. Keşke şoföe İdris’in veya Zeynep Kovalı’nın hayatı yazılsaydı. Antolojilerde az. Son yıllarda DİSK tarafından işçi sınıfı öyküleri yarışmaları yapılıyor. Abdullah Baştürk’ün anısına çok öyküler yazılıyor. Ama yazanların birçoğu işçi değil maalesef. Amerika, İngiltere, Fransa’ya baktığımızda her romancının mutlaka bir sınıf romanı vardır. Jack London’nın “Demir Ökçe”si var. John Steinback’in “Gazap Üzümleri” var. Rus Edebiyatında Maksim Gorki’ye kadar başka sınıf edebiyatını anlatan romancılar yok. Ekim Devrimi’ne dek böyle. Ekim Devrimi de bizi çok etkilemiştir.1920’lerden 1980’e dek Sovyetlerin etkisi vardır. Sovyetlerde “Kurtuluş savaşını yazın” diyen bir emir rivayeti vardır. Sovyetler Birliği’nde proleterya devrimi olmuştur. 1970’lerde çok önemli işçi sınıfı direniş romanları yazılabilirdi. Çok otobiyografiler ve öyküler yazılabilirdi.
Mine Köker :
Son olarak bir mendil öykünüz var sizden dinlediğim onu bizimle paylaşır mısınız?
Nuri Kaymaz :
Mendil, Esmer’de yayınlandı. 14 yaşında iken bir kızın bana verdiği mendil. Hep söylediğim bir şey vardır; Ben öldüğüm zaman iki şeyle gömün beni derim. Kitaplar ve mendil. Mendil bir tutku belki… Kitaplar da başımın belası oldu. Vazgeçemiyorum. Kitaplar yüzünden, bir olay başıma geldi; Kadıköy’de güzel bir hanımla randevum vardı. Yolda Yaşar Kemal’in bir romanını gördüm ve onu aldım. Hanımla randevuma gidemedim. Her ikisine de böyle bir tutkum var…
Mine Köker
YORUMLAR
Nasıl da cilkini çıkarmadan konusulabilir edebiyat... Hep "ben ve baba gore"lerle başlamaz ya kalemin güçlülüğü. Konuşmanı ve fikirlerini ti'ye alan ortamlarda hep samimi tavır ve saf gülmelerinle onlar gibi kirlenmedigin, bilgi ve kalemini çıkarlara alet etmediğin için tesekkurler Nuri. Güzeldi be dost hep su evdeki kağıtlarını konuşmaların... Ve güzeldi söyleşi. tesekkurler Nuri, tesekkurler Mine Köker.
Bu Söyleşi 4000 Kişi Okumuş yada Tıklamış Malesef Yorum Yok Eleştiriye Yorum Eleştirinizleri Bekliyorum NURİ KAYMAZ