- 1170 Okunma
- 2 Yorum
- 0 Beğeni
ÖLÜM (Ölen Bir Gencin Günlüğü'den...)
Mezarlıkta herkesin gözü onun üstünde olduğunu farkındaydı, kim bu diye. Öleni ne kadar çok sevdiğini şimdi anlayabilmişti. Şimdi seni seviyorum dese, boşuna çene çalmış olacağını biliyordu. Çünküleyin geç kalmışlığının farkındaydı. Ama ne yapabilirdi gözyaşı dökmekten başka? hiç. Dün ne çok da yalvarmıştı kendisine. Hatta demişti, bir gün beni sevdiğini söylersen eğer, işte o zaman geç olmuş olabilir. Demişti demesine de, onu hiç dinlememişti. Bildiği nazına devam ediyordu, gururla yüzünü çeviriyordu, hep bana gelir diye. Nasılsa ipler elimde diyordu ama şimdi o ipler hayatının idam ipi olduğunu anlamakta zorluk çekmiyordu.
Siyahlar içinden mezarlıktan çıktı. Etrafına bakındı, ne kadar da yalnız kalmıştı. Dayanılacak gibi değildi. İçi içine sığmıyordu. Bağırmak istiyordu hıçkıra hıçkıra ama olmuyordu. Ağlamayı bile beceremediği şimdi daha iyi anlayabiliyordu. Gözyaşlarını silmek için çantasındaki peçetelerden birini almak istedi fakat eline peçete yerine bir kâğıt parçası takıldı. Yuvarlanmış kâğıdın içinde sert bir şey vardı. Kâğıdı açtı içinden bir çıplak anahtar ve bir de bir not çıktı. İçinden şimşek hızıyla, ben filan yerdeyim gel seni bekliyorum yazılmasını çok arzuladı. Kâğıdın üstündeki notu okumaya başladı heyecanlı ve gözü yaşlı. “Gizlice bu notu çantana koyduğum için kusura bakma.” Diye başlayarak yazılıyordu kısacık mektup. Sonra altındaki adres dikkatini çekti.
Elleri titriyordu anahtarı kapının açar kısmına uzatırken. Pişmanlığını ancak dökülen gözyaşıyla ifade edebiliyordu. Pişmanım dese bile artık onu geri getirmeyecekti ama yine de gözyaşını döküyordu. Kapıyı yavaşça açabildi. İçeri girdi. Burnuna çok sevdiği parfüm kokusu geldi. Sanki kendi evindeydi. Salonda kurumuş güller yere serpilmişti. Daha tazeydiler. Aklına bir acaba takıldı ister istemez: o burada olabilir mi? İçerde bana sürpriz yapmış olamaz mı kendini saklayarak? Fakat şu bir gerçekti ki sabah onun cenazesine katılmıştı. Onun morgdaki soğuk yüzü gözlerinin önüne geldi ve acabadan vazgeçti. Mutfağa baktı, farklı desen ve renkte tabaklar, çatallar, kaşıklar… vardı. Salonda sade bir koltuk takımı vardı. Yatak odasına yöneldi. Kapıyı açtı. Her taraf güllerle kaplanmıştı. Her eşya parçasının üstünde bir not yazılı idi. Şaşırdı. Yatağın kenarındaki entarinin üstündeki notu aldı ve okudu: “ Bu entariyi belki hatırlarsın. Hani seninle bir vitrinin önünde bir anlık durmuştuk ya! Hani senin çok hoşuna gitmişti ya! Önce Markiz’de pasta yemiştik, sonra karşıdaki mağazanın önünde durduk. İşte bu entari o zamandan. 19.10.2006 – İstanbul.” Hayretler içinde kaldı. Gözyaşıyla pişmanlığını her ne kadar ifade etse bile boşunaydı. Her not onunla birlikteki geçmişine götürüyordu. Ve hangi notu aline aldıysa daha da çok pişman oluyordu. Üstünde not olan her eşya onun baktığı, hoşuna gittiği ya da bahsettiği bir eşyaydı, onun yanındayken. Yatağın üstüne yığıldı bütün bedeniyle. Bedenini taşıyacak takati kalmamıştı. Yatağa başını koydu ve hüngür hüngür ağlamaya başladı. Yastığın altında bir kağıt katlama sesi geldi. Yastığı kaldırdı. Bir zarf. Açtı içinde uzun uzadıya bir mektup vardı. “ Merhaba ey sevdiğim!” diye başlıyordu.
“Merhaba ey sevdiğim! Biliyorum bana yüz vermekte hep ardınca bakıyorsun. Olsun, sen her ne kadar ardınca baksan, bu sana bağlanmam için daha çok beni tetikliyor. Ve gün aşımında sana daha çok aşık olmakla bağlanıyorum. Sevdiğim, çantana notu gizlice koyduğum için kusura bakma. Aslında ben koymamıştı. Bir dostum çantana koymuştu. Biliyorum, dostumun notu çantana koymasına kızıyorsun belki, ama ne yapabilirdim başka? Sana yaklaşamıyorum, beni fark ediyorsun, hem yaklaşıp çantana dokunabilmek beni çok heyecanlandırır. Öyle ki ellerim titremekten, çantana dokunduğum esnada ani refleksle arkana dönüp beni görebilirsin diye ben kendim notu koymamayı düşündüm. Bunun için sadık dostumun aracılığıyla yaptım. Özür dilerim rahatsız olmuşsan eğer!..”
Hıçkırığından okuyamıyordu mektubu. Burnunu çeke çeke okurken nefesi daralıyordu adeta. Mektubu okumayı bir müddet bıraktı. Etrafındaki eşyaları izlemeye başladı. Yerinden kalktı salona geçti. Her eşyanın üstünde bit not vardı. Hangisini okuyacağını şaşırdı. Kanepenin üstündeki nota eli uzanırken, kırlentin üstündeki not gözüne çarpıp dikkatini çekiyordu. Onu alayım derken bu sefer cam sehpanın üstündeki not göz alıcılıyla dikkat çekiyordu. Kafayı sıyırmak üzereydi, hangi notu okuyayım diye? Kanepeye oturdu, iyisi mi mektuba devam etmekti. İkinci paragrafında kalmıştı. Mektubu açtı, ilk paragrafına dökülen gözyaşı damlasının yazının mürekkebini dağıtmıştı. Dudağında mülevves bir tebessüm oluştu istemeden.
“ Şu anda hangi notu okuyacağından şaşırmışsın, biliyorum. Seninle birliktelikteki hayatımda kendi evimizi döşedim böylece. Her notla da eşyaları ölümsüzleştirmek istedim. Belki delilik ama ne yapayım, sevince insanın gözleri kararıyor. Bu ev bizim evimiz sevdiğim. Kısmet olursa seninle burada yaşamayı çok arzuluyorum. Olsan da olmasan da seni daim seveceğim. Şimdi, her şeye bu kağıt parçasında anlatmak istemiyorum. En iyisi sen benim günlüğü oku. Benim her şeyim olan, sevincim, kederim, dostum ve en önemlisi senden bir parça olan günlüğüm. Evin kuzey penceresinin yanındaki sehpanın üstüne koydum. Oradadır. Küçük kara kaplı bir defter. Umarım beni anlarsın, sevgimi her şeyimi. İçinde seni yazdım. Her aklıma, hayalime geldikçe, her seni gördükçe yazdım. Niçin mi yaptım? Hani sen diyordun ya, seviyorsan ispat et, işte ispatım bu kadar.
Seni daim seven!..”
Evin kuzey kısmındaki pencerenin yanına heyecanla gitti. Sehpanın üstündeki defteri aldı ve açtı. Epey eski olduğunu yazılarının solmasından anladı. Ne kadar da kendisini çok sevdiğini anlıyordu ama artık hiçbir şey onu geri getiremezdi. İlk sayfayı açtı. Bir merhabayla başlıyordu. Gözlerindeki yaş akmaya başladı, merhaba diyerek.
Bilal İKİZASLAN
İstanbul-2011