6
Yorum
0
Beğeni
0,0
Puan
658
Okunma
Sabah olmuştu kahvaltı saat dokuzdadı. Hasibe Hanım yataktan kalktı,saatine baktı, sekiz buçuktu. Her sabahki rutin şeyleri yapmaya başladı, yüzünü yıkadı, geceliğini çıkartıp, güzel bir etek ile üzerine şık bir buluz giydi. Ayağına da şık ve rahat bir ayakkabı giydi, ortopedik ayakkabı giyiyordu. Öğretmenlik yaparken de çok fazla topuklu giymezdi.
Öğretmenlik yaptığı yerler genelde köy ve kasaba olduklarından, çok şık ve alımlı giyinmesine gerek yoktu, oldum olası da sevmezdi göz alıcı olmayı. Hasibe sade giyinen, sade yaşayan, sade bir insandı.
Bu gün hafta sonu ziyaret günüydü. Bazılarının aileleri, çocukları, ahbapları gelirdi. Hasibe Hanım bu şehirliydi aslında ama öğretmenken Türk bayrağının dalgalandığı her toprak vatandır deyip, ülkenin her yerinde görev yaptı. Özellikle kimsenin gitmek istemediği yerlere gitti rahmetliyle. Otuz beş yıllık öğretmenlikleri boyunca idealist bir öğretmen olmaktan vaz geçmedi. Onun için yıllarca bu şehirden uzak kaldı. Kocası ölünce geri bu şehre geldi. Çok fazla ahbabı tanıdığı yoktu, çok eskilerden olanlar da ya Hakkın rahmetine kavuşmuş ya da gelemeyecek kadar yaşlanmışlardı belki de kim bilir. Aslında buraya yerleşince kimseyi de aramamıştı.
Rahmetli kocasını düşündü, o olsaydı şimdi bir başına burada olmazdı. Ah Asım Bey ah dedi. Sen olsaydın şimdi buralarda mı olurdum. Seninle birlikte evimizde oturuyor olurduk. İhtiyarlığımızın ve emekliliğimizin tadını çıkarır, birlikte güzel güzel geçirir giderdik. Çok erken gittin beni bir başıma bırakıp da gittin diye düşündü.
Kahvaltı saati gelmişti, kahvaltı salonuna doğru yürürken arkadaşlarıyla günaydınlaştı. Salonun kapısında Mühendis göründü, sanki onu bekliyordu. Gülümseyerek Hasibe Hanıma ‘’günaydın’’ dedi, Hasibe Hanım da karşılık verdi gayet samimi olarak. Birlikte salona geçtiler, bir masaya oturdular. Mühendis, Kaptanın oturduğu masaya doğru baktı ‘’senden önce davrandım ve benim masamda’’ diye içinden geçirdi. Aslında masada yalnız değillerdi, başka arkadaşları da vardı ama olsun, Mühendis baş başa mışlar gibi hayal etti.
Kaptan geceki kabustan daha kurtulamamıştı. Herkes onun sabahları suratsız olduğunu düşünürdü. Gece kabusların dan, hortlaklarından kimsenin haberi yoktu. Kaptan bu sabah yine suratsızdı. Hasibe Hanımın kimin masasında kimlerle oturduğunu önemsemiyordu görmedi bile. Şu andaki ruh hali bunlara kafayı takacak kadar yerinde değildi.
Bu gün birçok kişi güzel ve temiz pak giyinmişti. Özellikle ziyaretçi bekleyenler. Bunlardan biride Suna dı. Şık bir etek ve buluz giymişti, oğlu yeni doğan torununu getirecekti. Altı aylık olmuştu torunu, sadece resimlerinde görmüştü. İlk kez bugün görecek, koklayacak, öpecek, uykusu gelince kucağında uyutacaktı. Gelini gelmezdi yine, iki yıldır buradaydı bir kes bile gelmemişti.
Suna o günü hatırladı, yine gelininin sözleri kulaklarında çınlıyordu. Oğlu da, yazık oğluma diye düşündü ‘’ne olur yavaş konuş, bağırma, annem duyacak’’ diyordu. Geliniyse’’bak Kemal ya annen gider, ya da ben çocuğumu alır giderim. Çocuğunu da bir daha göremezsin. O kadını istemiyorum, astımlı sürekli öksürüyor, sinirimi bozuyor. Ya o ya ben anladın mı?’’. Oğlu o gece annesine bir şey dememiş sanki son günleriymiş gibi, annesinin dizlerine yatmıştı. Ana oğul hiç bir şey konuşmamışlardı, Suna Hanım oğlunun saçlarını okşarken, bir yandan da oğluna göstermeden göz yaşlarını siliyordu. Aslında oğlu da aynısını yapıyordu, birbirilerini üzmemek için gizli gizli ağlıyorlardı.
Ertesi gün Suna huzur evi araştırmaya başladı. Oğluna bu görevi vermemeliydi, onu daha fazla üzmemeliydi, analık böyle bir şeydi işte. Sonunda burasını buldu, ertesi sabah hemen gelip gördü, araştırdı.
Burasını çok beğenmişti, tıbbı açıdan çok güzeldi. Doktoru, reviri, hemşiresi vardı. Kapısında ambulans dahi bekliyordu, her türlü kötü olasılığa karşı. İçerisi de çok temizdi, çalışanlar ne çok genç, ne de yaşlıydılar, yirminin sonları ve otuzlu yaşlardaydılar. Zaten çok büyük bir yer değildi ve kalan da çok yoktu. Kalanların yaşları da çok yoktu, çok yaşlı değillerdi. Burada kalanlarla konuştu herkes çok memnundu ve çok neşeli iyi insanlardı. Çok eğleniyoruz demişlerdi.
Burasını çok beğenmişti. Özeldi biraz pahalıydı ama olsun emekli maaşı yeterdi. Bankadan emekliydi emekli maaşı da iyiydi. ‘’Oğluma yük olmam diye düşündü’’ konuştuğu huzur evin Müdürünü de sevmişti, cana yakın güleç yüzlü, otuzlarının sonlarında, uzun boylu yakışıklı genç bir adamdı. Broşür aldı ve ‘’evime gideyim dedi içinden sonra da güldü evet evim ama şimdilik bundan sonra burası benim evim olacak’’ dedi.
Akşam oğlu işten geldi, yemek yendiler, yine gelininin yüzü gülmüyordu. Yemekten sonra çay içiyorlardı. Suna Hanım gelinine yan gözle bakarak oğluna döndü.
-Sana söyleyeceklerim var oğlum.
-Aslında benimde var anne ama önce sen söyle
-Sözümü kesmeden dinle. Ben bu gün bir huzur evini görmeye gittim, günlerdir zaten huzur evi araştırıyordum. Neyse, bugün birini görmeye gittim. Ufak bir korunun içerisinde, yemyeşil ağaçların arasında iki katlı çok güzel şirin bir yer.
Çalışanları güler yüzlü sevecen, orada yaşayanlar güler yüzlü, eğlenceli insanlar. Çok eğlendiklerini söylediler. Tıbbı yönden de çok iyiler. Kapısında ambulans bile var, ne olur ne olmaz diye bekliyor.
Suna Hanım orada gördüklerini mutlulukla anlatıyor du.Oğlu onun çok mutlu olduğuna inansın istiyordu. Torunu geldi kucağına oturdu, daha dört yaşındaydı.’’ Gidecek misin babaanne gitme bana kim masal anlatacak’’ diye mızırdanmaya başladı. Oğlu onu gitmeye çok hevesli görürse belki bu kadar çok üzülmezdi. Oğlu da annesine huzur evi araştırdığını ve bulduğunu nasıl söyleyeceğini düşünüyordu. Annesi ondan önce davranmış, onu bu sıkıntıdan kurtarmıştı,’’canım anneciğim ‘’ diye düşündü. Karısına yan gözle baktı ağzı kulaklarındaydı, o gün ona karşı içinde buz gibi bir şey hissetti.
-Tamam anne sen bilirsin gitmen gerekmiyor ama madem ki gitmek istiyorsun orada mutlu olacağım diyorsun karar senin. Yarın gider bende bakarım.
-Senin gitmene gerek yok oğlum ben kaydımı yaptırdım. Yarın beni götürürsün değil mi?
Evet orada çok eğleneceğim siz ara sıra gelin yeter.
Gelini sırıtarak lafa girdi.
-Aaa tabii ki geliriz anneciğim. Gitmen gerekmiyordu ama mademki sen istiyorsun, senin isteklerine saygı göstermeliyiz bizde, değil mi canım.
Adam evet anlamında başını salladı.
Ertesi gün eşyalar toplandı, hep birlikte bundan sonra yaşayacağı yere geldiler. Suna hanım elini havaya doğru savurdu gözleri dolmuştu, anılarından sıyrılıp ‘’aman boş ver burası da çok güzel ve mutluyum, oğlumla torunumun yanında olduğum kadar değil ama yine de mutluyum. Onlarda bu gün gelecekler , hem oğlum beni hiç yanlız bırakmadı, sık sık geldi’’ dedi. Saatine baktı ’saat on iki bir saat var gelmelerine’ dedi.
Diğer koltukta Ahmet Bey de çok şık giyinmişti. Sanki damat gibiydi, bir müddettir internette tanıştığı hanım gelecekti. Kendisine leptop almış sürekli o bayanla konuşuyordu. Birbirilerini ilk kez görmeyeceklerdi, aslında ama yinede çok heyecanlıydı. Şimdiye kadar hep dışarıda buluşmuşlardı.
Burada isterlerse dışarıya çıkıp birileriyle buluşabilirler, dışarıdaki işlerini halledebilirlerdi. Serbestti sıkı bir yer değildi. Ahmet Bey ‘’otel gibi’’ dedi. Çok heyecanlıydı ilk kez buraya gelecekti. Buradaki arkadaşları da Gül hanımı merak ediyorlardı. Gül Hanım acaba beğenecek miydi burasını inşallah beğenir diye düşündü. İlk buluşmaları aklına geldi, gülümsedi, çok komik bir gündü. Hiç birbirilerini görmemişlerdi.
Birden o güne gitti. MSN de konuşurlarken kamera açmak istememişlerdi, büyüsü bozulur diye düşünmüşlerdi. Gül Hanım, yakana benim gibi gül tak, bende kırmızı bir buluz ve altımda siyah bir etek olacak demişti. Ahmet Bey buluşma yerine gidince çok şaşırmış kala kalmıştı.