- 1133 Okunma
- 8 Yorum
- 0 Beğeni
Orhan Pamuk
Ekim 2006 tarihinde Nobel Edebiyat ödülü aldıktan sonra, bütün dikkatlerin Orhan Pamuk üzerine çevrildiğini biliyoruz. “Türkiye’de, bir milyon Ermeni ve otuz bin Kürt katledilmiştir,“ dediği için 301nci maddeden yargılanıp beraat ettiğine işaret ederek, ödülün Türkiye’deki ifade özgürlüğüne dikkat çekmek amacıyla siyasi olduğunu savunanların sayısı az değildir. Ermeni soykırımını inkar etmenin suç sayıldığı yasanın Fransa parlamentosunda kabul edildiği gün, ödülün açıklanması da bu görüşü destekler niteliktedir. Batılılar, Fransa’nın çıkardığı yasaya itiraz edenlerin, önce kendi durumlarına bakmaları gerektiğini düşünmektedirler ki; bu da işin bir başka yüzüdür.
Fabrikatör dedenin, miras tüketme uzmanı oğullarından birinin Şekure’yle evliliklerinden dünyaya gelen Orhan Pamuk’un babası Petkim genel müdürlüğü de yapmış bir bürokrattır; yani yazar, hayatında hiç sıkıntı çekmeyen, komprador burjuva diyebileceğimiz bir aile çocuğudur. Mimarlık eğitimini yarıda bırakıp, gazetecilik yüksek okulunu bitirmiştir.
Orhan Pamuk’un bütün kitapları arasında büyük çoğunlukla, tartışmasız, “en okunabilir, en güzel,“ diye nitelendirilecek olanı, Haziran 2003 tarihinde 25 000 eurosu çevirmene verilen 100 000 euroluk Dublin Edebiyat ödülünü alan “Benim Adım Kırmızı,“ romanıdır. Onun dünya görüşü hakkında önemli ipuçları veren, kişiliğini yansıtan bu roman, 1591 yılının İstanbul’unda geçmektedir. Roman kahramanlarına annesi Şekure, ağabeyi Şevket ve kendi adını vermekle, belki de o yıllarda dünyaya gelseydi, hangi şartlarda ve nasıl yaşayabileceğini düşünmeye çalışmıştır. Halktan kopuk birisi olduğu için, diğer romanlarında olduğu gibi bunda da en üst tabakadaki insanlar ele alınmış, milyonlarca sıradan insan yok sayılmıştır. Parası ve mal varlığı olanları asil sınıftan sayıp diğerlerini yok farz etmekle, asaletin soysuzluktan türediğini bilmeyip, alçaldıkça yükselindiği kuramından habersiz olduğunu belli eden yazar; tarihi incelerken, sanat tarihine gösterdiği özenin birazını olsun kendi servetlerinin kökenine yöneltseydi, faydalı bilgilere ulaşabilir; dürüst ve samimi olması halinde bu öğrendiklerini de bizlerle paylaşabilirdi.
Osmanlı sarayına yakın kişiler diyebileceğimiz nakkaşlar arasında yaşananları konu alan roman, gericiliği eleştirmekte ve İslam dininin ilkelliğini vurgulamaktadır. İslam’ın çağın gerisinde kaldığını öne sürenlerin verdikleri örnekler arasında yer alan Kehf suresindeki yedi uyurların üç yüz yıl süren uykularına ve Muhammed’in Burak atıyla göğün yedinci katına yükselerek Mirac’ı gerçekleştirmesine değinmesindeki amacı da budur. Bunun yanında, bohçacı Ester nezdinde, Yahudilere göndermeler yapmayı da ihmal etmeyen romanda, yazmak bir yana, söylerken bile insanın yüzünün kızardığı “sikiş,“ “yarak,” “taşak,“ kelimeleri geçmekte, resim yapmayı yasaklayan zihniyetin, tekkeler ve kahveler başta olmak üzere çeşitli mekanlarda oğlancılığa gösterdiği müsamaha çok sık vurgulanmaktadır. Romanı okuyun birisi, o devirde yaşayanların kadınlardan da fazla oğlanlara ilgi gösterdiğini, çoğu delikanlının ilk deneyiminin çarpık ilişkiyle başladığını sanabilir. Ayrıca Şekure’nin babasıyla aşk yaşamı üzerinde özgürce tartışabilmesi, o yıllar şöyle dursun, bugünün toplumunda bile söz konusu olamaz, diyeyim, romanın gerçeklerden ne kadar uzak olduğu anlaşılsın. Gene aynı kadının, Hollywood yıldızlarına taş çıkartarak, leblebi yer gibi kolaylıkla oral seks yapması da tuhaftır. Hacıların hocaların, dini bütün kişilerin para karşısında eğilmesi, rüşvetin her işi halledebilmesi her fırsatta vurgulanmaktadır. Osmanlı toplumu genelinden çok farklı insanları ele alan roman, resim yapmanın günah olduğunu savunanlar bahanesiyle, İslam’ın geriliğini bir kez daha sergilemeye çalışmaktadır. İslam’a inananların hemen tamamımın, fikirleriyle zikirlerinin farklı olduğu, para ve rüşvetin her şeyin üstesinden geldiği romanda, dini bütün, düşüncelerinde samimi, dürüst insan nedense yoktur. Bohçacı kadın Yahudi Ester, kahramanların hemen tamamından daha modern düşüncelere sahip olup, zekasıyla birçok şeyin üstesinden gelebilmektedir ki; buradan da yazarın yahudilere bakışı anlaşılmaktadır. Romanı okuduktan sonra, her müslümanın potansiyel ibne olduğunu, İslam’da paranın her şeye egemen olduğunu düşünmemek mümkün değildir. Yazar, Osmanlı başta olmak üzere doğu tarihi üzerine yoğun bilgi sahibi olduğunu, özellikle sanat tarihi konusunda ukalalık boyutlarını zorlayacak ölçüde göstermekle, diğer romanlarında gördüğümüz üzere didaktizme karşı olmasının, gerçekte bilgi yoksunluğundan kaynaklandığını düşünmemize neden olmaktadır; çünkü bu romanda bildiği her kırıntıyı kusmaktadır.
Aynı zamanda halife de olan padişahın emriyle, saraya bağlı nakkaşlar, tam yetkiyle çalışan Enişte’nin başkanlığında, ortaya çıkarılacak bir kitap üzerinde gizlice çalışmalarını sürdürmektedirler. Sonuncu resimde, padişahın Frenk usulünce resminin yapılacağı söylentilerini işiten, bunun da dinen caiz olmadığının kuşku ve endişesini taşıyan, o günlerde ortaya çıkan ve her yerde nam salan Erzurumlu vaiz Nusret Hocanın gerici ve yobaz camiasıyla ilişkilere giren Zarif Efendi, düşüncelerini Zeytin’e açıklayınca bunu hayatıyla öder, çünkü Zeytin, onun kendilerini Nusret Hocaya ihbar etmesi halinde, baskınla her yeri yakıp yıkacak Nusret Hoca taraftarlarının önüne kimsenin geçemeyeceğini düşünmektedir. Daha sonra Enişte’yi de katledecek Zeytin’in yani katilin ortaya çıkarılması sahnesi de akıl dışıdır. Padişahtan, baş nakkaş üstad Osman’la birlikte, katili ortaya çıkarma talimatı alan ve çalışmalarını aralıksız sürdüren Kara, (Kara’nın teyzesi Enişteyle evlidir ve romanın sonunda, Kara da Eniştenin kızı Şekure ile evlenerek onun damadı olur, ki o esnada yeni evlidir,) katil zanlıları nakkaşlar Kelebek, Leylek ve Zeytin’le, cinayetin failini ortaya çıkarmaya çalıştıkları sırada, birden bire üçünün aralarında anlaşarak, fısıldaşıp, Zeytin’in üzerine çullanarak, kıskıvrak yakaladıkları Zeytin’in gözlerini sorguç iğnesiyle kör ederler. Ne ilginçtir, gözlerinin kısa süre sonra kör olacağını anladıktan sonra Zeytin cinayetlerini itiraf eder. Bir cinayetin böyle aydınlatılamayacağını bilmek için polis veya jandarma olmaya gerek yoktur. İnsanın kaybedecek şeyi olmadıktan sonra, bülbül gibi şakımak yerine, tam tersine hiç konuşmaması daha yüksek olasılıktır. Ayrıca herkesin birbirinden şüphelendiği bir ortamda, üç kişinin neye göre dördüncünün katil olduğuna karar vererek, gözlerine sorguç iğnesi batırarak kör olmasına karar verdiği de şaşılacak şeydir.
Ölülerin, ağaçların ve renklerin dahi konuşabildiği roman, o çağlardaki resim sanatını da incelemeyi amaçlamaktadır. Zeki, bilgili, okumayı ve araştırmayı seven yazar, yaşamı boyunca halkın arasına hiç bir zaman karışmadığı, ekmek parası için bir damla ter akıtmadığı için, toplumdan, bilinen insanlardan çok farklı birisidir, ama nedense birilerince halkın yazarı durumuna getirilmek istenmektedir. Halkın sorunlarını bilmeyen, görmeyen birisinin eserlerinde neleri dile getirebileceğini normal bir zekaya sahip herkes tahmin edebilir.
Madem ki yazar 301’den yargılanmış, düşünce özgürlüğünün en ateşli savunucularından birisidir; benim, kendisini toplumsal fenomen durumuna getirmek isteyen yayınevi hakkındaki görüşlerimi de anlayışla karşılayacağını ümit ediyorum. Ki böylece kimlerin onun arkasında durduğunun aydınlatılmasında belki bir katkım olabilir. Yazarın kitaplarını yayınlayan ve onu rekor bir ücretle Can yayınlarından yıllar önce transfer eden İletişim yayınevi, Orhan Pamuk gibi Osmanlı tarihini eserlerinde dekor olarak kullanmayı seven yazarlara kapısını ardına kadar açmaktadır. Okumayı müthiş bir tutkuyla sevmeme rağmen, Arapça kelimelerden okuyamadığım, daha yirminci sayfasına bile varamadan elimden bıraktığım, aynı yayınevinden çıkma İhsan Oktay Anar’ın “Amat’ı,” kitapseverlerin bildiği üzere başyapıt ilan edilmeye çalışılıyor. İletişim yayınevinin bünyesinde, sözüm ona sosyalist çizgiyi savunan Birikim yayınları da yer alıyor. Birikim Dergisi genel yayın yönetmeni Ömer Laçiner, NTV’de, Can Dündar tarafından hazırlanıp sunulan “Neden“ programında, 17 Ekim 2006 tarihinde, “Milliyetçilik neden yükseliyor?“ konulu programa katılmış, gene aynı yayınevinin yazdığı kitapla MHP uzmanı olmaya soyunduğunu yıllar önce ilan etmiş editörü Tanıl Bora da aynı konuda açıklamalar yaparak, bizleri detaylı bilgilendirmişlerdir. Birikim Dergisinde, yazılarıyla bizlere sosyalizmi tanıtan bu vatandaşlar, Orhan Pamuk’un arkasındadırlar, desem, kitabında sürekli birbirlerinin arkasına geçen ibnelere değinen bir yazar hakkında imalar yaptığımı sanabileceğinizden, böyle bir şey demeyeceğim. Gene de kalbinizden yetmiş milyon onun arkasında, derseniz, elimden bir şey gelmez. Bir insanın, hem milliyetçi hem de sosyalist çizgide uzmanlaşabilmesine şaşırmayın, çünkü İletişim yayınevi sol gösterip sağ vurma konusunda uzmandır. Şovenist Marksistler diye dünyaya yeni bir akım kazandırdıkları göz önüne alınırsa, ilkesizliği ilke edinmiş yayınevi ve arkasındaki diğer güçlerle, Nobel ödüllü yazarımızın daha nice ödüller alması beklenilebilir.
Sonuç olarak diyorum ki; Orhan Pamuk halk çocuğuysa, benim ne çocuğu olduğum tespit edilsin; yok ben halk çocuğuysam, onun ne çocuğu olduğu araştırılsın ki kavram kargaşasına son verelim.
Not: Bu yazım, Nobel ödülünün hemen ertesinde çeşitli platformlarda yayınlanmıştır. Bilmeyenler için Mister Orhan Pamuk’un Beyaz Kale kitabının "Pedro’nun Zorunlu Seyahatleri" isimli kitaptan çalıntı olduğunun tespit edildiğini hatırlatmak isterim. Lütfen her iki kitabı da okuyun ya da Edebiyat Eleştiri Dergisinde yayınlanan örnekleri bir şekilde irtibata geçerek inceleyin. Nihat Genç’in iddia ettiği üzere, doping yaptıkları anlaşılan sporcuların madalyaları nasıl geri alınıyorsa, hırsızlık yaptığı ortaya çıkan Mister Yamuk’un da ödülünün geri alınması gerekir mi bilinmez. Bildiğim tek şey var; o da bundan sonra yoluma Şenol Onay olarak devam edip, halkı aydınlatmak için uğraşacağım. Bu yola bir değil bin Şenol Onay feda olsun! [email protected]
YORUMLAR
Bugüne kadar toz toprak olmuş tarihin gerçeklerini nasılsa dile getiremeyeceğiz ya da tozlu raflarda gizlenmeye devam etmekte...Ancak yaşayan efsane olarak sunulmaya çalışılan ne olduğu soyunun sopunun karışık bir aile mensubunun tüm detaylı gerçeğini dile getirmişsin arkadaşım...Malesef bu ülkede MASON,LİONS,ROTARY şeytan üçgeniyle ilişkili olanlar hükmediyor...Medya ve Paranın tek hakimiler...Bu yüzden bu atı oynatıyorlar ve bu cirit oyununda biz yokuz malesef...Ben bir ressamım...Üstelik Bedri Baykam ı ve onun gibi medyatik şaklabanları cebinden çıkaracak kadar iddialı bir ressamım...Ancak sesimizi soluğumuzu duyurmak ortaya çıkıp ben burdayım demek için güç olamıyoruz...Sadece böylesi kıyı köşelerde sızlanıp duruyoruz...Oysa atı alan Üsküdarı çoktan geçmiş arkadaşım...Ama unutmasınlar ki Orhan Yamuk ve Bedri Baykam gibi şovmenler asla sanatçı değillerdir ve asla benim halkıma benim değerlerime model olamazlar...Bu yüzden öğrencilerime ilk ders Üllkenin sanatçılarını tanıtarak başlarım derse...Bayanlığından şüphe edeceğimiz karakterleri sanatçı olarak lanse etmemelerini öğretiyorum...Kimbilir hepimiz aynı duyarlılıkla bir kişiye anlatırsak nice binler artarak gelebilir geriden...Yüreğini ceseratini ve duruşunu kutluyorum asil kardeşim saygılar sunuyorum ...
Bu yazımı facebookta edebiyat severlerin üyesi olduğu bir grupta yayınlattığımda kıyamet koptu. Edebiyat Severler Ve Kitap Tavsiye Edenler Klübü isimli grubun Discussion Board'una yazdığım yazılar (Orhan Pamuk başlıklı) nedeniyla hakkımda karalama kampanyasına girişildi, neredeyse beni linç edeceklerdi. Bir başka edebiyat grubuna yazdığım yazıyı anında sildiler ve beni üyelikten attılar:) Gariban biriyiz, bir kaç yerden başka sesimizi duyurmamıza izin verilmiyor.
Bir açıklama yapmak istiyorum: Orhan Pamuk ya da Elif Şafak'ın yazdıkları malum konularda zerre kadar samimi olduklarına inansam, onları başıma tac edeceğim, amma velakin işler karışık görünüyor. Çıkarları uğruna, inanmadıkları şeyleri dile getiren, ideolojileri ve yolunda yürüdükleri bir dünya görüşleri olmayan kişilerden her zaman nefret etmişimdir. İnsan, samimi olsun, isterse şeriatçı, ister ırkçı, ister faşist, ister komünist olsun; başımın üstünde yeri var ki her zaman samimilerle iyi dost olmuşumdur. Dinlisi, dinsizi, imanlısı imansızı, ırkçısı materyalisti v.s samimi olan herkesle şimdiye kadar iyi geçindim. Oysa ko-medyaya dönmüş kitle iletişim araçlarını ellerine geçiren Beyaz Türkler;...... Neyse, daha fazla konuşmayayım, çünkü çok yakında okurla buluşacak mizah romanımda onlara ağır küfürler yönelttim. Kitabım ilk günlerde toplatılmazsa eğer, ilginizi de çekerse okursunuz. Şenol Onay, [email protected]