- 1398 Okunma
- 3 Yorum
- 0 Beğeni
ÖLÜRÜM ABİ
ÖLÜRÜM ABİ
Çizgili, kravatsız takım elbiseleri, bembeyaz ütülü gömlekleriyle jilet gibi giyinmiş üç adam büromdaki üçlü kanepede yan yana fruko gibi oturmakta. İçlerinden biri daha önceleri yanımda çalışırken birden zengin olmaya kalkarak on yılını içeride geçirmiş kader mahkûmu Nedim.
“Nasılsınız çocuklar, ne iş yapıyorsunuz?” diye sordum:
-Hapisten yeni çıktık, tahsilat işindeyiz Abi. Senin de takılan alacakların olabilir. Hallederiz Babacığım! Senin için ölürüm ben! Sen emret, gerisine karışma. Çok iyiliğini gördüm. Ayıpsın Baba varsa indirilmesi gereken bir lâvuk, icabında yani senin için...”
-Lan oğlum, .Siktiret, ölmeyi falan. Karnınız aç mı?
Çaylar geliyor, kahveler gidiyor. Kızlar servis yaparken göz ucuyla onlardan duydukları rahatsızlığı belirtiyorlar. Aynı koğuşta yatmış, hayattan intikam almaya kararlı, üç güçlü ve korkusuz adam. Karşılarında durmak her babayiğidin kârı değil, belli ki. Oturup doğrulurken bellerinin boş olmadığını da görüyor, biraz huzursuz oluyorum. Yola kötü çıkmış oldukları belli.
İçeriye öğretmenlikten emekli bir dostum giriyor. Üç bıçkın, sağ elleri kalp üzerinde ayağa kalkarak karşılıyorlar. Hocanın da hoşuna gidiyor bu durum. Hoca oturmalarını rica ediyor, ancak ondan sonra dizleri bitişik, elleri önde kavuşmuş, başlar önde, yere bakar şekilde, terbiyeli süs köpekleri gibi oturuyorlar.
Birazdan yiyeceğimiz yemeğe Hoca da dahil oluyor. Tepsilerle gelen kebap, yeniden konuyu açmalarına, acılı ağızlarla, külhani konuşmalara sebep oluyor:
-Abi, senin için ölürüm. Bak, en ufak bir canını sıkan varsa... Allah’ ıma diyorum, Baba... Hem bize de koltuk çıkmış olursun, gariban sayılırız, yolumuzu buluruz biz de be Abi! Yanında, yakınında olalım, yani yan bakanın, façasını aşağı alırız. Bu kardeşimin iki leşi var. Namus meselesi yani mecburiyetten Baba, anlarsın ya... Sonra Baba, İstanbul burası. İti var, kopuğu var. İcabında diyorum verirsin, alamazsın, gece nereye gitsen, kapında oluruz, arkana hiç bakmazsın. Bilirsin ki, üç kardeşin önünde arkanda yanı başında seninle. Hem eskisi gibi arabanı da ben kullanırım. Bir hanım arkadaşın olur, bacımızdır icabında.
Vay be, yanımdayken uslu, akıllı bir çocuk bilirdim! Hayat mektebi , mahpus damı nasıl da pişirmiş, Nedim’i. Ama bu yolların çok yanlış olduğunu, buna bulaşanların hayat boyu o insanlara bakması gerektiğini de bilirim ben.
İnanılmaz bir şey, Hoca:
-Yahu çocuklar, bir galerici, benim yirmi milyonumu vermiyor. Şu parayı alırsanız, sizi de görürüm, demez mi?
Hoca’ya masa altından tekme falan atıyorum, ama nafile! Hemen araba alır, satarız diyerek parayı alıp üzerine yatan oto galericisinin adresi alınıyor ve kabadayı bozuntusu tahsilat ekibi, saygılar sunarak çekip gidiyor. Biz Hoca ile kalıyoruz.
-Yahu, neden bu adamlara iş verdin, Hocam? Bunlar senin başına dert olurlar. Üstelik, seni masanın altından uyardım da.
-Yahu, çok ağırıma gitti. Dost bildiğim bir insan. Şimdi de paramı vermiyor. Şöyle güzelce döverlerse vallahi memnun olurum.
Hani derler ya, buyur buradan yak! Cukk...
O günün akşamı bu olayı unutmuş, neredeyse işten çıkmak üzereyim. Telefonda adamım Nedim var:
-Abi, adam ölüyor, yetiş Abi! Yalvarırım, yetiş Baba!
-Ne adamı ulan! Ne halt yediniz? Anlat oğlum, neredesiniz?
Bakırköy’deymişler. Levent’ten gazlayıp söyledikleri inşaatın bodrum katına iniyorum. Yaz günü, hava henüz kararmamış olduğu için bodrum karanlık değil. Adam boylu boyunca uzanmış, yerde yatıyor. Beklenen kurtarıcı doktor olarak yaklaşıyorum. Zehirlenmiş sokak köpeği gibi sağ bacağı silkelenmekte. Nabzını tutuyorum, sanki yok gibi.
-Ne bok yediniz ulan? Herif ölmek üzere! Hemen hastaneye kaldıralım.
-Senin için ölürüm Abi! Yap babalığını, bizi kurtar, bokunu yerim Abi! Mahpus deliğine döndürme bizi, kurban olurum Baba!
Cümbüşe bak! Hastaneye götürelim diyorum, her hastanenin polisi var. Doktor getirmeye kalksak, o da ölecek kişiye bakmaz. Üstelik hemen polise bildirir.
İt herifler, işin içine beni de sokuyorlar! Çok kötü durumdayım. Onların tekrar içeri girmesini de asla istemiyorum. Adamı duvara dikip yeni aldıkları gaz tabancalarıyla bir metreden, aynı anda üçü birden suratına ateş ederek bu hale getirmişler.
İlk işim, Nedim’ in elinden aldığım gaz tabancasına bakmak oluyor. Üzerinde küçük bir etiket görüyorum. Şekillerle beş metreden yakın ateş etmeyin ve asla baş bölgesine nişan almayın, karın bölgesine atın diye uyarı var.
“Bunu görmediniz mi?” diye soruyorum. Tabancanın namlusu ile sinirimden Nedim’in kafasına vuruyorum. Kafadan hakiki bir tınlama geliyor, diyapozon gibi. Ama bunun sırası değil. Önümüzde yatan iri bir adam var. Tedbir alınmazsa üç tabancadan çıkan gaz nedeniyle zehirlenen galerici ölecek. Allah’ım, nelere bulaştım böyle! Ulan, sizin tahsilatçılığınızı da, kabadayılığınızı da…
-Kaldırın lan adamı! İki koluna girip sürekli yürütün. İt oğlu itler!
Bildiğime göre zehirli gazlara karşı tek ilaç “Atropin” iğnesiydi. Eczanelere koşuyorum, hiçbirinde yok. Delirmek üzereyim! Kimden ve nasıl bulunur, bilmiyorum. Oysa askeri birliklerde sefer sırasında her erin yanına birkaç tane verdikleri, küçük diş macunu tüpü gibi ucuna iğne takılmış bir sarf malzemesi bu.
Görüyor musun? Adam kaçırma, ölüme sebebiyet verme suçlarına alenen iştirak etmiş durumdayım! Emekli bir sıhhiye astsubayının Büyükçekmece’de sağlık kabini açtığını duymuştum. Hemen hareket edip kahvelerden, polisten sorarak sonunda kendimi onu evinde buldum.
Sağlık kabinindeki atropinleri de yanımıza alarak inşaata geldiğimizde karanlık bir köşede, yanan odunların aydınlığında, Nedim’in tek başına koca adamı sırtında taşıyarak ayakta tutmaya çalıştığını görüyoruz. Öbür ikisi kaçmışlar. Adamın nabzını ölçüyoruz. Nabız, dört çıkıyor. Sağlıkçı birden panikleyip elindeki atropinleri üzerime atarak:
-Ben bu işte yokum, beni görmediniz. Bu adam ölüyor, sizi üç saat sonra şikayet adeceğim. Buna mecburum, beni de mahvettiniz .
Haydaaaa! Sağlıkçı da kaçıyor. Adam haklı. Galerici ölürse o da suçlu olacak. Zehirlenmiş hayvanlara yapıldığı gibi gelirken aldığım sabunu çakımla yontup adamın makatına sokuyoruz. Kalan sabunu ise su şişesinde köpürtüp adama içiriyorum. Ellerim adamın kaçırdığı pisliklere bulanmış.
Adamın iki kasığına da iğneleri saplıyorum. Tesirini çabuk gösteriyor. Nedim’in de yeni çizgili takımı kusmuk içinde kalıyor. Biraz sonra gözünü açtığında beni görüp gülümsüyor. Onun kurtarıcısı gibiyim.
İki saat sonra borçlu kardeşimiz bizim okşamalarımızla, sevmelerimizle kendine geliyor. Önden ve arkadan kaçırmış olarak! Adamı şikâyetçi olmaması için zor ikna ediyoruz.
Sabaha karşı galericiyi evine bırakırken onunla dost olmuş, öpüşerek, sarılarak karısına teslim ediyoruz. Sonra bizi bu kokmuş halimizle hiçbir mekân almayacağından dolayı deniz kenarında simit ve peynirle kahvaltı ediyoruz Nedim’le. Ayrılırken:
-Baba, senin için ölürüm ben. Emret öleyim!
Gülüyorum.
-Aman oğlum, ölme! Çok yaşa!
Birkaç gün sonra Hoca telefon ediyor:
-Çocukların gitmesine gerek kalmadı. Galerici parayı hesabıma yatırmış.
Yuhhh, ulan felek! Kimine kavun yedirirsin, kimine kelek...
E. Yaşar Ovalı 16.04.2012
YORUMLAR
:) Eyüp Bey, kahkalarla okudum Vallahi trajikomik miydi ki ?(kendime sorum) hayır sizler bu durumu yaşarken dünya dönmüyordu eminim. Ama şimdi siz yazarken, bizler de okurken gülüyoruz..
Ben diyorum ki sizin için okunan dualar ve verilen sadakalar devreye girmiş vallahi ve birde hakkınızı yemeyelim sizin cesaretiniz ve ya herro ya merro meselesi yapmışsınız..
Hayat tecrübesi değilmi değerli Yazarım, İnsan hayatını kurtaran?.
Her konuda bilgi sahibi olmak ve gerektiğinde kullanabilmek(beceri ve hafıza ister)
Selamlar ve saygılar.
kukurikuu
Geçmişte kalan her şeye zaten hepimiz gülüyoruz. Hatta ne kadar tehlike
büyükse o kadar büyük kahkahalarla. Şimdi ben de gülüyorum.
Bu oğlan, yazımı okumuş beni aradı, inanın aynı ağızlarla. Dokuz yıl Almanyada yatmış,kendisini uyuşturucu baronu gibi görmekte.
Hayatı çok dolu yaşamış olan bana, bile bu kazık elimde olmadan atılabiliyorsa , daha masumları tanrı korusun.
Eşinize, çok geçmiş olsun. Ben de sırf cesaretim,beni durduramadığı için
yaralandıktan sonra sekiz gün dağdan inmeyi reddettiğim için bu gün malul gazi (aslında Niyazi ) olarak ömür dolduruyorum. Her şeye kırgınım, her şeye kızgınım,kimseye dayanamıyor,hemen alınıyorum. Görünürde hiç bir şeyim yok. Ama eski gücümün çoğunu kaybettiğimi ben biliyorum. Bu yüzden çok dikkatli olmasını söyleyin lütfen
Saygılarımla.
inci*
Teşekkür ediyorum . Eşime selamınızı söyleyeceğim. Hürmetlerimle Yaşar Bey.
kukurikuu
Bana , çok büyük lütufta bulunarak , sayfama gelmiş olmanızdan inanın büyük bir şeref duydum.
İnsanın başına, hiç beklemediği anlarda neler gelebiliyor, değil mi?
Teşekkürlerimle, saygılar sunarım.
Kemnur
çok güzel bir hikaye ve anı çok gğzeldi uçuz atlatmış adam böyle bela adamlar bela getirirler insana tebrikler saygılarımla
kukurikuu
Sayfamda olmanızdan mutlu oldum. Ne yazık ki ucuz kurtaran adam benim. Etrafımız ne yazık ki böyle belalarla dolu.
Yorumunuz için teşekkür ederim. Saygılar.