- 593 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
SADECE YAŞAMAK...
SADECE YAŞAMAK
Gözlerini geceye dikmiş inadına görmeye çalışarak baktı yıldızlara. Bir tek ışık bile yoktu oysa gökyüzünde. İçine umut kırıntıları ekecek tek bir yıldız. Uçsuz bucaksız karanlıkta umutsuzluğun resmi yansıyordu sadece. Küçük şeylerden kendini mutlu etmeye alışmıştı. Oysa bugün bir kırıntı bile yoktu mutluluğa dair. Ne güneş ışıklarıyla yıkamıştı bugün onu ne de sevdiği yemeklerden gelmişti önüne. Ziyaretçisi de olmamıştı. Yeni açan bir tomurcuk görse o da yetecekti ama her yer ayaza kesmişti. Yeşilin tonu bile yoktu ortalıkta. Koyu kahve tonlarla boyanmıştı görebildiği yerler. Tabi gecenin serilmesiyle birlikte zifiri karanlık sarmalamıştı dört bir yanı.
Havayı kokladı nice sonra duman kokusu, katran kokusuyla doldurdu ciğerlerini. Bu da bir şeydi nefes alıyordu ya. Beyni hala çalışıyor hayal kurabiliyordu. Hayallerinde mutlu olacaktı bu gece. Yemyeşil bahçelerde bin bir renkli çiçekler hayal etti ilk olarak. Menekşeler, güller, begonyalar, papatyalar en çok da sümbüller koydu aralarına. Nazlı nazlı başlarını salladılar rüzgara. Uzaklardan çağıldayan bir şelaleyi de ekledi. Gürül gürül akan. Dünyaya karşı vurdumduymaz, kötülükleri duymazdan gelen bir güçle aktı şelalesi. Bir ev de kondurmalıydı tam bu haylin ortasına. Kendine ait. Varsın panjurları pembe olmasın, üç beş katlı da değil. Bir çatı, iki pencere, bir kapı bir de bacası olsun yeter. Boyadığı bu resmin bir köşesine kendini koymalıydı. Uygun bir yer bulamadı. Çünkü biliyordu hayalini kurduğu resmin gerçek olamayacağını. Hayallerinin silüiteiyle yetinmeliydi. Zamanı gelince kuracağı hayalleri bile olamayacaktı. Çimen yeşili gözlerindeki kara bulutlar hiçbir zaman gitmeyecekti. Üzerine çöken kaderin acımasız gölgesi kalkmayacaktı. Zaman merhem olur derler yaralara ama onun yarası o kadar derindeydi ki hiçbir merhem oraya inemezdi. Ruhunu hiçbir ilaç onaramazdı.
Saatler onun için geri sayıyordu. Her tik tak mutsuzluğuna bir tohum ekliyordu. Züleyha ise beklemekten ve hayal kurmaktan başka şey yapamıyordu. Gecenin sessizliğini bozan ayak sesleriyle hayallerinden uyandı. Geceyi yırtan ayak sesleri uzun koridorda yankılandı. Her saniye bir adım daha yaklaştı kaderi. Son hayallerini yudumluyordu. Son nefeslerini derin derin içine çekip korkusunu yenmeye çalışıyordu. Korkusu çöreklenmiş yüreğini sımsıkı sıkıyordu Züleyha’nın.
Demir kapıyı açacak anahtarların şıngırtısı hücrenin içinde titreşti. Gardiyan ilk seferde tutturdu doğru anahtarı. Tam üç kez çevirdi. Her bir çevirmesinde Züleyha’nın göz bebekleri daha da bir irileşti. Başak tanelerinin rüzgarda dalgalanması gibi o da kaderinin melteminde titredi. Elleri ayakları yüzü bembeyaz kesilmiş kapının açılmasıyla içeri dolan ışıkta sararmıştı. İçeri iki kişi girdi süzülen ışıkta. Biri kadın diğer erkek. Bir söz söylemeleri gerekmiyordu. Neden geldikleri apaçık ortadaydı ama Züleyha bekledi. Birkaç saniye uzatabilirdi hayatını. Beklediği tok ses hemcinsinden geldi.
“Züleyha Kara hazırlan, gidiyoruz.”
Gidiyoruz dedi de siyah saçlı orta boylu kadın, giden sadece Züleyha’ydı onlar kalacaktı. Bir de hazırlan dedi. Nasıl hazır olabilirdi ki. Daha yapacakları vardı.
Aşık olmamıştı daha. Yüreğini kanatlandıracak biriyle tanışmamıştı. Her gördüğünde kalbi ağzına gelecek biriyle tanışacaktı. Güven dolu ellerini tutacaktı. Evlenecekti. Hayallerindeki gibi bir evi olacaktı. Birde akşamları beklediği eşi.
Mesela anne olacaktı. Emzirecekti kendi gibi yeşil gözlü bebeğini. Minik ellerini avuçlarına alıp gülümseyecekti yavrunsa. Beyaz yakalığını, siyah önlüğünü elleriyle giydirecekti çocuğunun. Okula gideceği ilk gün ardından el sallayıp ağlayacaktı. Sünnetini görecekti belki ya da gen kızlığa ilk adımında korkusunu paylaşacaktı. Evlendiğinde düğününde oynayacaktı.
Hiç vapura binmemişti Züleyha. Ardından beyaz köpükler akıtan vapura. Ona binecekti. Bir simitçiden simit alıp martılarla paylaşacaktı. Yüzünü rüzgara vurup soğuğu iliklerinde hissedecekti.
Hiç elma şekeri de yememişti. Pamuk helvayla da tanışmamıştı muzla da. Yemediği tadını bilmediği o kadar şey vardı ki onları tadacaktı.
Görmediği o kadar yer vardı ki hangisini düşünsün. En çok İstanbul’u merak ediyordu. Herkes oraya gittiğine göre muhteşem bir yer olmalıydı.
Daha yapacakları, hayalleri vardı. Görecek rüyaları, ağlayacak günleri vardı. Ama şimdi değil. Belki başka bir zamanda. Belki de başka bir yerde. Yaşamının tapusunun alınamayacağı bir yerde.
Ranzadan ayaklarını uzattı. Yerde duran lastik ayakkabılarını giyindi. Alt ranzada yatan Fadime ile göz göze geldi. Kendine acıdı Famime’nin bakışlarında. Tek bir Söz etmedi Fadime. Helallik istemedi. Hem ne hakkı vardı ki Züleyha’nın onda. Başındaki yemenisini düzeltip gardiyanların yanına koyuldu. Uzun koridor önünde bir çiçek bahçesi gibi uzandı. Kendini eski zamanlarda bir leydi olarak hayal etti buradan geçerken. Soğuk duvarların yerinde alabildiğince çimenler uzanıyordu. Yanındaki iki kişi hizmetlisiydi elbette. Kabarık eteğini elleriyle toplayıp süzülür gibi yürüyordu bahçede.
Koridorun sonundaki kapıdan girince bu hayalini de geride, koridorda bıraktı. Önünde kocaman bir sehpa. Onunda üzerinden bir ip sarkıyordu. Gerçekler önündeydi çırılçıplak. Sehpaya çıkardılar dikkatlice Züleyha’yı.
“son bir isteğin var mı?” diye sordu çatlak sesli kadın.
“yok” dedi Züleyha.
Ne dileyebilirdi ki? Hem dileğini gerçekten verebilirler miydi? İnsan gibi yaşamak istese, yaşlanarak ölmeyi ya da gerçekleştirecekler miydi? Elbette sorusunun yanıtı belliydi. O zaman bir şey istemeye de gerek duymadı. Yağlı urganı boynuna takarlarken yaşadıkları geçti gözlerinden.
Mutlu mesut çocukluğu, annesi babası, babaannesi, dedesi, kardeşi, mahalledeki Asuman ablası, bakkal Hayri amcası, Nevzat öğretmeni… sonra bir bıçak gibi kesildi görüntüler o gecede durakladı. Evde kimsenin olmadığı, koyu karanlık gecede. Eve giren adam belirdi gözlerinde. Bağırmaya fırsat bulamadan ağzına tutulan kıllı ellerini hatırladı. Daha on altısındaydı. Bedeninde dolaşan hoyrat elleri hissetti ruhunda. Parçalanan elbiselerin sesini kulaklarında. Çıplaklığından utandığını hatırladı. Her şey olup bittikten sonra yanında uzanan adamı son kez geçirdi zihninden. Gözyaşlarını düşürmeden babasının silahını almıştı. Üzerine bir giysi giymeden adamın kanıyla yıkamıştı ellerini. Kendi kanına karşılık bir can almıştı.
Haklı mıydı değil miydi bilmiyordu. Bildiği tek şey başka türlü kendi azabından kurtulamayacak olmasıydı. Yaptıklarını sorgulamayı uzun bir zaman onca terk etmişti. Hem onu sorgulayan bir meclis vardı zaten. Cezası da verilmişti. Geriye düşleri kalıyordu sadece. Yaşanmayacak günleri. Hepsini miras bıraktı dünyaya. Şimdi o düşlediği yeşil bahçeye gidiyordu. Altından çekilirken idam sehpası hayallerinin gücü sarıp sarmaladı bedenini. Son nefesi çıkarken dudaklarından, beyaz köpükler bırakan vapura binmişti Züleyha.
YORUMLAR
Tüylerimi ürperten,hüzünlü ve ne yazık ki adaleti olmayan bir yazıydı okuduğum. Bumuydu Züleyha'nın hakettiği...? Değildi elbet!!! Ne diyebilirim ki? Kaleminiz kırılmasın! SAYGILAR!