- 648 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Yaşam Karelerine Sığamamak!..
Ne zaman gönlümüz yorgun şarkılar mırıldansa, ne zaman içimiz acısa çocukluğumuz gelir aklımıza, o saf, o mağrur, o korkusuz yaşadığımız anlar. Kendimiz olmayı kabullendikçe ruhumuz iğreti salıncaklarda sallanır, burnumuzdan akan mevsim üşümüşlüğüyle haykırırız, ‘YILLARRRR GERİYE DÖNÜN’ Diyerek…
Hızla akan günler, aktıkça bizi peşinden sürükleyen sıkıntılar, çaresizlikler ve sonrasında ayak uydurmak zorunda kaldığımız yaşamsal dertler… Dünden bugüne uzanan o yaşam köprüsünün bir ucundan diğer ucuna yürüdükçe biliyoruz ki çok şeyler görüyoruz, göreceğiz de. Yaşadıkça çok şeylerin ayırımına varacak, gönlümüz acıyacak, çaresizliklerde aklımız karışacak ve fakat yine de her anımızdan haz alacak, her anımızın tadına varacak, yaşamaya çalışacağız…
Coğrafyamız çok geniş. Ovalarımız, derelerimiz, denizlerimiz, bağlarımız, bahçelerimiz, caddelerimiz, köylerimiz, kentlerimiz, kasabalarımız, dağlarımız, evlerimiz, parklarımız, otoparklarımız, uçak parklarımız, umutlarımız, umutsuzluklarımız var…
Evet, o kocaman coğrafyada gezecek dolaşacak değerlerimiz, tarihimiz ve dünden bugüne bir tarihimiz var. Bu değerleri ziyaret etmeye gelen turistlerimiz var, bu değerleri resimleyerek kendi kültürleriyle kıyaslayanlar var. Çıkan sonuç ne bilmiyoruz, ancak gördüklerimiz, izlediklerimiz o harika sunuların içerisinde emsalsiz bir tablo gibi gülümsemiyor artık. Çünkü daraldı şehirlerimiz, yozlaştı köylerimiz, kentlerimiz. Kalabalıklaştık dostlar, bu küreye sığamaz bir haldeyiz…
Yıllardır Almanya’dan bizleri ziyarete gelen Peter&Karin dostlarımızdan Peter’i kaybettik iki yıl önce. Onların birlikteliklerinden yola çıkarak farkına varamadığımız bazı değerlerden söz ederek yazımı sürdürmek istiyorum. Yeri gelmişken Peter’i rahmetle anıyorum. Yıllar önce bizleri ziyarete geldiklerinde çektikleri resimleri bilgisayarıma aktarmıştım. İçerisinde bizler de olduğumuz için hepsini aktarmıştı Peter bilgisayarıma. Resimleri izlerken en çok dikkatimi çeken şey deniz ve Pazar resimleri olmuştu. Neredeyse yüzlerce resim çekmişler, bu resimlerin içerisinde dikkatimi çekenleri çevirip çevirip izlemiştim…
O resimlerde deniz, mavi ve bakirlik ön plandaydı. Bir dalganın kayaya vurduktan sonraki hali, denizin berrak yansıması ve Akdeniz kıyılarının muhteşem güzelliği. Bu resimlerdeki özlemi görememek için insanın kör olması gerekiyordu ve sonrasında Pazar resimlerine takıldım. Patlıcan, biber, erik, şeftali, üzüm, domates, salatalık vs gibi tezgâhlarda ışıl ışıl gülümseyen meyveler, Pazar alanlarındaki halkımızın enstantaneleriyle dolmuştu resimler. Onların dilini çok iyi anlayan ve bize zaman zaman çeviren Hüseyin Çimrin’e bunun nedenlerini sorduğumuzda şöyle yanıtlamıştı; ‘Onlar bu değerlere hasret. Her şeyi gramla, ayrıca şoklu alıyorlar. Buraya geldiklerinde de ruhlarını doyuruyorlar. Deniz, mavi gökyüzü, bakir bir kent onların sevdası. O sevdayı resimlemeleri de gayet doğal’ …
O kıymetin, o değerlerin içerisinde yaşadığımızın farkına varamayan biz, yani o değerlerin kaybolması için elinden geleni yapanlarız bizler. Unutulmuşlukları özledikçe bundandır çocukluğumuza dönmemiz ve hafıza kartlarında o saf ülküyü tek tek aramamız. Hangi resimi nereye asacağımızı bilemeden, ellerimizdeki değerlerin kıymetini bilmeden yaşayıp gidiyoruz işte. Doğal olarak gelişen çağa, ekonomiye ve teknolojiye ayak uydurarak bir bilinmeze yol alıyoruz. Dağlarımız parçalanıyor, denizlerimiz kirletiliyor, köylerimiz parselleniyor, o özgür ovalarımıza da toplu konutlar dikiliyor…
Gecekondularımız yıkılıyor, yerlerine çok katlı binalar inşa ediliyor. Çoğalan araçlarımızı koyacak yer bulamaz haldeyiz, insanlar birbirine yabancılaştı, günaydınları unuttuk, selamlaşma özürlüyüz ve asık suratımızdaki o saydam sırrı ne yapsak dostluk kefesine aktaramıyoruz. Gülüşlerimiz sahte, umutlarımız hazin, dostluklarımız törpülendi ve en güvendiğimiz değerlerimiz yitti, tükendi…
Ne yazsak, ne söylesek arz etmez ahvalimizi, ne anlatsak çözmez artık çözümlenemeyecek dertlerimizi. Her saat başı ev telefonlarımız, cep telefonlarımız parsellenmiş. İnsanlar yaşamak için değişik alternatifler buluyorlar ve birbirimizi yemek için fırsat kolluyoruz. Kendisini yaşamak için programlayan robotlara dönüştük anlayacağınız. Yaşadıklarımızdan aldığımız dersler bir başka insanın kulağına küpe oluyor, başka alternatiflerle çark işlemeye devam ediyor ve özetle bu hayat çekilmez bir hale geliyor…
Karamsarlık bildirilerimizde bile bir özlem süzebiliyorsanız sizler de hayatın yaşanacak karelerine sığının. O karelerden haz alan insanlar oldukça, elimizdekilerin değerini bilebildikçe üç-beş günlük daha ömrümüz var demektir… Öyleyse nefes alın yaşamanın şerefine…
Selahattin Yetgin
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.