- 3507 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
BİR TAŞ MASALI
BİR TAŞ MASALI
ÜRGÜP GÖREME GEZİSİ
Pastırma yazı olmasa da, kurt postunu kurutacak kadar gün yüzünü gösterdiği günler tükenmeden, ölmeden yapılması gereken işlerden biriymiş diyerek niyetlendik geziye.
Üç gün öncesinden yer ayırtmak için telefonla görüştüğüm öğretmenevi görevlisi en güvenli ve rahat ulaşımın Aksaray yolu üzerinden olacağını söylemişti.
Sabah erken çıkarız derken, hafta içi yoğun şehir trafiğinden kurtulmamız dokuz buçuğu buldu. Ankara- Adana karayoluyla, Aksaray-Nevşehir üzerinden Ürgüp öğretmenevine gelmemiz üç, üç buçuk saat kadar sürdü. Aksaray yakınlarında bir iki tesiste gözümüze çarpan Peri bacası benzeri süslemelerle büyülü gezimiz başlamış oldu.
Öğle üzeri Ürgüp öğretmen evindeydik. İki aile toplam dört kişiyiz. İki kişilik odalarımıza çantalarımızı bırakıp, görevliden yakın çevreyi tanıtan broşür ve haritayı aldıktan sonra çıktık.
Kasaba boş denecek kadar tenha, sessiz ve sakindi. Yerli yabancı turist denecek bizden başka kimse yoktu. Çarşı meydanında bizi Bedri Rahmi Eyüboğlu’nun dizeleri selamladı. Pembe taş üzerine oyulmuş şiir, başka söze gerek bırakmıyordu.
ÜRGÜP
Bir masaldır, yelken açmış,
Yelkeni taş, rüzgârı taş, teknesi taştan.
Bir kadehtir dolup taşmış,
Köpüğü taş, salkımı taş, saçağı taştan.
Bu bir acayip dünyadır,
Her yanı taştan, güpegündüz bir rüyadır.
Yatağı taş, yorganı taş, yastığı taş,
Uykusu taştan…
B. Rahmi Eyüboğlu
İşte buydu Ürgüp şehri. Dağı taş, evi taş, ocağı taş, bacası taş. İnsanlarının yürekleri hariç.
Öğretmen evi görevlisinin görmemiz gereken yerleri anlatırken coşkulu ısrarı düşündürdü bunları. Üç Güzeller’e ve Zelve’ye gidin en başta diyordu.
Yıllar önce televizyonda gösterilen Asmalı Konak dizisinin çekildiği yerden başlıyoruz gezimize. Kapı önünde köylü genç kadın “Ücretsiz Dicle sürmesi çekilir!” diye seslenerek karşıladı bizi. (Dicle’nin gözündeki sürme ve Asmalı Konak’ın Hanımı Sümbül’ün başörtüsü dizinin simgesiydi.) Hediyelik diye sattığı incik boncuk, yazma, banyo lifi arasında ilgimizi çeken, daha doğrusu buraya özgü armağan, anı diyebileceğimiz bir şey göremedik. Konakla ilgili sorduğumuz sorulara da buralı değilim diyerek yanıt veremedi.
İkişer lira giriş ücreti ödeyerek Asmalı Konak müzesine girdik. Duvarlarda dizi oyuncularının resimleri asılıydı. Kimi odalar kilitliydi. İlk oda hediyelik eşya satışına ayrılmıştı. Mutfak çok küçük göründü gözüme. Asmanın olduğu avlu, teras, sıralanmış odalar, merdivenler ve uzun geçişlerle, kayalık tepeye sırtını dayamış, dağın içi oyularak oluşturulmuş konak, yöreye has taş yapı. Dizinin gösterildiği yıllarda coşku verebilirdi gezimize. Yine de epeyce resim çektik.
Kimse olmasa da, kış kıyamet de olsa, Anadolu’da Japon turist görmemek imkânsız. Yurdun en batısına da, doğusuna da, İç Anadolu’ya da gitsek Japon turist kafileleri her yerde hazır. Ya en çok gezen millet onlar ya da Türkiye’yi çok seviyorlar. Her zamanki gibi güler yüzlü, saygılı, meraklı Japonlarla burada da karşılaşıyoruz.
Üç güzeller dedikleri, üç tepeli taş. Seyir tepesi denen yerde, Ürgüp’ü yukardan seyrediyor, gece gündüz bekliyor diyelim. Zelve açık hava müzesi bambaşka bir dünya, binlerce yıl öncesinde kurulmuş taş mağaralardan, dikili taşlardan oluşmuş büyüleyici güzellikte bir vadi.
Çok yer görelim, her yeri gezelim diyerek resimler çektikten sonra Avanos’a gittik. Arabadan iner inmez genç bir kız, bizi bir çömlek yapımevine götürdü. Toprak demlikte demlenmiş, toprak ince belli bardakta sunulan elma çaylarımızı yudumlarken çömlek yapımını izledik. İşlikte toprak eşyalara desen çalışan kızlardan bilgi aldık. Her tarafı taştan mağaralarda, topraktan yapılmış binlerce güveç, testi, küp, tava, tencere, sürahi, bardak, çanak, nazarlık, biblo, saksı arasında kendimizi kaybettik.
Çarşıda, lokanta önlerinde yığılı kırık testiler gördük. Yöreye özgü testi kebabından kalanları yığmışlar duvar diplerine, kapı önlerine. Atmaya kıyamamış olmalılar, onlarda ayrı güzellikti kasabada. Toplayıp götürebilsek, yazlıktaki evin bahçesini düzenlerdik diye geçiyor aklımızdan. Komşu bahçelerde tek tük küp, testi görünce imrenmezdik hiç olmazsa.
Avanos’un ortasından geçen Kızılırmak canlılık katmış çevreye. Yüzlerce ördek yüzüyordu kıyılarda. Kimindir, yumurtalarını nereye bırakırlar, avlamak isteyen oluyor muydu, kafama takıldı.
İki kıyıyı bağlayan uzun köprünün adı Sallanan Köprü’ydü. Üzerinde, “köprüde sallanmak ve koşmak yasaktır” yazıyordu. Sallanarak karşıya geçtik. Başka türlü yürümek olası değildi, suç işledik sanırım.
Akşam okey oynamak için gittiğimiz Öğretmenler Lokali oldukça soğuktu. Saat altıdan sonra kimse kalmadı. Saat on beşte okuldan çıkan erkek öğretmenler akşama kadar okey oynadıktan sonra gidiyorlarmış.
Çay satan görevli ocağı kapatmıştı. Kaloriferleri de daha önceden söndürmüş olmalı. Masamızın kenarına oturup oyunu seyrederken, ne zaman gideceğimizi sordu. Evde su tesisatı bozulmuş, tamirci gelecekmiş… Çok üşümüştük, ikinci oyunu tamamlamadan kalktık. Görevli de sevindi biz giderken, kusura bakmayın diyerek uğurladı.
Çarşıda dolaştık biraz. Yörem kuruyemişçisinde çalışan iki genç kapıverdiler bizi. Fındıklı muska pestili, cevizli pekmezli sucuk, nar suyuyla yapılmış fıstıklı lokum sucuklarından peş peşe tattırdılar. Pekmez, her çeşit meyvenin kurusu, tarhana, bitki çayları, kuruyemiş, o yörenin çifte kavrulmuş kabak çekirdeği… Hepsinin tadına baktırdılar. Akşam yemeğine gerek kalmadı, karnımız doymuştu. Ertesi gün yola çıkmadan aynı yerden alışverişimizi yaptık. Arkamızdan “yemeğe gelmişler!” dedirtmedik.
İkinci günün sabahı kahvaltıdan sonra eşyalarımızı toplayıp Öğretmen Evi’nden ayrıldık. İlk durağımız yine bir televizyon dizisi olan “Yer Gök Aşk”ın mekânı olduğunu tahmin ettiğimiz evin kapısında resim çektik. Bu gün Göreme’ye gidecektik.
Göreme bambaşka bir dünya. Ürgüp tepeler üzerine kurulmuş, Göreme tepeler arasında kalmış, dört yanı açık hava müzesi. Kayalar, bacalar, kayalara oyulmuş kiliseler, sığınaklar, şapeller, mahzenler, depolar ve manastırlar şehri. Boşuna Göreme dememişler, görmeyle bitecek gibi değil doğa harikalarını. Şehrin ortasında bir kale, taş oyması. Susuz bir kanal üzerinde köprüsü, camileri, yöreye özgü evler.
Acıkmadığımız için ünlü testi kebabını yiyemeden ayrıldık Göreme’den. Uçhisar ve Nevşehir’in eski yerleşim yerleri de Kapadokya görsel panoramasıyla bizleri hayran bıraktı.
Sıra yer altı şehirlerine geldi. Kaymaklı-Derinkuyu diyoruz. Kaymaklı’da dört kat yer altına kadar inilebiliyor. Kimi bunalır gibi olduk, kimi soluğumuzu tutarak, tansiyonumuz yükselerek iki büklüm katlanarak, yöre halkından gönüllü rehberimizle yer altı turunu tamamladık.
Nevşehir şehir merkezinde kısa bir tur attıktan sonra, hafif yağış altında Ankara yoluna koyulduk. Daha genç yaşta gelmeliydik diye konuştuk. Gezmeyle, görmeyle bitecek; bakmayla doyulacak gibi değil Kapadokya’nın güzellikleri.
Dostlarımız her mevsim gözalıcı olduğunu anlatırlardı, hak verdik. Kar altında, kır çiçekleri açarken baharda, yazın, güzün, insanın unutamayacağı görsel şölen; binlerce taştan masallar ülkesi…
6-7 Aralık 2011
YORUMLAR
HEMDE 6-7 ARALIKTA...BRAVO DEMEK GEREK, DÖRT KİŞİYE DE...HEMEN KIYISINDAN GEÇTİK DE, GİTMEK NASİP OLMADI BİR TÜRLÜ. SİZİN BU HARİKA ANLATIMINIZDAN SONRA, GİTMEK ŞART OLDU, AMA NEFES DARLIĞIM NEDENİYLE YOKUŞ YOL YÜRÜYEMİYORUM, ANLADIĞIM KADARIYLA ÖZELLİKLE ÜRGÜP EPEY BAYIRLI GALİBA...DERİNKUYU'YADA HİĞÇ İNEMEM...GİDERSEM, BİR KUYU KEBABI YİYİP DÖNECEĞİM GALİBA...GÜZEL YAZILARINIZI OKUMA ALIŞKANLIĞI EDİNMEKTEN MUTLUYUM... SAYGIYLA HOCAM...
Fazilet ELİAÇIK
Teşekkür ederim, yazınız için.
Uzaktan olsun görmek, taş konaklarda taş gibi uyku çekmek, yöresel yemekleri tatmak için gitmek gerek.
Nefesiniz açılacaktır, Peri Bacalarından şiir tüten temiz havasını soludukça...
Selamlar