- 623 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Geçmiş Zaman Erkeği
Bir kerecik tatmak istedi o güzel lezzeti. Görmek istemediklerini görmezden gelerek sadece ona odaklanarak geçebilirdi belki de oradan. Gürültücü sevdaların, yapış yapış sevgi ifadelerinin arasından gösterişten uzak, çok sade bir görünümde daha çok yaklaşabilirdi aradığı o derinliğe.
Oradaydı işte! Ağaca yaslanmış, ufuklara bakan bir masal kahramanı… Şimdi önlerinden geçtiği bu alalade görünümlerin yanında ne kadar da yaklaşıyordu aradığı şeye. Bu fazla sırnaşık sevgi gösterilerinde tüm anlamını kaybeden o muhteşem duygu, onun o görünümünde yeniden gerçek anlamına kavuşup somut bir şeye dönüşüyordu sanki.
Bu sıradan sözcüklerden ve birbirinin kopyası aşık çift resimlerinden uzaklaşıp ona yaklaşmalıydı bir an önce. Kaybetmekten ölesiye korktuğu bir tılsım gibi her adımında içi hop ederek, “ya orada değilse” diye bakmaktan korka korka ilerliyordu hoşlandığı erkeğe. Birkaç adım kalmıştı işte! O büyülü havasından sıyıramamıştı onu mesafenin küçülmesi… Daha gerçek, daha hayata dokunan bir görünüme bürümesi bedenini… Korktuğu başına gelmemişti yani. Hoşlandığı erkek bir parça yaklaşınca tüm ihtişamından sıyrılan kimi resimler gibi uzaklığı şart koşmuyordu ille de büyüsünü yitirmemek için.
Topu topu iki kez çıkmışlardı. Öyle heyecanlıydı ki, anlayamamıştı bile onun varlığı neleri farklı kılıyordu dünyasında… Renklerde, insanlarda bir değişim oluyor muydu? Mesela daha çok seviyor muydu insanları onun yanındayken? Ona duydukları yoğunlaşıp, her şeye kendinden bir parça katabiliyor muydu ya da?
Sadece çekici bir erkek olduğunu söyleyebilirdi onunla ilgili ne düşündüğünü kendine sorduğunda. İlk buluşmalar için yeterli olabilecek bir özellikti bu. İlk izlenimlerin edinilmeye çalışıldığı o anlarda çok büyük beklentiler yüklemiyordun karşındakine. Onun yanında bedeninin ne söylediğine kulak veriyordun daha çok. Kalbinin fısıltılarını dinlemek için önce daha belirgin sesleri duymalı, diyeceklerini diyip susmalarını beklemeliydin ki o sıcacık parçan daha rahat konuşabilsin seninle… Diğer sesler sözünü kesmeden...
Evet, şimdi bu safhadaydı işte. Bedenindeki ürperiş yetmiyordu artık onu tanımlamasına. Hiç tanımadığı biri de aynı etkiyi yaratabilirdi sonuçta. Yaşamına asla almayacağını bilsen de uzaktan uzağa hoşlanırdı içindeki kadın ondan. Tenle ilgili bu durumla aradığın o duygunun hiçbir alışverişi olmayacağını bilerek, gözlerini bir kez bile gözlerine değdirmeden uzaklaşırdın apar topar yanından. Çünkü bilirdin, içine kabul etmeyeceğin bir tarafı var bu güzel bedenin. Kullandığı bir sözcük ya da küçücük bir hareketi çok kalın kaçmış aradığın o inceliğe. Geriye boş bir beden bırakmış.
Çoktan bir yer bulup oturmuşlardı bile. Zamanda ani bir sıçrama olmuş, kendini bu tahta masada onun karşısında otururken buluvermişti birden. İlk sözcükleri, ilk bakışları bir bulutta bırakmış, şimdi başka bir bulutu aralamaya çalışıyorlardı yüzlerinde. Bu çok kolay olmasa da bu kez kararlıydı: Saklanmasına izin vermeyecekti. Bu uçuyorum duygusunu bir yana bırakıp sıkı sıkı basacaktı yere. İleride bir gün tepetaklak düşüp o şaşkınlık içinde yüzleşmektense gerçek denen şeyle, şimdi tamamen kendi iradesiyle usul usul inip bedeninin içine girecek, tahta sıranın sert temasını hissederek başlayacaktı ilk yüzleşmeye. Bu O’nun yanındayken ilk gerçek teması olacaktı yaşamla. Sonra gerisi gelirdi zaten. Yüzünde o da görürdü artık bir bulutun üzerinden bakmadığını ona… Derinlere inebildiğini gözleriyle…
Çaycıya seslenirken ne de erkekti sesi… Ne kadar koruyup kollayan, az önce önünden geçtiği sözümona erkeklerin çıtkırıldım hallerine ne kadar uzak… Ve ne kadar dokunulmamış bir zamanı hapseden içinde… Evet, şu an aynen böyle tanımlayabilirdi sesini. İçinde var oldukları zamanın yok ettiği tüm değerleri, tanımları, anlamları içinde barındıran o eski zamanlar, hiç dokunulmadan duruyordu bazılarının yaşamında. Şimdiki dünyada çoğu şey gibi erkekliğin tanımı da epey bir bozguna uğramıştı. Kızlar nasıl erkekleşme peşindeyse, erkeklere de o oranda bir kadınsılık gelmişti sanki. Bu iki cins, ille de ortak bir noktada buluşmak şartmış gibi var güçleriyle yaklaşıyorlardı birbirlerine. Geçmişteki o uzak yerlerinde kendiliğinden gerçekleşen o çekime gerek bırakmayacak kadar yakındılar artık. Asker arkadaşı gibiydiler nerdeyse. Ve asker arkadaşları gibi konuşup şakalaşırken aşık iki insan gibi hissetmek pek de mümkün olamıyordu maalesef… Aralarında bir karşı cins etkileşimi varsa bile, bedensel çekim dışına taşamıyordu bu yüzden genelde. Cinsler arasındaki ayırımlar azaldıkça karşıtlığın yarattığı çekim de azalıyordu gitgide.
“Simit de ister misin?”
Aynı geçmiş zaman erkeği soruyordu bunu kendisine. Aynı gerilim hattını yaratarak sesiyle… Üstelik tahtanın temasını duyabilirken hala… O temasla canı yanacak kadar gerçek bir dünyada, tüm gerçekliğiyle görürken çevresindeki her şeyi… O ses alıp götürüyordu onu az önce indiği o buluttan çok daha yukarılarda bir yere. Yüzlerdeki ayrıntıların kaybolmadığı bir yakınlığı muhafaza ederek… Büyü bozulmadan… Sevdiği erkekle uçmaya devam ediyordu.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.