- 1011 Okunma
- 8 Yorum
- 0 Beğeni
ALİ OSMANDAN ÂL-İ OSMANA -9-
Yeniçerilerin isyancılara katılmasının hemen peşinden tüm kapıkulunun ana kaynağı olan acemi oğlanları da kazan kaldırdı.
Padişah I. Murat zamanında ilk kez uygulanmıştı devşirme sistemi. Bu sisteme göre savaşlarda ele geçirilen toprakların hristiyan ahalisinin çocukları ( Her on aileden sadece birinin ) çok küçük yaşlarda ailelerinden alınıp Türk ve Müslüman ailelerin yanına veriliyor, burada tam bir Türk ve Müslüman olarak yetiştirildikten sonra en sağlıklı, yakışıklı olanları Saraydaki Enderun mektebine, büyük çoğunluğu ise Acemi oğlanları ocağına gönderiliyordu. Enderuna alınanlar daha sonra saray hizmetlerinde çalışıyorlardı. İçlerinde yükselerek sadrazamlığa kadar ulaşanlar vardı. Acemi oğlanlar ise belirli bir eğitim gördükten sonra Kapıkulu askeri oluyorlardı ki kapıkullarının en büyük bölümünü yeniçeriler oluşturuyordu. İlk bakışta hristiyan ailelerin çocuklarının ellerinden alınması bir zorbalık gibi görünse de aileler -çocuklarının ileride Osmanlı Devleti gibi kudretli bir devletin ikinci adamı olduklarını görebildikleri için- bu sistemden hiç de rahatsız değillerdi.
Devlet-i Âl-i Osman’da ilk yeniçeri ayaklanması 1416 da I. Mehmet ( Çelebi Mehmet ) zamanında olmuştu. En kudretli hükümdar olan Fatih Sultan Mehmet zamanında bile ayaklanmıştı yeniçeriler.
Yeniçeri ocağını ilk kez II.Osman ( Genç Osman ) Hotin Seferinden sonra kaldırmayı düşünmüş ama herhangi bir girişimde bulunamamıştı. Sadece düşünmesi bile yetmişti Yedikule zindanlarında boğdurulmasına.
Aynı şeyi Nevşehirli Damat İbrahim Paşa da düşünmekteydi. Hatta o daha da ileri giderek bundan böyle sadrazamlık makamına devşirmelerin gelmesini önleyecek tedbirler aldırtma kararındaydı. Devşirme saltanatına son vermeyi de düşünmekteydi. Kendisi öz be öz Türk olan nadir sadrazamlardandı çünkü.
Sarayın dışından ‘’ Şeriat isterüz’’ naraları yükselirken öfkeyle dişlerini gıcırdattı.
-Geç kaldık Hünkarım. Yılanın başını küçükken ezmek gerekirdi.
-Haklısın İbrahim. Geç kaldık. Ama başka şeylere de geç kaldık. Allahın izniyle şu kıyamı halledersek ilk işimiz bu kapıkullarını bir nizam ve intizama sokmak olsun.
-İnşallah Hünkarım…İnşallah…
İnşallah diye dualar etmişlerdi ama bu konu ‘’İnşallahla’ halledilecek bir konu değildi. Halledilmesi bir yüz yıl kadar daha zaman alacak ve ancak ve II. Mahmut döneminde 1826 da Vak’a-i Hayriye denilen Yeniçeri Ocağının tamamen söndürülmesiyle sona erecekti. Ta 1826 da yazacaktı Keçeci İzzet Molla:
Tecemmü eyledi Meydan-ı Lahm’e
Edip Küfran-ı nimet nice baği
Koyup kaldırmaktan ikide birde
Kazan devrildi, söndürdü ocağı.
( Kendilerine verilen nimete küfr eden bir sürü eşkıya Et Meydanında toplandı. İkide birde koyup kaldırmaları yüzünden kazan devrildi ve ocak söndü )
O ocak sık sık kaldırılan kazanlar yüzünden bir gün sönüp gidecekti ama gün o gün değildi. Gün Patrona Halil’in günüydü.
Yüce Mevla Fatma Sultan’ın bir gün evvelki duasını da kabul etmemişti anlaşılan. Onları oldukça uzun ve uykusuz bir gece daha bekliyordu. Belki de birkaç gece…
28 Eylül 1730 günü de güneş yavaş yavaş bir sengine(taşına) nice Acem Mülkünün (İran Devleti- Safevi Devleti ) feda olduğu Şehr-i İstanbul’un yedi tepesi arkasında saklanıp yerini Hilal’e devrederken neredeyse tüm şehir ayaktaydı.
O gün ayrı ayrı yürüyüş kollarının başında olan Patrona Halil ve yoldaşları akşam olunca bir araya toplandılar. O gece sokaklar yine ışıl ışıldı ama bu sefer ne Sadabat eğlenceleri, ne de Emirgan sefası vardı. Et Meydanında ve Saray önünde toplanmış kalabalık yirmi yedi yıl önce tahta oturttukları padişahlarına karşı ayaklanmışlar ve kelle istiyorlardı.
Muslu Beşe sordu Patrona Halil’e:
-Ne yapıyoruz ?
-İsteklerimizi Sultana iletmek için fetvalar hazırlattıracağız.
-İsteklerimiz nelerdir ki?
-En başta İbrahim Paşa ve damatlarının kellelerini almak. Sonrası Allah Kerim.
Derviş Mehmet de söze karıştı.
-Sen haklıymışsın. İsyanı camiden başlatınca oldu bak. Halkın da askerin de tam olarak şeyine dokunduk. Neydi o?
-Bam teli.
Emir Ali:
-Ne telmiş ama ha? Bir dokunduk bin ah çıktı.
Erzurumlu Mehmet:
-Ne bini yahu baksana on binlerce ah çıktı. Baksana şu kalabalığa. İbrahim Paşa kat’iyetle altına etmiştir korkusundan.
Kutucu Halil:
-Nedim Deyyusunun yakalanması da an meselesidir. O namussuz herife dünyadan öyle bir kâm aldıracağım ki tarihler yazacak.
Patrona Halil:
-Nedim ufak hedef. O geberse de olur yaşasa da.
-Derviş Mehmet:
-Öyle deme. Çoğu kez kalem kılıçtan keskindir.
-Heee keskindir, keskindir…’’Gökten nazire indi Siham-ı kazasına/ Nef’i diliyle uğradı hakkın belasına’’ beyitinde olduğu gibi he mi? Unutma yaren kılıç her zaman kalemden keskindir. Vakitsiz öten horozun kafası bıçakla, vakitsiz öten şairin kellesi de kılıçla kesilmiştir hep.
Karayılan oldukça keyifliydi. O da söze girdi.
-Yahu ne biçim ademlersiz siz? Kan döküp etrafı murdar eylemeye ne gerek var. İbrişim urgan varken kılıca ne hacet? Boğalım gitsin hepsini.
Oduncu Ahmet:
-Ahmet Han’ı da tahttan indirmek gerek yoksa herif ileride hiç birimizi sağ komaz. Bir yolunu bulup hepimizi telef eder.
Patrona Halil.
-Bak hele dürzüye. Daha dün sen değil miydin ‘’ vazgeçsek mi acaba ? ‘’ diyen Bakıyorum aslan kesildin. Dün korkudan neredeyse altına sıçıyordun, şimdi padişah kellesine göz diktin ha?
Yoldaşları Patrona Halil’in bu sözlerine oldukça güldüler. Patrona Halil daha sonra arkadaşlarına ‘’Ulemanın yanına gidelim. Böyle onlardan ayrı öbeklenmek şu anda doğru değildir. Yarın neler olacağı tamamen onlara bağlıdır. Onlardan fetva alalım ki yaptığımız işin din-i islama uygun olmadığını söyleyeceklere karşı elimizde delilimiz olsun.
Patrona Halil o geceyi aralarına karışmış olan müderrislere fetvalar hazırlatarak geçirdi. Bu fetvalara göre Damat İbrahim Paşa ile onun damatları da dahil olmak üzere otuz yedi kişinin isyancılara teslim edilmesi gerekiyordu. Şeriat böyle emrediyordu (!)
*************************************************************************
29 Eylül sabahında artık İstanbul’un kontrolü tamamen ihtilalcilerin ellerine geçmişti. Padişah III. Ahmet ise son çare olarak Sancak-ı Şerifi çıkartmış. İsyancılara karşı halkın, ulemanın ve askerin bu sancak altında toplanmasını emretmişti ama bu emre pek uyan olmadı. Bir iki girişim de zaten Patrona ve adamları tarafından hemen bertaraf edildi.
Patrona Halil ve adamları için günün en sevindirici haberi ise şair Nedimin bulunması ve korkudan damdan dama kaçarken düşüp ölmesi haberiydi. Aslında bir müderris( zamanın profesörü ) olan ve Padişahın özel kütüphanesinin yönetimini, Padişah emriyle oluşturulan çeviri kurulunda pek çok yabancı eserin çevirisini yapan Nedim ( Asıl adı Ahmed ) ne yazık ki sadece şair olarak, hem de aşk, zevk-ü safa, şarap şairi olarak bilinmekteydi. Oysa o sadece ve sadece bir İstanbul aşığıydı o kadar. Ve onun ölümü koskoca İmparatorlukta bir devrin sonu demekti.
**************************************************************************
Padişah III. Ahmet Sancak-ı Şerif çıkartmanın da bir faydası olmadığını görünce isyancılarla görüşmeler yapmak ve onların ne istediklerini sormaktan başka çare bulamamıştı. Ama isyancılarla kim bir görüşmeyi göze alabilirdi? Çünkü çok iyi biliyordu ki isyancıların sarayda düşman olmadıkları neredeyse hiç kimse yoktu. ‘’Kim? Kimi göndereyim bu serseri güruhuna ki hem onları yatıştırsın hem de Devlet-i Âliyenin menfaatlerini gözetsin’’ diye düşünürken aklına daha yeni Kaptan-ı Deryalığa getirdiği Abdi Paşa geldi. Onun bu yeniçeri ve isyancı taifesiyle hiçbir sorunu yoktu. Her kes tarafından sevilen ve sayılan tek isim oydu. Abdi Paşa’yı isyancılarla görüşmek için yollamaya karar verdi.
Abdi Paşa , Patrona Halil’le görüşme yapmak için hazırlandığı sırada artık büyük bir orduya komuta etmekte olan Patrona Halil İstanbul’un tüm hapishanelerini bastırmış ve ne kadar mahkum varsa hepsini salıvermişti. Yani ordusuna kendisi için canını seve seve feda edebilecek yeni bir sürü nefer daha katmıştı.
**************************************************************************
Günlerdir uykusuz geceler yaşayan İbrahim Paşa 28 Eylül gecesini de uykusuz geçirmişti. 29 Eylül Sabahından itibaren de Padişah ile görüşmesi mümkün olamıyordu. Belli ki durum sandığından da vahimdi.
Henüz on iki yaşındayken dul kalmış olan[*] Ve İbrahim Paşa ile evlendirilen Fatma Sultan da uyuyamamıştı. Yetmiş yaşındaki kocasının yüzüne acı acı baktı bu yirmi altı yaşındaki yeni dul adayı.
-Ne olacak İbrahim? Nedir bu mel’anet? Bir şeyler yapsana.
-Olacağı şu ki hatunum Padişahımız Efendimiz beni gözden çıkarmış.
-Peki o rüyanda gördüğün Kubilay? O gelmeyecek mi?
-Yok hatunum gelmeyecek. Ne yazık ki sana Sadrazam koca yaramıyor? İlki savaş meydanında şehit oldu. İkincisi de bok yoluna gidiyor. Yine dul kalacaksın anlaşılan.
İbrahim Paşa da Fatma Sultan da içinde bulundukları bu acıklı duruma güldüler. Bu İbrahim Paşa’nın fani alemdeki son gülüşüydü. Baki alemde yüzü gülecek miydi? Orasını yalnızca Allah bilirdi. Yirmi altı yaşındaki Fatma Sultan da son kez gülüyordu. Bu fani dünyada kocasından sonra üç yıl daha yaşayacak ama bir daha yüzü hiç gülmeyecekti.
***************************************************************************
[*] III. Ahmet’in kızı olan Fatma Sultan dört yaşındayken ilk olarak kubbe veziri Abdurrahman Paşa ile nişanlandırılmış fakat daha sonra bu nişan bozularak 1709 da, Beş yaşındayken Silahtar Ali Ağa ile surî ( Geçici ) olarak evlendirilmişti.Fatma Sultanla hiç bir zaman karı- koca hayatı yaşamamış olan Ali Ağa bu evlilik sayesinde vezirliğe yükseltilmiş daha sonra da Sadrazam olmuştu. Silahtar Ali Paşa’nın 1716 da Petervaradin Savaşında şehit düşmesiyle on iki yaşındayken İbrahim Paşa ile evlendirilen Fatma Sultan Patrona Halil ayaklanması sonrasında Bayezıttaki Eski Saray’a gönderilmiş ve orada yirmi dokuz yaşındayken vefat etmişti.
NOT:
Tarih dizisi ya da romanı yazacak olan arkadaşların dikkatine:
Tarihi bir yazı yazarken oldukça dikkat edilmesi gerekir. Ben oldukça önemli bir yanlışlık yaptım. Onu düzeltiyorum. Kurgu bir kahraman olan Ali Osman Efendinin İbrahim Paşa ile çocukluk arkadaşı olduğunu yazmıştım ilk bölümde. Daha sonra da onun padişahtan daha genç olduğunu belirtmiştim başka bir bölümde. Ali Osman Efendi İbrahim Paşa ile çocukluk arkadaşı ise Padişahtan genç olması imkansızdır. Çünkü İbrahim Paşa1730 da yetmiş yaşında olduğuna göre Padişahın yetmiş yaşından büyük olması gerekir. Oysa Osmanlı Padişahları içinde yetmiş yaşını gören tek padişah Kanunidir.
Okuyucularıma olan saygım dolayısıyla bu hatadan dolayı özür dileyerek bu kurgu kahramanla ilgili birinci bölümde ufak bir değişiklik yaptım.
Benim düştüğüm bu hatanın, tarihi yazılar yazan veya yazma düşüncesinde olan arkadaşlara örnek olması dileklerimle tüm okuyucularıma selam ve sevgilerimi gönderiyorum.
YORUMLAR
sami biberoğulları
Selam ve saygılarımla.
sami biberoğulları
Selam ve saygılarımla.
sami biberoğulları
Allah okuyan gözlerinize zeval vermesin. Sağ olun var olun.
Selam ve saygılarımla.
Kaçırdığım üç bölümüde okudum hocam. Sürükleyice ve bilgilendirici yazınız çok güzel. Usta olunca kendi hatasını da kendi düzeltir işte. Emeğinize sağlık. Saygılarımla...
sami biberoğulları
Ustalık için daha çok fırın ekmek yemem gerekiyor. İltifatınız için çok teşekkürler. Tarihi roman ya da yazı yazanların ne kadar dikketli ve araştırmacı olmaları gerektiğine işaret etmeye çalışmıştım. Ayrıca okuyucuya saygı da şart tabii ki. ''Nasılsa kimse anlamadı '' mantığı ile hareket eden kendisini kandırı ancak. Çünkü okuyucu çoğu kez görür hatayı ama zarafetinden ses etmez.
Selam ve saygılar.
sami biberoğulları
Selam ve saygılar benden.
sami biberoğulları
Selam ve saygılar benden.
sami biberoğulları
Selam ve saygılar benden.