- 839 Okunma
- 3 Yorum
- 0 Beğeni
KURT
KURT
Hani derler ya, büyük lokma ye, büyük konuşma diye. Hayat denilen sanal oyunun içinde, kesin çizgiler çekmemek ve yorumsuz konuşmamak gerekir. Yoksa, durur durur da , tokadı çakıverir, en yukarıdaki.
Ağrı İl Tarım Müdürlüğünden, çok eski bir dostum ve onun davet ettiği arkadaşları ile, Erciş yakınlarındaki bir derenin kenarında , güzel bir piknik yapmaya karar vermiştik. Ben , erkenden gidip hazırlıkları tamamlamış, et, salata , peynir , rakı ve bol tertemiz dağ havası ile misafirlerimi beklemeye başlamıştım. İnsan böyle, bol oksijeni alınca, inanın ‘’Kurt ‘’ oluyor. Ye babam ye, doymak yok. Beklediğim misafirler, saat on bir de , j _ 5 Jeep’leriyle geldilerdi. Dört kişiydiler. İçlerinden biri , yerli memur Mehmet ‘di. Farklı bir kişilik olduğu , hemen göze çarpıyordu. Kıdemce , belki , diğerlerinden düşüktü ama Müdür den de, Müdür yardımcısından da ,çok konuşuyor, her konuya , olumsuz raconlar kesiyordu . Aracı, kullandığı için, geldiğini, yoksa içki içen insanlarla, ne işi olduğunu, bizleri kızdırarak, söyleyip duruyordu. Önce , dere kenarında , et yenilemeyeceğini , kendisinin balık yemediğini , ama bizim için, tutabileceğini söyledi. Arabasında getirdiği , yeni serpme ağını, denemek istiyordu. Benim serpme ağım da arabamda olduğu için , olabilir diye düşündüm.
Aylardan , Mayıs ayıydı. Dere, derelikten çıkmış , azgın bir ejderha olmuş, taşkın ve dağların, eriyen kar sularını taşımaktan yorgun , yüksek debisiyle ,bağırarak,, haykırarak, çılgın naralar atarak, ,delice akıyordu. ‘’Bu derede balık tutulmaz’’ diyecek oldum , korkaklık ile itham etti. Delikanlılıkta, kendini ispat için, insan ne hatalar yapabiliyor.
Her zaman , benimle birlikte olan, Kurt köpeğimi , adeta suçluyor ,ona el sürmenin, hele ıslaksa , çok günah olduğundan bahsediyordu. Mezhebi Şafi idi. Bu mezhep mensupları , çok temiz , sakin , dürüst olurlar. Harama, asla el sürmezler . Ama biz, o gün, rakı içmeye gelen insanlardık. Köpeği, arabamın kapısına bağlayarak , uzak tutmak zorunda kalmıştık.
Bu gurubu getiren arkadaşım, bakışları ile , Mehmet’i musallat ettiği için pişmanlıklar , özürler gönderiyordu. Ne yapabilirdik ki, birkaç duble rakı , peynir ve salataya, günah olduğu için, itiraz ediyor, bizi cehennemlik olmakla , köpek sevdiğimiz için de , mundarlıkla suçluyordu. Piknik böyle olmazdı. Tadı tuzu kaçmış, hepimiz huzursuz olmuştuk. Pikniğe gel pikniğe.
Mehmet, yanımızdan kalkıp, Jeep’ de duran serpmesini aldı, gürültüyle sivri kayaların arasından akan, azgın dereye doğru yürüdü. Yanına giderek, ona bu akıntıda , balık olmayacağını, vaz geçmesi gerektiğini söyledim. Müdür de , bana katılarak , tehlikeli olduğunu anlatmaya çalıştı. Ama nafile , ters cevaplar alarak , bozulmuş bir şekilde , çaresiz kaldık. Mehmet , soyunmuş ,uzun paçalı , tertemiz donuyla ,sırıtarak, dereye girmişti bile.
Köpek , bir tehlike sezmişcesine , bağlı olduğu yerden , havlayarak , bize bir şeyler anlatmaya çalışıyordu. Yaptığı , büyük bir tehlikeye, açık davetiye çıkartmaktı. Derenin içi dağlardan gelen , sivri kaya parçaları ile doluydu. En ufak bir akıntıya kapılmada, onlara çarpıp parçalanmak vardı.
Mehmet, kıyıdan uzaklaşmış , su seviyesi belini geçmişti. Serpmenin ipinden , destek almak suretiyle durmaya , akıntıya kapılmamak için , direnmeye başlamış olduğu , belli oluyordu. Tehlikenin göbeğinde olduğunun , işaretiydi bu.
Dayanamadım , kendimi elbiselerimle , suya fırlattım. Onun, bir kulaç önünde , ben de, suya uzanmış , akıntıya kapılmamak için , mücadele veriyor, kıyıdakilere ‘’Bir şeyler yapın. Dayanamıyoruz , yardım edin , diye bağırıyordum.’’ Onlar ise, ne yapacaklarını şaşırmış, arabalarda ip arıyorlar, bulamıyorlar, bağırıp duruyorlardı.
Birden, yerinde duramayan , Kurt köpeğim, bağlı olduğu, arabamın kapı kolunu , bir çekişte kopartarak, suya atladı. Önümüze doğru yüzdü. Onu tasmasından, sol elimle yakalayıp, sağ elimi , Mehmet’ e uzattım. Şimdi, bu azgın sularda , bir köpek ve iki insan , ölmemek için, ölümüne mücadele ediyordu. Aslında, mücadele eden köpek , ona sığınan ,iki insandık. Hayvan , bütün gücüyle, kıyıya dönmeye çalışıyor , boynundaki tasmasının nefesini kesmesine rağmen, mücadeleyi bırakmıyordu. Mehmet’in de , benim de, ayaklarımız , hiçbir yere, değmiyor, akıntıda ,köprü altına takılmış, söğüt dalı gibi, uzayıp gidiyorduk. Yirmi dakika geçmiş, biz daha kurtulamamış, sürünüp duruyorduk.
Kıyıya yaklaştığımızda, arkadaşım Osman, suya dizlerine kadar girerek, köpeği yakaladı. Onun da , yardımıyla, kıyıya çıktığımızda, koca kurt köpeği , bayılmış, nefes alamaz duruma gelmişti. Ben , köpeğin sırt üstü yatmış halde , ön bacaklarını açıp, kapatarak, nefes almasına yardım , etmeye çalışıyordum. Gözlerim , dolu doluydu. Ona bir şey olmasına, hiç dayanamazdım.
Birden, Mehmet’ in sesi duyuldu. ’’Kenara çekilin’’ . Çekildim. Mehmet , yeni doğan ve nefes almakta zorlanan, kuzulara yapıldığı gibi , köpeğin ağzının yanlarını , iki eliyle kapatıp, kendi ağzını, onun ağzının içine, üfleyecek şekilde yapıştırarak kurtarmaya çalışıyordu. Elini bile süremediği köpeğin, ağzına , ağzını dayamış ,ciğerlerindeki, bütün havayı , ona aktarıyordu. Köpek , çok kötü durumdaydı. Onu, kurtaramayacak mıydık acaba?
Kurt, yuttuğu suları ve sabah yediği işkembeyi sap sarı bir bulamaç halinde Mehmet’in suratına kusarak, boca etmişti. Bu , çıkarttığı kusmuklar ve yuttuğu sulardan sonra , kurt ayağa dikile bildi. Mehmet, hiç iğrenmeden, elleri ile kusmuktan kapanan gözlerini silerek, ona teşekkür etmek için, iki ayağının üzerine kalkarak sarılan, insan gibi ön ayaklarını , ona dolayan ve yüzünü yalayarak teşekkür eden köpeğin , sırtını okşuyordu.
Ben , ıslak elbiselerimle , mangal kömürünü yakmış, hem elbiselerimi kurulamaya, hem de etleri kızartmaya çalışıyordum. Mehmet, hayatında ilk defa rakı içiyor, hepimizden özür üzerine özür diliyordu. Çok mutluydu, sanki bir şeylerden kurtulmuş ,bir şeyler keşfetmiş cesine…
Yer sofrasının etrafında, bağdaş kurmuş otururken , neşe içinde, kurtuluşumuzu kutluyor , kahkahalar atıyorduk. Köpek ise, Mehmet’in dizlerine, koca kafasını koymuş ,onun eliyle verdiği etleri yiyerek, bize eşlik ediyordu. Arada bir de , rakılı ekmekle birlikte.
İşte böyle Yüce Mevla, köpeği yaratanın da, ona sadakat ve akıl verenin de, kendisi olduğunu, onun yarattığı hiçbir canlının , hor görülemeyeceğini, dinini, mezhep’ ini anlayamayan Mehmet’ e, kendi yöntemi ile unutamayacağı bir ders veriyordu.
Sonraları , köpeğin yavrularından birini, ona hediye edecek, sık sık balık avına gidecek ve iyi bir dostluk yapacaktık.
İlahi sevgi, ilahi korkuyla gelmişti sanki.
E. YAŞAR OVALI
YORUMLAR
Rabbim yarattığı her canlya bir misyon yüklemiş. Bunu bilip öyle yaklaşmak insana hem sevimlilik hem hoşgörü kazandırıyor. Eyüp bey sizin Hayvanlarla ilgili yazılarınız hep sevgi taşıyor.. ellerinize ve yüreğiniza sağlık.
Geçen hastaneye gitmiştim beklerken camın önünde dolaşan bir fare gördüm. Önce ııııııyy diye ürperdim ve itiraf edeyim fareden çok korkarım. Sonra camın dışında olduğundan bana zararı dokunmaz( ne zararı olcaksa ufacık şeyin) diye onu izledim bu ara beynimden her yaratığın bir yaratılış amacı olduğu ve her canlının birbirine mutlaka faydasının bulunduğu geçti. Tabiatın yaşam zinciri oluşu verdi düşüncelerimde ve o Fare bana öyle sevimli geldiki. cin cin bana bakarken bende ona öylesine dostça baka kalmıştım.:))
Saygımla Değerli Yazarım
kukurikuu
Umarım hastaneye salık sorunu ile gitmemiş sinizdir. Fareden korkmanıza hem güldüm , hem de onu Tanrının yarattığı küçük bir yaratılmış görerek hoş görü ile bakmanıza sevindim.
Evet , doğayı ve içindeki her şeyi çok, seviyor, sonsuz saygı duyuyorum.
Bu hikayede anlattığım köpeğin ismi Pars. Bir kez değil ,belki beş defa hakiki hayatımı kurtardı. Ne yazık ki her hikayeyi yazamıyorum, kurumlara zarar vermemek adına.
Sizi sayfamda görmeye çok alıştım. Teşekkürlerimle.