- 1475 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
TEŞRİNLER TAKVİMLER VE ASTROLOJİ
TEŞRİNLER
Günümüzde hiç konuşulmayan yada kıt dağarcıklar ile geçiştirilen konuların başında gelir Teşrinler,Takvimler ve Astroloji..
Geçen günlerde değerli ağabeyim Sami KIRPIZ Teşrinlerden biraz bahsetti. Ancak birazda olsa üzerinde durmak istiyorum."
Teşrinler, eskiden ekim kasım aylarını birlikte ifade etmek için kullanılmış bir kelimedir. Teşrin-i evvel, ekim, teşrin-i sani ise kasım ayı yerine kullanıldı uzun zaman.(10 Ocak 1945’te 4696 sayılı kanunla 4 ayın adı değiştirildi.)
Teşrini Evvel=Ekim
Teşrini sani=Kasım
Kanunu Evvel=Aralık
Kanunu sani=Ocak
Çocukluğumuzda seneler On iki aydı.Elli yaşın üzerinde olanlar gayet iyi hatırlar. Ne Ekim Ne Kasım Nede Aralık ve Ocak ayları vardı."
Teşrinlerin edebiyatımızdaki yeri;
Fânî ömür biter, bir uzun sonbahâr olur.
Yaprak, çiçek ve kuş dağılır, târümâr olur.
…
Teşrinlerin bu hüznü geçer tâ iliklere.
Anlar ki yolcu, yol görünür serviliklere.
(Yahya Kemal)
Sevgili! Bir hazân vakti hatırlarım ben seni… Kente yağmur yağmış gidişinin ardından. Dışarda keskin bir yalnızlık kokusu, içimdeyse bu yalnızlığın korkusu… Oysa yalnızlık yalnız bırakmıyor sîretimi. Sararan yapraklar ellerimden tutuyor, bulutlar solgun yanağımı okşuyor. Okyanusa hasret damlalar bir okyanus kadar bomboş kalan içime düşüyor. Toprak bedenim aşka müştâk iken, Nisan yağmurları bana hâk iken; şimdi her yanım hazânın hicrân yaşlarıyla sırılsıklam…Vakit akşam… Dinlesene ey yâr, Beyatlı bu bendeki hâli nasıl tasvir ediyor:
Senden boşalan bağrıma gözyaşları dolmuş
Gördüm ki yazın bastığımız otları solmuş
Son demde bu mevsim gibi benzim de kül olmuş
Geçtim yine dün eski hazân bahçelerinden
TAKVİMLER
Takvimler tarihte çok tartışılan konuların başında gelen konulardan biridir.Mesela yakın zamana nüksetmiş bir günlük fark varki daha yeni kapandı konu..Dünya yüzeyinde bu güne kadar bir çok takvim kullanılmıştır ancak biz özellikle Türk ve İslam toplumlarının kullandığı Takvimler üzerinde duracağız..
12 Hayvanlı Türk Takvimi:
Türklerin kullandığı en eski takvimdir. Günes yılını esas alır .Bu takvimde her yıl bir hayvan adıyla anılıyordu.
Celali Takvimi:
Büyük Selçuklular zamanında Meliksah tarafından hazırlatılan bu takvim günes yılına göre hazırlanmıstı.
Hicri (HİCRET) Takvimi:
Ay yılını esas alır. Baslangıç olarak Hz. Muhammed’in Mekkeden Medine’ye hicret ettiği 622 yılını alır. Bugün Ramazan, mevlidler gibi dini günlerde bu takvimi kullanmaktayız.
Rumi Takvim:
Osmanlı devletinde resmi ve mali işlerde kullanılmak üzere 19. yüzyıl başlarından itibaren yürürlüğe giren takvimdir. Güneş Yılını esas alır.
Miladi (MİLAT) Takvim:
1926′ dan itibaren kullandığımız takvimdir. Günes yılını esas alır. Temeli Mısırlılar’a dayanır. İyon ve Yunanlılar kanalıyla Batıta aktarılmıstır. Romalılar Sezar zamanında JULYEN takvimi olarak düzenlemis ve kullanmıslardır. Yeniçağda Papa XII.Gregor tarafından yeniden yapılan düzenlemelerle GREGORYAN TAKVİMİ olarak anılmıştır. Günümüzde ise Milat takvimi denilmektedir. Milat takvimi Hz. İsa’nın doğusunu (sıfır) kronolojinin baslangıcı olarak kabul eder.
Takvimler hala tartışılır aslında...
ASTROLOJİ
İşte bu kısımda bildiğim inandığım düşüncelerimi siz değerli okurlarımla paylaşacağım..Astroloji bir bilim dalıdır. Tabi değişik kolları vardır.Misal olarak dağ başında havanın bu yılki şartlarını not alan Yörüklerde aslında büyük bir iş yapmaktalar ve kendi yaşam koşulları içerisinde bir analiz yapmaktalar ki gök yüzü ile ilgili ilk not araştırma yapan Yörükleri gördüm...
Sonra gelelim popüler yönüne Burç tahmini Yıldızname bakımında da Astroloji kullanılmakta ki en yaygın yönüde bu olsa gerektir..Aslında Türkler Astroloji’nin babasıdırlar ...
Bir iki kendi gözlemlerimi paylaşayım;Eğer gök yüzünde gece ay ışığının çevresinde bir halka var ise o kış kış ağır geçer.Kavak ağaçları yapraklarını tepeden dökmeye başlarsa kış yine ağır geçer.
Cemrelerin sonuncusu düştü düşecek ancak hala anlamış değilimdir. Cemre nasıl bir şeydir.Kor halindeki ateş manasını taşımasına rağmen hala merak etmekteyim..Astroloji’nin tarihçesinide vereyim de bilmeyen okumayan kalmasın..
Astroloji insanlık tarihi kadar eskidir.Tarihçilerin araştırmalarına göre farklı uygarlıklar birbirlerinden bağımsız olarak astroloji ile ilgilenmişlerdir. Aşağı yukarı bütün büyük uygarlıklar astroloji ile ilgilendiklerini açıklayan kanıtlar bırakmışlardır. Babil, Mısır, Hint, Çin, Maya, Yunan, Roma ve Arap uygarlıkları bunlar arasındadır. İlk astrologların kimler olduklarını bilmiyoruz, fakat bulduklarını ilk kaydeden Kaldeliler’dir. M.Ö. 3000 yılında Kaldeliler (şimdiki Irak) astrolojinin bilinen en özgün şekillerinden birini ortaya çıkarmışlardır. Bazı uzmanlar astrolojiye ait ilk kayıtların M.Ö. 5800 yılına kadar gittiğini belirtiyorlar. Maya uygarlığı, Hindistan ve Çin M.Ö. 2000 yılında astroloji bilimini kullanıyorlardı. Pitagoras ve Plato’nun yazılarında M.Ö. 500 yıllarında eski Yunanlılarda astrolojinin varlığından bahsedilmektedir. Kuzey Afrika’daki ve Doğu Akdeniz’deki Araplar da M.S. 8. yüzyılda astrolojiyi kullanıyorlardı. M.S. (805-85) yılları arasında yaşamış olan Albumasur ya da diğer adıyla Abu Maaschar’ın yazmış olduğu "Introductorium in Astronomiam" adlı eserle astroloji orta çağda yeniden önem kazanmıştır.
Zodyak yani burçlar kuşağı ilk astrolojik kayıtlarda şimdikinden biraz daha farklı idi. M.S. 180 yılında büyük Yunan matematikçi ve astronom Ptolemy tarafından bugünkü şekline getirilmiştir. Bu yüzyılda ise Carl Jung astroloji hakkında yazılar yazmış, insan kişiliği ve motivasyonu hakkındaki çalışmalarında astrolojiden faydalanmıştır.
Tabi bu konu hakkkında Rasathanelerde kurulmuş ki ULuğ beğ rasathanesi en bilinenidir...Asroloji değip Uluğ beği anmaz isek haksızlık etmiş oluruz...
Uluğ Bey
Uluğ Bey (1393 - 1449)
Türk matematikçilerinden birisi olan Uluğ Bey, Timur´un erkek torunlarından hükümdar olanlardan birinin oğludur. Asıl adı Mehmet´tir. Fakat o, daha çok Uluğ Bey adı ile ünlü olmuştur. 1393 yılında Sultaniye kentinde doğmuştur. Timur´un öldüğü sıralarda Uluğ Bey Semirkent´te bulunuyordu. Semirkent ve Maveraülnehir, Mirza Halil Sultan´ın saldırısı ve işgali üzerine babasının yanına gitmek zorunda kalmıştır. Babası buraları yeniden yönetimine alarak on altı yaşında olan Uluğ Bey´e yönetimini bırakmıştır. Uluğ Bey, bu tarihten sonra, hem hükümeti yönetmiş ve hem de öğrenimine devam etmiştir.
Uluğ Bey, bilgin ve olgun bir padişahtı. Boş zamanını kitap okumak ve bilginlerle ilmi konular üzerinde konuşmakla geçirirdi. Tüm bilginleri yöresinde toplamıştı. Uluğ Bey, dikkatlice okuduğu kitabı kelimesi kelimesine hatırında tutacak kadar belleği vardı. Matematik ve astronomi bilgileri oldukça ileri düzeydeydi. Bir söylentiye göre, kendi falına bakarak, oğlu Abdüllatif tarafından öldürüleceğini görmüş ve bunun üzerine oğlunu kendisinden uzak tutmayı uygun görmüştür. Baba ile oğlu arasındaki bu soğukluk, Uluğ Bey´in küçük oğluna karşı olan yakınlığı ile daha da şiddetlenmiş ve sonunda Uluğ Bey´in korktuğu başına gelmiştir.
Uluğ Bey, Semirkent´te bir medrese ve bir de rasathane yaptırmıştır. Kadı Zade bu medreseye başkanlık etmiştir. Rasathane için yörede bulunan tüm mühendis, alim ve ustaları Semirkent´e çağırmıştır. Kendisi için de bu rasathanede bir oda yaptırarak tüm duvar ve tavanları gök cisimlerinin manzaralarıyla ve resimleriyle süsletmişti. Rasathanenin yapım ve rasat aletleri için hiç bir harcamadan kaçınmamıştır. Bu gözlemevinde yapılan gözlemler, ancak on iki yılda bitirilebilmiştir.
Gözlemevinin yönetimini Kadı Zade ile Cemşit´e vermiştir. Cemşit, gözlemlere başlandığı sırada ve Kadı Zade de gözlemler bitmeden ölmüştür. Gözlemevinin tüm işleri o zaman genç olan Ali Kuşçu´ya kalmıştır. Bu gözlem üzerine Uluğ Bey, ünlü Zeycini düzenlemiş ve bitirmiştir. Zeyç Kürkani veya Zeyç Cedit Sultani adı verilen bu eser, birkaç yüzyıl doğuda ve batıda faydalanılacak bir eser olmuştur. Zeyç Kürkani bazı kimseler tarafından açıklanmış ve Zeyç´in iki makalesi 1650 yılında Londra´da ilk olarak basılmıştır. Avrupa dillerinin birçoğuna, çevrilmiştir. 1839 yılında cetvelleri Fransızca tercümeleriyle birlikte, asıl eser de 1846 yılında aynen basılmıştır.
Zeyç Kürkani´nin asıl kopyalarından biri Irak ve İran savaşlarından sonra Türkiye´ye getirilmiş ve halen Ayasofya kütüphanesindedir. Bir hile ile oğlu Abdüllatif tarafından 1449 yılında öldürülmüştür.Uluğ Beyin Rasathanesi
AYNI GAZİ PAŞA’NIN İŞARET ETTİĞİ GİBİ İSTİKBAL GÖKLERDEDİR!...
İlhan ERDEM
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.