0
Yorum
0
Beğeni
0,0
Puan
1886
Okunma
Kar tanelerinin ağırlığına dayanamıyordu baharı bekleyemeden açan çiçekler. Dalları eğilmişti adeta. Sabahın erken vakti incecik bir kar örtüsüyle kaplanmıştı sokaklar. Tenhaydı, pürüzsüz, çarşaf gibi görünüyordu göz ucuyla baktıkça. Kar taneleri yüzüme çarpıyordu. Kısa fakat sık adımlarım bozulmamış kar örtüsünü bozuyordu. Romanlarda sık başvurduğum betimlerdeki minvallerden biriydi adeta. Fakat bir eksik vardı. Parmaklarım üşüdükçe bu eksikliği daha derinden hissediyordum. Bakışlarımı ısıtan ılık tebessümlerin ve sıcacık parmakların eksikti. Sol yanımdaki derin uçurumdan esen sensizlik rüzgârlarıyla daha da üşüyordum sanki. Kar taneleri ellerimle konuyordu. Evet, ellerimize değil ellerime konuyordu. Kulağı rahatsız eden bu yalnızlık ifadesinin suratıma vurulduğunu hissediyordum arkamda bıraktığım “bir” çift ayak iziyle.
Karlı bir İstanbul’a uyanmıştım tıpkı romanlardan çalınmış bir sayfa gibi. Sıcacık peteğin yanında birkaç dakika uyuklamıştım. Aslında buraya kadar gayet güzeldi her şey. Fakat adımlarımı caddenin karla örtülmüş Arnavut kaldırımlarına attığım anda hayatımdaki eksikliğin farkına varmıştım. Kar tanelerinin arasında kaçamak bakışlar atacağım yüzünün eksikliği daha ilk adımdan içime düşmüştü. Her attığım adımda anılarımız uğruyordu zihnime. Şımarık sesinle “günaydın” deyişin hatırladıkça boğazım düğümleniyordu. Konuşmak gelmiyordu içimden. Caddede gördüğüm tanıdık insanlara sahte tebessümlerle yanıt veriyordum. Konuşmaya mecalim yoktu.
Parmaklarımın arasına dolan kar taneleri sensizliğimin doruk noktasıydı fikrimce. Artık senin olmadığına dair en somut tabloydu bu. Parmaklarının eksikliğini en derinden hissediyordum parmaklarımın arasındaki boşluğa kar taneleri düştükçe. İçimde bir şeyler kopuyordu senin dudaklarının hasretin çeken yanaklarıma düşen her kar tanesinde. Sol yanımdaki boşluk beni içine çekiyordu. Beyaz kar tanelerinin arasında bana nazarla saçtığın şımarık tebessümlerini özlemiştim bir an için. Aslında her an yokluğunun izlerini taşıyordum, fakat bu sefer farklıydı. Günlerdir iç kanama yapan aşk yarama neşter vuruluyordu anılarımızın vazgeçilmez unsurlarından bir mevsim çıkıp gelince.
İçim acıyordu sol yanımdaki boşlukla birlikte. Öylesine büyük bir boşluktu ki bu eğer bir eğilip bakacak olursam beni içine alacak cinstendi. Dudaklarımda şiirler kopuyordu. Eksikliğine dair binlerce cümle savuruyordum kar tanenlerinin arasına. Cadde boştu, gün yeni doğuyordu daha. Tam seninle telefonlaşma vakitlerimizdi. Sadece “günaydın” demek için açtığın telefonlar… Uykumu böldüğün sabahlarda ettiğim sitemlerden duyduğum pişmanlığı bile özlüyordum. Uykumun bölünmesini, sıcacık yatağımdan kolumu çıkartıp telefona bakmanın o an işçin işkence gelmesi hissini kısaca Sana dair ne varsa özlüyordum o an. Evet, kar yağıyordu, bembeyazdı İstanbul, fakat hepsi acı veriyordu bana, kar tanelerinle sevince boğulan insanlara inatmışçasına. Bir şey eksikti çünkü hayatımda. Melankolinin egemenliğine boyun eğecek kadar beni hüzne boğan bir şey eksikti. Sen eksiktin, gözlerin eksikti, yumuşacık dudakların, saçlarıma dolanan saçların… Bir tek sen eksiktin, bir tek sıcacık parmakların eksikti…