Çocukluğumun Tavan Arası Sergisi
Tavan arasındaki eşyaların nesnel,sessiz yalnızlığını hepiniz bilirsiniz.Eskimeye ya da atılmaya terkedilmiş,belkide sokaklarımızı ’eskici geldi’... nidalarıyla süsleyen insan gücünün,emeğinin adımlarına muhtaç arabalarda,ekmeğini kazanan adamların,eline bırakılacakları günü beklerler.Çocukken hep düşünmüşümdür acaba bu bir başına bırakılmışlık onları üzüyor mudur diye.Çocuk aklı işte.Ama itiraf etmeliyim ki bugün hala eşyalarla aramda duygusal bir bağ süregelir.Bizim evin çatı katı,tavan arası yoktu ama o ambiyansa denk bir bodrumumuz vardı.Eski kullanılmayan,henüz lazım olmayan eşyalar orada bekletilirdi.
Gecenin bir vakti kitaplığımdaki romanları incelerken,Mark Twain’in Tom Sawyer’in Maceraları romanın raflarımda olmadığını farkettim.O an içim sıkıldı,endişelenip mırıldanmaya başladım.’Nerede bu kitap?’..diye.Sonra iki katlı merdivenleri kıvrımlı evimizin alt katına indim.Merdiven altındaki küçük bodrumumuzda,uyanırsa annemin kızacağını bildiğim arama işine koyuldum.Ortalığın dağılması umrumda değildi.Çünkü o roman çocukluğumun ilk romanıydı.Bana bugün yazacak iki satır hayallerimin olmasının yegane temeliydi.Turşu bidonlarını çıkarmaya uğraştım ilk etapta.Sonra büyük naylon poşetlerin sarıldığı hasırı,kilimleri attım dışarıya.Bu arada hareket kabiliyetimin çok zor olduğu küçük hacimli,hayallerimin peşine düştüğüm bodrumumuzu boşaltmaya başladım.Tek tek eşyaları çıkardım.Sonunda en köşede eşyaların altındaki büyükçe bir koli ilişti gözüme.’Ne kadar darmış burası?Annem uyanmasa bari...’Bu endişelerle koliye ulaştım.Belime ağrılar saplansa bile eğilip kolide aramaya koyuldum çocukluğumun önsözünü.
Ama oysa o karton kolinin bana yaşatacağı başka süprizler varmış.Yoklarken eşyaların düzensizliğiyle yerleşmiş koliyi elime küçükken aldığım bir bilet geçti.Bu bilet mahallemize gelen seyyar dönme dolabın eşsiz keyfinin varılacağı biletti.Yaşlıca amcamın her ayda mutlaka bir kez uğradığı,çocuk kalabalığının etrafını sardığı mutluluğunun kumpanyasını getirmişti sokağımıza.1000 liralık biletler yapıp üzerine sadece fiyat biçip ,çarpı attığı o bilet ağrıyan dizlerimin üzerine çökertti beni.Düşünmeye başladım o günü.O seyyar dönme dolaptaki yükselen çocuk heyecanımı.En tepeye geldiğimde,yükseklik korkumun yaşadığım sevince yenildiği anları hatırlıyorum.İçimden biraz daha kalsam dediğimi.Yanımda arkadaşımla mahallemizin damlarını gördüğüm tarifleyemediğim merakımı.Cebimde fazla param olmadığı için ikinci kez deneme şansım olmazdı çoğu zaman.Ama gökyüzünden aşağı süzülüp yere adımı attığım ilk anda ‘boşver nasılsa bir daha gelecek’deyip kendimi avuttuğum zamanları.O yıllarda her ilçede,her yerde lunaparklar yoktu.Olsa bile o serüven bize pahalı,lüks gelirdi.Üstelik böylesi daha kollektif bir mutluluktu.Çünkü herkes birbirini tanırdı,korkutmanın eşiğinde seslenip şakalaşırdık.Kendinizi asla yalnız hissetmezdiniz.
Neyse dedim...Bileti cebime attım.Ne aradığıma odaklanmalıydım.Ama yok bu daracık,soğuk evin,kuytu bölümünde bugün ki yazacağım hikayeye gebe zamanım henüz tükenmemişti.Beyaz bir poşetin içinde bir bilye bulmuştum.Bu bilyeyi hemen tanıdım.Çünkü üzerini meşakkatli bir uğraş sonucu çizmiştim.Yüklediğim misyon oyunlarda bu bilyeyle kazanmaktı.Üzerine kattığım uğurun inanmışlığıyla savururdum,minik parmaklarımın arasından,kimi zaman isabetsiz mafeler boyuncaki yuvarlanan cam nesneyi.5 çukur oynardık.Bu oyunu bilenler bilir.4 yana çukurlar açıp ortaya da oyunu kazandıracak 5. ci çukuru açardık.Uzak mesafeden ilk çukura en yakın atışı yapan oyuncu diğer çukurlara girme hakkını elde ederdi.Her çukur başında girmeyen diğer bilyeleri uzaklaştırmak için mutlaka isabetli atış yapmamız gerekirdi.Böylelikle diğer oyuncuları çukur etrafından,bilyelerimizin vuruşlarıyla uzaklaştırıp rakibi safdışı edip,oyunu kazanmaya yaklaşırdık.Ne günlerdi diye bir tebessüm daha belirdi,ağrıyan bünyemin kombinasyonundaki ifademde.
Ama işimi bitirmeliydim.Romanı bulacaktım.Ve annemin uyanma ihtimali yanıbaşımda duruyordu beni ürpertircesine.Oysa ben hala eşyaları sağa sola savurmaya devam ediyordum.Yine o günlerden bir tarak
onu almam için ortaya çıktı sanki.İlk aşkımın çarpıntısı eşliğinde onu da attım cebime.Ortaokuldaydım.Lise hemen bizim okulun arkasındaydı.Tek duvar bu eğitimdeki hiyerarşik boyutu bir araya getirmişti.Ee liseliler abilerimizdi.Ben liseden bir kıza aşık olmuştum.Aslında aşk mıydı?Hayranlık mıydı?Emin değilim...Fakat başımda kavak yellerinin ilk esintisiyle olmuştum sanki.Onu izliyordum uzaktan uzağa.Ne çelişkidir ki,hem bilsin isterdim hem de anlamasın diye, geri adımlar atarken bulurdum,korkak tavrılarımda kendimi.7 ay böyle sürmüştü.Hani ‘seni uzaktan sevmek aşkların en güzeli’ya benimki de öyleydi işte.Kaderin bana biçtiği paye mi bilmem ama sürekli okul dışında karşılaşıyorduk.Bir perşembe günü pazar kurulmuştu,okulun karşı sokağına.En yakın arkadaşım Uğur’la tarak alacaktık.Uğur imajına düşkün bir çocuktu.Bense kendimi henüz keşfedememiştim.İmajla ilgili rafine zevklerim yoktu.Çıkıp pazarda dolaşmaya başladık.Bir satıcıdan iki tane tarak aldık.Uğur ‘sen de al yanında bulunsun,tarak bir erkeğin en sağlam aksesuarıdır.’dedi.Bir tane de ben aldım.Cüzdanımın olduğu arka cebime attım.Sonra pazar çıkışına doğru yürümeye koyulduk.Arkamızdan bir ses.Uzun süren bekleyişin arkasındaki bir seslenişti bu sanki ‘Bakar mısın?Hey sana diyorum!.’Onun olduğunu anlamıştım.Telaştan elim ayağım birbirine dolaştı.Avuçlarımın içi ve alnım terlemeye başladı.Adımlarımı hızlandırdım.Uğur,şanslıydım ki seslenişi duymadı.Muhtemelen etrafta almak istediği bir kıyafete odaklanmıştı.Omzuna hafifçe vurdum.’Hadi kardeşim hava karardı çıkalım artık.’Adımlarım öyle hızlıydı ki sonunda onları atlattık.Pazarın tenha olmaması beni bu korku dolu yüzleşmeden kurtarmış oldu.İşte o tarağın hikayesinde,platonik bir aşkın, içimde yok olmaya yüz tuttuğu bu gerçekliği yatıyor.Sonraları kimseye itiraf edememiştim.
Liseye geçtiğimde de onun son senesiydi.Bu onunla aynı mahallede olacağımın son demiydi.Lise sıralarımda ona biriktirdiğim şiirleri okurdum,cuma günleri sınıfa.Böylelikle içimde sakladığım aşkı,su yüzüne çıkartıp,anlatarak hafifletirdim gizli düşümü.Okul sezonu boyunca,şiirler yazıp bu ironiyi yaşattım tüm sınıf arkadaşlarıma.Onlar,bundan habersiz okuduğum şiirleri dinlediler sadece.Dizlerim,belim uzun ama çelimsiz bünyem artık çıkalım buradan demeye başladı.Hızlıca koliyi boşalttım.Mutlu son!.Bulmuştum çocukluğumun yaprak kokan yıpranmış sayfalar dolusu romanımı.O gün bugündür eşyalarla aramdaki duygusal boyut geçmişimin tanıklığında katmerlenerek büyüdü.Atmaya kıyamadığım onca nesnel mutluluğumu, annemden habersiz gizlemeye uğraştım.Eşyaların belki duyguları yok ama,duygularımızın,geçmişimizin yansıdığı her eşya bize manidar anlatır varlıklarını.Kendimizi onlarda dinler,onlarda anlarız kimi zaman.Bulduğumuz kayıp bir eşya değildir,hafızalarımızda kaybolmaya direnmiş küçük hikayelerimizin uğradığı duraklardır.
YORUMLAR
GREENDAY
oyle ozluyorum ki cocuklugumu arada.. hatta özeniyor , merak ve heyecanla dinlerim etrafımdaki herkezin çocukluk macarasını.. bizimle böyle bir anı paylaştığınız için teşekkür ederim bu bambaşka bir hayaldir cunku.. bir insanın duyguları.. hayal ve anılarını aklımda canlandırmak bambaşkadır. sevgiler
GREENDAY
Bazen bir kücük esya
bazen bir sarki
bazen bir kus sesi bazen de bir cümle okumak yeter unutulmaya yüz tutmus gercek hikayelere...
iyi ki diyorum roman düsmüs akla yoksa o tavan arasi masumlugunu okumak nasip olmayacakti bizlere.
Güzeldi okumak
tebrikler, saygi ile.
GREENDAY
Duygularla yazılmış çok güzel bir yazı düşmüş sayfaya yazan yüregi kutlarım sevgilerimle Bogazın kıyısından slm