- 2567 Okunma
- 31 Yorum
- 0 Beğeni
ARALIK
Okuduğunuz yazı Günün Yazısı olarak seçilmiştir.
“İyi akşamlar memur bey. Bir ihbarda bulunacaktım. Ben emekli albay Sadullah Tanrıverdi. Çınar Sokağın kuzeybatısında kalan eski çöplüğün oralarda metruk bir gecekondu var. Her gece saat on ikide o evden acayip iniltiler ve zikirler duyuluyor. Sabaha kadar mum ışığında ayin yapıldığını düşünüyoruz. Mahallece huzursuzuz ve topyekûn şikayetçiyiz. Evet beyefendi... Hemen veriyorum. Çınarlı Apartmanı… ”
***
Keçiören’de metruk bir gecekondudayım. Saat gecenin bilmem kaçı. Çok da önemli değil bu detay. Zira biz, zaman, mekan, imkan gözetmeyen mahluklarız. Benim kulağım polis sirenlerinde. Bir saat önceki kadar yoğun olmasa da hala etrafta dolaşan polis araçları var.
Size üzerine naylon çekilmiş bir greyder deliğinin önünde erketeye yattığımı söylememe gerek yok. Bu öykünün dekoru bilmediğiniz elementlerden oluşmuş falan da değil. Lütfen beni anlayın. Fazla zamanım yok konuşmak için. En sona söylemem gerekeni şimdiden söylemeliyim o yüzden. Annemi seviyorum ben. Pazardan aldığı Perihan Abla tokasını takıyorum hala. Bir de Hüseyin Altın’ın Hazan Kuşları şarkısında ağlayabiliyorum. Soran olursa söylersiniz.
Benim adım Ahsen-i Takvim. Buruşturmayın ağzınızı. Alayı İlliyin bana bu adı verirken boğazıma koca bir “fakat” sözcüğü tıkanmadı mı sanıyorsunuz? Sizi temin ederim ki, o an ağlayasım bile geldi. Fakat –işte bu o fakat- benim itiraz hakkım yoktu. Mahallede yaptığım kötülüklerin bedeli olarak bana bu demirden ad layık görüldü.
Her gece dünya saatiyle on ikiden sonra bu metruk gecekonduda toplanıp, günün sağlamasını yapıyoruz. Bulunduğumuz yerin etrafında bir tek Allah kulu yaşamıyor. Burası bir zamanlar çöplükmüş. O yüzden bizim için emniyetli bir yer. En azından bu geceye kadar öyleydi.
Yürüyerek beş dakika ötede bir mezarlık var. Taşlarını ayyaşların tekmeleyerek kırdığı, yerlerine şarap şişlerini soktuğu bu mezarlığın, daha bugüne kadar normal bir müdavimi olmamıştı. Arada sağlam kalmış tek mezar taşının önünde oturur, kimseye anlatamadığım şeyleri anlatırdım merhumeye. O hep aynı karşılığı verirdi ama, yine de insanın bir dinleyeni olması güzel şeydi. Zaten benim anlattıklarım, bir dirinin duyma eşiğinin çok üstünde, insan algısının hayal dahi edemeyeceği kadar uçuk şeyler. Hüvel Baki, yani benim merhume dostum, derin sessizliğiyle kimsesizliğime ortak oldu. Bütün ağlayışlarıma, itiraz ve isyanlarıma, mutluluklarıma, daima “Altından ağacın olsa, zümrütten yaprak…Akıbet gözünü doyurur bir avuç toprak” sözleriyle karşılık verse de, hiçbir vakit içimi karartmadı varlığı. Bilakis kapkara gidip, bir kümülüs kadar yumuşak ve aydınlık ayrıldım yamacından.
Dün onu da kırmışlar. Öğlen beş dakika bir uğrayayım demiştim. Elimde kese kağıdına sarılmış fındık fıstık…Hüvel Baki’nin yere yatmış taşını görünce ağzımdakiler genzime kaçtı. O an, başıma kötü bir şeyin geleceğini hissettim. Alayı İlliyin, beni yeryüzünde kimsesiz bıraktığına göre, cezam yeni bir boyut kazanmış demekti.
“ Ahsen-i Takvim! Adı batasıca sessiz olsana!”
Karanlıkta Esfel-i Safilin’nin artık paçavraya dönmüş pantolon paçalarını görebiliyorum. Ayaklarını üst üste koymuş. Ara ara bacaklarındaki yaralara konan sivrisinekler yüzünden boşluğa tekmeler sallıyor.
Artık polisler yok. Bu ürkütücü araziyi mavi kırmızı gölgelere boğan arabalarına atlayıp gittiler. Kentin rengarenk ışıkları bulunduğumuz yere kadar yetişemeden birkaç yüz metre aşağıda cılızlaşıp kararıyor. Gecekonduya sapan yolun kenarında susuz bir sebil var. Yalnız onun aynalı yüzü evlerin ve caddelerin ışıklarıyla ışıl ışıl. Bu sebil çöplük için yapılmış olamayacağına göre, muhtemelen bulunduğumuz bölge bir zamanlar tamamen mezarlıktı. İnsanlar ne vakit ölülerin üzerine artıklarını dökmeye karar verdiler acaba? Devir fırıldak gibi dönüyor. Şimdi ne mezarlık var, ne çöplük. Sağa sola birkaç zeytin ağacı dikilecek olsa, pekala yaşanır burada. Hemen kapının ağzında budanmış bir ıhlamur var. Yalnız ince bir firari dal gecekondunun sözde penceresine doğru uzanmış. Çiçekli ve hoş kokulu. Düşündüm, taşındım bu ıhlamuru hiçbir zaman sevemeyeceğime karar verdim. Belhum Adal hapşırınca avuçlarını ağacın gövdesine siliyor.
***
“Alo karakol mu? Serkomiser Salih Şen ile görüşecektim. Ben emekli Albay Sadullah Tanrıverdi. Peki evladım bekliyorum.”
Üç dakika sonra…
“Al…Alo, merhaba serkomiserim. Ne oldu, yakalayabildiniz mi ucubeleri? Ya…Demek öyle. Vay anasını…Nasıl olur böyle bir şey? Ne? İhbar hattı bilişim teröristlerinin eline mi geçti? Bütün bilgiler mi? Yani benim adım ve adresim de? Fakat bizi keklik gibi avlarlar şimdi. Anladım…Ben hanımı da alıp Salihli’deki yazlığa yerleşiyorum. Eğer bu konuşmalarımız da birilerinin eline geçerse, dünya atlasını masanın üzerine ser, Emniyet Genel Müdürünün telefonunu bekle. ”
***
Benden sonra nöbeti Belhum Adal devralacak. Daha iki saat var. Kendisi karargah masasına abanmış uyuyor şu anda. Biliyorum ki, yine aşağılık bir rüya görüyor. Onun rüyasında gezinen zavallı yaratıklar için kabustur bu! Sokak lambasının soluk ziyası sayesinde, eğrilmiş ağzından akan salyayı görebiliyorum. Ne zaman ona geceleri ağzının aktığını ve kendisinden tiksindiğimi söylesem “Ben de kurt var, kolay mı pislik içinde yaşamak” diye çıkışır. Asla ara sokaklarda kıstırdığı erkek çocuklarına yaptığı şeyleri kabul etmez. Aşağılıktır fakat Esfel-i Safilin gibi yüzsüz de değildir. Pişkin pişkin suçlarını itiraf etmez.
“Ahsen-i Takvim! Sen kiminle konuşuyorsun öyle?
“Uyumana bak sefil! Sen uyuyasın diye bu lanet olası deliğin başında etrafı kolluyorum.”
“Polisler gitti mi?”
“Kimse görünmüyor?”
“ O zaman ben gidiyorum?”
Esfel-i Safilin, katlayıp başının altına koyduğu ceketi giyinirken, dışarıdan, çok ötelerden gelen bir ışık odanın içini aydınlatıyor. Gah duvarlara, gah bahçeye düşen ışık muhtemelen bir el fenerinden geliyor olmalı. Önümdeki naylonu aralayıp ışığın geldiği yöne bakıyorum. Evet mezarlıkta biri var. Esfel-i Safilin sandığa koyduğu tabancasını alıp karşı tarafıma geçiyor.
“Mezarlık tarafından…Hüvel Baki mi hortladı dersin? İster misin senin yüzünden onu da bizim gruba versinler?”
Kısık bir kahkaha atıyor. Tanrım ağzında hala insan uzuvları var. Muhtemelen bir kadına ait. Ağzının kenarından sarkan üç tel sarı saç, bu solgun ziyada bile parlıyor. Bir zamanlar okul müdürüymüş. Üzerindeki paçavra o zamanlar kim bilir ne fiyakalı bir takım elbiseydi? Her sabah öğrencileri sıraya dizip, erkek çocukların saçlarına elini daldırırken, ceketinin düğmeleri ışıl ışıl parlıyor muydu acaba? Ya sınıfa girdiğinde, kara tahtanın önünde bir elini cebine sokup, diğer eliyle kız çocukların etek bellerini kontrol ederken? Sınıftan çıkmadan üç paragraflık ahlak notunu da iliştiriyor muydu çocukların henüz lekelenmeye başlayan dimağlarına?
“Bana bak, bir saate dönerim. Beni kontrol için gelirlerse görmediğini söyle. Mazeret uydurmaya çalışma. Her seferinde eline yüzüne bulaştırıyorsun geri zekalı!”
“Nasıl çıkmayı düşünüyorsun? Dışarıda biri var. Yerimizi buldular.”
“Hiç bir şey olmaz. Buraya girmeye cesaret edemezler.”
Duvardaki delikten süzülüp çıkıyor. Ayak sesleri gittikçe uzaklaşırken, içimde yine o korkunç çığlık! İçlerindeki tek kadın benim. Eğer onlara engel olursam, yapmadan duramayacakları akıl almaz eziyetlerin hedefi olurum. Burada kural bu. Kimse kimseye karışmadığı sürece güvendeyiz. İçlerinden bir tek Eşref-i Mahlukat’tan korkmuyorum. O da düşmüşlerden fakat, sefil değil. İkimiz aynı kefenin malzemesiyiz. Bu gece gelmedi. Nerede olduğunu bilmiyorum. Köydeki evlerinin önündeki sedirde uyuyor olabilir. Annesi çok güzel türkü söylermiş onun. Yatmadan önce mutlaka sekiz şarkılık bir konser verirmiş kendi kendine. Bizimki de kaçar kaçar gider yanına. Görünmeden dinler annesini. Kapıdan içeri girerken mutlaka aynı türkü olur dudaklarında. Makaram sarı bağlar. Kız söyler gelin ağlar. Niye ben ölmüşmüyem, annem karalar bağlar? Utanmasa mendil de sallayacak da…
O, bir dairede mutemetmiş. Kasanın açığını arkadaşlarının açıkta duran çantalarından aşırdığı paralar ile kapatırken hiç yüzü kızarmıyormuş ama, sonradan çok koyuyormuş ona bu durum. Tövbe edip, daha düzgün bir hayat için kararlar alıyormuş her gece.
Belhum Adal, ağzını silerek kalkıyor abandığı masadan. Yüzünde masanın üzerine uçmuş dal ve yaprak kırıntılarının izi çıkmış. Kıpırdadıkça kokusu bütün odayı sarıyor. Neredeyse çürümüş etleri.
Mezarlıktan gelen ışık kesildi. Ben Belhum Adal’a bakarken gitmiş olmalı. Elimdeki silahı sandığa saklamanın zamanı geldi. Tamam ben de iyi bir insan değilim ama, bu silah benim ellerimde bir bebeğin kanlı kurban bıçağını tutması gibi iğrenç duruyor. Bütün suçum mahalleli arasında laf taşımak, fakat bu sefil yaratıklarla birlikte yaşamakla cezalandırıldım. Alayı İlliyin, canımı ancak bu şartla bağışladı. Hiç birimiz yalnızken, birbirimizin yanında olduğumuz zamanlar kadar mutsuz olmuyoruz. Günde birkaç saat ayrılmaya iznimiz var. Fakat gece yarısı mutlaka burada toplanmak ve birbirimize katlanırken aynı zamanda birbirimizi korumak zorundayız. Birimizin yakalanması ya da öldürülmesi demek, hepimizin aynı anda başka bir boyuta geçmesi ve belki de daha korkunç yaratıklarla eşleştirilmesi demek. Beyaz önlüklü melek bunu daha ilk düşüşümüzde bize bildirmişti. Eşref-i Mahlukat bu yüzden yarın büyük bir ceza alacak. Ben bu iki sefille baş başa kalacağım.
Belhum Adal, normalde de bu kadar çirkin suratlı bir adammış. Buraya atıldığımız ilk günlerde cüzdanındaki resmini görmüştüm. Aslında bana hiçbir zararı yok. Kadınları hiç sevmez. Onlardan uzak durur. Şoförmüş eskiden. On iki yıl okul servisinde çalışmış. Hiçbir zaman kabul etmese de, pek çok erkek çocuğu şehrin dışındaki yollarda dolaştırdıktan sonra eve bıraktığını hepimiz biliriz. Sonra belediye şoförü olmuş. “Emekçiyim ben” der arada. Burjuvaya falan söver. Proletarya kazanacak, sınıflar çökecek filan. Biz onları bilmiyoruz. Ama onu dinlemekten başka çaremiz yok. Esfel’i Safilin biraz daha çok okumuşumuz. Fakat hiç işi olmamış bu tür saçmalıklarla. Onu dinlerken fermuarının bozuk sürgüsüyle oynuyor. Eşref-i Mahlukat meslek lisesi okumuş. Ticaret. Biz görmedik o dersi diyor. Ben zaten ev kızıyım. Tanıdığım en proletarya, annem. Bunu Belhum Adal’ın tariflerinden yola çıkarak keşfettim. Bana hiç katkısı yok diyemem o yüzden.
***
“Alo. Karakol mu? Ben emekli Albay Sadullah Tanrıverdi’nin karısı Kerime Tanrıverdi. Eşim az önce üç kişinin saldırısına uğradı. Bir kişi de olabilirler, emin değilim. Lütfen hemen gelin. İki yüz yıllık Isparta halısının üzerinde yatıyor. Robdöşambrının yakaları kan içinde. Sanırım midesini deldiler. Lütfen, lütfen gelin kuzum! ”
***
“Amirim metruk gecekondunun olduğu bölgeye gittim. Adreste kimse yok. İyice baktım.”
“Adam uydurmuş olamaz ya. Bıçaklanmış bir de. Az evvel karısı aradı. Boşu boşuna mı ölecek yani?”
***
Gün aydınlanmak üzere. Eşref-i Mahlukat saklanma gereği duymadan eve doğru geliyor. Belhum Abal kusmak için mezarlığa gitti. Sefil yaratık, ne kendi uyudu, ne beni uyuttu.
“Bu halin ne? Neden gelmedin gece? Seni cezalandıracaklar şimdi.”
“Annemin açık kalan gözlerini kapattım az önce. Yani ceza buydu.”
Üzgün, hem de çok. Buraya geldiğimizden beri ilk defa ağladığını görüyorum. Oysa Esfel-i Safilin ve Belhum Adal bile bir çok kere ağlamıştı. Elini yeleğinin cebine soktu ve çıkarttığı para balyasını karargah masasının üzerine bıraktı. O sırada içeri giren Belhum Adal korkuyla Eşref-i Mahlukat’ın göğsünden akan kana baktı.
“Pislik! Yaralanmışsın!”
Eşref-i Mahlukat göğsündeki yaraya dokunup kanlı elini havaya kaldırdı. Bu korkunç bir şey. Şimdi hepimiz…
Onu kaldırıp masanın üzerine yatırıyoruz. Şimdi üçümüzün de elleri kan içinde. Belhum Adal cebinden çıkarttığı şişeyi kokluyor. Sonra şişeyi Eşref-i Mahlukatın yarasına boşaltıyor.
“İğrenç şey, benim sidiğime bile muhtaçsın, fakat hala tiksinen gözlerle süzüyorsun yaralarımı.”
Eşref-i Mahlukat kusacak gibi oluyor. Fakat kıpırdayamıyor. Gözleriyle az ilerisinde duran paraları işaret ederek mırıldanıyor. “Albayı şişledim. Sonra da kendimi.” İri iri açılan gözlerine yeşil bir perde indiğini görüyorum. Belhum Adal masaya şiddetli bir yumruk atıyor. Mahvolduk! Mahvolduk!
***
“Hikayeleri ne?”
“Baş tarafta yatan şoför. Diğer üçü yolcu. Kaza sonucu camlardan fırlamışlar.”
“Tetkikler…”
“Doktor Bey, dört aydır hiçbir ilerleme yok durumlarında. Aksine çürümeye başladılar. Dosyalarını masanıza bıraktım.”
“ Tanrı dilerse ölecekler. Dilemezse…Hiçbir şeyleri aksatılmasın!”
“Aileleri bile arayıp sormuyor efendim. Sonuçta biz de her işini parayla halleden bir müesseseyiz. Daha ne kadar…”
“Ne diyorsam onu yapın! Ben kimsenin fişini çekmekle yetkili değilim. Siz de!”
“Bir dakika! Efendim, biri ölmüş. Biri ölmüş nabız yok. Solunum yok. Hiçbir şey yok!”
***
Esfel-i Safilin öğlene doğru gecekonduya geliyor. Duvardaki naylonu hışırtıyla açmasıyla Eşref-i Mahlukat’ın üzerindeki kara sinekler camsız pencereden dışarıya kaçıyor. Belhum Adal köşeye büzülmüş başı ellerinin arasında düşünüyor. Havanın aydınlanmasıyla, etsiz kalmış kemiklerini yalayan beyaz kurtları görüyorum. Saatlerdir aynı cümleyi tekrarlıyor: “Hiç değilse yaşıyorduk.”
Esfel-i Safilin hiçbir şey söylemeden masanın yanına kadar yürüyor. Arkada bıraktığı kan izlerini takip ediyorum. Sinekler çoktan yerlerini almış bile.
“Sen ne yaptın?”
Belhum Adal bu sözleri söylerken dudağının kenarındaki kurt tutunamayıp dizinin üzerine düşüyor ve göz açıp kapayıncaya kadar dizkapağının altına giriyor. Esfel-i Safilin donmuş gibi. Belhum Adal güçlükle yanına kadar sürüklenip onu ayağıyla dürtüyor. O anda Esfel-i Safilin elini belinden çekiyor ve pantolonu kemeriyle birlikte yere düşüyor. Adamın belden aşağısı kanlar içinde! Sessizce birbirimize bakıyoruz. Sonra biri naylonu açıp içeri giriyor. Hışırtıyı ve beton zeminde tıkırdayan adımları duyuyoruz fakat hiç birimiz ondan yana bakamıyoruz.
“Alın bunları!”
***
“Hemen alın bunları! Ameliyathane hazırlansın. Son bir şans! ”
“Fakat doktor bey, kanamaları gittikçe artıyor. Yaşamazlar!”
“Ben yaşatacağımı söylemedim ki! Daha kolay ölmeleri için... Fişlerini çekmeden…”
***
Hiç böyle düşünmemiştim. Evet bu en sonunda olacaktı ama insan o an gelene kadar hep son dakika golü bekliyor. Adamların üçü de karşımda yatıyor. İkisi masanın üzerinde, biri yerde. Tek başıma Belhum Adal’ı masaya kaldıramadım. Sanırım bir denge bu. Eşref-i Mahlukat ve Esfel-i Safilin yan yana. Ahsen-i Takvim ve Belhum Adal yan yana.
Bu kaseti her kim dinliyorsa şunu bilsin ki, hayat alem içre bir soluk denizi. Edebi ya da felsefi bir saçmalık da diyebilirsiniz bu cümleme. Benim için önemli değil. Gökyüzüne yeşil bir çarşaf çekiyorlar. Kasetin sonu da geldi. Arkamda biri var. Anneme canımın acımadığını söyleyin. Bir de… bu teybi dönercinin yanındaki elektronik mağazasına geri verin. Bugün dokuz mart iki bin on iki… Tamam…Bitti…
***
“Bu nasıl olur? O evi kaç kere aradık. Gözetledik. Kimse girip çıkmadı. Şimdi bu kaset, bu teyp…Bunu üstlerime nasıl açıklarım?”
“Başkomiserim, şimdi bundan daha büyük bir sorunumuz var? Muhbirlerimiz teker teker öldürülüyor. Adları ve adresleri deşifre oldu. Çoğu sivil vatandaş.”
“Kamil, bunun için yapılabilecek hiçbir şey yok. Genel Müdürlükten emir geldi. ‘Teröristler önemli bilgilere ulaşamadı’ açıklaması yapacağız.”
“Fakat…”
“Kamil!”
“Emredersiniz efendim.”
...ENGİNDENİZ...
YORUMLAR
Aynur Engindeniz
İyi ki varsın.
bu kesinlikle üst zekalı okuyucu için yazılan bir yazı.Üç defa okudum ben birşey anlamadım.
Eşref-i Mahlukat ve Esfel-i Safilin yan yana. Ahsen-i Takvim ve Belhum Adal ...
SEN SİHİRLİ KALEMSİN BOŞ YAZMAZSIN AMA
BUNU OKUMAKVE ANLAMAK BENİ AŞIYOR İÇTEN DİYORUM...HOLTE...
SAYGIMLA...
Aynur Engindeniz
Teşekkürler varlığına.
Sevgiler çokça.
DİLEK YILDIZI
senin kalemin benim idolum...sen iltifat dediğimi sanıyorsun hala...
sen aşmış Suyun üstünde yürürüyorsun dedim. Amatör kelimesi dersen ben hiç bir harf yazmamam gerekir o zaman.
Ama yeni yazmaya başlayanlara verdiğin moral için kendi adıma teşekkür ederim...
HEP YAZ EMİ...SENİ OKUMAK İLHAM OLMUŞTUR HEP BANA..
Aynur Engindeniz
Çok Amerikan filmi seyrediyorum sanırım. Onlar da öyledir ya, ölmek üzereyken bile espri yaparlar ya da bir birlerini öperler:)
Beğenmenize çok sevindim. Çok yazı eklemeden bile edebi ve kişilk tarzını oluşturmuş, tanıtmış, kabul ettirmiş bir 'karizmadan' beğeni almak koca bir "oh"tur bende.
Sevgiler.
sahra
:))
olsun ama sizler varsınız okuyacağım birkaç kişi var.film dediniz de ben bir gerilim filmi bulup izleyeyim :) görüşürüz.
Aynur Engindeniz
Filmi bulursanız adını rica edeyim:)
Sevgiler ve teşekkürler tekrar.
Okunduğunda güne niye geldiği merak edilmeyen bir öykü olmuş. Hatta güne geldiği unutulup, üzerine düşünülen, düşüncelere dalmışken Sahi, ben mutfağa niye geldim? dedirten bir öykü. Ölümün kıyısında yaratılan alternatif dünyalar için güzel bir çeşitlemeye tanık oldum.
Öykünün geneline bakınca yine dört artı bir kişilik bir öykü olmasına rağmen yazarın kendini çok daha evinde hissettiğini düşünüyorum. Dikkatini olayın kurgusunun ötesinde, hikayenin zengin anlatımına vermiş. İlk hastane sahnesi için acaba erken mi diye düşünürken, finale gelince o sahnenin doğru yerde bulunduğunu anladım.
Elinize sağlık. Gerçekten güzeldi. Saygılarımla.
Aynur Engindeniz
Hep dediğim gibi, örnek alınacak bir yazarsınız. O yüzden sözleriniz ve verdiğiniz bilgiler altın değerinde. Ben bunu biliyorum, herkes de bilsin diye tekrar tekrar söylemeye devam edeceğim. ( "Enler forumunda" çok çınlatıyorum kulaklarınızı)
Bir dahaki çalışmam sizden kopya olacak. Bunu da itiraf edip, teşekkürlerimi sunuyorum. Saygılar.
İlhan Kemal
Tabi ki her şeyin kendi içinde bir mantığı vardır, olmalıdır. Genelde öykünün başında Bunları böyle kabul ederseniz size güzel bir hikaye anlatacağım denir.
Örnek alınacak bir yazar olduğumu düşünmüyorum. Belki de Fenafil döneminde her gün düzenli yazıyor olmam güzel bir özellikti; bugün o da kalmadı.
Benden kopya olmaz; sadece ortak bir konu kullanmış olursunuz. Bu da güzel bir şeydir; aynı olaylara başka yazarların yaklaşımı zenginliktir. Gerçek atölye çalışmalarının temelinde de bu yatar. Öyküyü sabırsızlıkla bekliyorum. Saygılarımla.
sevgili dost kalem güne gelen öykünüzü canı gönülden tebrik ediyorum..
başarılar dileğimle selamlar..
Aynur Engindeniz
Sevgiler.
Bitirince bir süre öyle kaldım. "bu neydi şimdi?" diye sorarak.
Bu dört kahramandan en çok anlatıcıya yakınım sanırım, birçoğumuz öyleyiz belki. Her konuda uyanık geçinirim, zehir gibi akıllıyım sözde, sonra nasıl gidip şeytanın o en basit tuzağına düşerim ben de anlamam. Çenemi tutmayı bir öğrensem!
Öykünüz bu sefer diğerlerinden daha farklı. Tek kelimeyle çarpıcı hem mecaz hem gerçek anlamlarıyla.
Bir tek Hüvel Baki'nin mezardaki teyzeye uygun bir isimlendirme olup olmadığına takıldım biraz. Belkide de kurtçuklardan kurtulmak için satırları hızla geçerken birşeyler kaçırmışımdır. Zira o kurtçukları ağzımda hissettim bir an. Bundan sonra iki düşünür bir söylerim inşallah.
Elinize sağlık.
Aynur Engindeniz
Hepimizin ama büyük, ama küçük bir çok kabahatimiz vardır. Rabbim has kullarından olmayı nasip etsin hepimize...Ben sizin o tabir ettiğiniz durumda bir insan olduğunuza inanmıyorum ki, hislerim beni hiç yanıltmadı daha:)
Yine kalbimi hoplatan bir yorumdu, teşekkür ederim sevgili yazarım...
Sevgiler güzel kalbe.
Öncelikle yazarımı gün seçkisi ve güzel öyküsünden ötürü tebrik ediyorum.
Eminim bu öyküyü okuyan herkes farklı çıkarımlarda bulundu. Yani herkes farkli birşeyler gördü, anladı, hissetti. Bu olay şiirde olması gerekendir, olmadığı taktirde şiiri zayıf düşürendir. Ve düz yazı için oldukça zor her kalemin harcı olmayan bir zenginliktir. Ben iki kere okudum. İkisinde de soluksuz :)
Tekrar tebrikler.
Sevgim ve hayranlığım daima bu sayfaya, sahibine...
Aynur Engindeniz
Sevgiler canım benim.
sayfaya düşen güzel yazılarınızdan birisini yine büyük bir beganiyle okudum sevgilerimle Bogazın kıyısından slm
Aynur Engindeniz
Çok uzun olmasına rağmen akıcı ve kendini ziyadesiyle şevk ve merakla okutan muazzam bir yazıydı. Zekanıza ve üslubunuza hayran kaldım inanın. Güne yakışan bu değerli yazıyı ve iyesini kutlarken, seçki kurulunun da yerinde ve hakkıyla işlem yapmasına teşekkür ediyorum.
Selam ve saygılarımla sn yazar..
Aynur Engindeniz
Var olun. Sevgiler.
Aynur Engindeniz
Enginkalem'i güzel yerlerde görmek ne mutlu.
Annem hep derdi ki; arkanızdan kenarı oyalı mendiller bırakmayın: Çabuk solar gider. Kendinizden bir şeyler bırakmak istiyorsanız "Adınız Kalsın."
Başarıların Raflara yükselmesi en büyük dileğimdim arkadaşım.
Aynur Engindeniz
Seni seviyor bu kalem:)
Hemen konuya geçmeyeyim diyorum, önce bir hâl hatır sormalı. Umuyorum ki keyfiniz yerindedir, bir kahve yahut çay içerken okuyorsunuzdur yazdıklarımı. Ben kahvemi içtim fincanımı kapadım - çok da anlarım ya- . İşlerim var, onlara başlamadan evvel günün yazısını; Sevgili Aynur Hanım'ın yazısını okuyayım dedim.
Okudum...
İkinci kez okumalıyım dedim, bunu derken bir okuyuşta anlamıyor musun Havin deyip çimdikledim kendimi. Bir saatten fazladır bu sayfadayım sanırım. Her sayfada bu kadar kalırsam günü 48 saate çıkarmak değil 360'ı düşünmelerini isteyeceğim gökten-aydan-güneşten...
Öncelikle azminizin gözden kaçması için kör olmak gerekir. Nesir çalışmalarınızdaki istikrarlı ilerleyişiniz taktire değer. Emek veriyorsunuz, hem de koca koca saatler. Aklınızdan çıkmıyor yazdıklarınız-yazacaklarınız, tasarımlarınız vs. Okumaya değer verenlerimizin bu hassasiyetine dikkat ederek emek verenleri baş tâcı yapmak gerekir.
Gelelim öykümüze.
Hazan kuşları...
Müziğin öyküsü öyle derin ki... Birgün oturup hayâllerinize yolculuk etmeniz gerektiğini düşünüyorum. Öyküler de düşlerin aksi fakat anlatmaya çalıştığım bambaşka bir şey. Bir gemi ve denizi düş edin... Şu an bile söylediğimi anladığınızı düşünerek burada noktalıyorum...
Öykü heyecanlı bir girişle sürüklüyor okuru. Lâkin öylesine ince bir ayrıntı var ki ve eğer ki bu olmasa idi açıkçası bu yorumumun adı, seyri çok farklı olacaktı.
Ahsen-i Takvim.. Esfel-i Safilin.. Alayı İlliyin...Belhum Abdal...
Şu dörtlü olmasa idi öyküyü anlamak, imkânsızın imkân sınırlarını parçalar derecesi olurdu. Okurken diyorum "yahu Aynur Hanım bu kadar sıkıcılığın içinde bir şeyler aratıyordur muhakkak kaçma Havin otur ve iyice anla!"
Biraz daha derin düşününce evet taşlar oturuyor yerine.
Ve dünya hâlleri...
Ve kaçtığımız, korktuğumuz, sırt döndüğümüz, acıdığımız, merhamet dilediğimiz insan profilleri... Eyüp Sultân geldi aklıma bir an. Hiçbir alâka yokken diyeceğim ama ağzından kurt düşüp dizi altında yine yer buluyorsa... Zor değil neden düşündüğümü düşünmek...
Bir beyin fırtınası. Okura verilmesi gereken ne var ise mevcut öykü unsurlarında. Tekrar emeği taktir etmek tekrara sebep baş ağrıtsa bile teşekkür etmekten alamayacağım kendimi.
Birkaç önemli niteliği daha, yazının kendini okutması adına..
Sayfa düzeni, yazım kurallarına uyumu vs. Kişi, evinde nasıl ki konuklarını kusursuz bir görünümle ağırlamak istiyorsa buradaki sayfalarda da böyle olmalı düşünce. 6 yılı aşkın süredir buralardayız, demirbaş gibi hissediyorum kendimi ve aile diyoruz o zaman lütfen konuklarımızı böyle özenle ağırlayalım efendim...
Bu arada "makaram sarı bağlar lo kız söyler gelin ağlar, niye ben ölmüş müyem lo asyam karalar bağlar..."
Güzeldi..
Kâlbî teşekkürle ve azminizin dâimiliğine dâir kâlbî dileğimle..
Esen kalın...
Aynur Engindeniz
Çabamı görmüş olmanız bile mutlu olmak için yeter bana. Hepsi birer çaba gerçekten. Daha iyisine varabilmek için küçük adımlar. O yüzden kim çalışmalarım için "Mükemmel" dese, belim iki kat bükülüyor, içimdeki endişeler kaynama noktasına geliyor. Kafam karışıyor. Sürekli içimde koca bir "Hayır olmuyor" cümlesiyle dolaşıyorum.
Yazmak hiç bir zaman hobi olmadı benim için. Yan uğraş, boş vakitleri doldurma telaşı falan olmadı. Hep kendimce adımlar atarak kendimi olduğum yerden daha öteye itmek çabası bunlar. Arada güneşi görüyorum, fakat kaybolması uzun sürmüyor. Fakat yine de onu kovalamaktan yılacak değilim. Başarı yolumun en sonuna koyduğum hedef. Yaklaştıkça, ona bir tekme vurup daha uzaklara atacağım. Maksat yol bitmesin...
Neyse, daha fazla sıkmak istemem. Hazan Kuşlarındaki mesajınızı da aldım.
Anlaşılmış olmama ise çok sevindim.
Makaram Sarı Bağlar türküsünün orjinalinden biraz sapmak zorunda kaldım öyküde. Umarım sahibine haksızlık etmemişimdir.
Sizi takip ediyorum. O yüzden boşa kelime sallamayacağınızı da biliyorum.
Çok teşekkür ederim emek dolu desteğiniz için.
Sevgiler.
**Havin_**
Yanaklarımı tooparlamaya çalışıyorum; fincanıma eşliğiniz ne güzeldi. Akşam bir arkadaşımla görüştük uzun ayrılık yaşadığım bir arkadaşım. "Ne güzel aradaki saygıyı korumamız" dedi. Mesela dersleri geçersen " ooo haydi Havin kutlayalım" derim dedi tabii aklımda kalabileceğim ihtimali dolanırken demez mi " olmadı geçemedin diyelim, haydi bunu da kutlayalım deriz" deyince koptu sükûnetin ipleri..
Kalırım gibime geliyor da birinde kalır diğerinde geçeriz dert mi efendim(!) Hayırlısı dedim her zaman ve yine hayırlısını diliyordum dün kalemi oynatırken sorularda...
Emeğinize dâir birkaç cümle kurdum sadece ama inanın gözlerinizdeki endişeyi bile hissedebiliyorum. Yazan yüreklerin ve böylece emek verenlerin hâllerini az çok tanımışızdır. Emek diyorum, kaleminize verdiğiniz değer o kadar bâriz ki sayfanın ayrıntılarına duruşuna dokunuşum da bundandır.
Hiçbir zaman çok iyi olamaz insan hiçbir konuda. Emeği yere göğe sığdıramamazlık ederim ben ama asla beceriye tam not vermem. Üniversitede bir tez çalışmam olmuştu, Farklıydı her çalışmadan sunumları vs. ve alacağım notun çok iyi olacağını biliyordum ama "çok iyi" not insanı hep bir adım geriye götürür. Bundan dolayı buruktu içim. Ve çalışma değerlemesini yapan öğretmenim - ki o başarılarımın en büyük destekçisi olmuştu her zaman-. Demez mi:
"aslında çok iyi bir çalışma Havin, oldukça gayret etmişsin ama en yüksek notun sana haksızlık olacağını bildiğimden seni en iyisinden bir adım geride bırakacağım..."
Kural hep bu olmalı. Bizi çok para mutlu eder mi? Bir anda dünyanın en zengini olmuşsunuz meselâ ne hisseder insan.. Âh derim sırat olsa da aşağı atlasam... Emeklemek gerek, tırmalamak, didinmek ve can pahasına uğraşmak... Bunları yaşarken yaşanılanlar mutlu eder insanı dâima, neticeler asla...
Zaman ilerlerken daha daha uzaklarda dönüp baktığınızda kat ettiklerinizi görünce mutlu olacaksınız, inanıyorum... Ve burada çıtası hep bir adım üstte olan çalışmalarınızı görmek dileğiyle deyip fazla can sıkmadan gidiyorum.
Sevgiler...
**Havin_**
Unutmadan!
Şarkıya değinişimin aslı olması gerektiğine dâir not olduğunu fark etmeniz daha da mutlu etti..
Aslı daha daha başkadır ama bu da yetiyor bize işte...
Aynur Engindeniz
Bir zamanlar öğrenciyken ölene kadar Meftune Hanımefendiden İş Hukuku dinleyecekmişim gibi hisseder, ondan başka hiç birşey düşünemezdim. Şimdi ne Meftune kaldı, ne İş Hukuku:))
Sevgiler güzel yüreğinize.
Ülviye Yaldızlıı
Ağır ve güzel...
Gariptim.Daha bir garip oldum.Ve yine beni bana getirmeyi başardın...
Tebrikler. Ne olur tek bırakma kelimelerimi...
Sevgim hep hep
Aynur Engindeniz
Aynur Engindeniz
Aynur Engindeniz
Ülviye Yaldızlıı
Aynur Engindeniz
Ülviye Yaldızlıı
Abartılı tebriklerden ve tekrarlanan övgülerden fazla hoşlanmadığınızı biliyorum. Sizin için mühim olan emeğinizin okunuyor olması değil mi? İşte ben de sizi zevkle takip ettiğimin bir nişanesini bırakıyorum sayfanıza. Kutlarım.
Aynur Engindeniz
Gördüm, sevindim.
(Size daha ne kadar ısrar etmemiz lazım?)
Saygılar.
Aynur Engindeniz
Güzel olan kapalıda duran güzelliği görmektir. Sevgiler selamalr.
Öyküleri zenginleştiren sanırım gözlemdeki hassas tartı olsa gerek...
Yine sana has emek verilmiş çok değerli bir çalışmaydı...
Tebrikler Aynur...
Aynur Engindeniz
Sevgiler.
Ülviye Yaldızlıı
Mehtap ALTAN
Hürrem önce senin öykülerini o vakit :)
Ülviye Yaldızlıı
Hemen bir koşu gidip, bir şeyler yazmalıyım...
Ama ne ? ama ne? aman, neyse ne:)?
Yarın sabahtan postacı Recai'ye söylerim. Hemen getirir:)
Ülviye Yaldızlıı
Biri de sus dese hemen susacağım ama...:)
Aynur Engindeniz
İkiniz de yazacaksınız kaçarı yok:)
Sultan senin, adamı aşık eden öykülerini, Mehtap senin de hayatı sorgulatan imgelerinden bir demet öyküyü bekliyor olacağım.
Başarılar ikinize de...
Ülviye Yaldızlıı
Mehtap Yıldız
heler kaynatmışınız neler ben yokken(:
sultanın yüzünü gören cennetlik zaten
sevgimle
Mehtap ALTAN
umarım birgün öykünün toprağında da imgelerimi büyüterek edebiyat yapabilirim...
Sevgiyle...
Aynur Engindeniz
Bu seferde kutlamak için geldim Engindeniz'imi.
Kesinlikle beklediğim ve hatta bildiğimdi o yüzden şaşırmadım günde görünce :)
Yerini ziyadesiyle hakeden, çok titiz bir çalışma sonucunda ortaya çıktığı her satırından belli olan hikayeni ve yazan kalemini bir kez daha kutluyorum can dostum.
Seni tanımak kadar yazdıklarını okumakta özel bir duygu bahşediyor bana. Kendi adıma bu güzelliklere bizleri vakıf ettiğin için bir kez daha kalben teşekkürlerimi kabul et lütfen.
Çok pek çok sevgim ve duam ile...
Aynur Engindeniz
Birşeyler yazmaya çalışıyoruz işte. Yarım yamalakda olsa:) Maksat alıştırma yapmak...
Sevgilerimle canım.
Aynur Engindeniz
Teşekkürler sevgili Sema Hanım.
Sevgiler.
Aynur Engindeniz
Sevgiler benden canım.
(:
en azından artık geceleri neden uyuduğunu biliyorum minik kuşum(:
ve senin adına çook çook seviniyorum
umarım rüyanda beni görürsün Aynur
..............inş........
tabiikide bekliyordum ve kutluyorum canım
kocamanından hemde
sevgimle
Aynur Engindeniz
İnşallah seni sahiden görürüm birgün. Rüya kısmı sonraya kalır:)
Ben de kocamanından seviyorum canım benim.
Aralik sonrasi " Anneme canımın acımadığını söyleyin"
Enginlige hayranligim ile,
kutlu'yorum.
Aynur Engindeniz
İlk işim Hüseyin Altından Hazan Kuşlarının nasıl bir şarkı olduğuna bakmak oldu.
:(
Videosunu eklemek istersin diye düşündüm.
<iframe width="420" height="315" src="http://www.youtube.com/embed/UUPk_4xctmI" frameborder="0" allowfullscreen></iframe>
Aynur Engindeniz
Ama güzel şarkı değil mi? Öyküyle çok ilintili olmadığı için eklememiştim ama madem söyledin hemen ekleyivereyim:)
Sevgiler ustam.
teşekkürler engindeniz.......sayende çok güzel şeyler öğreniyoruz...buda neymiş demeden olayı güzel kaleminle kişiler üzerinden bize sunman ayrı bir yeti... buda sende fazlasıyla var...saygılar
Aynur Engindeniz
Aynur Engindeniz
Sevgiler sana.
Sanırım bir denge bu. Eşref-i Mahlukat ve Esfel-i Safilin yan yana. Ahsen-i Takvim ve Belhum Adal yan yana. her şey tezatıyla mukim değil mi sevgili Aynur...Bir tarafta yaratılanın en şereflisi diğeri ise beşer olma noktasında aşağıların en aşağısına indirilen iki tezat birbirinin varlığına şahitlik etmekte
Ahsen-i Takvim ve Belhum Adal en güzel yaratılan ve hayvandan bile aşağıda olan...tezatlar olmasa güzellikler nasıl bilinirdi...
ölümü, yanı sıra yaşama katılacak anlamlarla hayatın kıymetli olacağını ve yaşanmasının anlamı olacağını mükemmel aktarmışsın..ak ya da kara doğru ya da yanlış seçimlerimiz ölçüsünde insan olabileceğimizi, nefsimizin iplerini irademizin kontrolüne aldığımız müddetçe yaşarken ve ölürken şerefli olacağımızı ne güzel hikayeleştirmişsin...
kaleminini dimağını Allah nazarlardan saklasın yüreğine sağlık zihnine bereket var ol her zaman okumaktan büyük keyif aldığım nadide bir yazıydı... sevgilerim selamlarımla
Aynur Engindeniz
Diğerleri de insanlık halleri...Beğenmenize çok sevindim.
Sevgiler saygılar...
Kahramanların isimlerini kurguda -nasıl oturtuluyor merak ettim doğrusu...
İsimlerde tanıdık, soyisimlerde...
Tebrikler Aynur...
Aynur Engindeniz
Teşekkürler.
çıkmadan evvel tekrar geldim canım.
akılmda kelimelerin telaşa düştü sanırım ki...
ben bu güzelliği gece gece biraz sersem okudum Aynurum.
yeniden daha geniş ve ayık okumalıyım sanırım...nasip olursa yarın yeniden geleceğim inş..
favorimsin....gecen hayırlı olsun kıymetlim...
Lavi_(n)_Su tarafından 3/10/2012 1:25:07 AM zamanında düzenlenmiştir.
senin bu deli aklını
bilsen ki nasıl seviyorum öyle akıllı akıllı...uslu çocuksu
Ah Aynur
sen hiç uyumazmısuın geceleri aşkısı....uyumayı öğren artık canısı
seviyorum engin güzelliğini
İlahi Aşkla hep tanem
duamsın.....
Aynur Engindeniz
Sen bu yazıyı yazarken ben uyuyordum gül çiçeğim:)) Artık geceleri yazmıyorum:)) Ama uyurken de faal bir beynim var ne yazık ki...
Ben de seni akıllı uslu seviyorum güzel dostum benim:))
Sevgiler çokça.
Günışığım öykünü okuyup bitirdikten sonra kendimi şöyle bir yokladım. Uzun bir yazının sonunda aklında kalan seni en etkileyen şey neydi diye. Ve bazılarının belki sözlük ve ya güncel deyimle google amcadan bakarak anlamını öğrenebilecekleri 3 ismin etkisinde kaldığımı farkettim.
Ahsen-i takvim, “En güzeli yazabilecek kıvamda, kabiliyette yaratılmış olma.”
Alâ-yı illiyyîn, “Bunu başarabilenlerin ulaştıkları yüksek makam.”
Esfel-i safilîn, ise “Yanlış yazanların düştükleri aşağılık ve çöküş”
Sadece bunlar için bile bir kez daha hayran olunası bir kalemin var can dostum yürekten kutluyorum seni.
Daim sevgimle...
Aynur Engindeniz
Sevgiler canım.