- 714 Okunma
- 7 Yorum
- 0 Beğeni
Yedi Koca Yıl
CIA’i sever misiniz? Hemen seven var mı demeyin; bir tane var: Ben severim. İstihbarat örgütlerinin hiçbirinden hazzedilmediği bu dünyada ben, Mustafa İlhan Tunalı, CIA’i seviyorum.
Peki bu sevgi neden? Belki de ben diğer insanlara sormalıyım: Sizin düşmanlığınız nedendir diye. Ne yaptıklarını herkesin bildiği gibi ağızlara sakız olan lafları geçin, “Şu gün CIA’in bana şu kötülüğü dokundu.” diyebilir misiniz? Bu örgüt kişisel olarak, doğrudan (dolaylı değil, kelebeğin kanat çırpışına çevirmeden) size zararlı bir harekette bulundu mu? Bulunmadı. Ben ise göğsümü gere gere “CIA’in bana büyük iyiliği dokunmuştur!” diyebilirim. Nasıl mı?
Eylül’ün serinlemeye başladığı günlerden biriydi. Astoria kafede Yusuf’u bekliyordum. Yusuf güvenilir bir adamdır, randevularına mutlaka gecikir. Geldiğinde de bahanesini hayatta tahmin edemezsiniz. Bir gün evde piyano teslimatını bekler. Daha sonradan siz evde teslim edilmiş bir piyano olmadığını görünce cevabı hazırdır: “İşte o gün bekledim, seninle buluşmama geç kaldım, baktım gelmiyorlar, ben de çıkıp geldim. Bir daha da piyano getiren olmadı.” Diğer bir gün evinin önüne yolcu uçağı iner. Sizin “Nasıl yani?” diyemeden cep bilgisayarından haberi gösterir. Gerçekten bir yolcu uçağı evlerinin önündeki nehre acil iniş yapmıştır. Olay o kadar ilginçtir ki aklınıza Yusuf’un elindeki bilgisayarın telefon özelliği de olduğu ve onunla sizi arayıp geç kalacağını söyleyebileceği gelmez. Neyse, lafı dolaştırmayalım, Yusuf o gün de geç kalmıştı.
Başımda dikilen Ebony’e, kendisi Yusuf’un favori garsonu olur, kahve şiparişimi verdikten sonra elimdeki tablette gezinmeye başladım. Nasıl oldu bilmiyorum, arama motoru bir sebepten ötürü beni CIA’in dünya ile ilgili raporlarının olduğu siteye yönlendirdi. Ülkelerle ilgili istatistiksel bilgilerin verildiği bu sitede ister istemez Türkiye’nin sayfasını çevirdim. Bir başka pencerede de Amerika’nın sayfasını açık tutuyordum ki, karşılaştırabileyim. Ekonomik ve askeri karşılaştırmaları bolca yaptıktan sonra gözüm bir noktaya takıldı. Bütün o sitede beni doğrudan ilgilendiren yegane sayı ile karşı karşıyaydım: Türk erkeğinin ortalama yaşı! İster istemez kalan süremi hesapladım. Yolun ilk yarısı çoktan bitmiş, diğerinden de epey bir miktar katedmiştim. İçgüdüsel olarak Amerikalıların hayat uzunluğuna baktım: Erkekleri benden yedi yıl fazla yaşayacaklardı.
Niye böyleydi? Sonuçta onlarla aynı ortamı paylaşıyor, aynı yiyecekleri yiyor, aynı oranda alıştırma yapıyordum. Ama bir şekilde onların cebinde fazladan yedi yıl vardı. Kahvem geldi, herkes gibi şekere uzanmadan içmeye başladım. Diğer masalara benden farklı bir şeyler yapıp yapmadıklarını anlamak üzere göz gezdirdim ama değişik bir şey göremedim. İki yaşlı kadın sohbet ediyor, ederken kahvelerini yudumluyorlardı. Gençten bir çocuk kendisiyle aynı yaşta çekik bir kıza bağlama çekiyordu. Masaların üzerindeki dizüstü bilgisayarlarına gömülenleriyle Astoria, Manhattan’ın göbeğinde sıradan bir kafeydi ve ben de sıradan, onlar gibi yedi yıl fazla yaşaması gereken bir müşteriydim.
“Dalmışsın?”
Ben irkilirken Yusuf da bir sandalye çekip yanıma oturdu.
“Olur öyle” dedim, “Seni beklerken zamanın başka türlü geçeceği yok.”
“Hemen hücuma geçme. Olanları anlatınca inanamayacaksın.”
Başka zaman olsa fırsatı kaçırmazdım. Yusuf’un hayalgücü bizi saatlerce eğlendirebilirdi. Zaten hayatını da bu gücün sayesinde yazdığı kitaplarla kazanıyordu. Epey sayıda basılı eseri vardı ve utanmadan kendine yazar diyordu. Ama bu sefer aklım okuduklarımla öyle meşguldü ki konuşmasına izin vermedim.
“Tamam, tamam, her ne ise unutalım gitsin. Sen şimdi şu soruma cevap ver.”
“Ama...”
“Tamam dedim ya.”
Sonra ona kafamı kurcalayan sorunu anlattım. İlk tepkisi:
“Seni çok uzun süre bekletmişim; belli ki yaramamış.” oldu.
İfademi görünce alay etmeyi bıraktı. Konuya daha ciddi bir şekilde yaklaşmayı denedi:
“Dediğin gibi aynı koşullarda yaşıyorsun. Peki farkın genetik sebeplerle olabileceğini düşündün mü?”
“Amerikalılardan bahsediyoruz. Onların da kendi aralarında genetik bir ortaklıkları yok ki. Onlar bir çorba, biz onlardan çorba.”
“Haklı olabilirsin” dedi. Sonra salona dönüp:
“Aslında cevabı ortada.” diye devam etti. Bir yandan Ebony ile göz göze gelmeye çalışıyor, bir yandan da konuşuyordu.
“Onlarla aranda büyük bir fark var. O da senin bir Türk kadınıyla evli olman.”
“Yani?”
“Yanisi yok işte. Sen kendin söylüyorsun, yıllardır onun evinde yaşıyor, onun istediklerini yiyor, onun giy dediklerini giyiyor, çıkar dediklerini çıkarıyorsun. Evlendiğinizden beri hemen her gün tartışıyorsunuz ve bugüne değin herhangi birini kazandığını hatırlamıyorsun. Sen çocuk istemiyordun, o istiyordu ve bugün dört çocuk babasısın. Tatillere onun istediği yerlere gidiyorsunuz. Onun ailesi New York’a geldiğinde bir ay kalıyor, seninkiler ise bir hafta; o da iki yılda bir. Her buluşmamızda en azından kırk beş dakika ondan yakınıyorsun ve her seferinde ondan gelen mesajla apar topar evine koşuyorsun. Haliyle de bu ritimle de yedi yıl erken gideceksin.”
“Hadi canım...”
“Soğukkanlılıkla bir düşün, haklı olduğumu göreceksin.”
Ebony’nin gelişiyle Yusuf’un dikkati konudan uzaklaştı ve siparişine odaklandı. Doğru söylüyor olabilir miydi? Başka bir sürü etken yok muydu? Tek fark Türk kadını mıydı? Evet, ben Amerika’da yaşıyordum ama geri kalan Türkler okyanusun öbür tarafında, buradakinden çok değişik koşullarda yaşıyorlardı. Ebony gittiğinde buluşumu Yusuf’a açtım.
“Peki” dedi. “Kendimi daha fazla yormayacağım. Yeniden gir o siteye.”
Tableti elime alıp dediğini yaptım.
“Bak şimdi Yunanlıların ortalama yaşına.”
İnanılmazdı! Komşunun erkekleri benden sekiz yıl daha fazla yaşayacaklardı.
“Sence Yunanlılar bizden çok mu farklı yaşıyorlar? Demek ki...”
Demek ki eşim benim ömrümü tüketiyordu. Bunu hep söylüyordum ama bilimsel bir gerçek olabileceğini düşünmemiştim. Ne yapmalıydım? Boşanmalı mıydım? O yedi yılın bir bölümünü geri alabilir miydim?
İçimden bir ses, karımınkine benzer bir ses, bunun böyle olmadığını söylüyordu. Birden aklıma geldi:
“O zaman...”
Yusuf kahvesini karıştırıyor, az ileride dizüstü bilgisayarı ile meşgul bir kızı seyrediyor, beni dinlemiyordu. Onu dürtüp baştan aldım:
“O zaman bunu nasıl açıklayacaksın? Türk kadını da Amerikalıdan az yaşıyor, hem de sekiz yıl.”
Umarsızca güldü.
“Bariz değil mi? Ulu çınar devrilince, sarmaşık da onunla beraber gidiyor.”
Fincanımı ağzıma götürdüm: Boştu. Ebony’e “Bir tane daha” işareti yaptım. Bu arada telefonum mesaj aldığını bildiren şekilde titredi. Eşimdendi, ister istemez okudum. Sonra kalktım, tabletimi koltuğumun altına aldım. Sorgulayan gözlerle bakan Yusuf’a beklediği açıklamayı yaptım:
“Kusura bakma, gitmem gerekiyor. Akşam sinemaya gidecekmişiz.”
“Hangi filme?”
“Bilmem, söylemedi. Ha, bu arada, benim kahve gelince sen içersin artık.”
Aceleyle kafeden çıktım.
YORUMLAR
Böyle yazının içinde çok ciddi bir biçimde ilerlerken ,birden kahkahayı bırakıverdim.Dedim nereden geldi aklına ,nedir çağrışım yapan ,yazarlık bu olsa gerek ,kişinin geniş hayal gücü,ben buna üçüncü göz diyorum .Düşünüyorsun ,kurgulama yapıyorsun ve hayal dünyanı uçuruyorsun.
Sıkıysa sinemaya gitmesin ,ömrü bir yıl daha kısalabilir
Öykülerinizden keyif alıyorum ,çok sevgiler
İlhan Kemal
Sinemaya gitmemek, akşam eve dönmemek gibi; Mustafa İlhan'ın aklının ucundan bile geçmiyor. Emir-komuta zinciri içinde hayatını sürdürüyor. Saygılarımla.
İlhan Kemal
Çok beğendim. En çok da bu cümleyi: "Ulu çınar devrilince, sarmaşık da onunla beraber gidiyor.” Her ne kadar kadın sarmaşık gibi gösterilmiş olsa da...
Banka kuyrukları ihtiyar kadınlardan oluşmuştur neredeyse. Çalışıp emekli olmaları mümkün değil. Onların devrinde çalışmak...Bu demek oluyor ki adamları öte yana gönderip bankamatiklerine konuyorlar. Zavallı adamalr belki bir iki yıl bile emekli maaşlarını yiyemiyorlar. Buradan yola çıkarak bence de yazılanların bilimsel olarak doğru olması mümkün.
CIA mı? Adı batsın. Bana özel olarak zarar vermiş olmasına gerek yok. Ülkeme ve pek çok ülkeye verdiği zarar onlardan nefret etmem için yeterli.
Siz light deseniz de, bence son derece kararında bir çalışma olmuş. Yazılarınıızn içinde en beğendiğim listesinde ilk üçe girer. CIA geçmesine rağmen:)
Saygılar.
İlhan Kemal
Buna Yusuf Beyinkilerin yanısıra başka açıklamalar da getirmek mümkün. Bir çok ülkede olduğu gibi Türkiye'de de kadınlar erkeklerden uzun yaşıyor. Ülkemizde bu süre dört yıl. Bunun üzerine evlenirkenki yaş farklılıkları geliyor. Kadının erkekle aynı yaşta ya da yaşlı olması sıkça denk gelinen bir durum değil. Kadın ortalama beş yıl daha eşinden genç oluyor. Bu iki durumun bir araya gelmesi eşlerin ölümleri arasına on yıl (en az) bir fark sokuyor. Maaş kuyruklerının kadınlardan oluşması normal (Belki de eşlerine oranla sabah daha erken kalkıyorlardır).
Öykü olarak oldukça light. Hatta Yusuf Büke'yi hikayeye dahil ederken tereddüt geçirdim; onu harcadığımı hissediyordum. Sonuçta geç kalma sebebi (bu sefer) Nobel ödülüne aday gösterilmesi olan birinden bahsediyoruz. Ebony'i ise sadece isim ve görüntü olarak kattım, replik vermeye çekindim. Yine de beğenmiş olmanız güzel bir şey. Bir sonrakinin de bu kıvamda olmasını tasarlıyorum (Hatta bundan önce başlamıştım ama Yedi Yıl çalışırken araya giriverdi). Saygılarımla.
Aynur Engindeniz
Bir sonraki öyküyü de kaçırmam inşallah. Gerçi geri dönüp okuyamadıklarımı kontrol ediyorum ama olsun, zamanında okumak en iyisi.
Saygılar değerli yazar.
İlhan Kemal
Yazarken eksiklik duygusu olmazsa olmazdır. Bu sayede denemeye, aramaya açık olursunuz. Bu yüzden hiç yazmamak ise yapılabilecek en saçna şey. Tabi ki eksiklik hissedeceksiniz, hatta inşallah sonuna kadar da hissedersiniz yoksa yazınsal olarak asıl ölümünüz o zaman olur.
"Eksik" bir öykünüz güne gelmiş yine. İlk fırsatımda okuyacağım. Saygılarımla.
Aynur Engindeniz
Sahi; iyi ki gitmemişsiniz. Bunu bütün samimiyetimle söylüyorum.
Eksiklik konusunda dediğim gibi...Peki bu iyi bir şeyse neden bu kadar rahatsız edici bir durum. Kafamın içinde koca bir çengel bu duygu. Yazmaktan soğutuyor...
Teşekkür ediyorum tekrar, saygılar değerli yazarım.
İlhan Kemal
Güzel ve gerçek bir öykü olmuş. Erkekler kadın dırıdrından kurtulmak için susmayı yeğliyorlar. Bizim toplumumuzda kadın hem oğlunu hem kocasını yönetmeye çalışır ve dolayısıyla ömür kısalıyor. Diğer ülkelerde her iki tarafta çok özgür..Yazılacak çok şey var bu konu hakkında...
Harika bir gözlem, tebrikler..
Sevgilerimle..
İlhan Kemal
Bu noktada bir itirafta bulunmam lazım: Yunanlıların arasındaki ilişkiler de bizimkilerden farklı değil. O zaman onlar ne demeye uzun yaşıyorlar, bilmiyorum. Belki cevabı resmi olarak yaptıkları öğle uykularında saklıdır. Sevgilerimle.
Evlilik sadece aşkı değil, ömrü bile bitiriyor bu durumda:))Öyküde olsa böyle söz dinleyen saf erkek hoş olmuş:)))
Öykünün özüne muhasebe çalışmalarınız sinmiş.Ama yine de kadın ömrü genel ortalamaya bakınca sanki bir sene daha kısalmış.Acaba bu nedendir?:))Saygılarımla.
İlhan Kemal
Öyküdeki gibi söz dinleyen, saf erkek, içiniz rahat olsun, çok sayıda var. Hatta şöyle diyebilirim: Söz dinlemeyen erkek yoktur, onu eğitemeyen kadın vardır (Eşcinseller için özlü söz araştırmamız devam ediyor).
Bu sabun köpüğü öyküyü yorumladığınız için teşekkür derim. Saygılarımla.
nuray telli
Bazen karışık bazen sakin degil mi hayat.Sabun köpüğü öyküye de ihtiyaç var.Eğlenceli ve ilgi çeken konuydu.
İlhan Kemal
Bu konuda Sayın Yusuf Büke'nin açıklamasını yayınlamak durumunda kalıyoruz:
"Olan bitenin doğal bir sonucu bu. Erkeği ölünce Türk kadını, hayatını onun ömrünün tğketilmesi üzerine kurduğu için, daha kısa bir süre kendi ayakları üzerinde kalabiliyor. Bu yüzden de eşi ölünce onu çok geçmeden takip ediyor. "
Belirtmeliyiz ki Yusuf Büke'nin açıklamaları hiç bir şekilde bu sayfanın ve yazarının fikirlerini yansıtmamaktadır; tamamen kendisine özeldir.