Siz Hiç Yıldızlara Küsen Ateşböceği Gördünüz mü?
Okuduğunuz yazı Günün Yazısı olarak seçilmiştir.
Gördünüz mü ateşten barikat kuranların sonsuzluk sayhalarını,
Gördünüz mü altın kemerler altında bir kurtuluş nefesi verenleri,
Gördünüz mü, tadımlık sofralarda kalp balansına çengel atanları..?
Bir tadımlıktı ömür parkesi..Serinlikti,az ötede bekleyen hareketli hıçkırıkların sahibine kulak kesilebilmek.Ölümü mırıldanıyordu sonsuz kanatlı olmaya aday bir gönül.Başakların sararması veya ıstırap palmiyelerinin hazan soğuğuna maruz kalması önemli değildi ölüm içim.Çünkü o da bir haykırmanın deseniydi.Bir kase de o vermiş sanırdı insan; halbuki tepsi onun elindeydi.Halka halka kurulmuş bir atmosferin nefes nefes tınısıydı son anına kadar..Son ise onun için bir başlangıçtı.
İnsanlar bu uyanmanın tadını tam anlayamamıştı.Her uykunun ölçümünü kendi cetveliyle ölçmek isteyen insan,şahsi rüyasındaki gerçek aynaya bakamamıştı.Çünkü bu ölçümdeki benlik mimarisi,onu epey geride bırakmıştı.Gözün geride kaldığı bir mekanda iradenin rol alabilmesi insanı aşan bir maceraydı.
Uyananlarla birlikte gelmişti çağrıldığı yere,
Ayakların titrediği, kalplerin çift hissiyat biriktiremediği demde,
Koridorların güneş’e özlem duyduğu iklimde,
Bir ses olabilmekti her şeye nokta koyabilecek..
Uyananlar geride bırakmışlardı gölgelerini..çünkü artık güneş doğmayacaktı..!
İfadelerin son mevsimini tattığı bir devirde bütün varlığını geçmişine-istikbaline hediye edebilecek fedakarlar aranıyordu.Sokak tellalları son yüzleriyle sesini duyurabildikleri çatılara,veda buselerini aşkediyorlardı..Kalbin nabzı artık veda/ya kilitlenmişti.Kalpler ise kilitlerinden çözülme aşamasını tatmak için yürümedeydiler.Kalpler,kapılar,kalıplar..istifini bozmamak için yarışmadaydılar adeta.Acaba kendilerini “kendi” kalabildikleri ölçüde muhafaza edebilmişler miydi?Az sonra sorulacak sorularda hep aynı cevabın heybeti, ekşitebilirdi yüzleri.Yüzler yerde,eller semada olduğu müddetçe istif bozulmayabilir miydi?
Sokak hizmetçileri yerdeki çöpleri dünya dünya süpürürlerken yeni bir dünyanın gelmesi uçuşan tozların görünmeyen kabinlerinde miydi?”Asla” dedi bir kahin..Kahin bile bugün haklıydı..!Getirisi olmayan ilhamıyla o da lacivert akşama süs katmak istemişti.Bu vefasız gezegende gezmek bu güne kadar nasip ölçüsünde bir sınırdı.Sınırı zorlamamak için atlılar geri dönüyordu.Bir çöl bedevisi ilk defa terini kurulamıştı bugün.Yorulduğunu ilk defa anlayabilen bir mucit edasıyla atından indi ve avuçları arasında ufaladığı kum taneciklerine seslendi:”Çölde oda değiştirme zamanı da benim misafirime nasibini sunabilir!”
Heyecan kamçısı hızı artırmaz ölümün.Aksine ölüm hızlı da gelmez.Cemre gibi zamanı zamanına gelir.Bir tevafuk aşısı vurulur baharın sinesine.Ölümün elbisesinde her daim serinlik vardır;o asla soğuk olmadı ve soğuk olmayacaktır.O,onu anlayamayanlar tarafından sıcak karşılanamamıştır.Onu anlayanlar ise ilk aşk meşalesini yakmışlardır.Bir divan açılmıştır,bir divan yazılmıştır bu gece..Aşk’ın sanatsal girizgahına haşiye sağanağı serpilmiştir her seher vaktinde..vakti besleyen bir tomurcuk duruşu vardır o’nda..ayrılmayan işaretlerle temsil edilen/teslim edilen..
Siz hiç yıldızlara küsen ateşböceği gördünüz mü?
Gerçek hayatı yudumluyordu varlık kasesinde o anda,
Evet..evet o çok doğru söylemişti karanlığın rahminde
Günahsız kaleminde her dökülen söz bir teneşir tahtıydı..!
Bugün ben bir yetim çocuğunu ağlatmadım..Ağlamasını istemedim annesiz mühendisin.Örümcek ağını bile üfleyerek bozamamıştı hakikati söylerken.Benlik bir av..varlık,kalp,nefs,göz birer avdı.
Avı, her şeyi..evet, her şeyi tümden bırakanlar yakalamıştı o’nu..
Gürsel ÇOPUR