- 956 Okunma
- 7 Yorum
- 0 Beğeni
Meyan Kökü
Kanepede yatıyorum. Ninem görse “Ne o, uzanmışsın Kleopatra gibi?” derdi. Altmış yıl önce seyrettiği filmi her fırsatta hatırlar, çevresine de hatırlatırdı. Kendisi de film gibi geçmişte kaldı; artık kanepedeyken duyduğum tek şey yayların gıcırtısı oluyor.
Başımı kaldırıyorum, en son yarışın sonuçlarını görmek için. Şimdilik akrep ileride ama yelkovan da yakın takipte. Çocukluğumun iki binicisiydi onlar: Yelkovan yağız bir aygıra binmiş, doludizgin gidiyor. Akrep ise hüzünlü bir eşeğin üzerinde, ağır ağır ilerliyor. Eşek de inatçı hani; ne kadar geçilse de yarıştan kopmuyor. Yorulup dursalar bile ilkin yelkovanın aygırı kesiliyor. Ben bunları düşünürken yelkovan akrebi yakaladı bile. Şimdi sadece o var, akrep ise onun gölgesinde. Kendisi gözükmüyor ama duyduğum ses ona ait olmalı: Tıkır tıkır... Yavaş ama kararlı...
Kanepeye tek başıma uzanmaya alışık değilim. Eskiden o vardı, beraber televizyon seyrederdik. Kedimiz Keyif bizim uzandığımızı görünce uyukladığı koltuktan kalkar, kanepenin koluna atlar, oradan sırtına tırmanır ve aramızda girebileceği bir yer arardı. Hep bulurdu da. Yerin darlığı şevkini kırmaz, sıkışıklıktan ağzı gözü çarpılsa da bizimle yatardı. Şimdi ikisi de yok. Önce Keyif’i kaybettim amansız bir hastalığa. Sonra da onu... Onu hastalık alıp götürmedi; kendi başına gitmeyi bildi. Kendi başına dediğime bakmayın, giderken bir kenar mahalle güzelini de koluna taktı, öyle ortalıktan çekildi.
Etrafa bakınıyorum. Bir kitap elime alsam diyorum ama son okuduğum da onun gidişiyle yarım kaldı. Şimdi ne yeni bir taneye başlayabilirim, ne de eskisine devam edebilirim. Orada, büfenin üzerinde duruyor. Yanında kirli bir tabak, o tabağın üzerinde bir diğeri, yanlarında camiye orantısız minareleri anımsatırcasına bir şarap şişesi ... Kadehi nerede acaba? Gece şişeden mi içtim hepsini? Peki tabak sayısı niye iki? Demek ki biri önceki günün olmalı.
Elim televizyon kumandasına gidiyor, gittiği gibi de eli boş dönüyor. Televizyonu, daha doğrusu televizyonunu da götürmüştü. Ama ben dün gece akşam yemeğinde bir şeyler seyrettiğimi gayet iyi hatırlıyorum. Nah, böylesine yine uzanmıştım kanepeye, bir şeyler yiyordum, yedikçe yiyesim geliyordu, ara ara dudaklarımı ıslatıyordum ve karşıya... Karşıya duvara bakıyordum. Duvar onun seçtiği renkle, su yeşiliyle pırıl pırıl parlıyordu. Esma bana niye renk seçimini ona bıraktığımı sorduğunda “Evi daha çok sahiplensin istiyorum” demiştim. Sahiplenmemişti.
Büfeye gitmek üzere kalkıyor ama başım dönünce bir süre duruyorum. Her şey yavaş yavaş yerine yerleşiyor ve ben ilk adımımı atıyorum. Sonra ikinciyi, sonra üçüncüyü... Kitabıma uzanıyorum. Elime alınca kaldığım yeri işaretlemediğimi farkediyorum. Yine de yerime dönüp rasgele bir öyküyü okumaya başlıyorum:
“Ne demek bu haftasonu evleniyor? Ama kimse beni davet etmedi.”
YORUMLAR
Öyküdeki kahramanın ruh halinde bir sıkılganlık var.Tik Tak aslında onun için zaman durmuş gibi,aklı gidenlere takılmış. Ne televizyon ,ne duvarın boyası ,ne de anlatılan veya izlenilen bir film senaryosu ilgisini çekmiyor.
Ona bir şey lazım rahatlaması için ,belki kedisi bir sürü yavrusuyla gelip kapıyı tıklar.Belki kapıyı tıklayan iki ayaklı bir peri de olabilir ..
Güzeldi..
İlhan Kemal
Birbiriyle boğuşan iki kedi yavrusunun çözemeyeceği dert yok gibidir. Herkese şiddetle tavsiye ederim. Saygılarımla.
İlhan Kemal
gayet hoş bir öykü okudum..
gözümü tırmalamayan..,beni yormayan..hatta beni dinlendiren bir öykü..
yanlız kahramanı bayan olarak hayal edemedim..
bana bir erkek ruh hali gibi geldi..
her neyse bu önemli değil zaten.
selamlar..
SEVİLAY DİLBER tarafından 3/7/2012 4:12:51 PM zamanında düzenlenmiştir.
İlhan Kemal
İlhan bey, Yazınızı okurken kahramanın kadın olduğunu, terk edildiğini ve onun yalnızlığını gördüm. Yalnız meyan köküyle bir ilişkilendirme de zorlandım.:)) acaba Meyan kökü depresyona mı iyi geliyor, yoksa yalnız kalanların kabus görmelerini mi engelliyor?...Ayrıca ben hep kadın kahramanlarını usta bir uslupla anlatan yazarlara empati yeteneklerinden dolayı hayran olmuşumdur.... Saygımla.
İlhan Kemal
Okuduğunuz ve yorumladığınız için teşekkür ederim. Saygılarımla.
Diyalogla başlamayan nadir yazılarınızdan biri.
Sanırım siz de benim durumuma düşmüşsünüz biraz. Göz tırmalamayı bir kenara bırakın bende şaşkınlık yarattı bu öykü. Nedense mutlu bile oldum. Başarılı ve kaleminize yakışan bir tarz olmuş. Kahraman kadın olduğu için, fazla açılmamayı tercih ettiğinizi düşünüyorum. İyi de olmuş. İç konuşmalar, hayaller v.b. bence çok verimli sahalar. Sanki okuru daha fazla etki altına alabiliyor yazar. Belki de bu bizim "okur tembelliğinden" kaynaklanan bir durumdur. Türk okuru okuduğu şey hakkında düşünmeyi fazla sevmiyor. Biraz hazırcı yani. Pek çoğu dümdüz yazılmış, hatta klişe sayılabilecek bir öykü, roman, makale, denemeyi, sanatlı, ağır tasvirli, içinde gizli şifreler barındıran okurun hayal gücünü zorlayabilecek eserlere tercih edebiliyor. Kendi adına düşünecek bir yazar istiyor okur. Yazarın olayı göstermesi yetmiyor. Duygularda da öyle. Yazar, okur yerine ağlarsa gülerse, hayaller kurarsa, o çalışma tadından yenmez.
Ben bunun bir orta yolu olması gerektiğini düşünüyorum. Şu anda okumuş olduğum öykü gibi.
Meyan Kökü...Öyküyle ilişkilendiremedim. Ama açıkçası çok da kurcalamamak gerektiğini düşündüm. Sizin öykülerinize gizlenmiş bir şifre aramak artık adet olmuş bende. "Faşington Portakal" da ters köşe oluşumuzu hala unutmadım. Kırk yıl düşünsem, o sözlerin ineğin ağzından yazıldığını düşünemezdim.
Her dalda ve tarzda kaleminizi rahatça kullanabileceğinizi zaten biliyorduk. Bir kez daha emin olduk. Kutluyorum ve bu tarz çalışmalarınızın da devamını diliyorum.
SAYGILAR.
Aynur Engindeniz tarafından 3/7/2012 2:58:04 PM zamanında düzenlenmiştir.
İlhan Kemal
Okurun tembelliğine ben de katılıyorum. Ama beklentilerinin yazarın anlatılabilecek her şeyi anlatması yolunda olduğu hakkında şüphelerim var. Bana daha çok yazarlar alışkanlıktan dolayı süslü anlatımı, iç ses yüklü ifadeleri tercih ediyorlar gibi geliyor. Günümüzün okuru çok daha görsel bir ortamda büyüyor ve hayatını sürdüyor. Onlara görsel sahneler yaratmanın gerektiğini düşünüyorum. Sahneyle beraber gelen duygular ise okuyucunun çoğunlukla yabancısı olmadığı hisler.
''Otoyolda giderken önce tek tük olan arabalar giderek sıklaştı, sıklaştı, sonunda etrafımızı çevirdiler. İlerleyemiyorduk. Saate baktım, beş buçuğa geliyordi. Arabadakilere 'Bir süre daha buradayız' dedim. Kimse sesini çıkarmadı.''
Sıkışan akşam trafiğini kaderci bir şekilde kabullenmek hemen herkese tanıdık gelen bir kavram. Bunun detaylarına girip ne kadar sıkıldığınızı, bunaldığınızı, hayal kurduğunuzu anlatmak yersiz. Okuyucu zaten bunları yapıyor. Hatta iş yerinde okuyorsa birazdan çıkıp bahsedilen ortama bizzat dalacak. Bu durumun tasvirinin öyküyü hantallaştırmaktan başka işe yaramadığını düşünüyorum.
Meyan Kökü... Öyküyle bir kaç şekilde ilintilendirmek olası. Kahraman aslında öyküde rahatlamasını sağlayacak bir meyan kökü arıyor. Saatten, kitaptan, televizyondan ya da şaraptan medet ummasında bu arayış söz konusu. Ayrıca bir başka anlamı daha var ama bu benimle öykü arasında.
Şiirlerimde isimler en son yazılan sözler oluyor. Öykülerde ise durum tam tersiydi. Önceden başlıklar bilinir, onlara göre öykü yazılırdı. Ama Opus 100 ile birlikte öykülerin isimleri de sonradan gelir oldu. Meyan Kökü'nde de durum farklı değildi.
Şahane yorum için çok teşekkür ederim. Tarzda minimal de olsa bir değişiklik yapıp sizin Dört Kadın'ı selamlamak istedim. Saygılarımla.
Aynur Engindeniz
Cevaplarınız mukayese gücümü arttırıyor. Siz kesinlikle çalışmalarıyla, yorumlarıyla istifade edilmesi gereken değerli bir kalemsiniz.
Tekrar saygılar.
İlhan Kemal
Kahramanımız bir bayan ve ruhsal durumunu çok iyi anlatmışsınız...
Akıcı bir dille okuması güzel bir öykü, tebrik ediyorum...Sevgilerimle...