- 3084 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Ziya'ya Mektuplar "Şiiri Özlüyorum Sayı 46"
M. Mahzar ALPHAN
"Ziya’ya Mektuplar"da Cahit Sıtkı Tarancı
Türk edebiyatında şairler arasındaki yazışmaların yakın geçmişe kadar yoğun olduğu düşünülebilir; ama çok azı kitaplaşmıştır bunların. Oysa, mektup söz konusu olduğunda, içtenlik kendiliğinden gündeme gelir ve işlerlik göstermeye başlar. Bu nedenle önemlidir mektuplar. Bunların önemli örneklerinden biri de Cahit Sıtkı Tarancı’nın Ziya Osman Saba’ya yazdığı mektuplar olsa gerek. Cahit Sıtkı, 1930 – 1946 yılları arası 55 mektup yazmış Ziya Osman Saba’ya. Bu mektuplardaki insani ilişkilenme elbette önemli, ama daha önemlisi Cahit Sıtkı’nın Türk şiirine nasıl baktığı, Türkçe’ye ilişkin düşünceleri, önerdiği ve yapmayı düşündüğü poetik kavrayış olsa gerek. Bu nedenle Rilke’nin Genç Şairle Mektuplar’ı kadar önemli Cahit Sıtkı’nın ‘Ziya’ya Mektuplar’ı. (1)
Ziya’ya Mektuplar’da öncelikle Ziya Osman Saba’yla ölümüne dek süren dostluklarını ne kadar sağlam temeller üzerine kurmuş olduklarına da tanık oluyoruz. Edebi türe soktuğumuz Ziya’ya Mektuplar’da, içten iki dostun birbirlerini düşünce bazında dürttüklerine ve sonuçta geniş bir perspektiften şiir poetikasına baktıklarına, sıkı bir tartışmaya girdiklerine şahit oluyoruz. Amacı, ölümünden sonra da kalıcı olmak isteyen Tarancı; başarının göçüp gittikten sonra ardında eserler bırakmak olduğunun bilincindedir. Türk edebiyatında şiir üzerine en çok düşünen şairlerden biri kabul edilen Tarancı’nın Ziya’ya yazdığı mektuplarına araştırmacı bir gözle yaklaşmak gerek: Malerme’nin ‘şiir; kelimeler dinidir.’ demesi, Valery’nin "Söylemek kafi değil, duyurmak lazım, hatta güzel duyurmak lazım." düşüncelerini benimsemesi, Fazıl Hüsnü Dağlarca’nın "İçinin hikayesi, insanda akıyorsa şairsin" saptaması gibi, duygu ve düşüncelerin şair kardeşliği ve duyarlılığına bir gönderme olarak
algılamamız gerekiyor bu mektupları. Bilindiği üzere şairin tüm yaşamı, duygu ve düşünceleri, zaman ve olaylar karşısında duruşu, aile kurumu, aşkları, ekonomik, politik, sosyal kültürel, toplumsal vb. ilişkileri şiirlerine , olumlu veya olumsuz, ister istemez, yansımaktadır. Yunus Emre’nin dediği gibi "Ete kemiğe büründüm / Yunus diye göründüm" felsefesiyle aynı çizgide olduğunu sessizce haykırmaktadır adeta... Şiirde şekilciliği ön planda tutan Tarancı, söylemenin en güzel biçimde olması gerektiğini, kullanılan dilin yağmalanması savında bulunur. Kelimeleri "yaşatmalıdır" der şair. Şiirlerinde Fransız şairlerinden Baudelaire, Verlaine, Rimbaud, Valery ile Paul Eluard’ın etkileri görülür. Tarancı, şiir dışında öykü türünde de ürün vermiştir. Şiir ve öykülerinde ölüm düşüncesini ve yalnızlığı, hissedilir derecede işlemiştir. Yaşam her şeyin karşıtlarıyla vardır. Zaman ve olaylara karşı biri diğerine baskın çıkabilir. Tarancı’da ölüm ve yalnızlık öne çıkıyor. Paris, 1.2.1939 tarihli mektubunda (s. 63) "Ölüme teslim olmaya kadar gittiğimi bilirsin" diye yazar Ziya’ya. Diğer bir mektubunda ise (s. 97) Yahya Kemal’in "Rindlerin Ölümü, insana ölümü sevdiriyor" der. Ayrıca Tarancı’nın çirkinlik duygusu nedeniyle nasıl bir psikolojik ruh hali içinde olduğunu da mektuplarından öğreniyoruz.
1946 yılında CHP şiir ödülü’nü Otuz Beş Yaş şiiriyle kazanan Tarancı’nın Ziya’ya yazdığı mektuplarına göz atmaya devam edelim: Şiir poetikasını saptamaya çalışalım. Orhan Akay’ın, "Poetika, şiire dair her meseleyle uğraşan alandır.” (s.7) der. Tarancı’nın Ziya’yla mektuplaşmalarındaki, şiirin şekli, yapısı, şiirin dili, içeriği, estetiği, toplumsallığı, ekonomik ve politik duyarlılığı gibi konular üzerinde durarak araştırmacı bir gözle bakılmalı. Tarancı, şiirde teferruatı sevmediğini, Diyarbakır 20.8.1933 tarihli mektubunda dile getirir. (s. 59) Aynı tarihli mektubunda Ahmet Kutsi’nin şiirini beğenmediğini, Ahmet Hamdi’nin şiirine fena değil demesi, Ahmet Muhip’le ilgili "Olumlu şeyleri güzel kalıplara dökmesini bilen mahir bir çocuk" vurgusunu yapması gibi olumlu olumsuz eleştirilerde bulunur. Bu tutumu eleştirmenliğine de soyunduğunun ilk işaretleridir diye düşünüyorum. Tarancı’nın serbest vezin anlayışının Oktay Rıfat’ın ve Orhan Veli’den ayrı olduğunu Paris,28.3.1946 tarihli mektubunda dillendiriyor. (s.71) Tarancı, mükemmelliği arar. Şairin "kullandığı dilden azamiyi koparması" gerikir der mükemmeliyet için. Devam eder; "Uyak ve vezin onun emrinde çalıştıkları nispette elzemdir." diyerek fikrini açıklar. Cenevre 26.5.1941 tarihli yazdığı mektubunda ise, Küllük Mecmuası’nın kendisine bir şey vermediğini, Orhan Veli’nin şiirini beğendiğini söyler. Dinamo’nun şiirinin laf kalabalığı olduğunu, İlhan Berk’in şiirinde bir şeyler bulduğunu, ancak Türkçe’yi o kadar aksak, nâkıs, nahve aykırı kullanmasının şiirini bozduğunu, form noksanı da olduğunu, (Saik Faik’le aynı görüşü paylaşır.) dillendirir. ( s.85-86) Eleştirmen gibi davranır. Genelde şairler biraz da eleştirmen değil midir? Tarancı ayrıca başkalarının fikirlerine ve zevklerine de körü körüne inanmamayı savunur. (s.117) Şiir, "nihayet dil ve kelime işidir." der. Duygular, fikirler, buluşlar filan sonra gelir. Yahya Kemal bunu anlamış fakat gücü yetmediği için bir sesle iktifaya mecbur kalmıştır diyerek devam eder. (s.114) 26. mektupta. Muhip’in ve kendisinin Necip Fazıl’ın tesiri altıda kaldıklarını iddia eden Vasfi Mahir’in bu fikrine karşı çıkar. (s.118) Senin ve Mahir’in "Sesi-ki esastır" ihmal ederek motiflere takılınırsa, bütün divan şairlerinin ilk divan şairini taklit ettikleri, Verlain’in, Rimband’ın, Baudelaire’i taklit ettikleri, bütün halk şiirinin kopya olduğu fikrine varırız der. Şevket’in ilk şiirlerinde Necip’in tesiri olduğunu, Faruk Nafiz’in Suda Halkalar’da Yahya Kemal’i taklit ettiğini, İlhami Bekir gibi şairlerin Nâzım’ın sesine varis çıktıklarını bir yerde kabul eder. Ancak, yine aynı sayılı mektupta "Baudelaire’yi sevmememe rağmen, onun tesirinde kalmayayım da, Orhan gibi benden sonra gelmiş ve şüphesiz bence kıymetli bir şair arkadaşın tesirinde mi kalacağım?" diyerek kendi şiir ihtirasını ortaya koyar. Kendisini üstün görür. Özellikle de Ziya’ya kendi fikir ve görüşlerini kabul ettirmeye giriştiğine tüm mektuplarında zaten tanık oluyoruz. Tarancı şiirde form üzerinde durur. "Şair değil, şiir formu empoze etmelidir" der. (s.122) Form meselesine bu denli takılıp kalmasını da fiziki çirkinliğine bağlar. "İnsan mahrum olduğu şeyin kıymetini anlar" diyerek düşüncelerini açığa vurur." İmgeyi ve formu genelde şiir belirler"in ben de arkasında duruyorum. Tarancı tercüme şiir üzerinde de duruyor. Şiirin aslını görmeden, okumadan fikir beyan etmenin yanlışlığına değiniyor.( s.154) Tarancı ayrıca 47. mektubunda "Eleştiri ve tanıtım yazılarının rica ve minnetle olduğunun bir alışkanlık halin geldiğini" vurguluyor.(s.216) Bu durumun bugün de devam ettiğini üzülerek görmekteyiz, aynı şekilde bazı şairlerin intihalle ilgili suçlanmaları gibi... Ziya’ya Mektuplar’ın da (s.155-156) Tarancı’nın Abbas şiirinin esin kaynağını açıkladığını görüyoruz. Şiirin kurgusunun, çocukluğunda dinlediği bir masaldan aldığını söylüyor. "Betbah bir şehzadeye, karşılaştığı ak sakallı bir ihtiyar (Hızır aleyhisselam) saadet parolası verir. Ona der ki "Canın sıkıldığı zaman Abbas diye sesleniver, karşına derhal bir harem ağası çıkar. Sofranı kurar, sevgilini getirir, geçmiş günlerini yeni baştan yaşatır." Genellikle halk şairlerinin de atasözleri, deyimler ve masallardan etkilendikleri ve bunları şiirlerinde kullandıklarını biliyoruz. Tarancı’nın Ziya’ya Mektuplar’la ilgili daha çok şey söylenebilir. Yazıyı sonlandırmadan Varlık Dergisi’nin kurucusu Mehmet Doğan’la Tarancı’nın çok iyi arkadaş olduğu ve çoğu şiirlerini bu dergide yayımlattığını da biliyoruz.
Keşke, günümüzde de şairler böylesine mektuplar yazsalar birbirlerine. Kalıcı, poetikaları ele veren mektuplar. Unutulmuş olmalı. Mektup, şairin kendisidir her zaman. Şiirleri gibi.
(1) Cahit Sıtkı Tarancı, Ziya’ya mektuplar / Varlık 1957, Can Yay. 2007
(2) Tanzimat’tan Bugüne Edebiyatçılar Ansiklopedisi, YKY
Türkiye Yazarlar Ansiklopedisi, İhsan Işık Ankara 2
Antoloji . com
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.