- 1055 Okunma
- 2 Yorum
- 0 Beğeni
yeni başlamış bir öykü
Her şey yeni başlamış bir öyküden çoktu yüreğinde.Kaldırımın kenarına kümelenmiş çakıl taşları toz, toprak kuruyup parke taşları arasına sıkışıp kalmış otlar.. Bir kenara yarısı içilip fırlatılmış ezilmiş sigara izmariti. Buruşturulmuş bir bölümü kirli bir bölümü kanlı bir bez mendil. Kirlenip buruşturulup sokağa düşmeden önce hangi hayal kırıklıklarının göz yaşını silip düşmüştü kim bilir ? Bir kenarına özenle bir harf işlenmiş. Belli ki bir sevgiliye bir cana armağan edilmiş.
Her şey çoktu...
Her şey çok..
Bu ayaklarının üstündeki gövde gövdenin üstündeki baş çok ağırdı. Çok ağır. Başı bedenine bedeni ayaklarına. Balkanlardan göç etmiş bir kardeşini, göç sırasında yolda kaybetmiş güleç yüzlü, ak saçlı Hicran Akile şöyle derdi:
- Boş kafa yüktür bedene.
Başı boş muydu? Hayır. Başının boşluğu değil de kafasındakilerin çokluğu ağırlık veriyordu ona. Her şey birbirine karışmıştı.
- Yaşadıklarımız azdır, dedi kendi kendine. Yaşayacaklarımız çok, yaşadıklarımız az.
Öyle değildi halbuki.Onun yaşadıkları ona öylesine çoktu ki neyin neden farklı olduğunu anlayamayacağı kadar çoktu işte.
Nereye adım atacağını, nereye gideceğini bilmiyordu. Rastgele adımlarının kısa mesafeleri arasına sıkışıp kalıyordu düşünceleri. Her adım onu biraz daha ağırlaştırıyordu.
Hesapsız kitapsız yaşasa anlamı olacaktı bütün bu karışıklığın. Oysa son derece titizdi, düzenliydi. Çoğu zaman eşi de onun bu titizliğinden askeri disiplininden şikayet etmiyor muydu? Ediyordu, ediyordu da bu kadar sitemi şikayeti yersiz buluyordu.Başarının anahtarı olan şeydi düzen. İnsan planlı yaşamadan işlerini zamanında tamamlayamaz, başarılı olamazdı.
-Telefonun ucundaki ses.. mırıltılarının sonu gelmedi. Öylesine çoğalmıştı ki kendi bir zerreydi sanki.Her şey suda atılan bir taşın oluşturduğu halkalar gibi genişleyerek çoğalıyor,Mümtaz bu halka genişledikçe kendini sabitlenmiş ve daralmış hissediyordu.
-Kimin sesiydi bu?
Sorular ve yarım cümleler uçuşuyordu zihninde. Bazıları mırıltı halinde kendiliğinden dudaklarından dökülüyor bazıları diline takılıp kalıyordu.Her dudağını oynatışında bir çöğür dikeni diline saplanmış gibi acı duyuyordu. Yanıtı olmayan bunca sorunun ve sonu gelmeyen cümlelerin esiri olmuştu sanki. Her eksik bir gardiyandı, her eksik bir gardiyan...
-Ne çok eksik cümle var ve ne çok yanıtsız soru...
-Selam Mümtaz. Mümtaz dedik yahu!
-...
Abbas torunu yaşındaki Mümtaz’ın selam almayışını önce kendisini umursamadığına yordu. Yüz hatları gerginleşip belirgin bir hale geldi. Bozulduğu her halinden belliydi.
Umursamaz bir tavırla:
-Mümtaz ,dedi tekrar.
Bu sefer elini sert bir şekilde Mümtaz’ın omzuna koymuştu Abbas.Afallamış bir yüzle Mümtaz geriye dönüp baktığında Abbas kanadına kurşun değmiş bir kuş gibi azalıvermişti.
Her şey benim kuruntummuş, diye aklından geçirdi.
-Mümtaz nasılsın? diye sorarken sesi sıcak ve içtendi. Bu soğuk havada tir tir titreyen bir yüreği ısıtabilirdi bu ses. Lakin Mümtaz üşüyor muydu ? Titriyor muydu? Yanıyor, donuyor muydu ? Bu konularda Mümtaz’ın hiç bir fikri yoktu. Hiç bir fikri...
- Mümtaz nen var oğlum ? dedi
İki anlamını yitirmiş gözbebeği yüzüne yöneldi.
-Bir şey mi dedin, dedi
-Evet
- Nen var? Çok dalgın yürüyorsun. Ev halkı, anan baban sıhhat ve afiyettedir inşallah. Bir kaza bir dert tövbe tövbe. Allah korusun. Sen ses vermeyince akımdan kötü şeyler geçiverdi bir an.
Yaşlı adamın her temennisi duası bir soru gibi Mümtaz’ın zihnindeki yerini aldı. Lakin bütün bu soruların Mümtaz da yanıtı var olsa bile bu çokluğun ve karışıklığın içinde mümkünü yok yanıtlayamazdı.
- Selamını söylerim bizimkilere dedi. Tuhaf bir tebessümle.
Yaşlı adam anladı ki Mümtaz’ı kendi haline bırakmak gerek. Onun her şeyden -daha ziyade sorulardan- yalnız kalmaya ihtiyacı var. Durup dinlenmeye
Aralarındaki mesafe üç beş adımı bulunca Mümtaz’ın:
- Telefondaki ses ne demişti son olarak.. diye yüksek sesle mırıldandığını duydu. Ardından başka şeyler de söyledi. Lakin ağzının içinde gelişigüzel yuvarlanan bu sözlerin ne anlama geldiğini bilebilmek için müneccim olmak gerekti. Abbas pek meraklanmıştı aslında dönüp Mümtaz’a konu nedir, diye sorsa biraz sıkıştırıp üstüne gitse bir şeyler öğrenebilirdi belki. Ama bu boşuna bir çaba da olabilirdi. Her şey ters de tepebilirdi.
Az ilerde şemsiyenin demiriyle toprağı eşeleyen Ali Nadir’in seslenmesiyle Mümtaz meselesini geride bıraktı Abbas.
-Gitti, dedi Mümtaz. Dişini sıkarak.Gözleri nemlendi.Önüne bakıyordu. Geriye dönüp baksa sanki hiç ilerlememiş olduğunu görüp kırgınlığı artacaktı.Bu tuhaf korku içinde bir "birdenbirelik" duygusu oluşturdu.
-Her şey birdenbire oldu sanki. Ben birdenbire buraya düştüm. Bende her şey birdenbire bu kadar çoğaldı. Nasıl oldu da darmadağın oldum.Her köşe başında yeni bir öykü her göz bu öyküye bakıyor. Yeniden, yeniden, yeniden... yine yeniden
Zihnini bulandıran halkalar giderek çoğalıyordu. Her halkaya tutunmuş onlarca soru işareti. Bu soruların birer yanıtı olmalıydı. Öyle ki yanıtsız soru olabilir miydi? Elbette dünyayı kurtarmak değildi kasıt. Mümtaz kendi derdindeydi.Dönüp dolaşıp kendini o ürpertici telefon konuşmasını anımsama çakışırken bulunuyordu.
Bu telefondaki ses daha önce tanıdığı birine ait olmalıydı.
-Bilsem ne olacak ki dedi kendi kendine. Bu ne söylediğini anımsamama yetecek değil ya.Onun için kim dediden ziyade ne dediği önemliydi. Sesi anımsayışında içinde bir yerler buz tutuyordu. Korku çokça korku sarmalıyordu kendini Yoksa acıkmış, susamış mıydı ? Bir şeylerin tadına bakmak yemek içmek için kendinde en küçük bir istek bile duymuyordu. Her şey tatsız, tuzsuz yavandı.
Şu yapraklar yeşil değil de mor olsa da yine aynı algılayacaktı. Ne renkler ne bulutlar ne de yanından hızla akıp giden otomobiller. Ağır aksak sağa sola salınarak bir elinde tepsi taşıyan bisikletli adam. Her şey her şey hoştu işte.
-Önüne bakacağına biraz da sağına soluna baksana be adam! Bu tok ve kaba ses Mümtaz’ı biraz kendine getirdi.. Evine ne çok yaklaşmıştı. Üç beş adım sonrası kendi sokaklarıydı. Hiç istemediği halde -ki bu istememe bilinçli bir hal değildi Mümtaz da- sokaklarına gelmiş olmak şaşırttı Mümtaz’ı .
Sokağın başına kadar ulaşan feryatları duydu önce. Kadınların birbirine karışan avazları söylediklerinin seçilmesini engelliyordu. Ağlıyorlar mıydı ağıt mı yakıyorlardı. Sokak başında evlerinin önündeki dut ağacının altında bir sürü erkek toplanmıştı. Aralarında alçak sesle bir şeyler konuşuyorlardı. Her zamanki durumun aksine sokakta oyun oynayan çocuklar yoktu. Onlara da bir şeyler olmuştu anlaşılan. Birkaç dakika sonra üzerine yeşil bir kilimin örtülüğü olduğu bir tabutun evden çıktığını görünce Mümtaz
- Kızım diyebildi. Bu.. Bu olamaz. Kızım kızım öldü benim Benim kızım öldü...
01/03/2012
ÖDEMİŞ
YORUMLAR
Öykülerin arasında turluyor, içime işleyecek bir kaynak ararken yazarının da dediği gibi her şey birdenbire oluyor ve bu güzel, insanı hemen içine alan öykünün içine düşüyorum. Konu hüzünlü, final zekice. Cümleler çok güzel derlenmiş, anlatım berrak.
Kaleminize sağlık...