- 731 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Kolay Günlerin Zor Şartları Yapışmıştı Yaşamıma...
Ne zaman resmini sakladığım yerden çıkarıp elime alsam, sana, gözlerine acıyarak baktığımı hissediyorum, daha sonra da içim parçalanırcasına kendime acınıyorurum ardından da bağrınıyorum sağ yumruğumu göğsüme acıtarak vururken...
Hayatımın bu kadar devşirme olabileceği aklıma gelseydi hiç sever miydim bu kadar pejmürde olmak için diyorum, sever miydim hiç?
Kolay günlerin zor şartları yapışmıştı seni tanıdığım günden bu güne yaşamıma...
Sevmenin hırçın kölesi olunacağına acının zavallılaştırdığı bir beden mi olmak gerekirdi?
Çoğu zaman senden vazgeçtim, çoğu zaman da senden vazgeçmek için her şeyimi feda etmeye razıydım, çoğu zaman seni kaybettiğimi biliyordum, çoğu zaman da bu kaybedişi hazmedemiyordum...
Önceleri varlığını yokluğa atarken, güçsüz düşüncelerle uğraş verdim, sonraları güçlü düşüncelerle seni yok saymayı kabullendim, her günün sonundaki gecede zorlarken düşüncelerimi, tüm gecelere yayıyordum senden vazgeçebilme düşüncelerimi...
Şartlıyordum kendimi sabahlara uzanan ter dökmelerimle, şartlıyordum kendimi sensizlik zamanlarına, bunalmış bir düşünce kervanıydı senden kopuş anlarım...
Gecelerin sabahlara uzanan dar zamanlarımdı, aslında senden vazgeçme telaşım...
Artık ne senin varlığın, ne de yokluğun huzurum değildi. Sadece zor kabullenişin ardına sığınan kahredici ayrılık kabullenişleriydi bunlar...
Öyle bir yerimdeydin ki ne varlığın ne de yokluğun...
En son veda olduğunu bilmediğim bakışlarımı ne zaman sana doğru salmıştım ki?
Neler düşündüğümü bir hatırlasam bu günlerde, o günlerdeki bakışlarımda...
Ölesiye sevmeye dahil miydi, yoksa, ayrılığa dahil korkular mıydı, bakış arkalarımda kalan yorumları beynime mıhladığım...
Nedense hep, sensiz ölürüm cümlelerine açılan düşünceler geliyor göz önlerime, beyin kuytularımdaki gizemliliklerime...
Nedense hep güzel günlerin hep önümüzde deyişlerine ait karelerin zambak tarlaları, tepelikleri lâlelerin var olduğu ovalıklar, siyah lâlelerin küçücük kuytuluklarda hep sen kollarını açmış, hali dökülüyor gözlerimden şimdilerde... Çünkü ben hasrettim ve de severdim bu seviyorum cümlesini...
Ne büyük yanılgılarmış onlar...
Ne büyük öfke gizlilikleriymiş onlar...
Ne büyük korkuların yok sayıldığı anlarmış onlar...
Bırakışmışlığın bu günlerdeki izlerini silmeye uğraştıkça, sanki anı bataklıklarında boğulmalarla
uğraşıyorum...
Hak edilmeyen, bir son bu belki de beni bu kadar isyankârlığa sürükleyen...
Sen ve ben varlığı tüm bunları tamlayan...
Dağılmışlık belki de bırakılmışlığın ardında kalan bu hüzün titreyişleri...
Dağılmışlık bir ruh karmaşası sanki tüm bu geçmişten geleceğe ve de bu günlere gelen...
Çok şey değişiyordu aslında yaşamda... Çok şey... Belki de her şey değişiyordu...
Sevmeye dair bütün kurallar insafsızca yer değiştiriyordu sevdim dediğin andan itibaren... Acılar insafsızca yapışıyordu bedenlere, belki de taraf olmak gerekliydi adaletsizliğe, belki de namert olmak gerekiyordu, aslolan ihanet zincirlerine, insafsızca karşı koymak gerekiyordu belki de... Ölüme razı olurcasına sevmenin ardında durmak belki de bedenin zayıf ruhuydu... Belki de katılaşmak gerekiyordu hak, adalet, saygılı olmak belki de zayıflıktı ama doğrusu da oydu aslında... Sevgide dağlanmaktı belki de bu gidişin sonu, bedeni ısırgan otunun dağladığı, ruhun acılarla dağlanıp kıvrıldığı, hayatın darmadağın bir dökülüşle sersemlettiği bir yaşam ve sonrası dağılmalar ki beden titremelerinin şaşkınlıkla açığa çıktığı bir yaşam...
Senin yaşamını düzeltmek uğruna aslında kendi yaşamımı darmadağın yapıyordum...
Senin yaşamını düzeltmek için aslında kendi yaşamımdan vazgeçiyordum...
Gerçek olan ise kimse için kendi yaşamından vazgeçmek gerekmiyordu...
Kendi yaşamından başka kimsenin yaşamına değmiyordu yaşam...
Bu kadar yıl, bu kadar uğraşla yaşam azaltmam, yaşamdan kopmam aslında değmiyordu senin yaşamına...
Her yaşam kendi devinimindeydi aslında, sadece umarsız kalmak, belki de en doğrusuydu...
Umarsız ve yabanıl olmaktı belki de aslolan gereklilik... Belki de yanılıyordum ama son nefes almalarımdaki darlıklar hep bu değmeyene verdiğim değerler yüzünden değil miydi? Neden bu kadar acı ile devşiriyordu bedenim ki ben hâlâ bu pişmanlıkları duymam veya duymamam gerektiğinde de kararsız kalmaktayım... Pişmanlıklar yüzünden ölümü özler olmak benim hak ettiğim yaşam biçimi miydi?
Nazik olmak özveri getiriyordu aslında, her özveri benlik kaybına ulaştıkça, sevginin dışına dışlanan bir benlikti, yavaş yavaş tükenişe uzadığımız yaşam kesiti...
Çılgınca kaçışıyorduk aslında kalabalıklardan acının rüzgârında kalarak...
Farklı gibiydik dıştan bakışta ama biz sevgide aynı hisleri hissederek yaşayan, teklikteydik...
İsimsiz bir sevda olmasını istemiştim aramızda kalanın...
Şimdilerde seni düşlüyorum, karanlık, dağınık düşüncelerin ardına gizlenmiş, bakmaktan korkan, titrek ellerinle, geçmişi işaretler gibi, unutulmuş anıların ardına gizlenen, hırslı, atak ve sabırsız bir bekleyişle, bakmalıydın gözlerime, bakmalıydım gözlerine...
Hiçbir anımız, hiçbir zamanımız tesadüf değildi uzaklardan çekip aldığımız tüm düşleri yaşamak için çekip aldığımız saniyeler hep bizimdi...
Zaman ve tüm saniyeler bizimdi ve biz tüm saniyeler için kendimize yalvarıyorduk göz göze kalmak için...
Şimdilerde avutuyorum kendimi...
Senin yazdıklarını okuyorum dayanabildiğim kadarıyla, sonraları da benim yazdıklarımı okuyorum, O hikâyenin içindeki bize bakıyorum...
Dondurma yalayan kızla, sigarasından uzun ve derin nefes çeken adamı görüyorum masalın bir köşesinde...
Haykırarak sana çocukluğunu anlatan adamla, kız çocuğunun damlarda dolaşıp, ayva topladığını anlatışını düşlüyorum zaman zaman...
Sevmenin garip bir yüzü bu korkuları yaşamak, korkuların ardındaki ayrılık kâbuslarını görmek,
avunmak için küçücük yalanlara sığınmak. Dönecek yakında o seyahate çıktı, iş için, o şimdi uyuyordur, dizlerini karnına çekmiştir, derken, kendi uykusuzluğumdaki zamanları düşünürken, bedenimden sıçrayan terleri boş vererek, saklanmak çarşafın ter ıslaklığındaki soğuk yüzeyine...
Ağlayan gözlerimizi düşünüyorum, çoğu zaman, garip bir üşüme titreyişleri sarıyor bedenimi, avutuyorum kendimi, havalar da çok soğudu derken...
Senin üşümelerin geliyor aklıma, içim garip garip titriyor...
Sana karanlıkları, kör alaca karanlıklarda seni kaybedişim geliyor aklıma. Alnımdan soğuk terler boşalıyor, zor iş diyorum, çok zor iş karanlıklarda kaybolmak...
Yarım yaşanası bir ömrün içinde buluyorum kendimi, arkaya bakıyorum, geçen zamana, kayboluyorum puslar içinde, kendimi suçlayan anları düşlüyorum. Boşuna telaş ediyorum, boşu boşuna arayış diyorum, gitmek istemişti gitmiştir derken bile binbir suçlamalar geliyor aklıma. Güzel bir sevgiydi, yıllar yılları içine almıştı, mutlu rüyalar görmüştük, çoğu zaman ama olmadı, olamadı belki de ama geriye kalan sadece güzellikler içinden fırlayan bir hınç...
Biz yarı yarıya ezik kalplerimizi birleştirmiştik bu sevdada ama olmadı, kanadık, kanatıldık, kendi kanımızı kendimiz akıtarak boğulduk o güzelliklerin içinde koyu bir kan kustuk bu ayrılıkla...
Belki çoğu ayrılanlar uzun bir el sıkışırlar birbirlerinin gözlerine bakarak. Suskun dudaklarla akıllarından binlerce cümle akıp gider sevgiye ve ayrılığa dahil ama büzüşür dudakları hiç sesleri çıkmaz, iyi dileklerde bulunurlar birbirleri için, sahte ve ebruli bir gülüşle ama bu bir vedadır ve sonu hep ağlama çıkmazlarında kalır...
Bizde bunların hiç biri olmadı, olamadı, belki de uzak bir yalvarışlı gülüşler döküldü, belki dudaklarımızdan ama hiç hoşça kal diyemedik birbirimize, tutmadı, yüreklerdeki cesaretler buna ve uzun yıllar avunduk ve avuttuk kendimizi... Hırsla ve de öfkeyle sonra da acınası bir halle avkaladık içimizdeki çocuğu...
Hayatın dar tarafından tutmak galiba böyle bir şeymiş...
Kaybedenlerin arasına katılmamız hiçbir hesapta yoktu...
Şimdilerde bir masalın dışında kalmış kahramanlarının dağılmalarını, telaşlarını, korkularını ve de yanılgılarını içimde hissettikçe sadece garip bir acınma hissi ile içim bulanıyor...
Oysa sen benim gözlerimde büyüttüğüm, yüreğime yerleştirdiğim, gizli kahramanımdın...
Her şey hak edilmeyene hak ettiğinden fazla vermekle başlamış, yavaş yavaş köklerimizin kuruyuşuna uzanmıştı...
Mustafa Yılmaz
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.