- 1448 Okunma
- 12 Yorum
- 0 Beğeni
Işınlanma-I
*İlham kaynağı olduğu ve hatta öykü temelini, o attığı için, öncelikle 12’lik canın kendisine teşekkür ediyorum. Böyle bir öyküye başlamak çılgınca bir fikir gibi! Hayallerimiz değil mi bizi ilerleten? En azından araştırmaya değer bir konu. Bu öyküde geçen saçmalamalar (?) gelecek gibi bir şey! Eğer sonuna kadar okuyup, ’Bu ne be böyle?’ demek istiyorsanız, kesinlikle çekinmeyin ve söyleyin. Her neyse, teşekkürler Hülya ablacım. Hadi okuyalım serinin ilk yazısını.
**Poğaçalar yanmamış ve afiyetle yenecek derecede güzel olmuştur. :))
Kırmızı leğenin içindeki hamuru, az kabarması için mutfak tezgâhının üzerine koydum. Saate baktım, yarım saati geçmişti. Düdüklünün içindeki patateslerin haşlandığını biliyordum. Haşlanmışlardı ama ben yanmayan çıra gibi, bir o yana bir bu yana yürüyüp duruyordum. Düdüklünün havasını alıp, patatesleri süzgecin üstüne koydum. Akan sıcak suyun üstüne, çeşmenin soğuk suyunu akıtıyordum. Küçükken hep derlerdi ’lavaboya sıcak su dökmeyin, yoksa cinler çarpar sizi’ diye! Tabi bunu düşünerek yapmıyordum. Giderin plastik borusu delinebilirdi!
Beş patatesi de alıp, geniş bir kâse içinde kaşıkla ezmeye başladım. Bir yandan da tuzla, pul biber ekliyordum. Pul biberin çok acı olduğunu kokusundan dahi anlamıştım. Hülya ablam içine reyhan ile karabiber de at demişti. Ama içime sinmeyen şeyi yapmak âdetim olmadığı için, yine kafama koyduğumu yaptım. Tepsiyi yağladıktan sonra, tek tek poğaça olacak hamuru parmaklarımın ucuyla açıp, içine bol bol patates koymaya başladım. Dışarıda satılan patatesli poğaçalardan farklı olarak, benim poğaçalar bol patatesli olacaktı. İlk defa çörekleri patatesli yapıyordum. Öncesinde hep peynirli ya da zeytinli yapardım. Peynir olmadığı için patatesle yapmak istemişti bu sefer canım. Biraz da zeytini çekirdeğinden ayırmıştım, zeytinlide olsa iyi olurdu.
İki tepside dolduktan sonra, yumurtanın sarısını sağ elimin ilk üç parmağıyla tek tek poğaçaların üzerine sürmeye başladım. Fırça yoktu, eskiden vardı bir aralar ama şimdi yoktu! Olmasına da gerek yoktu, kırılıyordu, kayboluyordu bir yerlerde. Böyle daha iyiydi! Davlumbaz fırının içine iki tepsiyi de koyduktan sonra içeri geldim. Yapacağım şeyin tehlikeli olduğunu biliyordum ama deneyecektim! Karşımda bana aval aval bakan makine, çalışacaktı ve ben bu poğaçaları sabah sabah, sıcak sıcak Asok, ablası ve bizim karagözle beraber yiyecektik! Ama an itibariyle her şey birer hayalden ibaretti!
Evde kimse yoktu. Afganistanlı Beşir derse gitmişti. Tanzanyalı Bussury ise uyuyordu. Cem ise içeride sevgilisi ile konuşuyordu. Dördümüz aylardır bir proje için ter döküyorduk. Ama bu proje o kadar gizli bir projeydi ki, bunu birisi duyarsa, ölüm fermanımızın imzalandığı an olurdu. Her şey Afgan Beşir’in dayısının, Rusya Ordusundan görevinden istifa etmesiyle başlamıştı esasında. Beşir, dayısının önemli projeler üzerinde çalıştığını biliyordu, ancak tam olarak ne yapmaya çalıştıklarını bilmiyordu. Bir zamanlar Amerika’nın Florida eyaletinde Rus birliklerinin gerçekleştirdiği metafizik iletişimlere benzer bir projeydi bu. Beşir bir gün dayısının evine gittiğinde, bilgisayarı açtığında bir dosya içerisinde garip şekilleri olan teknik resimlerin ve de devrelerin olduğunu fark ettiğinde, esasında bu makinenin oluşum anı başlamıştı. O gün flashbelleği içerisine bu dosyayı yükledikten sonra, Türkiye’ye geldiğinde, bir gün benim bilgisayardan film almaya geldiğinde bu dosyayı görmüştüm. Ne olduğunu sorduğumda, kendisinin de bilmediğini söylemişti. Milleti toplayıp, hep beraber bu dosyanın içerisindekilerin ne olduğu hakkında yorumlar yapmaya başlamıştık. Bussury, teknik olarak bilgisayar yazılımlarının olduğu dosyanın kodlarını kendi hazırlamış olduğu basit bir program ile beraber açınca, jeton hepimiz içinde bir anda düşmüştü. Şekiller benzemiyordu ama kodlarında gösterdiği şey belliydi. Bu bir ’Işınlanma teknolojisinin’ önemli dokümanlarından başka bir şey değildi!
Aylardır bu makineyi yapmak için uğraşıyorduk. Mekanik aksamı üzerinde çalıştığım zamanlar, kendim için hayatımın en büyük projesinde olduğumun farkına varmıştım. Diğerleri de iyi biliyorlardı ki, eğer bu cihaz çalışırsa, dünyada inanılması güç bir dönem başlayacaktı! İzmirli Cem bütün elektrik tesisatlarını yapmıştı. Kablolar cihazın etrafında trafo gibi dolanıyordu. Planlara göre ve kodlara göre her şey tamamdı. Bu işi bir hafta önce başarmıştık ama çalıştırmaya ve denemeye kimse yeltenmemişti. Korkuyorduk çünkü! Ama bu sabah her şey farklı olacaktı! İlk kez deneyecektim ve ilk kez bu cihazı kontrol edecektim. Her ne kadar inanmasam da çalışacağına, bir umut olabilir diyordu içimden, olabilir! Tanzanyalı Bussury, cihazı sonradan kurduğumuz bir masaüstü bilgisayarına bağlamıştı. Programını dört günde kendisi yazmıştı. Bunlar aslında hep ilkti! Dünyada bunların ilk olması demek, bizim, dört arkadaşımızın dünyada çığır açacak bir projeyi başarmamız demekti! İnanıyorduk, çünkü çalışırsa bu cihaz, Rusya’nın elinden kaçırmış olarak sükse edecek bir durumumuz olacaktı! Sevinçliydim bir yandan, bir yandan ümitsiz!
Hülya ablamın sokağına, evinin numarasına kadar bulduğum an, gecenin dördüydü. Tabi ki bunu da Murat yapmıştı. Hacker olarak nitelendirmek istemiyordum ama işinde çok ustaydı. O an, Fransa’daki yeğeninden Almanya-Türkiye çıkışlı bağlantıları kontrol edip, sonrada temel algoritma hesabı olarak, en aza indirgenmiş verilerin manuel seçim ile beraber, sonuca varılmasını sağlayacak bir yöntemi kullanmışlardı. Biliyordum ki, bu imkânsız bir deneyimdi ama denemezsem içimde kalacaktı bir ömür! Hem ikide bir ’ışınlansan da, burada beraber çay içseydik’ diyen Hülya ablama karşıda bir jest olurdu.
Poğaçalar pişince, iki tepsiye de çıkartıp, soğumalarını bekledim. Montumu giysem mi, giymesem mi diye düşünüyordum. Garip bir deneyim olacaktı ki, bu projenin kaynağındaki bilgilerde cihazın kullanılması için verilen herhangi bir yöntem ve yol olmadığı için, çaresiz şansına bir deneyim olacaktı. Ev adresinin enlem ve boylamlarını bulduktan sonra, bilgisayardan programa ’to’ yazan yere yazdım. ’From’ yazan yer ise, evimin olduğu enlem ve boylamdı. Bu enlem ve boylamı da Afgan Beşir bulmuştu. Kendisi Fizikçi olduğu için, bu programı bulmak için çok uğraş vermişti. İnternette enlem ve boylam bulma programları vardı ama hepsi tam olarak yer belirtmiyordu. Büyük bir heyecan, terlememe sebep olmuştu. İnanılması güç bir radyasyon ve elektrik enerjisi altında, kendi çabalarımız ile yaptığımız bir cihazın altına girecektim. Allah korusun yanabilir, çarpılabilir ve ölebilirdim de!
Oda öyle bir odaydı ki, hiç birimiz bu odayı kendi işlerimiz için kullanmamak için beraberce söz almıştık. Oda karanlıktı ve hepimizde bu odanın anahtarı vardı. Biz olmayınca, kesinlikle kapısını kilitliyorduk. Her ne olursa olsun, bu cihazı görenlerin meraklı sorularına maruz kalacağımızı biliyorduk. Odanın 4 voltluk mor lambası yanıyordu. Bu ışık, radyasyon açısından en ideal ışıktı. Bütün film plakalar, folyo kaplamalar... Yine de aklımı sorular karıştırmıyor değildi. Nasıl olurda benim kütlemi kilometrelerce öteye gönderebilecekti bu cihaz? Bütün elektronlarım, bütün proton ve nötronlarım aynı çekirdek içinde değişmeden bu cihazdan öteye geçebilecek miydi? Eğer herhangi bir aksilik durumda, sinir sistemin harap olabilir miydi? Ne eksikti, ne fazlaydı bu projede? Aslında bu soruları bu cihazı yaparken de düşünüyorduk. Ama en sonra ortak bir kanıya varmıştık. Bu cihaz bir insanı başka bir yere ışınlayabilirdi, velâkin bu ışınlanma soyut bir ışınlanma olacaktı. Gerçeğine tıpatıp benzer, fakat daha çok ısınan bir devrenin yanmadan önce kesik kesik duman çıkarması gibi, zamanla azalacak bir görüntüye sahip olacaktı; olmalıydı! Biz bunu böyle planlamıştık. Ama birkaç genç deli çocuğun uğraşı, dünya için yeni bir tarih, miat oluşturabilir miydi ki?
Bilgisayarı görünce dahi içim bir değişik oluyordu. Masaüstü dediğim bilgisayar, masanın etrafında 360 derece dönen büyük kasaların olduğu, inanılması güç, süper bir bilgisayardı. Kuantum bilgisayarlarından hep bahsediyorlardı ve ben bizimkisinin ondan daha güçlü olduğuna inanıyordum. Fan denilen bir cihaz, çok garip bir şekilde, fırın bacalarına göre tasarlanarak, icat edilmiş değişik bir parçaydı. Bu fanı kurmamızın hikâyesi bile dergilere kapak olacak kadar zekiceydi. Her şey Tanzanyalı Bussury Abdurrahman tarafından yapılmıştı ve tüm parçaları, tek tek elde yapılıp, takılmıştı. Bütün bu malzemeler o kadar basit parçalardan yapılmıştı ki, inanılması güç ekonomik rahatlık ve beceri ile beraber tüm malzemeleri ucuza kapatıp, almayı başarmıştık. Cihazın arka tarafında, fanın çalışmasında yardımcı güç kaynağı olarak benzinli bir motor dahi vardı. O kadar karışık ve komplike bir işti ki bu, tarifi mümkün olmuyordu! İşin en kötü tarafı, sıfırın altında eksi elli dereceği yakalayacağımız an için geçerliydi. Eğer kara delik yönü doğru seçilirse, eksi elli derece, vücudun tüm organizmasının durması için ideal olacaktı, ki bu -270 derecelerde gerçekleşen ’sonlanma’ anı masalını alt üst edecek bir gelişme olacaktı! Cihazın içine girip, bir anda, milisaliseler içerisinde ışınlanmak, hayaldi; biraz sonra ise gerçek olup, olmadığı anlaşılacaktı!
Sokağımızın çıkışındaki lastikçiden aldığımız eski, parçalanmış lastikleri eritip, tekrardan içine yüksek karbonlu çelik ekleyerek oluşturduğumuz 5 santimetrelik kalın tabaka bütün cihazı kapsayan bir fondu. İşin esprisi, bütün aletleri güzel bir şiiri yazar gibi, tek tek yerleştirdiğimiz için, bu işten hiç yorulmamış ve bıkmamıştık. İşin sonunda, yapamasak dahi, en azından böyle projeyi Türkiye için sunmuş olacak ve önümüzün açılması için fırsatlara gebe bir zaman dairesi etrafında dolaşmış olacaktık! Düşündükçe, aklımın tırnakları yiyecek gibi oluyorum. Bu başarıydı ve kimse, hiç kimse böyle bir başarıyı yadsıyamazdı. Bu arada bizi en rahatlatıcı şey de, kaldığımız evin Cem’in amcası oğluna ait olup, bir nevi Cem’e ait olup ve de müstakil olmasıydı. Alt katındaki büyük kileri bir fabrika gibi işletmemiz, akıllara durgunluk verecek kadar muntazam bir sabrı gerektiriyordu. Ama her şeyi yapmıştık ve artık neyi, nasıl yapacağımız sorusu değil; kimin o uzay elbisesi gibi garip şeyi giyip, ışınlamaya aday olacağıydı. Kimse istememişti ki, ta ki bugün, bu saate kadar.
Elimde garip bir şekilde pembe, plastik yayık tabak ve ayaklarımın titremesi! Üzerime montumu giydikten sonra, o garip elbiseyi giymeye başladım. Allahtan geniş diktirmiştik ki terziye, bana da rahatça olabiliyordu. Bu elbise, herhangi bir yanma için engelleyici olacaktı.
Bilgisayarın fanını, direk olarak aktif edince, hışırtılı ses gelmeye başladı. Penceresi olmayan odada (pencereyi söküp, fotoğraf odası bahanesi ile beton yaptırmıştık ustalara) bu ses ilk kez korkmama sebep olmuştu. ’To’ yazan bölümde, girilen değerlerin ayarlara geçmesi için, ’bas’ kırmızı tuşuna basmam gerekiyordu. Elim titreye titreye kırmızı butona basmak için kendimi zorluyordum. Butona basar basmaz, cihazın sallandığına şahit oldum. Ufak bir deprem geçirmişçesine yer sallanmıştı. Ses iyicene artmaya başlamıştı ve arkadaki soğutma tüplerini aktif etmem, ardından fanın dengeli ayarda çalışması için benzinli motoru çalıştırmam gerekiyordu. Motorun silindir giriş ve çıkışlarına eklediğimiz borla zenginleştirilmiş karbon tıpaçlar, sessiz bir aktivitenin haberini verir gibi bana bakıyordu. Gözlerim onlara takılmışken, cihaz için artık son hamleyi benim yapmam gerekiyordu. Acayip derecede parlak olan elbiseyi, baştan sona giyerken, terlemeye başlamanın verdiği rahatsızlıkla oflayıp, pufluyordum. Ama her şey biraz sonra belli olacaktı! Poğaçaları koyduğum plastik tabağı da, gazete ile üzerini sarıp, marketten aldığım poşetin içine koyunca, garip bir hal aldığımın farkına vardım. Yavaş adımlarla makinenin içine doğru yürüyordum. Az sonra birden eksi elli dereceye varacak oturağın üzerinde, oturup, yolculuk edip, edemeyeceğimi test edecektim.
...
’Mein Schatz, mein Schokolade, Ne unuttun yine okula gitmeden! Oğlum, canım benim; geldim geldim! Hoff, ne güzel az daha uyuyacaktım. İşim var zaten öğlene. Verdammt, basma şu lanet olası zile be oğlum! Geldim, geldim. Dur şu dürbünden bakayım yine en iyisi. Ya o değilse?’
’Acaba koordinatlar yanlış mıydı?’
’Hallo, Hey, Wer bist du? Kime diyorum be adam! Lanet kardan adam gibi olmuş, haline bak. Uzaylı gibi bu be! Kim lan bu? Dürbün mü böyle gösteriyor ne ya? Halloooo...Wer bis..’
’Hah, duydu beni. Şu cebimde kâğıt olacaktı. Şey... Frau Albak?’
’Töbe Ya Rabbi, kimsin gardaşım sen?’
’Abla ben, ben hacıcavcav!’
’Neeeeeee.......!’
...
YORUMLAR
Madde 1 Üretkenliğinize hayran oldum, yazıları çeşit çeşit ve arka arkaya geliyorlar maaşallah. Acaba patatesli poğaça yersem ben de birşeyler yazabilir hale gelir miyim?
Madde 2 Ben de ışınlanmak istiyorum eve, ama işler bitmedi ve eksi elli derece fikri çok korkunç. O nedenle mesai bitsin de arabayla gitmeyi deneyeyim diyorum.
Ellerinize sağlık :)
"...CIA ve FBI" ın elinden böle bi proceyi kapıp sağ salim işletim sistemine dahil ederek yurdumuz insanına kazandırdığınız için sizinle gurur duyorum Azizim...bize de bekleriz poğaçalar nassı olursa olsun farketmez koordinatlar yerine garanti olsun diye ADRESİ veriyorum.....................................................B.evler/İstanbul...geç kalma yarın sabah uygun mübarek gün hem dua da alırsınız............
selam ve duam ile kutlarım...
HakkınSesi
Cuma'yada olmazsa büyük bir camiye gidelim de, çıkışta da çay içeriz en namuslusundan...
Ah İstanbul!
Hürmetle güzel insan..
talip
ama Cuma işini seçtiğin camiide ki hocaya...çayı da Emirgân'a havale edip çıkalım yola...sen yeter ki koordinatları şaşırma :)
Çok fazla kaptırmışım kendimi, ister misin dedim şimdi. Cavcav yanlışlık ile pat dişe düşsün benim
odanın ortasına :))))))))))
HakkınSesi
-Ben, nerdeyim ya???
-Hey sana diyorum, kimsin sen; aloooo?
-Sen kimsin esas...Dur ya ben seni bir yerden tanıyorum..
-Nereden be manyak? Evimin içine girdin böyle gizli gizli..
-Girmedim ben.
-Dur polisi çağırıyorum, hırsız mısın nesin sen?
-Sen Billur T.'sin vallahi. Behzat Ç. gibi. Seni tanıyorum...
:)))
Billur T. Phelps
Bu ne haller böyle?
Yüreğime indirecektin nerdeyse..
Bir tabak börek ikrami için ne gerek vardı
Bunca zahmete :)))))))))9
HakkınSesi
Ben de tahmin edebileceğiniz şekliyle, dört tekerden başladım, iki tekerli bisiklete kadar geldim. Arabayı direk geçip, ışınlanma aracını kullandım..:)
Sahte kovboy:)
Afganistanlı Beşir derse gitmişti. Tanzanyalı Bussury ise uyuyordu.
.
Ah bu yazarlık başka bir hayal dünyası
Bu arada pasta tarifin çok güzel olmuş aynısını yapabilirim
HakkınSesi
Bildiğimiz poğaça tarifi:
-1 yaş maya
-1 bardak süt
-1 bardak sıvı yağ
-1 yumurta beyazı
-Yeteri kadar tuz ve yarım çay kaşığı şeker
Yeteri kadar unla, ele yapışamayacak seviyeye geliinceye kadar yoğrulur. Sonra efendime söyleyeyim, tepsi yağlanır; istenilen şekle göre açılır, istenilen malzeme içi konulur ve güzelcene fırına yerleştirilir.. :))
Teşekkürler ziyaretin için ablacım..:))))
Allah müstehakınızı versin e mi ..
Yazı bitince dilimden düşen bu oldu.. Tabii buraya yazarken, müstehakını , müstehakınızı olarak değiştirildi.. Siz demek saygı ifadesi ya (?)
Yine çok güzeldi.İfadeyi eleştirecek durumda zaten değilim de, ben kurgulara takmış durumdayım..
Kalemine, kelamına ve dimağına bereket kardeşim..
Hürmetle.
HakkınSesi
Saygılar, teşekkürler daim..
Farklı,komik,keyifli bir yazı olmuş.Bir serüven.
Bu arada iş yerindeyim şuan okurken.Ve kopmuşum farkında değilim :) sanki başka bi yüzeydeyim.Arkadaşlar bişey istedi algılayamadım.Her zaman ki yaptığım şeyi bi türlü çözemedim. :) koğmuşum resmen,buraya ait değilim.Işınlanmışım başka bi yere :))
Harkaydı tebrikler.İkincisini merakla bekliyorum.Ayrıca bana poğaçaları ışınlamanıza gerek yok,nasılsa aynı şehirdeyiz :))
HakkınSesi
O olmadı, selda abladan...
Teşekkürler her daim..
Saçmalık değil bu harika ötesi bir yazı olmuş. Ah o isimler hele ki. Nasıl koptum. Gerçekten ilk kez böyle bir mizah yazısını okudum. Ciddiyeti bozmadan son ana kadar soluksuz ve aslında hayal kırıklığı olan bir son. Daha heyecanlı bitmesini umuyordum ki genelde finallerinizden çok gelişme bölümüne yükleniyorsunuz.
Kurgu mükemmel. İçerik, anlatım. ( Kıskandım. Ben neden yazamıyorum böyle. :) )
Hele ki başlangıçta o poğaça yapma aşamanız olağan üstü ki, bir çok kadından daha iyi poğaça yapacağınız kanatine vardım :)
Not: "41°,7',32.088'' Kuzey
28°,52',16.788'' Doğu " koordinatları verdim iki tane poğaça ışınlar mısınız? Poğaçanın yanında koordinat belirtirseniz parası neyse geri ışınlarım...
Tebrikler, Saygılar...
HakkınSesi
Eğer bitmemişse evden gönderteyim. Işın cihazımızın komedisi de ne ala oldu...
Çok teşekkürler ziyaretin için.:)
destina*mltm
He bedava olacaksa o zaman 2 den vaz geçtim. 5-10-11-12-13-14-15- tane falan olabilir yani :)
Yüreğinize sağlık ama, ben diğer yazılarınızdan daha çok beğendim bu yazınızı :) Günün ilk yazısı buydu ve keyfime değmeyin şimdi :)