- 752 Okunma
- 2 Yorum
- 0 Beğeni
DELİ BAHRİ SON
DELİ BAHRİ
Not:Daha önce bütün hayatını özetlediğim, Dedem, Kara Müdür, Deli Bahri Babanın,Zafer Haftası nedeni ile, Kurtuluş Savaşında yaptığı hizmeti, onun aziz hatırasına ,küçük bir saygı olmak üzere ,tekrar yayınlıyorum.Daha önce okumuş olanların affına sığınırım. Saygılarımla
Yer ,Avşar Nahiye Müdürünün odasının önü…
Hasır iskemlesine oturmuş, sarma sigarasını tüttüren Bahri Baba’nın gözü , uzaktan, bir toz bulutunun içindeki ,iki deli süvariye takılı kalmıştır. Nahiye’nin iki jandarması vardır, bir onbaşı ve bir er. Bunca firarın içinde ,Bahri Baba’yı terk etmeyen, onun kadar kahraman iki nefer. Ali Onbaşı ‘Müdürüm ,bu atlar çatlamadan ulaşırsa ,yiğitlerine bir ayran yapacağım, ellerimle’ der. Gülüşürler.
Gelen toz bulutundan ilk kurtulan, rütbeleri bile fark edilmeyen, Mülazım-ı Evvel Ömer Efendi’dir. Arkasından yetişip ,atın dizginlerini yakalayan ikinci kişi ise, Seyis Er Abdurrahman’dır. Ali Onbaşı ,ayran yapmak için ,yanlarından ayrılırken ,Ömer Efendi ,üzerinde kırmızı mühürü ve ‘ Bu zarfın gereğini, bir dakika tehir etmenin cezası idamdır’ yazan zarfı , Müdüre takdim eder.
Tarih 23 ağustos 1922 saat:13:00 dür. Emiri okuyan Bahri Baba ,ağlayarak Ömer Efendi’yi ve Abdurrahman’ı öper, sonra rabbine ,kısa bir şükür duası ederek, az ilerideki evde ,çamaşır asan Babaannem İffet’e , ‘Hemen bana azık hazırlayın, Doruyu çekin. İhsan, çabuk buraya gelsin, Ali Onbaşı, Koçum? ‘ diye bağırır. Ali Onbaşı ,elinde ayran maşrapaları ile şaşkın ve gülümseyerek gelir.
Artık, vakti gelmiştir. Avşar halkı,zaten hazırdır. Haber, hemen yayılır. Deli Bahri , kasabanın tek atı, doru kısrağına atlamış ,civar köylere doğru yola çıkmıştır bile. Köylerin boşalmasını, yanında muhtarlar olduğu halde tepelerden izler.Onlar Avşar’a doğru yol alırken, Avşarlılar da , cephaneyi kağnılara yükleyecek şekilde hazırlanırlar.
Büyük oğlu, İhsan Amcam, Muallim Okulu öğrencisi ,17 yaşındaki iri kıyım bir delikanlıdır. Cephaneyi, her kağnıya yüklenecek kadar ,gruplar halinde binalardan dışarı taşıtıyor, sırtının cephane sandıkları çizikleri ile parçalanmasına, ellerinin kanamasına aldırmadan kadınların ve yaşlıların önü sıra koşturuyordu. Babası, civar köylülerin kağnılarıyla dönmeden önce, her şey hazır olmalıydı.
Avşar’ın kağnıları yola dizilmişlerdi. Babaannem ,genç bir gelindi. Bahri Baba’nın ikinci eşi olarak ,ona ilk erkek evladı 17 Ocak 1922’de doğurmuştu. Bu bebek, Babam Ali Hayrullah Hamit Ovalıoğlu idi. Babaannemin ,sırtına bağlı kundağı içinde 6 aylık ,kara bebek ileride Yüzbaşı olarak Kore’de ve Türk Barış Kuvvetleri Lojistik Komutanı olarak Albay rütbesiyle Kıbrıs’ta savaşarak, Kore ve Kıbrıs gazisi olacaktı. Uzun ismini ise ,imza hanelerine sığmadığı için , A.Hayri Ovalı olarak değiştirecekti.
Babaannem, kendi kağnısını konvoyun en önüne çekmişti. Yüklenen cephanenin gölgesinde, babamı emzirmeye çalışırken Doru Kısrağın nal sesiyle irkildi. Gelen Bahri Babaydı. Hiç yavaş süremez miydi ,şu Doru Kısrağı? Doru koşarken, atlamak ,Deli Bahri’nin huylarından biriydi. Koşarak gelip ,kağnının gölgesinde duran testiyi kafasına dikmişti. Kana kana içtikten sonra ,meme emen bebeğin çenesine dokunarak, ‘Çok şükür İffet. İsmet Paşa’ya mahçup olmayacağız’ diyerek gülümsemişti. Görevini yerine getirebilmenin mutluluğu yüzünden okunuyordu.
Yer Kocatepe deki, İstiklal Savaşı Orduları Başkomutanlık Karargahı: 26 Ağustos
1922 sabahı ,saat 02:30 .Mustafa Kemal , ileri geri dolaşıyor elindeki gümüş saplı kırbacı sinirli hareketlerle ,potur pantolonunun yanlarına, çizmelerine vurarak sabırsızca ,
‘Nerede kaldılar İsmet? Taarruzu, hangi cephaneyle başlatacağız? Hazırlık ateşi olmazsa, piyade çok zaiyat verir. İnebolu’dan gelen , top cephanesinin çapı , birkaç milim büyük çıkmasaydı , bunu yaşamayacaktık.’diye Topçu Batarya Komutan larının da duyacağı şekilde sorar.
Batarya komutanlarının elinde , yoğun hazırlık atışı yapabilecek cephane yoktur . Ankara’dan gelen , yanlış çaptaki SOVYET RUSYA yardımı mermileri , küçültmeye çalışan Topcular, atölyelerden aldıkları , az miktardaki mermilerin kovanlarını, top namlu yatağına sokup çıkararak kontrol ederler. Ve de , hepsi, cephane yetişmezse diye , endişe içindedirler.
İsmet Paşa , kendi kendine ;
‘Neden müdüre hiç asker bırakmadım. Keşke, bir miktar at ve araba bıraksaydım. Hareket emrini de , çok geç yolladık. Onca cephane , nasıl gelir, bir askeri kol olmadan. Yol ,zaten kaçaklarla dolu. Bunları Muhacir zannedip , saldırırlarsa ne olur? Müdüre çok mu güvendim.’diye söylenip duruyordu.
Tam o sırada yağız atını , dört nala koşturarak gelen genç bir Süvari Mülazımının sesi duyuluyordu, yıldız dolu bozkır gecesinde. ‘Geldiler, geldiler. Cephane geldi. Kağnılar, yarım saat mesafedeler. Çok cephane var. Ama pek çok.’
Kurtuluş Savaşı’na, simge olan, gelinlerin üzerini bebek kundaklarıyla örttüğü, ihtiyarların , tekerlerlerine omuz vererek ittiği, çocukların öküzlerini çektiği, üvendire dürttüğü, garip bir konvoydur gelen. Bu konvoy ,Türk’ün son gücünü denediği, umudun son dakikalarında ,ancak yeten, kurtuluşumuzun desteği olan , inancın, Hürriyet ve Kurtuluş sevdalısı insanların, son gayretidir. Bu konvoyda , büyük Amcam İhsan, Halalarım, Babaannem ve Babam vardır. Dedem ise konvoyun beyni ve lokomotifidir.
Deli Bahri Baba Doru kısrağını konvoyun bir başına, bir soluna koşturmakta, ağzı köpükle kaplı genç hayvanı , gümüş saplı ecdat yadigarı kırbaç ile son bir gayrete sürüklemekteydi. ‘Ha de yavrım, ha de doru gızım. Geldik gari. Bunla , bizim yiyitlerimiz. Kemal Paşa’nın yiyitleri. Kemal Paşa’nın memileli bunla. Yettik gızım. Yettik işte. Atıkın ,Yunanın gaçma zamanıdı. De gidinin gahpe Yunan’ı de.’
Kemal Paşa , yanında İsmet Paşa’yla, Kocatepe güneyinden yaklaşan bu konvoya bakmak istedi. Çıktığı tepeciğin üzerinden karanlıkta, sadece bir toz bulutu görünüyordu. Topçu bataryalarının mühimmat arabaları , konvoyu karşılamak üzere yollara koyulmuştu. Mustafa Kemal, gelen konvoyun çokluğunu ,o askeri dehası ile bir bakışta çözmüştü.
‘Sen , yirmibeş kağnı demiştin ,ilk kafile ile gelecek cephane?’
‘Öyle demiştim Paşam’ diye başını salladı , İsmet Paşa.
‘Ne yaman Müdürmüş bu Bahri Baba. Tam beş yüz elli kağnı ile çocuk, ihtiyar, gelin, kız demeden Anadolu’nun tüm özünü, Türk’ün gücünü, son gücünü toplayıp yetti. Var ol Kara Müdür, var ol.’diye düşünecekti YÜCE KOMUTAN.
Sabah 03;15 de cephanenin, ilk kullanılacak bölümü dağıtılmış, bataryalar mermileri, atışa hazır hale getirmişti. Sabah, gün ışırken saat 05;30 da topçu ateşe başlayacaktı. Türk’ün özgürlüğü, güveni ve dünyada , yepyeni bir milletin doğuşu, belkide ,o ilk topun tetiğine bağlı ipi çekerek ateşleyen ,genç bir batarya zabitinin, bir parmak hareketi ile başlamıştı.
Kağnıları getiren kadınlar, hemen askerin ardındaki, yaralı toplama, erzak dağıtma ve sargı noktalarında görev almaya koşuyorlardı. Bir subay , ilk yaralılara yardım etmeye çalışan Babaannemi İffet’i ,
‘Kızım ,sırtında bebekle , senin ne işin var? Sen geriye git’ diyerek yaralılardan uzaklaştırmaya çalışacak, ama O, Babam Zifir Hayri’nin silah seslerinden korkarak ağlamasına aldırmayıp , yinede geriye gitmeyecekti. Bebekken , silah sesleri duyan ve korkarak ağlayan Babam, Kore’den, bir kahramanlık madalyası ile dönecek ve Kıbrıs’ta Barış Kuvvetlerin de Lojistik KOMUTANI olarak görev yapacak ,HOCAM ALBAY İBRAHİM KARAOĞLANOĞLU nu , on metre arkasında şehit verecek ti .
Ütğm.YAVUZ SOKULLU da , Babamdan aldığı bir emri yerine getirirken dengesini kaybedip düşecek, elindeki el bombasının patlaması ile Babamın kollarında gözlerini yumacaktı. Babam Kıbrıs dan, Gazilik payesi alarak dönecekti.
Atatürk kafileye, sıcak erat çorbası içirilmesini emretmiş, hala atından inmemiş olan Deli Bahri’yi ise , yanına çağırtmıştır.
‘Sen yetişmeseydin Müdür, topçu nasıl başlatacaktı bu taarruzu, topçu atmasa, piyade çok kırılırdı. Berhüdar ol. Allah , Millete bağışlasın.’ diyecek ve yanındaki İsmet Paşa’ya ’Bu ismi bana hatırlat ’ diye , emir verecekti.
Zaferden sonra TBMM’de, Bahri Baba’ya , hem İstiklal madalyası, hem de 250 Lira para verilmesi İsmet Paşa’nın önerisi ve anlatımı ile gözyaşları içinde, oy birliğiyle kabul edilecekti.
Kemal Paşa’nın, yanından ayrılan Bahri Baba’nın, henüz tay iken aldığı ve eğitip bütünleştiği Doru Kısrak, görevini tamamlamış, şimdi de, at ihtiyacı olan süvari gurubuna verilmek üzere götürülmesine gelmişti sıra. Ona, koşmayı, komutları öğreten, kendi eliyle tımar edip sağrısına samanlıkta yatarak uyuyan, eliyle şeker yedirip, yelesini , kuyruğunu ören Bahri Baba için , Doruyu eliyle teslim etmek ne zordu… Kemal Paşa’nın yanından ayrıldıktan sonra , atının kantarmasından tutmuş, ihtiyatta bekleyen Süvari Komutanlığına doğru yürürken, içinde bu kutsal görevi başarmanın sevincini ve ayrılığın acısını birlikte yaşıyordu.
‘Gıpraşma be gızım. Bak deyolaki zaferden kellli, yine has sahabına döneceğmiş bütün atla. Hem askeriyenin otu, yemi boldur. Sen sadece , dikkatli ol. Gavırın , gurşununa ney gelme sakın. Dikgat ol gızım.’
Bahri Baba , gözündeki yaşları ,önce ceketinin sol yenine silmiş ,sonra aynı kolu ile dorunun ağzında biriken, köpükleri temizlemişti. Doru, sanki olayı anlamış gibi burnu ile Bahri Babanın , kolunun altını dürtüyor, kafasını, onun şefkatli kollarının arasına sokmaya çalışıyordu.
İhtiyatta bekleyen süvariler, kendilerine gelen bu atı ve sahibini izlerken ,onların manevi bağını anlamışlar ve içlerini bir hüzün kaplamıştı. Süvari Binbaşısının, karşısında saygıyla duran ,Bahri Baba, tüm gücünü toplayıp ,gözyaşlarını silmiş ve ‘Doru gızım , size emanet gumandanım.’ diyebilmişti.
Birden, dört nala gelen bir atlıya , çevrilmişti gözler. Bu atlının , sarı kordonları onun , bir emir subayı olduğunu gösteriyordu. Yoksa, ihtiyat muharebeye mi sokuluyordu. Atından koşarken inen , sırım gibi bir Yüzbaşı, sert bir selam vermişti Süvari Binbaşısına.
‘Komutanım ,İsmet Paşa’nın emri , ile başka at alımına gerek kalmadığını arz ederim.’ O sırada gelen seyis Ere, atının dizginlerini teslim edip , son bir veda için Dorunun gözlerini, yanaklarını öpen Bahri Baba, duyduklarının sadece kendisini kapsadığını, İsmet Paşa’nın gizli bir teşekkür yolladığının farkındaydı. Başı yine dikti , ama gözlerinden akan yaşlar artık onun kontrolünde değildi. Binbaşı: ’Emri duydun Müdür. Atını alıp gidebilirsin.’ Diyordu ama Koca Müdür, donup kalmıştı. Seyis Er’in, uzattığı dizginleri almış , geldiği yöne doğru , yine atının yanında yürümeye başlamıştı.
1 5 Eylül 1922 de İsmet İnönü bu sefer otomobil ile Avşar’a uğrayacak ve Bahri Baba ,onu Nahiye dışında Doru’ya binmiş olarak karşılayacaktı.
‘Ne günlerdi be Müdür. Nasıl yettin onca muhimmatla. Biliyorum , kırık kağnıları onartıp , yola koydurmuşsun.’ Diye konuşacaktı , İsmet Paşa. Nahiye binasının önünde , Ali Onbaşının demlediği çayı içerken .
Kara Müdürü , oturtması yine mümkün olmamıştı İsmet Paşa’nın. Arkasında ise Amcam İhsan , babası gibi esas duruşta ,saygıyla bekliyordu. Çayın yanında ,bu sefer babaannemin acele ile yaptığı , çörekler vardı. ‘Yahu Müdür ,ne heyecan çektim o gece bir bilsen’ diyecek; Sonra da o meşhur gülümsemesi ile ‘Doğrusu bütün cephaneyi getireceğini düşünemezdim. Dünyalar benim oldu, görünce konvoyu. Sonra arkadan baktım , kısrakla konuşuyordun adeta. Yüzümü kara çıkarmadın , Kemal Paşa’ya. Teşekkür ederim Müdür’ diyecekti.
Daha sonraları ,Bahri Baba Isparta Cezaevi Müdürü olacak ve çok sevdiği bir mahkumun idamının ardından , emekliliği isteyerek ayrılacaktı. Ekim 1934 de Babaannemin memleketi olan ,Konya Ilgın’a taşınacak ve Bahri Baba için küçük bir emekli maaşı ile geçim sıkıntısı başlayacaktır.
Deli Bahri Baba , şerefli, onurlu, gururlu, ama evsiz ve yoksuldu artık. Hizmet süresi hesabından ,Reji İdaresinde geçen hizmet sayılmadığı için düşme olmuş ama o, emekli dilekçesini geri almayı, onuruna yedirememişti.
1935 yılında, Bahri Baba ,İsmet İnönü’nün aklına gelmiş, TBMM’ de yaptığı fedakarlıklar anlatılarak , oy birliğiyle 250 TL gönderilmesine karar alınmıştır. Meclis kararı ile gelen bu para, Babaannemin istediği evi almaya yetiyor, hatta evin nişanlı olan kızının ,düğün ve çeyiz masraflarını da karşılıyordu. Paranın geleceği , bütün Ilgın’a yayılmıştı.
O gün , aile sevinçle Bahri Baba’nın yolunu bekliyordu. Ve o nihayet mahallenin başında görüldüğünde, Babam ve Amcalarım koşarak ,sol kolunda koca bir paketle gelen Babalarını karşılamak üzere gitmişlerdi. … Acaba 250 lira ,bu kadar büyük bir paket miydi? Çocuklar sevinçle, Halam biraz mahçup ,fakat çeyizini tamamlayacağı için , mutlu yüzüyle bakıyor, Babaannem ‘Nihayet evimiz olacak’ diye şükrederek , Bahri Baba’yı karşılıyorlardı.
Bahri Baba’nın, masanın üzerine bıraktığı paketi açmaya , kimse cesaret edememişti. Sessizliği, onun gür sesi bozmuştu.
’ Ne durusuz leen. Aham , eti gavırın, ıragıyı,gavını getrin. Davranın gari.’ Diye gürlemişti. Sormaya cesareti yoktu kimsenin. Ev halkı, şaşkın, anlamsız gözlerle, paketten çıkan, yarım gövde, kuzu etine bakakalmıştı.
Sessizliği yine kendisi bozmuştu. ‘Bu para ney , bizim olamazdı yavrılarım.’ ‘Möhimmatı, memiyi ,hepten bizmi alıvedik sıtımıza? ’ ‘Bak Hayrim ,goca deliganlı oluvedi. Hemi zabit olucek ,benim Aslanım. İhsanımı, muallim edivedik. Hey gidi günle hey’. ‘Galan para, bu guzu eti yavrılarım. Gerisini , bilel ikişel , dağıtıvedim dullala yetimlele. Hadi gari , döküve ırakıyı gözel gızım.’ De geliven yancağzıma çocuklalım, gadınım. ÇAPAR, gel olum sende yanıbaşımıza. Guzunun kemiklerini sen yi ,hemi yavrım.’,
Yıllar sonra ,Hayri’nin subay çıktığını ,annemle nişanlandığını görecek, hayır dualarını edip , yine o sağlam karakteri ile onuruyla ve hiç eğilmeden ,bu ona uymayan dünyadan çekip gidecekti.
Yıllarca belinde onurla taşıdığı ,Lagant tabancasını ,önce babama , sonra da bana ve benden sonra gelecek Hamit OVALIOĞULLARI’na bırakacaktı ,miras olarak. İki kama bir altın madalya ve bolca şerefle birlikte. Zaten onun maddiyatla, parayla ne işi olabilirdiki?
Ehh işte böyle bir deliydi, kendini akıllı sananlara inat.
Bu toprakların , sana ve senin gibi yiğitlere, temiz ve şefkatli aydın yüreklere , çok ihtiyacı var.
Seni görmeyi, senin yüreğinde, az da olsa yaşamayı isterdim. Ruhun şad olsun Dedeciğim.
EYÜP YAŞAR OVALI
YORUMLAR
Sayın Hocam,Tarama yaparken farkına varamadan, aynı parağrafı iki defa yazmışım. Siz dostumun , yerinde uyarısıyla hemen düzelttim. Teşekkür ederim.
Bu topraklar ,ne savaşlar, ne mücadeleler ve ne hainlikler gördü. Neden uyanamıyor, neden tek yanlı ve yorumsuz , utanmazca iftiralarla, Türk'e yakışmayan yalan dolu , kahpe davranışlara tevessül ediyoruz? Bu savaşlar yapılmamış da , komşu gezmesine çıkmış , Yunanlı dostlarımız , bizim hatırımızı mı sormaya gelmişler miş? Bu kafalar düzelemez, umarım birbirine çarparak kırılırlar ,Hocam.
Teşekkürlerimle.
İKİNCİ BÖLÜMÜN SONUNU ÜÇÜNCÜ BÖLÜMÜN BAŞINA DA ALMANIZ, ÜÇÜNCÜ BÖLÜMÜ GEREĞİNDEN UZUN GÖSTERMİŞ...HARİKAYDI...Hele hele Miyase yüzünden gördüğü zulümlere direndiği an, yazının başlığına tamam dedim, bu...Meram artık Konya'nın merkezi oldu... Kurtuluş Savaşını küçültmeye çalışan, hatta öyle bir savaş yapılmamıştır diyebilen yobaz takımına bu yazıyı okutamazsınız, keşke okusalar, utanırlar belki... Her şeyden önce sizi, öyle bir atanın torunu ve evladı olmak şasına malik olabildiğiniz için kutluyorum, sonra da bu muhteşem hatırayı bizimle paylaştığınız için teşekkürler ediyorum.SAYGIYLA
kemnur tarafından 3/1/2012 5:16:41 PM zamanında düzenlenmiştir.