- 1165 Okunma
- 3 Yorum
- 0 Beğeni
Gidişinin Mart Baskısı
Şubat’ın bitişi, Mart’ın gelişi…
Kulaklarım üşüyordu sadece. Kalbim de üşümeye başlıyor.
Kadıköy’den kalkan Eminönü vapurunun en arka koltuğundaydım. Martıları izliyordum. Gökyüzünde kanatlarını açıp süzülüşleri hoşuma gidiyordu. Uçan bütün canlılar şanslıydı. İstedikleri yere göç edebilirlerdi. Ve daha önemlisi; bir şehrin tüm güzelliğini görebilmeleriydi. Bu yüzden bir kuş olmak istedim hep. Belki bir vapur arkasında süzülen martı ya da küçük bir serçe. Özgürlük sadece…
Karşımda oturan iki genç bu dünyanın dışında bir yerdeydi yolculuk boyunca. Birbirlerinin gözlerine öylesine bakıyorlardı ki, o an bir aşk filminin ortasında hissetmiştim kendimi. Bu bakış bana hiç yabancı gelmemişti oysa. Tanıdıktı, bir yerlerden sinmiş kazınmıştı hafızama. Çok geçmeden anladığımda, kendimi vapurun açık alanına attım ve yaktığım sigarayla yüzümü okşayan rüzgarın beni bir hatıra yumağına sürükleyişine izledim. Rüzgardan mı yoksa hafızama kazınmış görüntünün bir anlık gözümde canlanmasından mı bilmem, yanağımda bir ıslaklık hissettim. O an’a kadar fark etmediğim kadının parfüm kokusunun bulaştığı mendilin yanağımda ki ıslaklığı silmesiyle kendime geldim. Ameliyat masasında yatan bir hastaydım o an. Ölüyordum… Kadın geldi ve beni kurtardı. Ona döndüğümde gözlerimde ‘neden’ bunu yaptın diyen bir isyan vardı. Tam söyleyecek gibi oldum ki, dudaklarımdan çıkan kelimeler bir teşekküre dönüştü. Aynı mendille kendi gözyaşını silişine de teşekkür ettim…
Galata köprüsünden geçerken tüm adımlarımı yakıp istiklal’in o kalabalık yalnızlığına karıştım. Vapurdaki sevgililere veda etmeyi unutmuştum ve o kadına. Ben hiç kimseye veda etmediğim için, bilmiyordum neler söylenebileceğini veda ederken. İlk vedayı babam yapmıştı. Bu bir başlangıçtı o zamanlar, bilmiyordum. Küçük bir çocuktum. Büyüdüm ve devamı geldi. Ve bu film bir gün bitecekti bunu biliyordum sadece.
Kısa metraj aşkların yaşandığı bir döneme denk gelmişim. Bir pazar yeri gibiydi ortalık ve herkesin aşk dediği ama bedenini sattığı bir yerdeydim. Burası dünyaydı işte. Fiyat biçilmiyordu. Günlük, haftalık ve aylık. Geç doğuşuma isyan etmekte özgürdüm. Düşüncelerimi söylemekte, bağırmakta, insanlara küfretmekte. Ama sadece beden satıcılarına ve alıcılarına. Bu kadar… Gerisi, anam, bacım, kardeşimdi…
Çok kadın tanımıştım. Çok seven, çok aşık ama hiç unutmayan. Gözlerinde ki geçmiş bir aşkın bıraktığı izleri okuyordum. Geçmemişti oysa. Farkındaydılar ya da değil. Acılarını içime çekip, üzülüşlerine üzülüyordum…
Zamanı geri almayı çok istediğim olmuştu ama bu kadar fazla değildi hiçbiri…
Belki de sen tuttuğun için sıcaktı ellerim ve vücudumun geri kalanı. Dünyayı ısıtabilirim, sokakta kalan çocukları ve diğer insanları. Sen istersen. Ya da sadece seni ısıtırım…
Bir rüyadayım belki de. Sahi misin bilmiyorum. Dokunuşların çok gerçekçi. Gidecek misin biraz sonra, ya da ertesi gün. Haftalar sonra. Merak sadece bu. Cevap vermek zorunda değilsin. Kalan bütün ömrümü sana emanet edip ölebilirimde. Sen gününü ve saatini söyle. Bir martının kendini sonsuz boşluğa bırakışı gibi kendimi içine bırakabilirim.
İnan, sen tutuyorsun diye sıcak ellerim…
Bu şehrin arka sokaklarını hiç bilmiyorum oysa. Kaybolmayı isterdim ama yolumu bulurum diye korkuyorum biraz. Kaybolmalıyım, hiç bulunmamak üzere. Hiçbir sokak afişine rastlamamalıyım beni arayan. Sırada ki şarkıyı senin için seçtim. Dinle ama unutma…
Şubat bitiyor mu sahi?
Kaybolmak demiştim ya, bu şehre ilk gelişim beş yaşlarıma denk geliyor. Annemin elini bırakıp kaybolmuştum ama nasıl olduysa evin yolunu da bulmuştum. Bu yüzden kaybolamam ben. Sadece ölürüm. İstersen bütün ömrümü sana bırakıp, kirpiklerinden yapılma bir darağacına asabilirim kendimi. Bir şarkı dinliyorum şimdi, şuan.
İstiklal de bir kadının ağlayışına tanıklık ediyorum. Mendilim olsaydı uzatırdım, silerdim gözyaşlarını. Yanına gidip neyiniz var diye sormak istiyorum.
“Aynı acıyı mı yaşıyoruz? Siz de mi bir rüyadan uyandınız? Neden bu yaşlarınız, kime? Çok güzelsiniz, sizi böylesine ağlatan birine küfredebilirim. Yanlış anlamayın, ben de sizinle aynı acıyı yaşıyorum. Siz sokak pazarında aşkını satanlardan değilsiniz.” Kendi kendime konuşuyorum o kadını izlerken ve sonra uzaklaşıyorum oradan. Adımlarımı yakmaya devam ederek.
Sana çok şey anlatmak istiyorum. Yüzünü göğsüme yaslarsan tüm ağrılarım geçecek. Ölmeyeceğim. Gözlerinde bir hüzün var. Aynaya bakmıyor musun yoksa? Ellerinde de başka bir tenin sıcaklığı var. Belki de bu beni böylesine ısıtan. Üzerimi çıkarmak istiyorum. Üşümeliyim. Yüreğim de üşümeli.
Bu şehre, yani İstanbul’a kar çok yakışıyor ama yağmur kadar değil. Şimdi yağmur yağmasını isterdim. Islanmak ne güzel olurdu. Tenimden silinmeli tüm dokunuşların ve öpüşlerin. Kendimi aklamalıyım. Bütün işlediğim günahları sadece yağmur temizler. Yani bu şehre yağmur yağarken gelmek isterdim.
Otobüs duraklarında bekleyen insanların yüzlerinde ki acıyı ve hüznü izliyorum. Mutlu bir insan yok bu şehir de. Oysa bu şehir sizden küçük bir mutluluk nasiplenmek istiyor demek istiyorum. Susuyorum.. Sonra kuyruğun en arka sırasına geçiyorum. Otobüs geliyor ve kapılarını açıyor. Üsküdar diyorum, kız kulesi diyorum, yalnızlığım, acılarım ve hüznüm. Susmuyorum.. Bilet soruyor, cebimde ki bozuk paraları bırakıyorum avucuna.
Kadın gitmek istiyor. Hesapsızca, umarsızca. Çığlıkları gökyüzünü delip kilometrelerce yukarı çıkıp tekrar yeryüzüne düşüyor. Adamın sağır eden gözyaşları düşmeye başlıyor kız kulesinin üzerine. Sarılıyorlar sonra. İkisi de üzgün ve yarım… Gidersen ölürüm diyor kadın. Sesi kulaklarımı tırmalıyor. Hayır diyorum, ölemezsin. Ölecek kadar sevmiyorsun çünkü. Gidecek kadar seviyorsun, gidebilecek kadar cesaretsizsin sen. Sen sadece gidersin, gitmeyi bilirsin. Ve kadın gidiyor. Ölürüm diyen kadın, adamın gözyaşları arasından çantasından çıkardığı şemsiyesini açarak gidiyor ve topuklu ayakkabılarıyla adamın üzerine basarak. Adam orada ölüyor. Artık hiçbir suni teneffüsün onu kurtarmayacağını biliyorum. Dönse kadın, gitmedim dese ya da ölmeye gidiyordum dese, adam kalkamayacak yerinden.
Gidenlere hep bir anlam yüklemişimdir. Ya unutamadığı aşkını hatırladığı için gitmiştir ya da aradığının bulduğu adam olmadığını anladığı için. Gitmek isteyen hep gitmiştir. Kafasına koyduysa geriye döndüremez artık hiçbir şey onu. Yarın mı gideceksin, yoksa ertesi gün mü? Kızma merak ettim sadece. Çünkü ne kadar daha yaşayacağımı bilmek istiyorum. Sadece bunu bilmek istiyorum. Fazlasına gerek yok. Üşüdüm biliyor musun? Tenimi ısıtan sıcaklık yok oldu, gitti. Üşüdüm. Yüreğim de üşüdü…
Fon da çalan müziğin sözleri daha acı gelmeye başladı bana ‘Ölü aşklar diyarına beni sen attın’… Senin şarkın bitti mi? Benim ki devam ediyor hala. Başa sarıp sarıp dinliyorum. Benim dinlediğim şarkılar bitmez.
Yirmidokuzşubat-birmart…