- 1040 Okunma
- 2 Yorum
- 0 Beğeni
Ölüm Üzerine
‘’yaşamak, gecenin karanlığında
dişe diş, inada inat yaşamak
yaşamak
bir mavi çiçek gibi,
bir nazlı bebek gibi
özgürlüğün tadında yaşamak’’…
Sonsuz uzayın, derin sessizliği ürkütüyor beni… Evrenin yasaları karşısında, her an kırılmaya, savrulmaya hazır, incecik, narin bir dal gibi yüreğim bugünlerde… Evren ise; her şartta kendi türküsünü söylemeye devam ediyor işte…
Sonsuz uzayın dilinde dökülen sessiz nağmeler, beni yaşam ve ölüm üzerine düşünmeye zorluyor… Çok sevdiğim, üstte yıldızlarla çevrili gök kubbe var üzerimde… Ve içimin yaşama dönük titreşimleri bir yandan… Yolculuğa davet ediyor beni adeta… Sonsuzluğa, uzaklara, çok uzaklara işte…
Kar ve yağmur olanca şiddetiyle yağıyor dışarıda… Ve rüzgâr esiyor bir yandan… Gece gündüzü, sabah akşamı kovalıyor soluksuzca… Bitkiler tohuma yatmış, kat kat yerin derinliklerde… Börtü böceğin, bir o yana bir bu yana telaşları, yaşamın görünen ve evrenin sessiz diline sesler katıyor işte…
Sessizlik sese dönüyor böylece… Ve yaşama dair umutlar yeşeriyor içimde… Ve ölüm soğuk bakışlarıyla duruyor karşımda hala…
Zorluklar, sorgulamalar, gelgitler bedenimizi yormuş ve güçsüz kılmışsa eğer… Hastalıklar acıtıyorsa canımızı… İçten içe kanıyorsa yüreğimiz bir yandan… Yaşama dair umutlarımız azalmışsa… İşte tam da bu anda girmeli devreye irademiz… Yaşama tutunma hevesimiz bence…
Ve sevdiklerimiz, dostlarımız gelmeli gözlerimizin önüne… Ancak erdemli insanların arasında oluşabiliyorsa dostluk… Sevgi bir olabilmekse aynı bedende hani… Ve varsa bunların bir anlamı içinizde, yüreğinizde… Kalmamalılar boynu bükük geride işte…
Hadi tut elerinden yaşamın… Yeniden, yeniden işte…
‘’yaşamak dağların doruklarında,
yaralı bir serçenin çığlığında yaşamak
yaşamak
denizde dalgalar gibi,
deli bir rüzgâr gibi
kavganın doruğunda yaşamak’’…
Bir paylaşım sitesinde görmüştüm birkaç gün önce… İdam sehpasında bir insan duruyordu karşımda… Boylu poslu ve yakışıklıydı da üstelik… Ve gülümsüyordu hayata… Çevresindeki insanlarla sohbet ediyor gibiydi... Yüzünde hiçbir kırgınlık ve öfke de yoktu… Birazdan, öleceğini de biliyordu üstelik… Ölüme meydan okuyor gibiydi… Yaklaşan son anlarında, yaşama arzusuyla işte…
Ve nedense; bu tablo beynimi kemiriyordu benim… Sebepleri ne olursa olsun diyordum içimden… Davalarına inanmışlıkların da ötesinde… İdam sehpalarına yolculuk edenlerin, yaşama gülümseyen bakışlarının gerisinde… Bir şeyler olmalıydı… Bilmediğimiz… Ve belki de hiç bilemeyeceğimiz bir şeyler işte…
Ve birden, Sokrates’in savunmasında yargıçlara söylediği sözleri geldi aklıma…’’kararınızı verdiniz… Ben ölmeye gidiyorum… Siz yaşamaya… Bunların hangisi daha iyi… Bunu ancak tanrı bilir.’’işte…
Her insanın yaşamı kendisine sonsuz mu görünüyor yoksa… Bundan mı yoksa zamanı savrukça ve hoyratça harcamamız… Ve hiç bitmeyecek gibi gelmesi yaşamın bize… Yoksa ölürken nasıl gülümseyebilir ki insan… Uğrunda öleceğin bir davanın olması, bunları anlatmaya yetmiyor bence…
Ve bir başlangıcı var yaşamımızın elbet… Ya sonu sizce…
İçsel depremler yaratıyor bu soru içimde… Ve insan; bilebilir mi öldüğünü sizce…
Yaşam çizgisi ile ölüm anını insan bilinçle mi yaşıyor yoksa… Her şeyi bilmek; bir anlamda tecrübe etmeyle ilgili değil midir sizce… Öyleyse; nasıl bilebilir ki öldüğünü insan…
Her canlı ölecektir… Bunu biz biliyor ve söylüyoruz… Yaşayan bizler söylüyoruz yani… Öyleyse neden korkuyoruz ölümden… Bilmiyorsak nasıl öldüğümüzü işte…
Evrenin bir dili değil mi ölüm… Ve ne çok insan gitti bilinmezlere… Ve ne güzel başlar düştü toprağa bir bir… Biz kim oluyoruz da korkuyoruz ölümden… Kendimizi değersiz kılma adına söylemiyorum bunları inanın… Ölüm korkusuna karşı çıkmaktır tüm derdim… Yaşam ve ölüm arasındaki derin boşluğa yani… Bir anlam katabilmektir yaşama kendimce… Ve korkmadan ölümden işte…
İnsan bilirse ölümü… Yaşam ve yokluk arasındaki derin boşluğu, nasıl anlamlı hale getirebilir ki…
Ve içsel depremler yaratsa da içimizde… Yaşam ve ölüm arasında gelgitler yaratsa da varlığı ölümün… Kimse tecrübe edememiştir ölümü işte…
‘’yaşamak direnmektir
ölmektir hem yaşamak’’
Hadi tutun yaşamın ellerinden… Gülümseyin…
Ölmek diye bir şey yoktur bence…