- 771 Okunma
- 2 Yorum
- 1 Beğeni
Gölge
Kim o?
Her adımdan sonra dönüp arkamda kim var diye sormasının sebebi yalnızca bir gölgeydi. Aslının dışında varlığı ürküten ikinci bir gölge. Kendi gölgesinde beliren iki vücut nasıl bu kadar yakındı birbirine üstelik etrafında hiç kimse yokken?
İçindeki çığlıkları ve kimsenin farkında olmadığı o korkuyu bir nevi azaltmak isteyen biri niye olmasın. Var olmak yalnızca bedenen bir yerde bulunmak mıydı? Oysa artık canı ruhunda taşımayan ölü bir beden yaşamazken nasıl derdik hayatını sürdürmek için bedenen var olmak gerektiğine.
Her başıboş yüreğin bir teselli vericisi vardı. Sokakta dolaşırken birden gölgende belirir ve yalnızlığını unuttururdu sana. Korkmazdın. Oysa neden ürküveririz biz?
Tek olması gereken gölgemizi iki tane görünce.
Kısa montunun kemeri sarkıyor, omzuna takması gereken çantasını elinde tutarak yürüyor. Oysa gölgesi öyle değil. Gölgesinin elleri boş, montunun kemeri de sarkmıyor. Hafif kambur ve ağır adımları. O durunca duran, yürüyünce onunla birlikte devam eden.
Bir diğeri ise; daha genç ve daha bir mutlu. Arkadaki gölgeye inatla daha bir hayatı seven.
Hangisi oydu?
Ağır, kamburlaşmış ve uzaktan bakınca korkunç bir yaratığı andıran gölge mi, yoksa yaşından daha genç gösteren ve her şeyde yeni bir umut arayışında olanda mı? Karanlık sokaklardan karşısına çıkan merdivenleri ikişer ikişer çıkmasının sebebi de o korku muydu yoksa?
Kendi gölgesinden nasıl kaçar insan?
Bir seçenek sunarmış gibi. İki gölgeden birinin olması gerekirmiş gibi; yan yana yürüyorsun. Biri önde diğeri arkada. Biri hayatın ne kadar dolu ve güzel olduğunu anlatıyor sana diğeriyse ne kadar boş ve anlamsız. İkisinden de bir kaçış arayışı içerisindeyken bir üçüncü gölgeyi görme korkusu.
Sahi,
Hangisiydi bizim aradığımız?
Genç bedenimiz hangisini seçmeliydi böyle? Hayatı daha güzel kılmak ve daha bir uzun yaşamak tüm güzelliğiyle beraber bu kadar cazipken kamburlaşmış bir gölgenin sunulması neden?
Böyle mi olmak istiyorduk biz,
Böyle yaşamak daha mı anlamlı kılıyordu varlığımızı?
Rüzgâr yokken kesen bir soğuğun ve hala sokaklarda yürümeyi gerektiren nedenin yalnızca mutsuzluk olmadığını biliyorduk. İnsan sebepsiz bir hüzünde nasıl başıboş gezerken bir ilaç arar kendine? Hangi doktor muayene etmeden bir ilaç yazardı hastasına, ya da yazması ne kadar etik ve uygun olurdu kurallara.
Hipokrat yemininde böyle bir şeye izin var mıydı?
Ya sebebi yoksa bulunduğumuz halin?
Kimsenin anlayamadığı ve çaresi bulunamayan bir hastalığa tutulmuşsak. Akşamın karanlığında aydınlık bir yol üzerinde beliren gölgenin dışında iki farklı insanla yürüyorsak. Ve korku içerisinde onların ikisinden de sıyrılmaya çalışırken deli gibi koşuyorsak,
İyileşmeyi bu kadar isteyip, hala sebebini bulamıyorsak?
Bir şey var.
“Evet bir şey var diyordu. Mutluyken beni mutsuz kılan ve birden insanlara küsmeme sebep, yüzümü buruşturan bir şey var içimde. Sanki bedenimin içine başka bir ruh izinsizce yerleşiyor ve düşman kılıyor beni bana yakın herkese.
İkinci bir yüzü takıyor yüzüme. Ellerim, gözlerim, ayaklarım aynı kalıyor oysa. Esmer tenim kararıyor o gelince, gözlerim daha bir korkunç bakıyor insanlara, gülümsemeyi unutturuyor bedenime. Ben gözlerimle bile anlatmaya çalışırken mutluluğumu, o kahrını vuruyor gözbebeklerime. O gelip yerleşince içime bütün herkesten uzaklaşıyorum. Ve yürüyüşüm değişiyor, ellerim cebimde tırnak etlerine acı çektirirken gözlerim çekilmez kılıyor varlığımı. Tahammül edemiyorum kimseyi görmeye, acıkmıyorum, susamıyorum da. Bağıra bağıra şarkı söylemek istemiyorum, kırıp dökme telaşında ellerim, bencil, aksi bir insan oluveriyorum. Herkes uzaklaşınca uykuya dalıyor ve kamburlaşmış gölgemi görüyorum rüyalarımda.
Gece yarısı uyanıyor ve perdeyi açıyorum hafifçe içimden çıkıp uzaklaşan şeyi hissediyorum. Görüyorum benden uzaklaşan ve uzaklaştıkça hafifleten şeyi. Sanki üzerimden çıkıp karanlıkla bütünleşiyor. Kalbim eski huzurunu buluyor, sabahında kırdığım onca kalp hala suratını asarken gidip sarılıyorum. Gönüllerini almak için konuşuyorum gün boyunca güzel şeylerden.
Nasıl anlatabilirdim içime gelip yerleşen karanlığın onlara düşman olduğunu. Hayatımdaki her şeyi yerle bir etmeye çalıştığını. Rüyalarımda yüzüme bakıp sırıttığını ve hayatımı büyük bir azaba döndürdüğünü.” Hayatı çekilmez kılan o sese işte o derece de tahammül edemiyorsun. Sanki bir çığlık atmak isterken seni susturuyorlar. Günlerdir ağlamak isteyen gözlerini artık güldüren ve doyasıya eğlenmek isteyen bir ruh var içinde.
Bütün kapılarını açıyorsun kalbinin. Bütün insanları seviyorsun;
“Tuttum insanları sevdim” diye biten bir şiiri geliyor aklına Can Yücel’in. Reis Bey’e içten bir selam yolluyorsun sonra. Şiirler yazmak istiyorsun içinde dolup taşan mutluluğa.
“Evet bir şey var; Mutsuzken birden mutlu eden. Ve insanları deli gibi sevmekle meşgul eden bir şey var. Yüzümü güldüren ve hayata sıkıca bağlayan, gelip geçtiğim yollarda okullarına yetişmeye çalışan çocukları durdurup onlara sıkıca sarılmak istememe sebep. Bir ruh yerleşiyor içime ve bütün kırgınlıkları unutturuyor bana, herkesi sevmek istiyorum.
Yüzüme yerleşiyor mutluluğum. Oysa ellerim, ayaklarım, gözlerim hep aynı. Gözbebeklerim mutluluğunu anlatıyor bakan her göze. Gizemim korku yaratmıyor ilk kez en yakınlarıma. Mutlu oluyorlar beni böyle görünce.
Herkesi mutlu edebilmek ne güzel!
Diyorum içimden. Korkulardan uzak ve bencillikten eser yokken. Bütün şiirlerimi okumak istiyorum, bağırarak bir türkü tutturuyorum açık pencereden dışarıya. Sesim sessizliğimi unutturuyor bana ve beni sessiz kılan her sebebi utandırıyorum o an.
Herkesi anlamak, dinlemek istiyorum. Mutluluklarını görmek istiyorum aşkını yaşayan çiftlerin gülüşlerinde. Onları kahramanlarım yapmak istiyorum. Sevmek istiyorum karşılıksız, yeni şarkılar duymak saatlerce dinlemek istiyorum.
Nasıl diyebilirdim içimdeki o koca şeyin beni yaşatan ve insanları sevdiren ne büyük bir nimet olduğunu. Rüyalarımda hep en sevdiklerimi ve en çok özlediklerimi gösterirken yaşadığım o büyük mutluluğu.” İki farklı insanı farklı zaman aralıklarında görüp yaşamaya ne kadar daha dayanırdı bedenimiz?
İki farklı gölgeyi bile görmeye tahammül edemiyorken.
Birinin sırtı kamburlaşmış, korkunç; diğeriyse daha genç ve daha bir cıvıl cıvıl. Birbirini takip eder gibi. Gündüz ve gece gibi, beyaz ve siyah gibi, apayrı ama birlikte.
Üç kişi;
Biri kendisi diğeriyse iki gölge. Yer değiştirip hayatı alt üst ederken bir anda bembeyaz bir deftere çeviren. Bütün her şeyden soyutlamana sebep ve bütün herkesle kaynaşmanı sağlayan.
Kimse bilmeyecek üstelik;
İçindeki farklı iki dünyayı. Yıllardır hatta bir ömür boyu onlarla yaşamayı öğreneceksin. Kendi kurallarını kendin belirleyeceksin ve kendi demokrasini yaratmaya çalışacaksın içinde. Mutlak bir yönetimi kabul etmeyecek ikisi de. Sen de değişeceksin üstelik. Bir mevsim yazı diğer bir mevsim kışı yaşar gibi değişeceksin;
Üşüyeceksin önce, sonra terleyeceksin. İnsanları severken birden düşman kesileceksin. Ağlarken gülmeye başlayacaksın. Düzen yerle bir olacak. Rüyaların iki farklı iklime dönüşecek. Gündüz yaz güneşi gece buzullar yüklenecek hayallerine.
Sonra…
Bir akşam karanlığında yolda yürürken aydınlığa vuran iki karanlık gölge çıkacak karşına. Birini seçeceksin. Biri hayatı doya doya yaşamaya çağıracak seni diğeriyse bütün koşullara baş eğmeye, sessizleşmeye ve kendinle kalmaya.
Sen koşacaksın, ikisini de reddederek ya da ikisini de kabullenircesine. Ve hayatı böyle yaşamaya alışacak ve alışkanlıkların getireceği zorluklara dayanmayı öğreneceksin.
Kamburlaşmış, yüzündeki tümsekleri gölgesinde beliren o yüz yine bir gece yarısı girecek rüyalarına, sabahına uyanmak istemeyeceksin. Güneş ışıklarıyla dolacak odana ve güleceksin. Gözlerin daha bir yaşamaya istekli, gezeceksin, eğleneceksin ve aşık olacaksın,
“Gördüğün ilk yüze.”
Şarkılar, şiirler dolacak hayatın.
İkilemler bazen de gerekli kılacak kendini;
Anlayacaksın.
Hayatı iki farklı kişiyle aynı yolda yürürken anlayacaksın. Gölgeler birbirine karışacak, sesler sessizlikle yarışacak ve hayat buğulu camlara sıçrayan tükürükleriyle yazılacak yeniden.
Ve eskizlere çizilmiş resimler temize geçmeden de gösterecek güzelliğini.
Önce kelimeler, sonra hayat öyküleri okunacak dudaklarımızda.
Kamburlaşmış korkunç yaratık izin isteyecek gitmek için,
Uysallaşacak.
Ve yalnızca sessizliğini isteyeceksin ondan köşene çekilip dinlenebilmek için.
Ama o açık bir kapı bırakacak gecenin karanlığında sıkılıp dönmesini istersin diye, çağırmanı bekleyecek, ağır ağır kocaman ayaklarıyla uzaklaşırken masum bir gülümseme okunacak dudaklarından, karanlığa karışırken;
Nefesinde hissedeceksin varlığını…
Ve o her gece uykuların bölündüğünde fısıldayacak kulaklarına;
“Ben buradayım.” Diye.
YORUMLAR
Çok teşekkür ederim. Gerçekten çok nazik ifadeler kullanmışsınız. Hem mutlu oldum hem de gurur duydum.
Sihirli Kalem
Sihir yapmışsınız yine:)Okurken kelimelerin el ele verip cümle kurmaktan ziyade, okuıyanın aklını başından almakla meşgul oldugun fark ettim.Yine siz... olağan olmayan bir büyü var ve çok güzel.Tebrikler
Sihirli Kalem
Betüş yalnızca yazıyor. Eli sihirli mi bilmem ama galiba yolunda gitmeyen birşey olunca ya da her şeyden kopup yalnız kalmak isteyince kalemine sarılıyor anlayacağınız.
Şuan sizin yorumunuzu görmekten ne kadar mutlu olduğumu tekrar tekrar belirtmek istiyorum...
Sihirli Kalem
Betüş yalnızca yazıyor. Eli sihirli mi bilmem ama galiba yolunda gitmeyen birşey olunca ya da her şeyden kopup yalnız kalmak isteyince kalemine sarılıyor anlayacağınız.
Şuan sizin yorumunuzu görmekten ne kadar mutlu olduğumu tekrar tekrar belirtmek istiyorum...