10
Yorum
0
Beğeni
0,0
Puan
1507
Okunma
O günden sonra içmeye başlamıştım. Sonrasında da çekmeye. Az ya da çok ne fark ederdi?
Değil mi?
Gözümü açmak için çok didindim. Belki de hiç açamayacaktım, sırtımda zonklayan şu berbat ağrı olmasaydı. Boş midem çarkıfelek gibi bulanırken, aniden yükselen kusma ihtiyacıyla öğürmeye başladım.
“Lanet olsun!” Nefret ediyordum şu safra çıkarma işinden.
Ayaklarıma doğru sızan, sıcak safra midemi daha da azdırmaya yetmişti. Kendi kusmuğumdan midem bulanıyordu. Islanan çoraplarımı çıkarıp boşluğa doğru fırlatıp attım. Yer beşik gibi sallandıkça gözlerimi açamıyordum. Gözlerimi kapayınca bu seferde karanlıkla beraber dönüyordum.
Yan tarafta oturan kadın ana avrat küfretmeye başladı.
__ Ulan orospu bokun içinde mi oturacağız şimdi. Kaltak karı. Ne yaptın lan sen?
Ses geldi kulağıma çarptı. Bulantı midemle beraber beynimin içinde fır dönmeye devam etti. Soğuk terler dökmek üzereyken, kadının elleri saçlarımla buluştu.
_ Yallah fahişe sürtüğü temizle bakalım şimdi saçınla, sıçtığın boku.
Yerde sürünüyordum. Yüzüme sürünen buruk kusmuk kokusunun ıslaklığın, dudaklarımda hissedince tekrar öğürmeye başladım. Saç diplerinim sızıntısı sinek ısırığı gibi geliyordu. Konuşmak için ağzımı açmaya çalışırken sesim gırtlağımın içinde boğuldu. Gıkım çıkmadı. Kelimeler anlamsızlaştı sanki buhar olup içimde bir yerlere gizlendi.
_Bırak onu be kadın!
Kösele ayakkabının sesi kulağımın dibinde çınlayınca, saçımı tutan ellerin gevşediğini fark ettim. Ardından gelen tokat sesiyle, az önceki ses delirmişçesine bağırmaya başladı.
_ Bu karı batırdı buraları! Komiserim pisliğin içinde mi otaracağız?
_ Kes sesini be kadın! Rahat dur oturduğun yerde.
_ Ama kom…
_ Sus dedim sana be kadın! Hikmet bu kız bayılmış, içeriye haber verin.
Büyük babamdan yadigâr kalan köstekli saat, ikindi sularını gösteriyordu. Kar hiç yağmadığı kadar yağmıştı. Geceden beri. Bu şehir ilk defa beyaz örtüye bu derece mahkûm kalıyordu herhalde. Selin in ayak seslerinden başka, elimdeki köstekli saatin minyatür deviniminden oluşan nefesi, odaya can veriyordu. Selin ayaklarıma doğru sırnaştı. Griye çalan tüylerinin altında kalmış sıska kaburgasının cansız dokunuşunu bacağımda hissettim. Son günlerde epey bir zayıflamıştı.
Göz göze geldik.
_ Acıktın mı?
Masanın üzerinde akşamdan kalma, peynir ve ekmek kalıntılarını önüne bıraktım. Birkaç kez kokladı. Burun kıvırıp alıngan bir şekilde gözlerimin içine baktı. Arkasını dönüp mecalsiz adımlarla yatak odasına doğru yöneldi.
Bana küsmüş gibiydi.
Kendimi bezgin bir vaziyette kanepeye bıraktım. Eski kanepenin gıcırdayan rayları sırtımın altında inatla kıvranmaya başladı.
İğrenç kokuyordum. Günlerdir suyun altına girmemiştim. Dün gece kaçtığım aynalardan birine ansızın yakalanınca, karşımda ki siluetten ödüm patlamıştı.
Aynaya bakan yüz bendim ha!
Koyu mavi gözlerimin altındaki koyu halkalar ve şiş göz kapaklarımla ceset gibiydim. Göz bebeklerimin kocaman büyümesi pek hayra alamet değildi. Bir yerlerde okumuştum. Veya izlemiştim. Hatırlayamıyorum. Zaten ne önemi vardı ki? Ondan ziyade, gözlerimin içinde feri kaçmış bakışlarım bana yabancı geldi. En son iki hafta önce saçlarımı keserken aynanın karşısına geçmiştim. Değişim olağanüstüydü. Marifetli olan ben değildim. Her şeyi ona borçluydum.
_ Bunu satmak istiyorum.
_ Fiyatı ne kadar eder?
Adam kel kafasının orta yerinde topladığı bir tutam saçı, kafasının tepesinde toplamıştı. Kelliğini saklamak istercesine… Boynuna taktığı en az üç numara olan gözlüklerini, şaşı gözlerine geçirip ağzının içinde bir şeyler geveledi. Yanına sokulup ne dediğini duymak isterken burnuma çarpan esans kokusuyla bir adım geri attım. Bir kaç saniye saati evirip çevirdikten sonra, koca mor dudaklarından işine gelirse dercesine mırıltılar döküldü.
_ Yüz elli, iki yüz civarında eder.
_ Yüz elli mi, iki yüz mü?
Homurdanarak söylenmeye başladı. Aynı anda cam tezgâhın üzerine bıraktığı saate kaçamak bir bakış atarak;
_ Vallahi bundan yukarı kimse fiyat vermez. Siz bilirsiniz. Esnafı gezin isterseniz.
Ayakta duracak halim, bekleyecek sabrım kalmamıştı. İçi boş olan cüzdanımı çantamdan çıkarmaya uğraşırken;
_ İki yüz. Hayrını gör.
Dükkândan çıkarken aniden soruverdim.
_ Hemen satılır mı?
_ Neden sordun?
_ Parayı ayarlayınca geri alacağımda ondan…
_ Bilmem. Şansına kalmış.
Kuyumcular çarşısının çıkış kapısına doğru adımlarken, karşı dükkânın camından mor dudaklıyı görüyordum. Büyük bir iştahla, büyük babamın yadigâr köstekli saatini vitrine yerleştirmekle meşguldü.
Tam göğsümün sağ tarafında düğümlenen acı, içimi daraltırken gözlerimden süzülen yaşları ve etraftakileri önemsemeden; ” O….pu çocuğu.” Dedim.
Küçükken karanlıktan hep korkmuştum. Birde denizin sesinden…
Şimdi.
Karanlıktan yine korkuyorum. Denizin sesi ise çok uzaklarda kaldı. Çoktandır duymuyorum bile. Özleyip özlemediğimin farkında bile değilim. Son zamanlarda hiçbir şeyin farkında değilim. Veya umursamıyorum da denilebilir.
Bir haftadır evden dışarıya adımımı atmadım. Kapının zili her sabah ve her akşam çaldı. Açmadım. Muhtemelen ev sahibidir. Kirayı istemek için gelmiştir. Benim ise ona verebilecek hiçbir şeyim yok. Bedenimden başka. Artık onu da istemiyor. Uzun zamandır bacı kardeş olduk. Adi adam.
Selin de ortalıklarda görünmüyor. Besbelli hala küs bana. Aldığım sütü dahi içmemiş.
On günlük nevalemin bitmesine birkaç gün kaldı. Satacak bir şerim ise kalmadı. Acaba birileri Seline talip olabilir mi?
Hiç sanmam. Kim ne yapsın uyuz kediyi?
Son iki gündür kolum çok ağrıyor. Mosmor olan iğne yelerim buna sebep olabilir herhalde. En iyisi çekmek... Veya sigaralık. Ah birden canım çekti. Lanet olasıca. Hınzır. Nasılda aklıma gelince hemen oynaşıveriyor benimle.
Burun kanadımdan içeriye süzülen beyaz, beynimin kıvrımlarında dolaşırken yaşadığım haz. Ah muhteşem bir şey…
Uçuyorum.
Beyaz bir halının üzerinde ve beyaz bir gökyüzünde…
Aşağıda beni izleyen kendime selam ve öpücükler gönderiyorum. Coşku sınırlarını zorlarken kahkahayı basıveriyorum. Gülmeye doyamazken, aklıma Selin geliyor.” Canım kedim. Selincik neredesin?” Diye avazım çıktığı kadar bağırıyorum.
*
Hastanenin koridorunda bekliyoruz. İki polis memuruyla… Tiksintiyle bakıyorlar bana.
Buraya üçüncü gelişim. Her seferinde uygulanan prosedürler aynı. Otomatik olarak denilen her şeyi harfiyen yerine getiriyorum. Bu sefer ki tek fark fuhuş yüzünden de hâkim karşısına çıkacağım. İçimden fark etmez diyorum.
Daha genç olan polis memuru dokunmaktan korkarcasına, el işaretiyle içeriye girmemi söylüyor.
İçerisi küçücük bir oda…
Üzerinde beyaz önlük olan yaşlı adam, perdenin arkasına geçmemi söylüyor. Yanında ki hemşire mavi bir örtüyü bana uzatıp belden aşağıya soyunmama rica ediyor. Birileri tarafından rica cümlesi duymayalı, ne kadar çok oldu diye düşünüyorum. Düşüncemin esiri olmuşken beyaz önlüklü, muayene masasına doğru itekliyor beni.
O an kendimden nefret ediyorum Hiç etmediğim kadar. Kafamı pencereye doğru çeviriyorum. Kar yağıyor. Kasıklarımda gezinen el umarsızca canımı yakıyor. Ben hala karı izliyorum.
Utanıyorum. Hiç utanmadığım kadar. Sonun nerede bitebileceğini hayal ediyorum. Gözümün önünde hiçbir şey canlanmıyor. Yine kara sığınıyorum. Dışarı çıkabileceğim anları düşünüp karla avunmaya çalışıyorum. Bunun sahte bir avuntu olduğunu kendime itiraf etmekten korkmuyorum. Omuz silkiyorum. Kafamdan geçen düşünce dudaklarımda can buluyor.
_ Selin ne yapıyor acaba?
SEVİLAY DİLBER