17
Yorum
0
Beğeni
0,0
Puan
1666
Okunma
En son markete girip bir şeyler araklamaya çalışırken, marketteki çalışanın fark etmesiyle kaçmaya başladığımı hatırlıyorum. Koşup sokağı dönerken sol bacağımda bir yanma hissediyor ve gerisini hatırlamıyorum. Kendime geldiğimde ise bir odada tek kişilik bir yatakta uyanıyorum. Bileğime bir bileklik geçirilmiş, üzerinde bir numara var 14569… Yataktan hafifçe doğrulmaya çalıştığımda baş dönmesi, halsizlik hissediyorum.
Saatin durduğunu görünce “Çöplükte bulunan saat bu kadar harika olurdu” diye söyleniyorum. Öğlen vakti gibi. Kaç saattir uyuyorum hiçbir fikrim yok.
Odanın mavi camından boğucu, koyu mavi bir ışık süzülüyor.
Şu sefil ömrümde kaldığım en şık oda da diyebiliriz.
Biraz kendimi toparlayıp pencere kenarına kadar gidiyorum. Çok katlı bir bina burası. Şehrin ortasında, aylak aylak dolaşıp, bira sigara parası bulabilmek için gezindiğim ve belki defalarca yanından geçtiğim bir binanın içindeyim.
Burası bir hapishaneye benzemiyordu işin iyi tarafı. En azından yine hırsızlıktan hapsi boylamamışım.
Yorgun hissediyorum ama aynı zamanda garip bir gevşeme var üzerimde, kafam güzel yani. Koluma bir iğne yapılmış. “Uyuşturucu mu verdiler lan bana” diyorum içimden…
Kendimi yatağa bırakıyorum aynı anda kapı açılıyor. İçeriye kısacık kesilmiş siyah saçlı, iri gözlü, uzun ince bir kadın ve iri yarı bir adam giriyor. Kadının üzerinde siyah , mini etekli bir takım var.
Ayağa kalkıp kadına doğru yürüyorum. Adam beni tutuyor.
“Beni neden buraya getirdiniz? Sadece açtım bir şeyler çaldım. Polis misiniz kimsiniz söyleyin?”
Kadın beni hiç duymamış gibi…
“Umarım iyi uyumuştursunuz, merhaba” diyor.
“Lanet olası bırak kolumu, siz polis falan değilsiniz, nerede olduğumu bilmek istiyorum”
“Sakın ol . Birbirimize yardım edeceğiz sadece. Bizim sana senin de bize ihtiyacın var” diyor.
Adama bir kafa işareti yapıyor. Adam dirseğimden büktüğü kolumu iterek:
“Hadi yürü” diyor.
Kapıyı açıp dışarı çıkıyoruz. Birbirine uzanan koridorlar boyunca kadın önde, ben ve iri yarı adam arkada yürüyoruz. Koridor boyunca bir sürü kişi görüyorum. Herkes, zorla götürülüşümü kanıksıyor gibi. Duvarlar ve yerler beyaz. Duvarlarda yer yer tablolar asılı. Koridorların birbirini keserek birleştiği yerlerde üniformalı görevliler var.
Asansörle zemin kata iniyoruz. Kapıdaki görevli bize kapıyı açıp geri çekiliyor.
O sırada beyaz önlüklü bir adam önümüzde yürüyen kadına:
“ Cathi, bak sana şahane bir şey göstereceğim” deyip yere indirmiş olduğu tabloyu bize doğru çeviriyor.
Demek ismi buymuş “Cathi”…
Kadın yaklaşıp resme dokunurken adam heyecanla:
“Ressamı tanınmış biri değil, bir antikacıdan aldım onu. Biraz eski bir tablo, nasıl buldun?”
“Bu tablonun üzerinde oynanmış. Eski boya saydamlaşıp çatlamış, alttan eski boya görülüyor yer yer, bir tür alttaki resmi bozan kalitesiz bir pentimento yapılmış, yani resim bana kalırsa bozulmuş, yine fiyasko Hector ” deyip gülümsüyor kadın.
Adam hayal kırıklığına uğramış gibi tabloyu kendine çevirip tekrar bakıyor.
Kadın göz ucuyla beni ona göstererek:
“Neyse, bir dahaki sefere belki” diyor ve ayrılıyoruz.
…
Sessizliği ben bozup tekrar soruyorum onlara belki bu sefer bir cevap alırım umuduyla.
“Beni nereye götürüyorsunuz?”
“Birazdan göreceksin” diyor kadın arkasına dönüp bakmadan.
Kocaman bir laboratuvara giriyoruz. Üç tüp dolusu kanım alınıyor, ardı sıra bir sürü tetkik ve tahlil yapılıyor. Neden yapıldığını bilmediğim bir sürü sağlık kontrolü.
Her an başımda duran adamlar yüzünden ne itiraz edebiliyor ne de buradan kaçabiliyorum. Epey bir süre sonra beni tekrar odama götürmeye davrandıklarını anlayınca kadına bağırıyorum:
“Beni ne zaman bırakacaksınız söyleyin, artık!”
“Sonuçlar belli olsun ona göre bırakılıp bırakılmayacağına karar verilecek ” diyor sanki çok doğal bir şey söyler havada.
Kendimi küçük bir fare gibi hissediyorum.
Aynı adam arkamda, gidiş yolunu adımlarken, koridorun köşelerine yerleştirilmiş kameraları fark ediyorum ve buradan kaçabilmenin imkansızlığını…
Nun