- 1765 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
ZORLU DÖNEMEÇLER (22-2)
GÜNLÜKLERDEN
02-01-2006
Sabahtan yine halsiz. İlaçlarını muntazam veriyorum. Bazen de kâlpten dolayı izordil vermek durumunda kalıyorum..
Sanki Gülcan’ı uzun zamandır görmemiş gibi, ‘’ben ölmeden kızımı bir daha göreyim, özledim’’ diyor. Onunla olduğumuz günleri sıralıyorum, ama nafile. ‘’Para da vermek istiyorum, Param yok ki!’,diyor. Kendi muhtaç-ı himmet bir dede teranesini tekrarlıyor. Metinin evliliği için, hem senin, hem de benim namıma, çok para verdiğimi, yılbaşı için de ayrıca para verdiğimizi, Yeni evliler için çamaşır makinesi aldığımı, kendisinin de geline bilezik taktığını söylüyorum. ‘’O başka’’ diyor. Ve iki dakika sonra unutup, tekrar aynı şeyleri 6söylüyor.
20-01-2006
Hastanede, Dr. Başar bilgili çoktan terhis olup ayrılmış. Ona alışmıştık. Yerini sordum ama söylemediler. Dolayısıyla, Nöroloji Bölüm başkanı, Prof. Dr. Oğuz Tanrı dağ ile randevumuz var. Onun görüşü de farklıydı. Arıcept’in bir sabah, bir de öğle saatlerinde, Sarequel’in ise bir sabah, bir de yatarken verilmesini uygun gördü. Ayrıca yeni bir ilaç daha yazdı. ‘Bu da Avrupa malı, iyi bir ilaç’ dedi ve ilave etti. ‘Bundan sonra benim hastamsınız, giderken üç ay sonraya randevu alın’!.
İşte, üçüncü olarak verdiği ilacın, prospektüsünü okuyunca anladım ki, bu hastalığın çaresi yok. O ilacın, o kadar çok yan etkisi var ki, aslında hiç vermek istemedim. Sonra da Profesörün bir bildiği vardır herhalde diye düşündüm..
Bu üçüncü ilacı verdikten sonradır ki agresif hareketleri arttı. Ayrıca gece yatarken feryat figan uyanıyor, bacaklarına, ayaklarına kramp giriyor. Masaj aleti ile krampı izale etmek için dakikalarca uğraş veriyorum, kendisi de acıdan kıvranıyor.(Zaman, zaman bu kramplar devam edecekti)
02-02-2006
Akşam yemeğinde, pirinç çorbası ile, değişiklik olsun diye, beyaz peynire birer yumurta kırdım, bir de muhallebi, Saat 1900 a doğru, gaz sancısı başladı. Oturamıyor, yatamıyor, dolaşmaktan yorgun düştü. Duphaluc şurup verdim. Zaten her yemekten sonra, Pankreofflat veriyordum. Bu defa hiç biri fayda etmedi. Saat 2100 de GATA Acil Servise götürdüm. Röntgen, idrar tahlili, kan tahlili derken Gazdan şikayeti azaldı. İlaç bile yazmadılar. Yalnız, Doktorların tavsiyesi, ‘yarın bir de nöroloji’ye gösterin’ şeklinde oldu.
Saat 2230 da eve geldik. Gaz sancısı yine başladı. Epey sürdü. Sonra yatağa uzandı, yorgunluktan hemen daldı. On beş dakika sonra uyandı Tuvalete götürdüm. Meğer gaz çıkarırken kilot ve pijamasını da kirletmiş. Hemen değiştirdim. Parça, parça dışarı çıkınca rahatladı
. 18-02-2006
Dün gece uykusuz kalmıştık. 2130 da ‘’ yatalım’’ dedi. Tam yatağı açarken, -‘’Sen nerede yatacaksın’’ diye sormaz mı? -‘’Senin yanında’’ deyince, -‘’Olmaz! Sen başka yerde yat’’ diye yanıt verdi. Ben de misafir yatak odasına gittim. Bir müddet sonra, -‘’CANTURK Alb. neredesin?’diye sesleniyor. Baktım döne, döne beni arıyor. –‘’Buradayım’’ diye cevap verdim, Geldi, -‘’Düzelt yatağı, gel yanımda yat’’ diyerek, önceki itirazını unuttuğunu belli
08-03-2006
Öğle yemeğinden sonra, -‘ ‘bu ev bizim değil, başkasına ait, kim bilir ne kadar para isteyecekler?’’ Diye endişe ediyor. Diğer bir korkusu da eşyaların çalınması. Her şeyin yerini değiştiriyor. Ve saklıyor. Sonra da koyduğu yeri bulamıyor. Bir ara, ayakkabılarını sordu. Önce Japon terliklerini gösterdim. –‘’Onları değil her zaman giydiklerimi göster ‘‘ dedi. Onları gösterince eline aldı baktım yatak odasına götürüp, gar dolabın içine koymak istiyor ,Ayakkabılar kirli diye itiraz ettimse de inadında ısrar etti. Sonra salona götürdü. Bir müddet geçtikten sonra, koyduğu yeri unuttu. Aramaya başladı. Bulamayınca bana sordu. Ben takip ettiğim için bulup verdim. Bu defa -‘’çocuklar çalar’’ diyerek tekrar eski yerine koydu.
Bir ara çantasını sordu. Gar dolaptan alıp gösterdim. İçindeki parayı saymak istedi ama paraları da tanımaz olmuştu., dolayısıyla ben saydım. 350 lira - ‘’ ıhh, bununla hiç bir şey alınmaz ki’’ dedi.
Daha sonra yine beni tanımaz oldu. ‘’Senin kocanım’’dedim. Kıyameti kopardı. Yine tehditler, bağırıp, çağırmalar, Gülcan’a telefon ettim. Onu da dinlemiyor. Baktım olacak gibi değil, ‘’Engin’i de al bir taksiye binin gelin’’dedim. Onlar gelinciye kadar aşağı inip bekledim. Geldiler, bir saate yakın ikna etmek için çaba saffettiler. İkna olunca da onları evlerine bırakıp döndük.
23-03-2006
Saat 20.00, yatma hazırlığında. Tuvalete girip, çıktı. Anneannesini arıyor. ’Altmış yıl önce rahmetli oldu’’diyorum. Öyle öfkelendi ki, neredeyse bana vuracaktı. Bir saattir çırpınıyor, ‘’Anneanneme ne yaptınız! Yaşlı kadını nereye götürdüler! Zorla mı götürdüler? Ne vicdansız insanlar varmış. Neredesin anneanneciğim, Benim yüzümden oldu! Senin yerime bana yapsalardı fenalığı!’’
Bu defa bana dönerek, ‘’sen yaptırmışsındır! Çağırmışsındır onları, Kimler götürdüyse, Allah kahretsin! Anneanne nerdesin, seni özledim! Nasıl yaptırdın Yusuf!? Bana nasıl yapabildin bu kötülüğü! Anneannem iyi bir yerdedir inşallah! Hıyar gibisin, olan hadiseden teessür bile duymuyorsun! Öldüğünü söylüyorsun. Allah belanı versin! Zaten seni hiç gözüm tutmamıştı. Seni besledim, yedirdim, içirdim. Gözüne, dizine dursun. Keşke seni tanımasaydım! Anneanne affet beni! O beni karşılamak için geldi. Nereden bucağım ben anneannemi? Çok fenayım! Çok perişanım! Gel beni kurtar anneanneciğim!’’ diye feryat ediyor. Dil altı vermek istiyorum, almıyor.
Saat 2115 oldu hâlâ üzülüp söyleniyor. ‘’Anane! Allah seni korur. Kimse sana bir şey yapamaz! O cennettedir inşallah! Öyle hain insanlar var ki her şey yaparlar. Bize düşmanlık yapan var!’’
Saat 2130 de biraz sakinler gibi oldu. Ben ise üzüntüden kahroluyorum.
13-04-2006
Öğle yemeği yerken bir toplantıdan bahsetti. –‘öyle bir toplantı yok’’ dedimse de! O kafasındaki düşünceleri, kelimelere döküyor.-‘’Acele edelim, toplantıyı kaçırmayalım! Herhalde insanları seçerler! Böyle yerlerde, yaş haddi olması lazım! İyi bir kıyafet giymeliyim! Kim bilir, ceylan gibi genç kızlar vardır.’’
Anladım ki güzellik yarışmasına katılacak. –‘’Toplantı nerede olacak’’diyor. Hiç sesimi çıkarmadım. Bir şey desem, benim üzerime hücum edecek.
Tuvalette dişlerini yıkarken de, -‘’Hoş ben katılacak değilim ama, 60-70 yaşındaki insan böyle bir yarışmaya katılır mı? Gülerler insana.!’
17-05-2006
Bugünden itibaren, havuç suyu içirmekten vazgeçiyorum. Üç ay boyunca sabah kahvaltısında havuç suyu içirdiğim halde olumlu değişiklik görmedim..Muhtemeldir ki havuç suyu, hastalığın ilk devrelerinde faydalı olacaktı.
Genellikle akşam üsleri, -‘’içimde bir sıkıntı var’’ diye yakınıyor.
Yemek yerken de, sofraya oturunca,-‘‘Nerdesiniz, hanımlar! Beyler! Sofraya gelin!’’diye sesleniyor. Hatta, sofradan kalkarak, insanları, odalarda, salonda arıyor. Ve kimseyi bulamayınca da üzülüyor. –‘’Nereye gitti bunlar’’diye bana soruyor. Bazen sessiz kalarak geçiştiriyor, bazen de -‘’Kimi arıyorsun? İsimleri ne?’’deyince bana çok kızıyor.
Saat, 2130 da yattık. Ben kitap okuyorum. 15-20 dakika sonra uyandı. –‘’Kalk Yusuf! Yaşlı adamla ilgilen, bakalım ne yapıyor? ‘’ -- -‘’Öyle bir kimse yok’’ deyince tavrı değişti. –‘’Gidip,,aşağı odaya bak, rahatı iyi mi? İlgilenmezsen adamcağız üzülür!’’ aşağı oda derken muhtemelen, anneannesinin evinden bahsediyordu. Mecburen kapıyı açıp merdivenlerden indim, basamakların yarısında biraz bekledim ve eve döndüm. – ‘’ Anlaşılan Bizi rahatsız etmek istememiş, Allaha ısmarladık demeden, arabasına atlayıp gitmiş’’ dedim. Sevindi.-.
18-06-2006
Yatmaya yakın, yine insanları arıyor. İçlerinde fakir, yaşlı, genç var. –‘’Gitmişler, sen kovmuşsundur!’’ diyor. Bana yükleniyor. Hatta, nereden bulduysa, değnekle bana vurmaya kalktı. Kollarını tuttum, bu defa ayaklarıyla tekmeliyor. O kadar güçlü ki! Olmadı bu defa, kapıyı açtı , - ‘‘ –imdat’’ diye avazı çıktığı kadar bağırmaya başladı. Üs katımızdaki, hemşire Gülten hanımın oğlu, bir hışımla merdivenlerden indi. Beni görünce, hemen yukarı çıktı. Komşulardan başkası çıkıp bakmayınca, onlara kızdı, söylendi, durdu..
Yatarken, yine, -‘’Sen nerede yatacaksın’’diye sordu, sonra -‘’ben seni tanımıyorum, çık git evimden’’ diye ısrar etmeye başladı. Gülcan’a telefon ettim. Annesiyle konuştu ama, ikna edemedi. Bu defa, Ankara’dan, Gülşen’leri aradım. Bülent’le, Noyan’la da konuştu. Onlar da ikna edemedi. Ben öbür hattan dinlemekteydim, Bülent Benim sesimi duyunca, -‘Yusuf dayı, annemi bakım evine yatıralım’’ dedi. Bunu bana kaç defa söylemişti. –Ben ‘hayır’’ dedim ama, eşim duymuştu. Başka şeyi anlamayan insan bu sözden etkilenmiş, çok üzülmüştü. Daha sonra konuşa, konuşa yatırmış ve kocası olduğuma ikna etmiştim. Tabii bu arada ben de çok üzülmüştüm
19-06-2006
Saat 1100 e doğru Bülent telefon etti. ‘Ayın yirmisinde geleceğiz’ dedi. Bir de benim adıma Milliyet gazetesinden kupon topluyordu, göndermek için evin adresini istedi. Ama Yasemine göre, bir arkadaşımla konuşmuş, yemeğe davet etmişim. Kıyameti kopardı. Küfürler etti. Ağzına geleni söyledi.
Ö. Sonra Gülcan’lara gittik. Gülcan’ı ve görümcesini görünce sevindi. Her zaman olduğu gibi, anneannesinden ve babasından sitayişle bahsediyor. Ona göre hâlâ yaşıyorlar. İzmit’e gitmek istiyor. Ben yine akraba Yusuf oluyorum.
İlk okuldayken ezberlediği Kedi şiirini söylüyor. ‘Pisi, pisi. Gel pisi// Var mı senin gibisi?// Gel cingözüm, meleğim// Benim kürklü bebeğim// Mırıl, mırıl sözlerin// Pırıl, pırıl gözlerin// Eve neşe verirsin// Bizi eğlendirirsin!
Diğer bir ezberi de: Ah ne işler, ne işler// Hemen Büyük Gazi Paşa//Askeriyle geçti başa// Düşmanı boğdu denizde//Kurtulmuştuk hepimiz de//
Bir diğeri: Kalk artık sabah oldu//……
Eve döndükten sonra, akşam yemeği yiyeceğiz, yine, ‘’çoluk, çocuk kim varsa sofraya gelsin’’ diye sesleniyor. Bana dönerek,‘’-Neden diğerlerine de tabak koymuyorsun?’’ Diyor.
Saat 1930 a doğru ‘’Yusuf, Yusuf’ diye beni arıyor. ‘-‘’Buradayım’’diyorum ama, kafasındaki Yusuf’u arıyor. Beni tanımıyor. Bir ara Gülcan’la konuşmak istedi. Telefonu çevirdim. Konuşurken, ‘Yusuf yok evde’ diyor. Ben öbür uçtan ‘’Ben buradayım’’ diye sesleniyorum. Gülcan, ‘’İşte Yusuf ağabey orada ya!’’ diyor ama - Yusuf değil, O başka biri ‘’ diye ısrar ediyor. Ve bana dönüp küfür etmeye başlıyor.- ‘’ Evimden çık, git, ben seni hiç tanımıyorum’’ diyerek, yüzüme tükürmeler, el kaldırmalar devam ediyor. Sesini kayıt etmek maksadıyla, MP3 Ses kayıt cihazı almıştım ama, henüz nasıl kayıt yapılacağını bilmiyorum.. (Ses kayıt işini daha sonraki tarihlerde yapacaktım)
05-06-2007
Bu sabah ‘çarşıya çıkalım’ diye tutturdu. ‘’Hiç bir ihtiyacımız yok’’ deyince, ‘’Benim bazı şeyleri almam lazım’’diyor. Bir yerlere, bilhassa İzmit’e gitmek istediği zamanlar, çantasını omzuna asıyor, evin içinde dolaşmaya başlıyor., Ama bu dolaşma işi saatlerce sürüyor. ‘’Beni götür’’ diye söyleniyor, tehdit bile ediyor. Oyalamak için her türlü gayreti gösteriyorum. Bazen arabayla, şöyle bir tur atıp getiriyorum. Bu arada naçar kalırsam Gülcan’a da telefon ediyorum. Bu defa ‘’Haydi seni F.B.O. Evine götüreyim’’ dedim. Kabul etti. Piknik yerinde, ağaçların gölgesinde oturduk. Bir tost, birer çay sipariş verdim. Ancak onları yiyip, içinceye kadar oturabildik. Yaz gününde üşüyeceğini hiç akıl edemedim. ‘’ Üşüyorum’’ deyince, bu defa Alışveriş merkezine götürdüm.. Beklerken çikolatalı tatlı istedi, onu da tam bitiremedi ya! ‘’Sen otur, ben kantine gidip, bi şeyler alıp geleyim’’dedim. Elimde poşetlerle döndüm. Kalkarken, kürdanlık ve peçeteliği çantasına koyarken gördüm. ‘’Bunlar bizim değil’’ diyerek mani olmuştum..
Eve gelip çantasını açtığımda, hayretler içinde kaldım. Kürdanlıkla, kağıt peçetelik çantasının içinde duruyordu. Ne desem boştu. Şimdilik yapılacak bir şey yoktu. Daha sonra, Ordu Evine giderken bunları götürüp iade etmeliydim.
Yine aynı gün, İzmit’e anneannesinin evine gitmek istediğinde, Gülcan’a telefon ettim. ‘’Bize getir Yusuf ağabey’’ dedi. Öğle yemeği yedikten sonra, arabaya bindik. Maksadım, Migros’a gidip Gülcan’lara bir şeyler almaktı. Migros F.B.Stadının önünde, cadde üstündeydi. Migros un karşısında da Pasta, ekmek fırını vardı. Hava çok sıcak olduğu için, arabayı, fırının önündeki gölgeye koydum. ‘Migros’a kadar gidelim’ dedim. Kabul etmedi. Eşime, ‘O zaman sen arabada otur, ben hemen gidip, geleceğim’ dedim ve fırın elemanlarına tembih ettim.. Arabanın kapısını uzaktan kumanda ile kapattım.
Acele ile alıverişimi yapıp kasada para öderken. Fırındaki yardımcı delikanlı koşarak geldi. ‘Albayım!, Hanımefendi düştü’ dedi. Hemen koşarak caddenin karşısına geçtim. Eşimi bir sandalyeye oturtmuşlardı. Sol kaşından kanlar akıyordu. Çok yakın olduğundan hemen arabayla bahçeye getirdim. Yukarı çıkıp, alkol, pamuk ve Lasonil jel getirdim. Kanayan yerini silip temizledim. Lasonil sürdüm. Pazar olduğu için eczanelerin kapalı olduğunu düşünerek, GATA Acil servise götürdüm. Acil serviste muayene ettiler, film çektirdiler, Filme güvenemedikler için Tomografi istediler. Tomografi binasında, hiç bir görevli yoktu. yarım saat bekledikten sonra, tekrar kanama yapınca, Acil servise getirdim. O ara uzman gelmiş telefon etmiş, tekrar oraya götürdüm. Allahtan ki tekerlekli sandalye var. Tomografi çektirmek de epey zamanımızı aldı. Çünkü, Yasemin, istendiği gibi pozisyon alamıyordu ki! Netice tomografi çekim işi bitti. Uzman, ‘’ neticeyi biraz sonra Acil Servise bildireceğim, siz oraya gidin’’ dedi. Gerçekten, biz Acil Servise vardıktan beş dakika sonra, Uzman önemli bir şey olmadığını bildirdi. Doktor yalnızca tek bir ilaç yazdı. Saat 1700 yi geçiyordu. Gülcan’a telefon ederek durumu ve onlara gelemeyeceğimizi bildirdim. Nöbetçi eczaneyi buldum, o tek ilacı alarak eve geldik
Yatarken de dizinde sıyrık ve morarma olduğunu fark ettim. Doktorlar da ben de farkına varamamıştık. Yine de Lasonil sürerek tedavi edecektim.
(Maalesef, evin içinde de birkaç defa daha düşmüş, kendisi çok zayıf -33kg- olduğu için bir kaç sıyrıkla atlatmıştı. Bu gibi şeyleri değil ama, önemli olduğu için, sırası gelince, diğer günlükleri, yazacağım)
20-09-2007
Bu gün Bülent - Gülşen yazlıktan döndüler. Aşağıya inip hem bariyeri açtım, hem de kendi arabamın park yerine, Bülent’in arabasının park etmesini sağladım.. Yukarı çıktığımızda, Karşılama sırasında, daha önceleri olduğu gibi, Kızını da damadını da tanıyamadı. Ama her misafire gösterdiği gibi, nezaketini elden bırakmıyor. Bazen tanıyor, o durumda da çok sevinçli, hayatından memnun görünüyor. Sabahtan yatağından kalktığında, ‘’Gülşen ile damadın burada’’ Diyorum. ‘’Kim onlar’’ Diyor. Tanıdıktan sonra da, Gülşen mutfakta iş yaparken, yanından ayrılmak istemiyor. Akşam olup Tv.yi açtıkları zaman da ‘’Ben yatacağım’’diyor. Ve götürüp yatırıyorum.
18-10-2007 (TESADÜFLER- ACILAR)
Bu gün için, Yasemini bakım evine götürmeye karar vermiştik.. Bülent’le, Gülşen bu konuda beni ikna ettiler. Bülent’in eniştesi, E. Avukat Metin bey, Alzheimer hastası olan halasını da, aynı , bakım evine yatırmıştı. Halası orada rahmetli olmuştu. Fakat devamlı olarak bakım evinin temizliğinden ve hastalara olan ilgisinden bahsediyordu. Bakım Evi, Kartal Havacılar sitesindeydi. Hani şu Kemal Alb.dan satın alıp da kazık yediğimizi anladığımız Havacılar Sitesi! . Metin Bey de, Bakım evi sahibesini, tanıdığından dolayı, bizimle beraber geliyordu.
Gide, gide Havacılar sitesindeki bizim evin sokağına vardık. Tesadüfe bakın ki, Bakım evi, vaktiyle bize ait olan eve komşuydu. . Evin üzerine bir kat daha çıkmışlar, bakım evi şekline sokmuşlardı.
Bakım evinin sahibesi bizi çok iyi karşıladı. Hava güzeldi. Bahçede biraz oturduk. Sonra, bize bakım evini gezdirdiler. Üst kattaki iki kişilik odayı tercih ettik. Oda çok sade döşenmişti. İki yatak, iki gar dolap, iki komedin. Balkon ve yanında bir pencere vardı.. Aynı odada kalan kadının da çok konuşkan olduğu söyleniyordu.. Her katta, iki tuvalet, (müşterek) bir de TV.li oturma salonu bulunuyordu.
Her gün, bir doktor ve hemşire geliyormuş.. Hastalar tuvalete, yemeğe ve salona giderken muhakkak bir görevli kadın yanında refakat ediyormuş.!
Asuman hanımın hareketleri ve konuşma şekli, samimi ve içten gibi görünüyordu. Ama bazen de yapmacığa kaçıyordu. Annesi de aynı hastalığa yakalandığı ve onun sıkıntısını çektiği için, böyle bir bakım evi açmaya karar vermişmiş.
Bahçede oturup, pazarlığa giriştik. Asuman hanım bez masrafı hariç, 1.250.00 Tl, istedi. Sonra Metin beyin hatırı için, 1.125.00 Tl.ye indi. Netice de,aylık 1.000.00 Tl. sına anlaştık. Yasemin de bahçede oturuyor ama, bizim konuşmalarımızdan bihaber bulunuyordu.
Asuman hanım, Oradan ayrılırken, ‘’ne zaman isterseniz çamaşırlarıyla beraber, hastanızı getirebilirsiniz’’ ifadesini kullandı.
Zaten bakım evine giderken, düşünceli ve suskundum. Odaları gezerken de, pazarlık yaparken de yüreğimde bir eziklik vardı. Asuman hanımla Sözlü bağlantı yaptıktan sonra, sanki yüreğime bir kor düştü. Giderken de dönerken de arabayı Bülent kullanıyordu. Dönüş yolunda ben kullansaydım, muhakkak bir kaza yapardım.
Metin beyi evine bıraktıktan sonra, biz eve döndük. Yemek yapıp her konuda beni dinlendiren Gülşen, Öğle yemeği için de sofrayı hazırladı. Sofrada, yemek mi yedim? Zehir mi yedim anlayamadım?.
Yemekten sonra, Gülcan ile Gülşen, Babalarından kalan dairelerinin ayırma işlemleri için, Bülent’le birlikte Ata şehir’e, tapuya gittiler. Biz yine evde yalnız kaldık. Yasemin yorulduğundan, cam önünde, koltukta uyuyakaldı. Kendimi, içimdeki yangınla, büsbütün yalnız hissettim.
Kafamda, düşünceler, kalbimde umutsuz acılar ve sızılar vardı alternatif arayışlar ve düşüncelere daldım. Nadire ile Makbule’yi düşünüyorum. Gelseler, bizimle birlikte otursalar!? Ama onlar, muhakkak nisan ayında köye giderler,. Ekime, kasıma kadar, köyde işleri bitmez.. Dolayısıyla, olmaz. Gülbin aklıma geliyor. Nasıl olsa, kocasından boşandı, yalnız yaşıyor. Ama o da Bodruma yazlığına gider herhalde! Zaten, üç-dört senedir ne o bizi aradı, ne de biz onu.! Kocasından ayrıldıktan sonra, çektiği acı ve sıkıntılara ortak olamadım ki! Diyorum. Dolayısıyla, onu da olmazlar hanesine yazdım.
Bir alternatif olarak da, Kapıcı Mustafa’nın eşi, Fatma hanımı düşündüm. Pek becerikli ve cevval birine benzemiyordu ama sakin ve ağır kanlı bir insandı. Ben, çarşıya - pazara gideceğim zaman, çağırdığımda gelirse, Yaseminin başında beklerdi!
Gerçekten bu ara bankaya gidecektim. Telefon ettim. ‘‘Çamaşır asıyorum, 15 dakika içinde gelirim’’ dedi. Misafiri ile birlikte geldi. İçeri aldım. Yaseminin karşısına oturdular. Eşim dalmıştı, gözünü açtı. Adeti veçhiyle, ‘‘Kim bunlar ?’’ diye sordu.. Gözü pek tutmadı. ‘’ Bu Fatma hanım, Mustafa’nın karısı, ben bankaya gideceğim, senin yanında kalacak’ dedim. ‘’Ne olur, beni yalnız bırakma, yarın git’’ demez mi!? Kadınlara birer şeker tuttum. Mecburen kalktılar. Giderlerken Fatma hanım, ‘’Ne zaman isterseniz gelirim’’ dedi. Daha sonra kocası Mustafa ile de görüşüp olurunu aldıktan sonra biraz rahatladım.
Bülent’le Gülşen, Akşam yemeği için Gevherlere söz vermişler. Dolayısıyla, arabayı park yerine bıraktıktan sonra, minibüsle oraya gitmişlerdi.
Yasemin ile çok az akşam yemeği yedikten sonra yattık. Bir müddet sonra daldı. Ben de yatakta, içimdeki sızıyı unutmaya çalışarak, ‘‘Atatürk, Atatürk’ü anlatıyor’’ kitabını okumaya devam ettim. Bir ara, Gülşenlerin geldiğini duydum ama. Odası kapımız kapalı olduğundan, kalkıp, konuşamadık.
19-10-2007
Netice itibariyle Yasemini bakım evine göndermemeye karar vermiştim. Ama içimdeki yangın, zaman, zaman azaldı. Zaman, zaman da alevlendi. Geceleri acıktım diyen eşimi sanki kaybetmişim de bulmuşum gibi sevindiğim zamanlar da oldu. Kahvaltıdan sonra, cam önüne koltuğa oturttum. Ayaklarını, iki koltuk arasına koyduğum plastik koltuğa uzattı. Küçük sarı battaniyeyi üzerine örttüm Uyku hali devam ediyor. O devamlı soran, unutan, tekrar soran Yasemin yerine, zaman, zaman güzel gözlerini açıp bakan, sakin Yasemin geldi. Acaba, bakım evine yatırmak isteğimizden haberi vardı da, hislerini mi saklıyordu? Veya, Bülent’in kardeşi, Dr. Barbaros’un ‘Alzheimer ilaçlarını kesin, bu yaştan sonra faydasından çok zararı olur, yalnız, kalbi için Moneket, ruhsal durumu için Cip ram verin’ tavsiyesine uyduğumuz için miydi bu sakinliği?
Nerdeyse her gün ‘’Burası bizim ev değil, Beni evime götür’’diyen, ‘’olur’ ’dediğim zaman, ‘’Şimdi beni rahatlatın’’ diye memnun olan, Bir bahane uydurup ‘’götüremem’’dediğimde, kıyameti koparıp, her türlü şiddet hareketlerine girişen, küfürleri sıralayan, yüzüme tüküren, ‘’Ben seni adam sanmıştım, gözüm seni görmesin, ne sen benim semtime uğra, ne de ben senin semtine uğrayayım’’diyen canlı, hareketli, fakat sıkıntılı, ter içinde kalan, elleri titreyen, gözleri şişek çakan, şakak damarları şişen Yasemini arar gibiyim! ‘’Halsizim, üşüyorum, sakın beni yalnız bırakma, sakın beni bırakıp bir yerlere gitme’ diye yalvaran Yasemin var karşımda. Baktıkça içim paralanıyor.
Gülşen de, Bülent de ‘’Mantıklı ol! Sen kendi kendine yeter bir insansın!’’ v.b. gibi tavsiyelerde bulunuyorlar ama nafile. İçimin yangınından haberleri olamaz ki?! Netice de Gülşen, Asuman hanıma telefon etti. ‘’Bir müddet bu işi ertelemek istiyoruz’’ diyerek, her ihtimale karşı, açık kapı bırakmak istedi.
Gülşen’le Bülent öğle yemeği yemediler, Ablasını da alarak, tapuda ayırdıkları dairelerinin vergi işlemleri için gittiler. Saat 1500 civarında eve döndüklerinde Gülşen’e sordum. Annenin durumundan şüpheleniyorum. Acaba, verdiğimiz Cip ram az mı, yoksa çok mu geliyor? Barbaros’a sorsak mı.’? Gülşen de, Barbaros’un depresyon geçiren annesi ve kız kardeşi Gevher için ön gördüğü miktarlardan bahsetti. ‘20mg+20 mg. Alıyorlar’ dedi.
Bir anda, ilacın prospektüsü aklıma geldi. Okuduğuma göre günlük azamî doz 3X20mg.dı. Yine de tereddüt geçirdiğimiz için Dr. Barbaros’a sormak durumunda kalmıştık.
20-10-2007cumartesi
Gece ‘‘acıktım, kahvaltı isterim’’ demedi. Ama sık, sık tuvalete kaldırmak durumunda kaldım.. 26 yıldır aynı evde oturduğumuz halde, tuvaletin yerini bilmiyor. Zaten yataktan da zorlukla kaldırıyorum. Muhtemelen yatak esnekliğini kaybetmiş, miadını doldurmuş da olabilir.
Dün İzmit’ten ortanca baldız telefon etmişti. Bu gün saat 1330 civarında geldi. Rahmetli babasının, çerçeveli, büyük fotoğrafını getirmiş. Bizde de hem albümde, hem de internet sitemde vardı. Ama ebatları küçüktü. ‘’Bakalım ablam tanıyacak mı?’diye getirmişti.. Rahmetli dayımın fotoğrafı, resmÎ kıyafetiyle,. Büyütülmüştü. Fotoğrafına bakınca yüreğim cız etti. Rahmetli benim hayatımın seyrini değiştiren muhterem insandı. Yasemin ise, babasıyla öğünür, ‘’Ben, İsmail Hakkı Dinçer’in kızıyım’’derdi. Ama babasının portesine şöyle bi baktı, ‘’Kim bu adam, ben tanımadım’’ dedi.
İzmit ten gelen kız kardeşi Menekşe de, Gülşen, Gülcan, Bülent de, Yaseminin yeni halinden, davranışlarından memnun görünüyorlar, benim de teselli bulmam gerektiğini söylüyorlar!. Gerçekten öyle olmalıydım ama içimin sızısını bir türlü azaltamıyordum.
Menekşe, saat 1730 deki trene yetişmek üzere kalktı. İzmit’e vasıl olduktan sonra da telefon etti. ‘’Yusuf ağabey, sana yardımcı olacağım, merak etme’’ diyerek beni teselliye çalıştı.
Gülşen ile Bülent, akşam yemeği için davetli idiler, Arkadaşı Nejat paşalara gittiler. Ben yine akşam yemeğini Yasemin ile fakat iç sızısı ile yedim.
Gece yine, sık, sık tuvalete gitti. Sabah saat 0600 da ‘’açıktım’’ dedi. ‘’Gülşenler burada, onlarla beraber yeriz’’ Deyince, ‘‘Peki’’ dedi.
Yemek pişirme işi olmadığından, Gülşen’e, annesinin giymediği çamaşır ve kıyafetlerini, ayırmasını istedim. Ben de yanındayım. Onları ayırırken içimde bir hüzün duydum. San ki annesi ölmüş de, verilecekleri ayırıyormuşuz gibi bir duyguya kapıldım.
Hava yağmış, sonra da durmuştu. Ama yine de kapalı ve kasvetliydi. Gülşen, Ablasına telefon ederek, ö.sonra gelmek istediğimizi bildirmişti. Giysileri ayırmaya devam ederken, annesinin bana ‘Coni’ diye seslendiğini duydum. Epey zamandır bana böyle hitap etmiyordu. Salona gittim, Yanına oturdum. ‘’Gülşen ile giymediğin çamaşır ve giysilerini ayırıyoruz’’dedim. ‘’sen git ama hemen bitirip gelin, beni yalnız bırakmayın’’dedi. ve gözlerini kapadı.
Gülşen’e ‘istersen sen git, annen ablanların merdivenlerinden belki çıkamaz’ deyince, ‘’Yok! Beraber gideriz. Hem belki onun için de bir değişiklik olur. Merdivenlerden çıkarken de yardım ederim’’ dedi.
Gerçi iki sahanlık, 36 basamaklı merdivenlerden çıkarken biraz zorlandı ama, oradaki davranış ve sözlerinden dolayı sevindim.. İki kızını yan, yana görünce, ve onların erişkin iki kadın olduklarını anlayınca mutlu oluyordu. ‘’Nasıl da birbirlerine benziyorlar’’diyordu. Aslında hem görünüş yönünden hem de karakter yönünden farklılardı ama, anneleri şimdi öyle görüyordu.
Ayrıca yine ilk okuldayken ezberlediği şiirleri tekrarlayınca, içimdeki sızım biraz daha hafiflemişti.
Saat 1700 den itibaren, sık, sık ‘ ‘eve gidelim’’ dediği için de Gülcan’ lara veda edip ayrılmıştık. Eve geldiğimizde, Bülent, sınıf arkadaşı Nejat paşa ile konuşuyordu. Anlaşılan bu akşam da evde olmayacaklardı.
23-10-2007 salı
Kahvaltı etmemiz saat 0930 u buldu.Bülent bize göre geç kalkıyordu.
Bülent, her şeyin üzerinde çok duran ve titiz davranan .pireyi deve yapan bir insandı. Gülşen’in üzerine fazla gidiyor. Gülşen de sinirleniyor. İş münakaşaya kadar varıyordu. Örneğin babalarından kalma (Apartmanın arsası Yaseminin parasıyla alınmıştı) İki dairenin ayrılması, kendi üzerlerine geçirilmesi, münakaşa ettikleri sebeplerden biriydi. İkincisi ise, Annelerinden kızlarına bir şeyler kalsın düşüncesiyle, iki kız kardeş adına, bir kaç sene önce bankaya yatırdığım paraydı. Gülşen o tarihte, burada olmadığı için, Bankanın isteği üzerine, banka defteri üzerinde annelerinin imzası vardı. Bülent’in ve benim görüşümüz Gülşen buradayken, bu para işinin, iki kızın üzerine ayrı, ayrı geçirilmesiydi. Nasıl olsa, bu gün Salı olduğuna göre Gülcan da gelecekti. Gülşen ise bu işi kaç gündür sallıyordu. Neyse ki bu konu üzerinde, Bülent’in çenesi sayesinde anlaşmaya varılmış, Gülcan ile Gülşen bankaya giderek işlemi tamamlamışlardı.
Dairelerin ayrılması konusu ise daha karmaşıktı. Bazı seneler, emlak vergisini ödeme işlemleri unutuluyor, vergi cezaları ödemek durumunda kalıyorlardı. Yine Bülent’in çenesi sayesinde bu konu er, geç çözüme ulaşacaktı.
Ö. Sonra Gülcan’ın görümcesi Selma hanımla, çok sevdiğimiz, Bahri ağabey- Bedia yengenin büyük kızı Mehlika geldiler. Mehlika’ nın, üzüntüsü, ıstırabıyla, hayatı bir romandı ya! Kısaca. Mehlika halen, yetmiş küsur yaşında, işçi emeklisiydi. Seneler önce kocasından ayrılmış ama halen elli küsur yaşında, doktorların ancak kırk gün yaşar dedikleri, hasta kızına bakıyordu. İç Erenköy- Kastelli bloklarında kirada oturuyorlardı.. Oturduğu dairenin mal sahibesi, kirayı arttırmasını istiyor. Kirayı arttırmasına imkânı olmadığı için de kızını alıp, kız kardeşinin oturduğu Fethiye’ye taşınmaya karar vermişti.. Yaseminden helâllik almak maksadıyla da bize gelmişti. Ben dahil, Gülcan da Gülşen de onu gördüğümüz için çok memnun olmamıza rağmen, taşınma nedeninden dolayı da o kadar üzülmüştük. Yengesinden helâllik aldı, almasına ama, Yasemin, her şeyden habersiz, zaman, zaman cam önünde uyumaya devam ediyordu. Mehlika giderken üzüntümüz büsbütün artmıştı. Elimizden gelen bir şey yoktu. Ancak, ‘’Allah işini rast getirsin’’ demekle yetinmiştik.
24-10-2007
Kalkmadan önce elektrikli radyatörü salona getiriyorum. Yatak odasında ise, kısık olarak bütün gece yakıyorum. Nede olsa havalar artık soğuk gidiyor.
Gülşenler yarın Ankara’ya gidecekler. Bize de kalsın diye fazladan yemek yapıyor. Ben de fırsattan istifade, F.B.O.Evine gidip, hem tıraş olacak hem ilaç yazdıracağım. Ayrıca, öğle yemeği için pizza yaptıracağım. Diğer işler çabuk bitti de, Pizza pişirme saati 1100de başladığı için biraz beklemek mecburiyetinde kaldım. Eve geldim , ayranla, sıcak pizza çok uygun düşmüştü. Doğal olarak, Bülent, için bir değil iki pizza kafi gelmişti.
Bülentler, ö. Sonra Gevher’lere gideceklerdi. Bülent’in annesi hem katarakt ameliyatı olmuş, hem de yürümekte zorluk çekiyormuş….
Biz kaldık yine yalnız başımıza. Halbuki Gülşenlere alışmıştık. Bu sebeple midir? Nedir, yasemin yine farklı bir durum sergiledi. Güzel Gözleri pırıl, pırıl. Yine sorular sorular. ‘İzmit’e gideceğim’ demeler…. Oda kapılarını kapadı. Panjurları da öyle. Salona geldi ama, saat 1700da ‘‘yatalım’’istiyor. Zorlukla erken olduğuna ikna ediyorum.
Saat 1930 akşam yemeği yedik. Tuvalet ve dişlerini fırçaladıktan sonra yattı. Ben bulaşıkları makineye koyduktan sonra ( ki Gülşenler gelince makinede yıkıyoruz ) bu satırları yazıyorum.
25-10-2007 perşembe
Allaha şükür bu gece devamlı yağmur yağdı. Gülşenler saat 0900da hareket ettiler. Onları selametledikten sonra yukarı çıktım. Aklıma arkalarından su dökmek geldi. Balkondan bir maşrapa suyu döküverdim.
Yalnızlık ve acıların dindirmenin yolu çalışmakmış. Bu sebeple hemen işe başladım. İşe Gülşenlerin kaldığı odadan başladım. Çarşafları ve nevresimleri değiştirdim. Makinede çamaşır yıkadım. Balkona astım.
Öğle yemeğini yemiştik ki kapı çaldı. Gelen Yaseminin arkadaşı Perihan hanımdı. ‘ ‘Yemeğe beni ne diye beklemediniz ‘’ diye şaka yaptı. Gülşen’in gidişine üzüldü. ‘’Onu görmek isterdim’’ dedi.
Yasemin, önce arkadaşını tanımadı ama, Perihan hanım çok konuşur cinsten olduğundan, anlaştılar. Ama arada bir sorgu-sual da devam etti. ‘’Senin evin var mı? Kaç çocuğun var? Kocan var mı?’’ Gibi… Sanki arkadaşının evveliyatını unutmuştu.
Arkadaşı giderken de, ‘’Seni arabayla götürelim’’dedi. Razı olmayınca. ‘’eve gidince telefon etmeyi unutma’’ diye de tembih etti.
Akşam namazını kıldıktan sonra, tuvalete girip, dişlerini yıkadı ve hemen yattı. Bana da ‘’Sen nerede yatacaksın’’ diye soruyor. ‘’senin yanında’’ deyince bu defa memnun oluyor. ‘’Ben şu, şu işlerimi bitirip geleceğim’’ Diyorum ‘’Peki’’ diyor.
. Ben de işlerimi bitirdikten sonra kırlentleri sırtıma koyup, yatağa uzandım, kitap okuyorum. ‘’Atatürk, Atatürk’ü anlatıyor.’’ Nur içinde yat Atam. Ne sıkıntılar çekmişsin!. Hâlâ Atatürk’e ihtiyacımız var ama ikinci bir Atatürk gelir mi?
06-11-2007
Bu günlerde, hareketlerinde bi değişiklik hissediyorum. Örneğin: öğle yemeğinden sonra, cam önüne, koltuğa oturtuyorum, ‘’Benim mutfakta bazı işim var, sen burada otur, işimi bitirir, bitirmez geleceğim.’’ diyorum. Eskiden olsa orada uyurdu. Şimdi ise beş dakika sonra, elinde, üzerine örttüğüm battaniye, geliyor ve ‘Şunu devşirelim’ diyor. Götürüp, tekrar oturtuyorum, beş dakika sonra aynı şeyi tekrarlıyor. Kendisi de ben de yorgun düşüyoruz. Aynı koltuğa oturtup, tuvalete gitsem bile, beş dakika sonra oraya da geliyor. Bütün korkum, muvazenesini kaybedip düşmesi. Hep aklıma evin içindeki düşmeleri geliyor.
Diğer bir husus da, tuvalete gitme isteğiyle ilgili: Eskiden tuvalete kalkacağı zaman bana seslenir, götürürdüm. Bazen de acıktım der, kahvaltı hazırlardım. Tabii, bunlar zamanımı alıyor, uykum bölünüyor, uyumakta zorluk çekiyordum.
Şimdi ise, yataktayken, tuvalete gideceği zaman, ayaklarını, bacaklarını sallıyor, bazen farkına varamıyor, bazen de görüyorum. ‘’Hadi kalk dediğimde, ‘’biraz daha uyumak istiyorum’’diyerek yatıyor. Bu gibi hareketleri defalarca tekrarlıyordu. Zaten yataktan da kendi, kendine kalkamıyor, kaldırmakta zorluk çekiyorum. Hele belim ağrılı olduğu zamanlar çok sıkıntı çekiyorum.
26-11-2007
Artık akşam yemeklerinde, Prebiyotik yoğurt, (Activa) veriyorum. Bağırsaklarını yumuşatır diye düşünüyorum. Çünkü dışarı çıkmakta güçlük çekiyor. Bundan sonra da öğünlük, aynı cins yoğurdu vermeye devam etmek istiyorum.
Çarşıya, pazar, veya herhangi acil bir işim çıkarsa, Fatma hanımı çağırmayı ihmal etmiyorum. Tabii ki ücreti karşılığı. Kimseye hakkımın geçmesini istemiyorum. Bazen de Yasemin’i yatırdıktan sonra, derin uykuya dalarsa, ( saat 2200 ye kadar açık) çok yakın olduğundan, Migros’a gidip, geliyorum. Fatma hanım, Yasemine çok anlayışlı davranıyor. Genellikle o uyuklarken örgü örüyor. Ama hareketlendiği zamanlar da evin içinde bıkmadan dolaştırıyor., oyalıyor. Fakat, tuvalete gitme hususuna gelince sıkıntısı olsa bile, eşim, beni bekliyor..
Kaç defa denedim, artık kendisi temizlenemiyor. Hal bu ki ne kadar, titiz ve temiz bir insandı! İnsan çok üzülüyor, onu öyle aciz ve yardıma ihtiyaç duyduğunu görünce! Bazen de Yardım ederken yoruluyorum. Her ne kadar yardım edeceğim diye kendimi şartlasam da, öyle durumlar oluyor ki insan stresten kendini kurtaramıyor
08-12-2007
Bir haftadır, yine peklik çekiyor. Bu defa Magnezy tozu veriyorum. Bir bardak suya, bir ölçek Magnezy tozu eritip içirdim. Tamamını da içmedi ya! Buna mukabil faydası görüldü. Ped yerleştirdiğim için fazla sıkıntı çekmedim. Kirlisini gazeteye sarıp çöpe attım. Gerekli temizliği yaptım. Ama, kilotlarını çamaşır suyu ile temizledikten sonra, kurutup, biriktiriyorum. çamaşır makinesinde yıkarken de iyi temizlesin diye, deterjana ilaveten Oxi kullanıyorum. Başka bir çare arayışı içindeyim ama Gülşeni bekliyorum. Telefonla konuştuğumuzda, Kendisi Hasta bezinden bahsetmişti..
İkindi kahvaltısından sonra, yine salonda, cam önündeki koltuğa oturttum. Akşam oldu yemek yiyeceğiz, bir türlü uyandıramıyorum. İki defa çorbasını ısıttım, soğudu. Ben onsuz yemeğimi yedim ama için rahat değil. Seslen, seslen bir türlü uyanmıyor. Saat 2230 oldu, güçlükle uyandırdım. Zorla biraz çorba içirip, ilaç verdikten sonra, yatağına yatırdım, uyudu.
Gece tuvalet için seslendi. Götürüp, getirdim. Benimle devamlı konuşmak istiyor. ‘’ Yusuf, Yusuf’’ diye devamlı sesleniyor. Dolayısıyla doğru, dürüst uyuyamadım. Sabah saat 0600 da da kalkıp namazımı kıldım. Kendisi de kalktı. İlla ki ‘’beni evime götür’’ diye tutturdu. Panjuru kaldırıp camı açtım. ‘’Bak henüz sokak ışıklar yanıyor, sabah olmadı, üstelik hava çok soğuk’’ dedim. Camdan gelen soğuğu hissedince, evime gideceğim demekten vazgeçti.
23-12-2007
Bayramın üçüncü günü. Dün Gülcan- görümcesi Selma, oğlu Metin ve gelini Selda geldiler. Selda da anlaşılan hamile imiş. Bu gün de Yeğenim Fevzi, ‘’Çok kalabalık geleceğiz dayı’ ’diye telefon etti. Mevsim Soğuk olup, kimse bir yerlere gitmeyince kalabalık oluyoruz.. Yeğenlerim, Semihalar, Fevziler, çocukları ve torunları, Makbule’nin kızı ve torunu derken, nazar deymesin. 15-16 kişiyi buluyoruz.
Çay içmek istemediler, İsteyen koka kola içti. Kimi de Kurabiye ve sütlacı tercih etti. Servis için Semiha ve gelinler yardım ettiler, Hatta Semiha bulaşıkları bile yıkadı. Biz de Taner’le, hazır kalabalığı bulmuşken, video çekimleri yaptık ki ilerde bize hatıra kalsın. Bu arada, Yasemin de cam önünde, zaman, zaman uykuya dalıyordu.
24-12-2007 Pazar
Genellikle, 0730-0800 arasında kahvaltı yapıyor, dişlerini yıkadıktan sonra, cam önüne oturtuyorum. Bu gün dişlerini fırçalarken, açık camları kapattım. Yatağı düzeltirken, banyodan gelen bir ses duydum. Hemen koştum. Bir de ne göreyim, sanki ağzı dolu, bir şeyler çiğniyor gibi. Üstelik ağzı köpürmüş vaziyette. Önce protezi aklıma geldi. Fakat sonra anladım ki ağzındaki küçük el sabunu, çiğnemeye devam ediyor.. Hemen ağzından çıkartmaya başladım, parça, parça olmuş!. Avucuna su aldırtarak, ağzını sabundan temizletmeye uğraştım . Salyalar, köpükler, bir türlü temizlenmek bilmiyor. Fakat, dudakları ve ağzının içi kızarmaya, şişmeye başlamıştı. Ya nefes borusu bundan etkilenir, veya dili şişerse, nefes alamazsa diye düşündüm. Aklıma karbonat geldi. Sanki köpüğü nötralize eder gibi geldi bana. Mutfağa koştum, döndüğümde, temizlemesi için verdiğim kağıt havluyu ağzına sokmuş buldum. Sanki çocuk gibiydi. Çıkarttırdım. Karbonat ise büsbütün ağzının köpürmesini arttırdı.
Cumartesi günüydü. GATA, Acil servise telefon ettim, durumu anlattım. ‘Getirin’ dediler. Hava çok soğuktu. Park yerindeki arabaya gidinceye kadar üşüdük. 0930 da Acil Servisteydik.
Doktor, ışıkla ağzını açtırıp baktı. ‘‘İshal şeklinde dışarı çıktı mı?’’ diye sordu. Ben de ‘’Hayır’ ‘ dedim. Kan aldırdı, tahlile gönderdiler, bir de iğne yapıldı. Kan tahlili neticesi, zehirlenme belirtisi görülmemiş. Doktor,. Eşimin kullandığı ilaçlara bakarak, ‘’bir sprey yazacağım komutanım’’ dedi. Böyle bir hitapla ilk defa karşılaşıyordum. Biz emekliler için doktorlar böyle ‘ komutanım’ ifadesi kullanmazlardı. Anlaşılan doktor yedek subaylık hizmetini yapıyordu.. Reçeteyi yazarken bir doktor daha geldi. Daha kıdemliydi veya muvazzaftı. . Alerji ile ilgili bir hap da o ilave ettirdi.
Nöbetçi eczaneden, Bilgisayar bağlantısını beklemek suretiyle, ilaçları alıp gelmemiz saat 1330 u buldu. Yemek yiyemeyeceğini düşünerek, muzlu süt yaptım, zorlukla yedirdim. Zorlukla diyorum, geçekten kaşıkla yedirirken ıstırap çekiyordu.
Gün geçtikçe dudağının şişi indi ama ağzının iç tarafının kırmızılığı uzun süre devam etti.
25-01-2008
İstediğim halde uzun süre günlük yazamadım. Daha önce de belirttiğim gibi, Alzheimer ilaçlarını kestiğimizden bu yana Yasemin daha sakin. Erken de yatıp uyuyor. Bu nedenle bana da dizi merakı Sardı. Saat 2000 den sonra, Elveda Rumeli, Sinekli Bakkal, ve Görgüsüzleri izliyorum. Tabii haftada. Bir de Samanyolu Tv. de dine dayalı kısa diziler!. San ki komedilerden ziyade, dramları, hüzünlü konuları tercih ediyorum. Ve buna da şaşıyorum.
Daha önce de belirttiğim gibi, bilhassa akşam yemekleri için Yasemini uyandırmakta zorluk çekiyorum. Kımıldamasını bekliyorum. Kımıldarsa sesleniyorum. Aksi takdirde önce ben yiyorum, sonra ona yediriyorum. Çok az yemek yer oldu. Az bir şeyle ‘’Doydum’’ diyor. Ama ben yedirirsem, biraz daha fazla yiyor. Tatlı Activia yoğurdu seviyor. Geçen gün ilk defa hazır domates çorbası yaptım. Fena değil ama benim yaptıklarımı tutmuyor. Her zaman bana, ‘’Çok güzel yemek yapıyorsun’’diyor. Ben de ‘Kimin çırağıyım, ustam sensin’’ deyince pek memnun kalıyor. Artık eskisi gibi misafirlere de kek kurabiye yapmıyorum. Migros yakın olduğu için oradan hazır alıyorum. Ama sütlaç, muhallebi yapmaya devam ediyorum.
Salı günleri Gülcan’la görümcesi, bazen komşuları Nur hanım, bazen de Semiha geliyor. Biz de Cuma günleri Gülcan’lara gidiyoruz.. Asansörleri olmadığı için de merdivenleri çıkmakta zorluk çekiyoruz.
Son zamanlarda, idrar kaçırmaya ilave olarak, bazen peklik, bazen de ishal oluyor. Kirletirse diye, kilotuna kadın PED lerinden koyuyorum. Bazen o bile kafi gelmiyor. Dolayısıyla , artık Hasta bezi kullanmaya başladım.
Bazen, gündüz- de gece de klozete oturmak istemiyor. Sanki ilk defa oturuyormuş gibi davranıyor. ‘’Ben içine düşerim’’diyor. Bu nedenle, nadir de olsa, tuvalete girmekten vazgeçtiği bile oluyor.
Bazen gece yattıktan sonra, bir ara benim yattığım tarafa gelip, çocuklar gibi beni uyandırmak istiyor. Çocukların yaptığı gibi saçlarımı, yüzümü okşuyor.
Birkaç tecrübeden sonra anladım ki, seslenmediği zamanlar, benim yattığım tarafa geliyor, ‘’Tuvaletin var mı?’’ Diye sorduğumda da ‘’Evet’’diyor. Ve tuvalete götürüyorum,
O kadar hastalığına özgü şeyler var ki, genellikle unutuyorum. Bilhassa, sabaha doğru, ‘’Yusuf, Yusuf. Cantürk, Cantürk, Coni, Coni, Gülcan, Gülşen’’ diye sesleniyor, belki de sayıklıyor.
Yine peklik çekiyor. Bu defa sinameki vermiştim Aksi tesir yapınca, yine kilotunu kirletmiş. ‘’Bu ne hâl, sen çok temiz ve titiz bir insandın’’ dediğimde, cevabını hemen yapıştırıyor. ‘‘Ben yapmadım ki çocuklar yaptı’’diyor.
Allah öyle sabır veriyor ki, Ona içten ve sevecenlikle yaklaşıyorum. Sanki bana her şey normal gözüküyor.
30-01-2008
Bu gece yine beni yoran gecelerden biri. Bana seslenip, yatağın kenarına oturduktan sonra tekrar uykuya dalıyor. Sonra olanlar, oluyor. Hasta bezini iyi takamadığımdan, yatağın çarşafına kadar ıslatmış. Neyse ki, çarşafın altında su geçirmez Pad vardı. PED dahil, çarşafı değiştirdim, Sırtındaki Çamaşırların tümünü çıkarıp, kolonyalı pamukla her tarafını sildim. Temiz çamaşırlar giydirdim. Tabii bu işleri yaparken, bağırıp, çağırıyor, zorluk çıkarıyor.
Sabahleyin, erkenden de makineyi başlattım. Yıkandıktan sonra da, Çarşafı ve su geçirmezi balkona astım, diğerlerini de çamaşır kasnağında kuruttum. Kahvaltı, bulaşık derken, epey yorgun ve uykusuz kalmıştım. Cam önüne gelip karşısındaki koltuğa oturdum. Biraz uyumak istedim ama ne mümkün. Benim uykuma mani olmak için türlü davranışlarda bulunuyor, rahat vermiyor.
10-02-2008
Şubatın ikisinde Gülcan’ın Kız torunu olmuştu. Bidayette, nefes alma gibi sorunlar yüzünden, çocuğu güveze koymuşlar. Şimdi daha iyi imiş. Geçen Pazar bize getireceklerdi, olmadı çünkü bizde temizlikçi kadın vardı. 2 mart için getireceklerine söz verdiler.
Kardeşim Celal hastaneye yatmış. Kâlp kapağı ameliyatı olmuş. Hasanın telefonuna göre şimdi daha iyi imiş.
Yaseminin sakin hâli devam ediyor. Şimdi en büyük problem , hasta bezini ıslatma işi. Bazen gün aşırı, bazen de 3-4 günde bir. Hasta bezini değiştirip çöpe atmak mecburiyetinde kalıyorum.. Muhtemelen bu, hasta bezini bağlarken, benim yaptığım hatalardan da kaynaklanıyor.
Bazen yine, ‘’ İzmit’e, anneannemin evine gideceğim’’ diyor ama eskisi gibi agresif ve ısrarlı davranmıyor. Yeni ayaklanmış bir çocuk gibi her şeyi merak ediyor, ellemek istiyor. Benim peşimi bırakmıyor. Mutfakta bulaşık yıkarken geliyor, Yıkadığım çatal, kaşık, bıçak gibi şeyleri, yarım, yamalak kuruladıktan sonra, ‘’ bunları nereye koyayım’’ diyor. Her şeyin yerini değiştirme isteği var!
, Beş vakit namaz kılamasa da, Allaha olan inancını kaybetmiyor. Bu gün bir ara su içtikten sonra, ‘’Allahım minnettarım Sana’’dedi.
4 -Nisan -. 2008 .
4 Nisan bizim evlilik yıl dönümüz idi. Ama hay, huy içinde unutmuşum. Kendisi ise hiç hatırlamıyor. Halbuki her sene ya ordu evine gider, yemek yerdik, ya da, çiçek getirir gönlünü alırdım. Bu sene ise evlilik günümüzü hatırladıktan sonra, hüznümü içime gömdüm.
Bu gün, misli görülmemiş bir davranışta bulundu. Hani derler ya! Temiz, titiz İnsanlar yaşlanınca B,,, ile oynarmış’’ İşte Yasemin bu ifadeye uygun olarak, ilk defa öyle bir şey yaptı. Tuvalet’e götürmüştüm. Pisliği eline almış, ‘’ bunu ne yapayım’’diye bana gösteriyor. Elini klozetin içine soktum, ‘’at, bırak onu’’ dedim, inat ediyor, direnç gösteriyor, bir türlü pisliği klozetin içine bırakmıyor! Netice, kilotuna, kaşkorsesine bulaştırdı. Hâlâ bırakmak istemiyor. Güzellikle ikna edemedim, İlk defa zor kullanmak mecburiyetinde kaldım .sonradan da üzüldüm.
Yine, itiraz, bağır, çağır, kolonyalı pamukla her tarafını temizleyip, çamaşırlarını değiştirdim. Sonrasında, her zamanki nezaketiyle bana teşekkür ediyor.!
15—Nisan-2008 Salı.
Bu gün Fatma hanım gelemedi. Torunun biri rahatsızmış, oraya gitmiş.. Gülcan’a telefon ettim, daha erken gelebilir misin ? Diye.. Bankaya gidip maaş alacakmış. Bu durumda Pazar işini Cuma gününe ertelemiştim.
Gülcan, Saat 1500 de çıkıp, geldi. ‘’ 5-10 Dakka içinde pazara gidip, geleyim’’ diyerek, hemen giyinip çıktım. Genellikle sabahtan gittiğimden, bu saatte, Pazar bana çok kalabalık geldi. Pardon, pardon diyerek acele alacaklarımı alarak döndüm. Gülcan’ın ifadesine göre: TV. de bir haber duymuş. Alzheimer hastaları için bir ilaç bulmuşlar, ve elli hasta üzerinde deneme yapmışlar, hepsi de her şeyi hatırlar olmuşlar. Haberi sunan da Uğur Dündar’mış. Araştırmacı, gazeteci Uğur Dündar’a inanmayıp da kime inanacağız! Gerçi böyle düşündüm ama, Amerikan Alzheimer derneğine üyeliğim vardı. Her türlü haberi bana ulaştırıyorlardı. Henüz böyle bir haber gelmemişti. Diğer taraftan, Türkiye’ye bu ilaç kim bilir ne kadar sene sonra gelecekti. Bana göre, ümit etmekle yetinmek gerekiyordu.
İki aydır, Yahoo, geocities de bulunan.. internet sitemden görüntü alamıyorum. Fırsat buldukça ilgileniyorum ama nafile. Neticede, uğraş, uğraş, Ankara Sulh Hukuk Mahkemesinin kararıyla, Atatürk’e hakaret ettiği gerekçesiyle, bütün Türk Sitelerinin Yahoo dan kaldırıldığını, yasaklandığını öğreniyorum. Böyle Atatürk’e hakaret eden bir yerde benim sitemin olmasını ister miyim hiç! Hemen, sitemi Mynet, com. Tr. ye aktarma işlemine başlıyorum.
Bir ara tuvalete gitmiştim. Yaseminin ‘’Düştüm’’diyen sesini duydum. Apar, topar salona koştum. Cam önünde, oturduğu koltuğun önüne düşmüş, yerde yatıyordu. Belim ağrımasına rağmen, hemen zorlukla kaldırdım. Sağ kaşının hemen üstünde, alnında bir kızarıklık ve şişlik hasıl olmuştu.. Oraya Lasolin sürdüm, Şişlik bir, iki gün içinde inmişti ama, kızarıklığın olduğu yer acımaya devam ediyordu. Ayrıca, morarma gözlerinin etrafına kadar yayılmış, sirayet etmişti. Bu morarma, epey bir zaman süreceğe benziyordu.
. 15-06-2008
Neredeyse iki aya yakın bir süredir kalemi elime alamadım.
23 mayısta Gülşen- Bülent geldiler, Gülşen hemen mutfak işlerini devraldı. Bülent de camların çerçevelerinin bozulan yerlerini kazıyıp boyadı. Bir ara beraber çarşıya enip, elektrikli termosifon aldık, taktırdık. Böylece, gaz tüpü derdinden de kurtulmuş olduk. (Mutfakta doğal gaz var, ama ya kesilirse diye Yasemin banyoya aldırtmamıştı).
Bu arada, Gülşenler buradayken, diş problemimi çözmeyi düşündüm. Akademiden bu yana, alt ön dişlerimin ikisi sallanıyordu. Otuz senedir bana fazla bir rahatsızlık vermiyordu. Bir dişim kendiliğinden çıkınca, artık dişçiye gitmem zorunlu oldu. Dişçi de Bülent’in eniştesinin tanıdığı, Dr. Cengiz Saral idi. Gülşen annesiyle ilgilenirken ben de dişçiye gidip, geldim. Cengiz bey beni çok iyi karşıladı. Efendi, nazik bir insandı. Üstelik indirimde de bulundu. Ön dişlerimden dört tanesini çekip sabit yapmıştı. çok sağlam ve güzel görünüyordu. Böylece,. bir hafta içinde, sıkıntıdan kurtulmuştum. Metin bey, arkadaşını tavsiye ettiğinden, merak etmiş, taa, Saroz dan beni arayıp dişlerimin nasıl yapıldığını, beğenip, beğenmediğimi sormuştu.
Gülşenler 4 Haziran Çarşamba günü, 0530 da Şarköy’e hareket ettiler. Şarköy’e vasıl olunca da Gülşen ‘’Rahat geldik’’ diye telefon etti., Bülent’in ifadesine göre, Oto yoldan sonra, tek şerit halinde devam eden yolların yerine, çifte yol yapılmış, konvoy gibi gidip, gelinmekten kurtulmuşlardı.
16-06-2008
Dün akşam, Yasemin hasta bezini taktırmadı, kıyameti kopardı. Hemen yatar yatmaz uyudu. Gece 0330 da tuvalet için uyandırdım. Şöyle bi yokladım Maalesef yine yatağı ve çamaşırlarını, beline kadar ıslatmıştı. Neyse ki su geçirmez nedeniyle yatağa geçmiyordu. Ama yine her şeyi yıkama durumunda kalmıştım.
Kahvaltıdan sonra, ikimiz de cam önüne oturmuştuk. Ben yorgunluktan dalmışım. Bir ara, iki defa kapının çalmasıyla uyandım. Kapıyı açtığımda, komşu Kemal bey’in hanımı. ‘‘Yusuf bey, Yasemin hanım bizim kapıya gelmiş seni arıyor, Biz de torunun doğumu için Roma’ya hareket ediyorduk’’ dedi. Allahtan aynı kattayız, hemen koştum. Teşekkür ettim, hayırlı yolculuk diledim ve eşimi eve getirdim. Hayret ettim doğrusu, Allah saklasın, bir ihtimal, aşağılara da inmek isteyebilir, verdirenlerden yuvarlanabilirdi.!
25-06-2008
Saat 1500 idi. Her zaman olduğu gibi, ‘’Aç mısın? Kurabiye getireyim mi?’’ dedim. ‘’Eh, sen nasıl istersen’’ deyince, mutfağa gidip, sade grisini ve acıbadem kurabiyesiyle salona dönüyordum ki Yaseminin ayağa kalkıp sendelediğini gördüm. Dengesini kaybetmişti. Tutma imkanı bulamadan, yemek masasının oraya düştü. Kaldırmak istedim ama çok zorluyordu beni. Kapıcıyı çağırmayı düşündüm. Şimdi kim bilir neredeydi! Vazgeçtim. Ben kaldırmak için kollarından tuttukça, feryat ediyordu. Yasemini, yavaşça, küçük halının üstüne devirdim. Netice de , halıyla beraber kaldırmayı başardım. Neyse ki yürüyebiliyordu. Ama kolundan acı çektiği belliydi. Kafasında da bir şişlik hasıl olmuştu. Hemen kıyafetimi değiştirdim, Onu aynı kıyafet ve terlikle, yavaş, yavaş asansöre götürüp aşağı indirdim. Asansör kapısını açınca. Komşu kızı Nilüferle karşılaştık. Durumu anlattım. ‘’Acil servise gidiyoruz’’ dedim. ‘’Ben de gelip yardımcı olayım’’ teklifinde bulundu. Kızcağız daha üç gün önce evlenmişti. Annesini, babasını ziyarete geliyordu. Yardımını kabul etmedim. Yasemin de acısına rağmen, her zamanki nezaketiyle Nilüfer’e teşekkür etti.
Hemen arabayla acil servise ulaştık. Acil servis tadilat gören yeni yerine taşınmıştı. Her şey güzel olmuştu ama, zihniyet değişmedikten sonra neye yarardı ki! Doktorlar üç defa röntgen çektirdiler, Çünkü Yasemin istenen posizyonda duramıyordu. Allahtan tekerlekli sandalye vermişlerdi de götürüp, getirmekte zorluk çekmiyordum. Röntgenlerden iyi bir netice alamayınca, hastayı, Ortopedi servisine gönderdiler. Çünkü saat geç olmuş, Ortopedi polikliniği kapanmıştı. Doktor, filmlerden bir şey anlayamayınca bir daha röntgen çekilmesini istedi.
Yine tekerlekli sandalye,gerekli hadi! oldukça uzakta kalan röntgen odasına. Röntgen çeken Ramazan adında uzman bir askerdi. Filmi çektikten sonra, ‘Siz burada bekleyin, ben filmi bir koşu doktor’a gösterip geleyim’ dedi. Biraz sonra da döndü. Doktorun yanına kadar da yaseminin sandalyesini kendisi sürdü. ‘’Peki, seni arayan olursa’?’dediğimde, ‘’bu saatten sonra kimse aramaz’’dedi. Ne kadar iyi insanlar vardı halen!
Doktor röntgene baktıktan sonra, ‘’Sağ omuz kemiğinde bir çatlak görünüyor; Şimdi orayı sargı beziyle bandajlıcayız. Eve gidince, sık, sık kontrol edin, elde bir morarma görürseniz, bandajı çıkarın, Ayrıca yarın sabah da ortopedi polikliniğine gelin’ dedi.
Eve geldiğimizde saat 20.00 olmuştu. Akşam yemeği zamanı geçmişti ama, çorba, Z. Yağlı çalı fasulye, salata, Activia, 5-6 tane de kiraz yedirebildim. Sol eliyle yemeye alışık olmadığından artık ben yediriyordum.
Tuvalette de temizlik işi bana kalmıştı. Hasta bezini bağlarken, hem bu ne işe yarar der gibi hayret ediyor!, hem de huysuzluk yapıyordu. Yattıktan sonra da kolunun acısından doğru dürüst uyuyamadı.
Sabaha doğru bir ara tuvalete gideceğim’ dedi. Ama sonra hemen uykuya daldı. Saat 08.00 de kalktık. İlk defa yatağı düzeltmedim. Kahvaltıyı yaparken içime bir hüzün çöktü. Yasemine çok üzülmüştüm, Bir ara daha önce olduğu gibi ‘psikolojim bozulacak’ diye korktum. . İrademi kullanarak kendimi kontrol etmeye gayret gösterdim
26-06-2008
Sabah saat 0800 de tekrar hastanede idik. Ortopedi polikliniğine vardık ki, sanki ana, baba günü. O kadar kalabalıktı. Demek ki herkes kaza geçirmişti! Sağlık defterini bankın üzerine, diğerlerinin yanına, sırasına koydum. Yasemin de tekerlekli sandalyedeydi. Her nedense, herkesin ilgi odağı oldu. O da ilgi gösterenlere, her zamanki nezaketini gösteriyordu.
Bir ara, kayıt işlemi yapılan bankın önündeki yazı gözüme çarptı. ‘’Gazi ve 65 yaşın üstü hastalar öncelik alır’’yazıyordu. Kayıt yapan hemşireye , ‘’burada yazılan doğru mudur’’? Diye sordum. ‘’Evet, defter önümüze gelince biz sırayı ayarlıyoruz’’dedi. İçim biraz rahat etti. Çünkü, dediğim gibi kalabalıktı, aksi takdirde çok beklerdik.
Sekizinci sıra verilmişti. Sıramız gelince doktorun odasına girdik. Aynı zamanda, Alzheimer hastası olduğunu belirttim. Doktorun ismi Faruk Kaya idi. Kapıda öyle yazıyordu. Son çektirdiğimiz röntgen filmini tetkik ettikten sonra, ‘’Bu filmi hocama göstereceğim, Siz 3 no:lu odaya gidin, bandajı yenilesinler’’dedi. Tekrar doktorun odasına girdiğimizde, hoca da oradaydı. Hoca, ‘’Bir röntgen daha çektirip gelin’’dedi.
Mesafe uzakçaydı. Her ne kadar doktor bilgisayarla acele olduğunu belirtse de, oraya gitmek, sırada beklemek, röntgen çekildikten sonra , çekilen film bize verilinceye kadar zaman geçiyordu.
Doktor son çektirdiğimiz röntgeni tetkik ettikten sonra, ‘’Kolda çatlak olduğu belli, bandajı çıkarmayın, bir hafta sonra tekrar gelin’ dedi.
Eve geldiğimizde, saat 1200 olmuştu. Öğle yemeği için ikinci yemek yoktu. dolayısıyla, çorba ve et dolması yedirdim. Cam önüne oturttum. Hemen uykuya daldı. Saat 1800 e kadar uyudu. Her zaman gündüz, böyle uzun süre uyumazdı. Anlaşılan yorulmuştu.
Artık, önce ben yemek yiyor, sonra da , cam önünde, portatif sehpayı önüne getirerek, ona ben yediriyordum. Cam önünde yediği için de memnun oluyordu.
28-06-2008
‘’Gece ‘tuvalete gideceğim’’ diye sesleniyor ama, bazen kaldıramıyorum, hemen dalıyor.
Sabahleyin salona, cam önüne oturttum. Kahvaltı hazırlayıncaya kadar, yatak odasını havalandırıyorum, Yatağı düzelttikten sonra da kahvaltısını yaptırıyorum.
Yine eski haline döner gibi oldu. İzmit’e gitmek istiyor. Sık, sık, oturttuğum yerden kalkıp beni takip ediyor. Bazen kol ağrısından ve bandajdan şikayet ediyor. Düştüğünden, hastaneye götürdüğümden bahis ediyorum, anlar gibi oluyor, sonra da unutuyor.
Akşam CİPRAM verip yatırdıktan sonra, salona döndüm. Tv. de ASÎ dizisini izliyorum. Bir ara sesini duydum. Hemen koştum. Gözleri yaş içindeydi. ‘’Ne oldu, neden ağlıyorsun?’’diye sordum. Meğer kendinin yalnız olduğunu hissetmiş.. ‘’İstersen, sen de gel, ben salondayım’’dedim. Gerçekten, geldi ve benimle beraber, uyur, uyanık diziyi seyretti.
Yatağa yattıktan bir müddet sonra, gözlerini açtı, ‘‘Seni öyle bir yere götüreceğim ki şaşıracaksın!dedi. Sonra da ,Peki, Sen ne yapıyorsun? ‘’ Diye sordu. ‘’Yazı yazıyorum’’ dedim ama, şaşıracaksın dediği yeri gösteremeden, anında uykuya daldı.
29-06-2008
Sabahleyin öksürükle uyandı. Röntgen çektirirken beklediğimiz koridor çok cereyanlıydı. Allah saklasın, Üşüttüyse diye endişeye kapıldım.
meydanda yoklar. Yasemin acıktığı için biz ikindi kahvaltısını yaptık.
Saat 1600 ya doğru çıkageldiler. Meğer, kabir ziyareti için, Karacaahmet’e gitmişler. Selda, Metin ve kız bebek Selin de vardı. Çok sevimli kerata! Gözleri cıvıl, cıvıl. Babasının gözleri gibi. Eşim de bir ara, bebeği kucağına aldı. Sevdi, Ama ilgisi fazla sürmedi. Biz de düşürecek korkusuyla, kucağından geri aldık.
Hazır Gülcan’lar evdeyken Migros’a gidip, geldim. Salı günü pazara gitmeye niyetim yoktu. Çünkü, Fatma hanım memleketine gitmişti. Pazartesi günü, maaş almaya Kızıl toprağa gideceğim, yasemini de götürmek istiyorum. Onu yalnız bırakamam.
01-07-2008
Saat 0830 da kızıl toprakta, Ziraat Bankasının önündeydik. Yasemini arabada bırakıp, sıraya girdim. Arabaya güneş gelince, terlemesin diye, hırkasını çıkardım. Pijaması sırtında, uyuyakaldı. Gelen, geçen de merakla bakıyor. Kuyrukta ise, o rüzgarda yarım saat bekledik. Neyse ki sekizinciydim.
Bir ara boğazımda yanma ve gıcık başladı. Demek rüzgar dokunmuştu. Belki de hastane koridorundaki cereyan sebep olmuştu. Boğazımda, taa Akademiden bu yana, farenjit oluşmuştu. Bu nedenle, boğazım hassastı. Daha ziyade, nezle olursam, Yasemine bulaştırırsam diye korkuyordum. Bu nedenle eve geldikten sonra termarjin almaya başladım.
Öğleden sonra Semiha geldi. Yengesini, kolu sargılı görünce şaşırdı. Hadiseyi anlatmak durumunda kaldım. Aslında, herkesin öğrenip üzülmesini istemiyordum.
03-07-2008 Perşembe
Saat 0630 uyandı ama, kaldırmak yarım saat sürdü. Doktor sekiz civarında gelin demişti. Kahvaltıdan sonra hemen yola çıktık.
Doktor Faruk kaya, tekrar röntgen istedi. Akılsız kafanın cezasını ayak çekermiş misali, Eşimi arabada bırakıp, taa nizamiyeye kadar gidip tekerlekli sandalye alıp döndüm. Badema, tekerlekli sandalyeyle Yasemin’i, röntgen odalarının önüne götürdüm. Sıramız gelince seslendiler, Röntgen çekildikten sonra yine beklemedeyiz. Neyse 10 dakika sonra röntgeni elimize verdiler.
Doktor röntgeni tetkik ettikten sonra, ‘‘Yarın saat sekizde, birinci katta bulunun, Heyet toplanacak, filmleri onlara göstereceğim, teyzenin gelmesine gerek yok’’ dedi.
04-07-2008
Yasemini, bakacak kimse olmadığı için, beraberimde götürdüm. Onu arabada bırakarak birinci kata çıktım. Benim gibi bekleyen hasta yakınları vardı. Orada beklerken, zaman, zaman da pencereden, arabada kalan eşimi kontrol ediyordum.
Yarım saat içinde, Hoca dahil, heyet toplandı, Dr. Faruk bey filmi alıp gösterdi. Beş dakika içinde de çıktı. ‘’Teyzeyi sargı odasına götürün, ben biraz sonra odama ineceğim’’ dedi. İyi ki Yasemini getirmişim. Sargı odasında beklerken doktor geldi. Sargı bezi aramaya başladı. Sağa baktı, sola baktı, çekmeceleri, dolapları karıştırdı. Sonra bir yerlere, sargı bezi getirmeleri için telefon etti. ‘’ Sargı bezini Getirdiklerinde, bana haber verin’’diyerek odasına gitti
Bu arada başka bir doktor geldi. O da ara, tara , aradığını bulamadan gitti..
Acaba, burası özel bir hastane olsaydı, böyle bir problem yaşanır mıydı? Diye kendi, kendime düşünmüş, üzülmüştüm. Sargı bezi getiren hemşireyi tanımıştım. İlk geldiğimizde, doktor sargı bezini sararken ona yardım etmişti.
Doktor’a haber verdim. Kayıt yapan hemşirelerden birini yardım için alarak geldi. Ama getirilen sargı bezini beğenmedi, top halindeydi, Hemşireye dönerek, ‘’ uygun bir sargı bezi getirmesini ‘’ söyleyip, çıktı gitti. Bize de yine beklemek kaldı.
Neticede, doktor sargı bezlerini sararken, bizimki, doktor falan tanımıyor, küfürler ediyordu. Doktordan özür dilemek mecburiyetinde kaldım. ‘’Üzülmeyin, nihayet Alzheimer hastası olduğunu biliyoruz’’deyerek beni teselli etti. Doktor’a ‘’ sargı bezini ne zaman çıkaracağını’’ sordum. ‘’Aslında ameliyat edilmesi gerekir ama yaşından dolayı edemiyoruz. Sargı bezini belki bir ay sonra çıkarabiliriz’’ diye cevap verdi.
17-07-2008
Bu gün de doktora gideceğiz. Yasemini zorlukla kaldırdığım için gecikmeli olarak, saat 10.00da doktorun odasına girdim. Nedense bu defa ‘’kayıt yaptırın’’ dedi. Dışarı çıkıp, kayıt işlerini yapan hemşireye,’ ‘doktor acele kayıt yapılsın istiyor’’ dedim. Onun da başı kalabalıktı, beni bekletti. O sırada doktor dışarı çıkıp beni görünce, Hemşireye, ‘’Albayın hastası Alzheimer li, biraz sonra burayı birbirine kadar, çabuk kaydını yap’’ diye çıkıştı. Sonra yine, röntgen talebini yaptı.
Yasemini arabadan indirip, tekerlekli sandalyeye oturturken, nöbetçi er veya oradan gelip, geçenler yardım ediyorlardı. Ve ben de yine işlerin uzun süreceğini düşünüyordum. Allahtan işlerim bu defa çabuk bitti ve 3 No:lu sargı odasına girdik. Oturacak yer olmadığından diğer hastalar da buraya sığınmışlardı. Doktor gelince onlar mecburen çıktılar. Bu defa, odada her şey muntazamdı. Faruk bey filme bakarken, ‘’Kaç gün oldu’’diye sordu. Ben de ‘’23 gün’’ dedim. Filmi hemen kendi odasında bulunan hocasına gösterip getirdi. Ben de bir defa daha sordum. ‘’Sargıyı ne zaman çıkaracağız?’’ ’’on beş gün sonra gelin, bakarız’’ dedi. Tekrar çağırdığına göre, muhtemelen Yaseminde biraz iyileşme görmüştü.
Evimize geldiğimizde saat 1200 idi. Öğle yemeğimizi normal zamanda yedik, ama yasemin rahatsızlık duyduğu için sargıdan şikayet ediyordu. Kaç defa ‘’çıkar’’ diye ısrar etti ise de ‘’doktor sardı, ancak doktor çıkarabilir’’ diyerek onu ikna etmeye çalıştım.
18-07-2008
Sabahleyin kahvaltı yaptırdıktan sonra, cam önüne oturttum. Hemen uyudu. Ben de ADSL parasını yatırmak üzere TTNET’in şubesine (100-150m.) gittim. Geldiğim zaman hâlâ uyuyordu.
Öğle yemeği yedikten sonra tekrar cam önüne yatırdım, yine uyuklamaya başladı. Ben, bulaşıkları yıkarken, telefon çaldı. Baktım, Gülcan. Onunla konuşurken, uyandı, ayağa kaldı, muvazenesini kaybetti ve olduğu yere, cam önüne düştü. Hemen koşup zorlukla kaldırdım. Bu defa sol kolunun üstüne düşmüştü. Söyle bi baktım, pijamanın kolundan kan çıkmış olduğunu gördüm. Kolunun derisi, iki parmak enliliğinde sıyrılmıştı. Hemen Bepanten sürdüm. Ama bunun kafi gelmeyeceğini düşünerek, tanıdık Abra eczanesine telefon ettim. Durumu anlattım. Biokodin, tıbbî plaster, steril bez, sargı bezi vs. gönderdiler. Bunlarla tedaviye başladım. Hastaneye götürmeye gerek görmedim.
Bazı durumlar karşısında, ince, ince içim sızlıyor. Kendime hakim olmasam yine psikoloji hastası olacağım. En büyük korkum, kendim için değil, ona nasıl bakılacak düşüncesi.!
Akşam yemeğinden sonra, ‘’Beni bir yerlere yatır’’ dedi. Yatağına yatırdım. Bulaşıkları yıkarken, sesini duyuyorum. ‘’Yusuf, Cantürk albay, Coni, Gülcan, Semiha’’diye bağırıyor. Hemen yanına koştum. ‘’Kaldırın beni’’ diye feryat ediyor. Zorlukla kaldırıp salona oturttum. On dakika sonra, ‘’beni yatağıma yatır’’ dedi. Yatma, kalkma işini üç defa tekrarladık. Netice ben de yatakta yanına uzandım. Ama hareket halinde, ne kendi uyudu, ne de beni uyuttu. Sabaha doğru dalmışım, O saatten sonra, uyudu mu? Uyumadı mı bilmiyorum? Sabahleyin kontrol ettiğimde, hareketlerinden dolayı, kolunun sıyrığı yine kanamıştı.
Zor da olsa, yine eczanenin gönderdiği ilaçlarla tedaviye devam ettim.
22-07-2008
Bu gün Salı, Kolunun sargısı yine yerinden oynamış. Kahvaltıdan sonra takviye ettim. Can önüne oturttum, hemen uyudu. Yemeklerde uyandırmak için zorluk çekiyorum. Gülcanlar gelecek diye düşünüyordum ama, işleri çıkmış, gelemeyecekler. Semiha’ya telefon ettim, gelmeye niyeti var.
Ö. Sonra, biz kahvaltı etmiştik ki Semiha geldi. Bir şey yemek istemedi. Yengesini ona emanet ederek, su parasını yatırmaya ve Pazar alışverişi için dışarı çıktım. Öğleden sonra Pazar hep kalabalık oluyor. Ama zaruretten, bu defa böyle geç çıkmaya mecbur kaldım.
Semiha evdeyken aldıklarımı, buz dolabına yerleştirdim. Semiha gittikten sonra da uykuya dalınca, ben de banyo yapmaya girdim. Banyodan çıktığımda uyanıktı.
Birikmiş çamaşırlar vardı. Kavga, dövüş yasemini de kolonyalı pamukla silerek çamaşırlarını değiştirdim. Makinede çamaşır yıkadım. Temizlik için Selma geldiğinde, banyo yaptırıyoruz ama, küfürlerin, bağırıp, çağırmaların biri, bin para. Muhakkak komşular da rahatsız oluyorlardı. ama, arada bir banyo yaptırmak zorunlu oluyordu.
Gece yatmadan önce, sol kolunun pansumanını yapıyor, ilaç sürerek tekrar bantlıyorum. Bu defa doktorun yaptığı bandajın da kaydığını gördüm. Zaten, çıkar diye şikayet edip duruyordu. Demek ki kendisi çıkarmaya çalışmıştı. Onu da kendimce düzeltmeye, yenilemeye uğraştım. Yatarken de sağ tarafını tercih etti. Genellikle sırt üstü yatıyordu. Bunu da sağ omzundaki çatlağın iyileşmekte olduğu şeklinde yorumladım.
.. 29-07-2008 Salı
Sabah kahvaltıdan sonra takvime göz atarken, Regaip Kandili olduğunu anladım. Günler nasıl hızlı akıp gidiyor! Fırsat bulunca, Arkadaşı Perihan hanımı, Köyden, Nadire ablamı, Celâl’i telefonla aradım, kandillerini kutladım. Kandil diyerek Yasemine de sarılıp öptüm. Eskiden ne kadar değer verirdi böyle mübarek günlere, Ama fazla bir ilgi göstermedi. Gülcan, Semiha ve Metin telefon etti. Metin Böyle günlerde muhakkak arar ama, diğer torunlar hayır. Cüneyt ve Mehlika da bizi aradı. Mehlika hasta kızı ile Fethiye’de yaşıyordu. Kız uzun zaman önce düşüp bacağını kırmış, bacağına platin konmuştu. Şimdi ise Platin deforme olduğundan kızıyla İstanbul’a, yeğeninin yanına gelmiş. Tekrar platin değiştirilecekmiş. Çilekeş Mehlika!
05-08-2008
Üç, dört gündür hava sıcaklığı 29 derece, Biraz da rüzgarlı, dolayısıyla fazla bunalmıyoruz. Ama oturmaktan Yasemin bunalıyor. Eskisi kadar İzmit’e gidelim diye tekrarlamıyor ama, ‘’Çarşıya gidelim, bir şeyler alalım’’ diyor. Bazen de ayaklanıyor, salona kadar gidip, geliyor. Düşecek diye ödüm kopuyor. Genellikle yanında yürüyorum
Bu gün ilk defa, kahvaltıdan sonra oturttuğum koltukta, altına kaçırmış. Hal bu ki otururken hiç böyle bir şey yapmaz, tuvalete gitmek isterdi. Neyse ki hasta bezi olduğundan, koltuk kılıfı ıslanmamıştı. Yine kolonyalı pamukla silmek ve çamaşır değiştirmek mecburiyetinde kalmıştım.
Saat 1500 de Semiha geldi. Bir haftadır, çınarcıkta, amca kızlarının yazlıklarındaydılar. Biz kahvaltı yapmıştık, bir şey yemedi ama, sütlaca da itiraz etmedi.
Yasemin bir haftadır göğsünden şikayet ediyor, Kalbinden ziyade göğüs kemiklerini tutuyordu. biraz da öksürüyordu. Yine beni endişelendirmişti. Bir kaç defa da nane limon kaynatıp içirmiştim. Öğleden sonra dikkat ettim, ne göğüs kemiklerini tuttu, ne de öksürdü. Muhtemelen, Üşütmeden ileri gelmişti. Yemekten sonra yatırdım. Uyudu, ne öksürme var ne de şikayet.
06-08-2008
Bu gün temizlik için Selma gelecek. Uzaktan geldiği için yardımcı olmak istiyorum. Bizim yatak, misafir yatak odası ile oturma odasının, antrenin tozunu alıyorum. Bu gibi işlere Selma gelmeden önce başlıyorum. Ama bu gün karyolanın altını sildireceğim için onu beklemek durumundayım.
Bu defa ortanca oğluyla geldi. Adı ümit orta okula gidiyor. Aklı başında bir çocuk. Kitaplar verdim bir yandan okuyor, bir yandan da ninesiyle ilgileniyor.
Neyse ki karyolanın altı pamukçuk olmuyor. Baza var ya! Aşağı yukarı her tarafı kapalı. Yasemine banyo yaptıracağız. Kolunun çatlağı sebebiyle, 25 hazirandan bu yana banyo yaptıramamıştık. Her şeyi hazırlayıp öyle banyoya giriyoruz. Selma’ya da bana da küfürler yağdırıyor, Bazen hırsından çimdik atıyor. Zorlu bir savaş verdikten sonra, banyo işi tamamlanıyor. Banyodan çıkıp kıyafetlerini giydirip saçını kuruttuktan sonra da Allah razı olsun deyip, bize teşekkür ediyor. Salonun temizliği bitmiş olduğundan Cam önüne oturtuyoruz, ya uyuyor ya da etrafımızda dolaşıp duruyor. Ben banyo yaparken, bazen geliyor, banyonun kapısını açıyor, beni banyo yaparken görünce banyo kapısını kapatıyor, bazen de yarı açık bırakıp gidiyor.
Öğle yemeğine oturduk. Ümit maalesef yemek seçiyor. Diğer iki oğlu da öyle imiş. Kadıncağızın çekeceği var. Hele evlendiği zaman karısı ne yapacak!?
Temizlik işi genellikle saat 1500 civarında bitiyor. Çocuklarıyla ilgilensin diye erken gitmesini istiyorum.
08-08-2008
Bu gün zorlu geçeceğe benziyor. Uyumak istemiyor, Nereye gitsem, oturttuğum yerden kalkıp peşimden geliyor. ‘’Gelme, otur’ diyorum. ‘’Seni özledim’’ diye cevap veriyor. Alzheimer ilaçlarını aldığı zamanki durumu nerde! Şimdiki durumu nerde! Gülşen ile Bülent’e bilhassa Dr. Barboras’a içimden hep teşekkür ediyorum. Her ne kadar unutkanlık gibi bazı hususları devam ediyorsa da munis, ve sakin davranışlarda bulunuyor. Agresif hareketleri sona ermiş durumda.
Bir ara, Yarımca’da oturan, dayısının kızı Gülşen’e telefon ettim. Gülbin kâlbinden ameliyat olacakmış. Bodrum’da, yazlığında Kâlp krizi geçirmiş. Üzülmekle beraber, telefonu kapattım. Sonra Gülbin’i telefonla aramak istedim, Bodrumun telefonunu bilmediğimi anlayınca tekrar Gülseni aradım. Kocası Cengiz çıktı. Meğer Borumda değilmiş, burada kadı köydeymiş.
Evi, 59 lular sitesindeydi. Telefon ettim. Sesimi tanıdı, biraz kırgın gibiydi. Bir bakıma haklıydı da. Siyami Ersek hastanesinde ameliyat olacakmış. Ama kan bulmakta zorlanıyormuş, Kardeşi Gülden Ankara’dan, kızı Elif Dubai den gelecekmiş. Ayrıca korodan bir arkadaşı da kan için söz vermiş. Yalnız bir insanın, kendi başına bu kadar iş için uğraş vermesi, onun ne kadar becerikli olduğunu gösteriyordu.
‘’Öğleden sonra, dışarı çıkacağım, halamı görmek için size de uğrayacağım’’ dedi. Yasemine durumu izah ettim ama hiç sesini çıkarmadı.
Gülbin geldiği zaman halası cam önündeydi. Bana ‘’ kim bu hanım’’diye sordu. ‘’Hasan dayının ortanca kızı Gülbin’’ dedim. Bazen kızlarını bile tanımıyordu. Senelerden sonra, yeğenini tanımaması normaldi. Ama Gülbin, halasının durumuna bi hayli üzülmüştü. Ben de ‘’Sakın üzülme! Nede olsa kalp krizi geçirmişsin, üzüntü ve stres sana iyi gelmez’ diyerek Gülbini, güya teselli ettim.. Bir şeyler ikram etmek istedim ama sütlaç bile yemedi. Bir saat kadar oturduktan sonra gitti.
Akşam yemeğinden sonra Tv.de mevlit vardı. Dinlemek isterken. Yasemin devamlı konuşuyordu. Ölmüşlerimize Yasin okurken de öyle. Bana rahat vermedi. Uyumaya niyeti yok. Ancak, 2300 e doğru yatmaya ikna edebildim.
10-07-2008 perşembe.
Dr. Faruk bey ile randevumuz var. Yasemini zorlukla kaldırdım. Hastaneye vardığımızda saat 0930 a geliyordu. Bilgisayar sistemi çalışmıyor. Bu sebeple biraz beklemek mecburiyetinde kaldık. Sol bileğinden de şüphelenmiştim. Hem sağ omuzu hem de bileği için röntgen isteği yaptı. Neyse ki röntgen çekimini yine Salih yaptı. Gide, gele tanışır olmuştuk. Hatta şiir kitabımı vereceğime söz vermiştim. Onu da verdim. Çekim işleri uzun sürmedi.
Dr. Faruk Kaya röntgeni tetkik ederken ‘’Kaç gün oldu’’ diye sordu. ‘’Bir aydan fazla’’ dedim. ‘’O takdirde, kolunu bandajlamayacağız. Kola bir askılık gerekecek. Şu broşürde işaret ettiğim gibi Medikal mağazalarından bir askı alıp kolunu askıya alacaksın. Sol bileğinde ise mühim bi şey yok. Aynı şekilde tedaviye devam et, 15 gün sonra, durumunu görmek istiyorum’’ dedi.
Allaha şükür uzun sürmüştü ama bu durumu da atlatmıştık. Doktorun istediği gibi askılığı yolumuzun üzerindeki bir Medikal mağazasından alarak eve geldik.
Öğle yemeğinden sonra, sol kolunun sıyrığını ilaçlayıp sardım. Sağ koluna askılığı takmak istedim. İtiraz etti, taktırmadı. Ben de başka bir güne erteledim. (artık hiç takılmadı). Ama yasemin ‘’ kalk beni evime götür’ demekten hiç geri kalmadı .
12-08-2008 SALI
Hâlâ Fatma hanım memleketinden dönmedi, Yasemin kahvaltıdan sonra cam önünde uykuya daldı. Ben de fırsattan istifade Pazara gittim. Öyle süratli hareket ediyorum ki ter içinde kaldım. Eve döndüğüm de Yasemin yatak odasında çamaşırları karıştırıyordu. Allahtan ki düşmemişti.
Öğle yemeğinden sonra, dayısının küçük kızı, Güldeni cep telefonundan aradım, Ablası Gülbin henüz ameliyattan çıkmamış. ‘’Daha sonra ararım’’diyerek kapadım.
Saat 1330 a doğru Semiha geldi. Yeğenim Hasanın eşi Sevgi de uğrayacakmış. Gülcan, Büyük torun Enginin de uğrayacağını bildirmişti. Misafirler gelince Yasemin sorunlarını unuttu.
Bir ara tekrar Güldeni aradım. Aynı telefondan bu defa Gülbinin kızı Elif çıktı. Annesinin ameliyatı bitmiş. Ancak, kan birikimi olmuş, o iş tamamlandıktan sonra yoğun bakıma alacaklar’’ dedi. Meğer teyzesi cep telefonunu yeğenine bırakıp, nöbeti Elif’e devretmiş. Gülbin ameliyatı atlattığı için sevindim.
Ev kalabalık olduğu için, Yasemin gündüz uyuyamadı ama gece yatar, yatmaz uyudu.
14-08-2008 Perşembe
Bu gün, Dr. Faruk kaya ile randevumuz var. Kontrole gelin demişti. Yasemini zorlukla kaldırdım. Kahvaltı yaptırmadan çıktık. Çünkü dahiliye ye de uğramak istiyorum. Muhtemelen aç karna, kan tahlili istenecek,
Önce Dahiliye için kayıt yatırmamız lazım. Hastalar sıralara oturmuşlar bekliyorlar. Çok da kalabalık. Saat 0830 da kayıt işlemleri başladı. Kayıt numara sırasına göre. Burada beklemek neyse de bir de birinci katta, doktorun odası önünde beklemek var. Neyse ki saat 09.00 da içeri girdik. Genç bir doktor. ‘’Bilhassa yemeklerden sonra kaburga kemiklerinin altında sızısı olduğundan şikayet ediyor’’dedim. Yasemin. maalesef doktor’a doğru dürüst muayene ettirmedi. Doktor da, kan ve idrar tahlili ile, Ültrason istedi. Neyse ki kan ve idrar tahlil yerini biliyordum. Asansörle oraya çıkardım. Geniş salonun şekli değişmişti, daha modern duruma getirilmişti. Fakat öyle kalabalıktı ki. Sıranın gelmesi için saatlerce beklemek gerekiyordu. Eşimle beraber gidip kan alan hemşirelere rica ettim. neyse ki hâlâ anlayışlı insanlar varmış. Sağ olsunlar, hemen kan alma işlemini yapıverdiler. İdrar tahlili işlemi maalesef imkansızdı. Bu nedenle Ültrason kayıt yerini sordum, Meğer randevu almak suretiyle ültrason çekiliyormuş. Kayıt yaptıranlar, Yasemini görünce hemen bize sıralarını verdiler. Kayıt yapan görevli de ‘ telefon ederek,. İlgililerle konuştu. Ve ‘’ yukarı kata çıkın, size yardımcı olacaklar’’ dedi. yukarı kata çıkmak için yine asansörü kullandık.. Son hastanın işi bitince de bizi içeri aldılar içeri girdik girmesine de Ültrason çekerken, yatırılması, vücuduna ilaç sürülmesi , Ültrason çekme işi derken , küfürler arasında, üç hemşire yardım ettiği halde, çok zorlandık.
Yasemini, röntgen odalarının önünde birilerine emanet ederek. Dr. Faruk bey’e koşturdum. Röntgen havalesini gönderttikten sonra döndüm. Röntgen çekildikten sonra, filmi beklerken, dahiliyeciye koştum ama, kan tahlili neticesi henüz gelmemişti. Röntgen filmini aldıktan sonra da Faruk bey’e koştum fakat, yerinde yoktu. Öğle yemeği için çıkmıştı. İki işi birden yapmaya kalkınca işler böyle sarpa sarıyordu.
Sabah kahvaltı ettirmemiştim. Yanımıza yiyecek bir şeyler ve su almıştık ama, koşuşturmaktan fırsat bulamamıştık. Ayrıca tuvalet ihtiyacı doğmuştu. Eve gitmek mecburiyetinde idik. üstelik bir de yorgunluk vardı. Niyetim değişmişti. Hastaneye Öğleden sonra değil, bir gün sonra gidecektim.
15-08-2008 Cuma
İlk önce dahiliye’ye gittik. Kan tahlil neticeleri ile ültrason neticeleri gelmiş. Doktor önemli bir şey bulamadı. Hatta ilaç bile yazmadı. Gerçekten, bu gün fazla şikayeti yok. Ama öyle inanıyorum ki sıkıntısı yine kendinden kaynaklanıyor. Çünkü, tuvalete gidelim diyor, oraya varınca, türlü sebeplerden tuvalete oturmuyor. Bir kaç defa tekrarlamak durumunda kalıyoruz. Bu da gazın bağırsaklarda birikmesine sebep oluyor. Ve bana göre, sıkıntısı da gazdan kaynaklanıyor.
16-08-2008 cumartesi
Sabahleyin anladım ki yine kaçırmış. Hasta bezini çıkarırken de, takarken de huysuzluk yapıyor. Bilhassa takarken ter içinde kalıyorum. Hem sözleriyle, hem hareketleriyle bana mani olmak istiyor.
Kahvaltıdan sonra sebze çorbası yapmak istedim. Daha sonra banyo yapıp çamaşır yıkayacağım. Yine devamlı peşimde. Bir çocuk gibi her şeye dokunmak istiyor.
‘’Sana da banyo yaptırayım’’ dedim. Razı olmadı. Sanki yalnız başıma banyo yaptırabilecek miyim gibi!
Gülcan telefon etti. Meğer bu gün Berat kandiliymiş. Nadire ablama, Erdem’e telefon ettim. Gevher ve Perihan hanımı evde bulamadım. Saat 16.00 ya doğru Gülbin, arkasından, Metin telefon telefon etti. Telefon trafiği bu günlük bu kadar.
17-08-2008 pazar
Gece tuvalete kalkmalar devam ediyor. Sabahleyin 0630 da uyandı. ‘’Beni kaldır’’ dedi. Maalesef yine kaçırmış. Üzerindekileri çıkarıp, temizlerini giydirinceye kadar, kıyamet koptu. Cam önüne oturttuktan sonra, yine çamaşır yıkamak durumunda kaldım. Her nereye gitsem, Yasemin yine beni takip ediyor.
Hava çok sıcak. 34 derece, Bütün camları kapattım. Dışardan sıcaklık girmesin diye. Buna rağmen evin içindeki sıcaklık 29,3 derece. Eskiden olsa, küçük balkona çıkardık, öğleden sonra gölge olduğu için hem serinler hem de ikindi kahvaltısı yapardık. Misafir gelince de salon tarafındaki büyük balkonu kullanırdık. Alzheimer hastası olduktan sonra, balkonları tercih etmez oldu.
Gülşen aradı. ‘’Perşembe günü geleceğim, bir kaç gün kalıp döneceğim’’ dedi. Mehlika da aradı. Kızının bacağına takılacak platin işi için sıra bekliyorlarmış. Hâlâ Fethiye’ye gitmemişler. Yeğeninde, kalıyorlarmış. Altı aydan bahis ediyor. Kâlp Ameliyatı olan Gülbin’i de Salı günü hastaneden taburcu edeceklermiş.
21-08-2008
Dün değil, evvelsi gün, kabızlık çektiği için, sabah kahvaltısında Sinameki çayı vermiştim. Tarifinde olduğu gibi, sıcak su içine poşeti koyduktan sonra 3-5 dakika beklettim ve içirdim. Bardağın tamamını da içmedi ya!
Bu gün, sinamekinin tesiri görülmeye başladı. Tuvalete gidiyor ama bir türlü klozete oturmak istemiyor. Bir kaç defa gidip, geliyoruz. Tuvalete oturduğu zaman da iş, işten geçmiş oluyor. Hasta bezini atmak kolay da, ya diğer işler! Bunları yaparken, itirazları yüzünden zorlanıyorum. Hele bu hadise bir kaç defa tekrarlanınca, bir daha sinameki vermemeye karar veriyorum.
Selma temizlik için dün gelecekti. Telefon etti. Bu gün için gelecek.. Bu defa saat 08.00 de geldi. Erken geldiği için işler kolaylaşacak anlaşılan.
İşleri yoluna koyduktan sonra, Yasemini banyo yaptırmaya karar verdim. Selma yı yardıma çağırdım. Her zaman olduğu gibi, feryat, figan, küfürler, bed dualar, çimdikleme ve ısırmalar. Neticede de teşekkür etmeler..
Temizlendikten sonra salona oturttuk, hemen daldı. Ben de bu fırsattan istifade, Gülbin’i, evinde ziyarete gittim. Uzun zamandır gitmemiştik. Kapıyı torunu açtı. Torunu olduğunu da konuşma sırasında öğrendim. 4-5 yaşlarında kız, 6-7 yaşarında erkek torunu vardı. Elif annesini salona getirdi. Zorlukla yürüyor. . 15-20 dakika konuştuk. Bacağından kâlbine takmak üzere, alınan damarın yerini gösterdi. Çok kötü görünüyor. Ameliyatı yapan doktorun beceriksizliği, Uzmanlığının eseri sırıtıyor. Anlıyorum ki, ileride, kâlbinden ziyade bacağından sorun yaşayacak. Elif temizlikçi kadın bulmuş, Doktor, bir ay istirahat etmesi gerekli diye tavsiye etmiş.
Eve döndükten sonra, banyo yaptım ve öğle yemeği için sofra hazırladım. Neyse ki Selma bulaşıkları da yıkadı. Ben de Yaseminle ilgilendim.
23-08-2008
Allaha şükür, iki gündür, sabah kalktığımız da yatağı temiz buluyorum.
Bu gün Z.yağlı çalı fasulyesi, mercimekli bulgur pilavı pişiriyorum. Ama yine yanımdan ayrılmıyor. Tabureye oturttum. Bi de ara, sıra kalkıp, onu, bunu karıştırmasa!
Saat 15.00 civarında Gülcan ile görümcesi geldiler. Bir de, çayla yenecek börek ve tatlı getirmişler. Yasemin arada bir soruyor, ‘’Bu hanımlar kim?’’ diye. ‘’Senin büyük kızın NÜN!(Kısaltma) Öbürü de görümcesi Selma hanım’’ diyorum. Gülüyor, memnun oluyor, ’Şimdiye kadar neredeydin Kızım!?’’ Diyor. Yanına çağırıyor, yanaklarında öpüyor. Fakat bir kaç dakika sonra unutuyor.
Kendisi, ‘’hemen çay koy’’ diye mutfağa gönderdiği halde, ben mutfağa gidince, ‘’Yusuf nerede’’ diye onlara soruyor. Beni arıyor ama kocası olarak değil, akraba Yusuf olarak. Bazen kalabalık olduğumuz zamanlar,’ ‘’Bu benim kocam, Albay Yusuf Cantürk’’ derdi. Genelde beni akraba Yusuf görüyor. İkindi kahvaltısını kızı yedirirken , ki bazen, benim yerime Gülcan yediriyor, çok memnun görünüyor.
27-08-2008 salı
Sabah erkenden uyandı, ‘’Coni, Coni, beni kaldır!’’ Maalesef yine çarşafı ıslatmış. Sırt üstü yerine, sağ tarafında yattığından belliydi böyle bir şey yapacağı. Çamaşır değiştirirken, elime, koluma tırnaklarını geçirme, yüzüme tükürme v.s.devam etti.
Devamlı konuşuyor. Bazı sözleri de anlaşılmıyor! Bazen kızım, bazen oğlum, Bazen de baba diye sesleniyor. Bazen TV. seyrederken kızıyor. ‘’Beni hiç dinlemiyorsun’’ diyor. Bu sebeple , Doğru, dürüst gazete bile okuyamıyorum
Halüsinasyonlar görmeye devam ediyor. Bilhassa ‘’Benim küçük oğlum vardı. Nerede?’’ Diyor. ‘’öyle bir çocuğun yok’’ deyince de, ‘’Var, sen nereden bileceksin’’ diyor.
Sokakta kavga eden insanlar görüyor, Bazen onları ayıplıyor, küfür bile ediyor. Bazen de ‘otomobil kadını, çocuğu ezdi’’ Diyor, üzülüp feryat ediyor. Arada bir evin içinde köpek, fare gibi hayvanlar gördüğünü söylüyor…..
Sofra hazırlamaya kalksam, Tuvalete gitsem, oturttuğum yerden, hacı yatmaz gibi kalkıp peşimden geliyor ‘’Niye kalktın? Niye geldin?’’dediğimde, ‘’Seni görmeye geldim , nerdesin! Hep seni arıyorum’’ Diyor.
Akşam yemeğinden sonra erken yatmak istedi. Bir müddet sesi çıkmadı. Sonra seslendiğini duydum. Baktım ki kalkmak için yatakta debeleniyor. Kaldırıp salona getirdim. Biraz oturduktan sonra tekrar yatmak istedi. Ama gece, beni uyandırıp, ışıkları yaktı ve evin içinde, birilerini aramaya başladı. Yattıktan sonra da beni dürtmekten uyku uyutmadı.
02-09-2008 Salı.
Gülşen saat 15.00 civarında, gecikmeli olarak Şarköy’den geldi. Onu müteakip, ablası da geldi. Yasemin,,’’Bunlar kim? Diye sorup, ben de hatırlatınca, iki kızı arasında hayatından memnun görünüyor.
Yine zaman, zaman, göğüs kemiklerini tutarak, anî feryatlar ediyor. Bazen de daha aşağılarını, göğüs kemiklerinin altını gösteriyor. Acaba, çamaşır değiştirirken, vücudunu silerken veya sıcaktan terleme sonunda, üşütüyor da, bu acı, sızı ondan mı kaynaklanıyor?! Bir türlü bilemedim.
13-09-2008
Ramazan vesilesiyle, ölmüşlerimizin ruhu için, her sene yaptığım gibi hatim indirmeye başlamıştım. Her gün, uygun bir zamanı kolluyorum. Yasemin uyanıkken okursam, önce ‘’Allah kabul etsin’’ diyor, sonra unutuyor. ‘’Kur’an okurken konuşulmaz ‘’diye uyarsam da, devamlı konuşuyor ve bana kızıyor, kitabı elimden almak istiyor. Tabii kur’anı Türkçe mealinden okuyorum. Bana göre okunan şeyin anlaşılması gerekiyor. Anlamını bilmediğin ifadelerin hiç bir faydası olamaz diye düşünüyorum. Bu nedenle Tanrı, Araplar için, Kur’anda, kaç Surede, ‘Siz anlayasınız diye kur’anı Arapça indirdim’ ifadesini kullanıyor.
Yasemin yine peklik çekiyor, Bu defa, içinde çok az sinameki de bulunan, Doğadan marka, bitki çayı veriyorum. İnşallah faydası dokunur.
19-09-2008 Cuma
Dün Öğleden sonra, yasemin uyurken, Komşu Nevzat Sekmen’i ziyarete gittim. Çok sevdiğim biri idi. Karı, koca ikisi de hacca gitmişlerdi. Bizim gibi apartmana ilk taşınanlardandı. Emekli olduktan sonra, Benzin istasyonunda idareci olarak çalışıyordu. Genellikle, evde görüştüğümüz gibi, benzin almak istediğim zaman, veya GATA’dan dönerken çalıştığı yere uğrar görüşür, konuşurduk. Kardeşim gibi severdim. Ne yazık ki son zamanlarda, kansere yakalanmış, evde hasta yatıyordu. Nevzat bey Kanepede, serum takılmış, dalgın yatıyordu. Mine hanım ve kızı Nilüfer başında bekliyorlardı. Üstelik bir de bana, kanserin göğsünde yarattığı, portakal büyüklüğündeki uru göstermişler, çok, çok üzülmüştüm. Ancak beş dakika kalabildim, gözlerimden yaş boşalmaya başlayınca, kaçar gibi eve koşmuştum. Akşam yattıktan sonra, bizim katta bazı gürültüler duymuştum.. Ama Yasemin uyanmasın diye kalkıp bakmaya gidememiştim.
Sabahleyin Kapıcı Mustafa zili çaldı, gazeteyi uzatırken, eğilip bana meşum haberi verdi. Nevzat beyi kaybetmiştik. Kapılarının önü ayakkabı doluydu. Beş dakika sonra, kıyafetimi değiştirerek, ben de gittim. Baş sağlığına gelenlerle, içerisi doluydu. Herkes düşünceli ve suskundu. Mine hanım, nilüfer ve iki oğluna baş sağlığı ve sabır diledim. İki dakika oturduktan sonra, beni anlayacaklarını ümit ederek, Yaseminin yanına döndüm.
Cenaze öğle namazını müteakip kaldırılacaktı,. Fatma hanıma rica ettim. Gelip yaseminle kaldı ben de camie gittim. Cuma mübarek bir gündü. Hem Cuma namazı, hem cenaze namazını kılarken, cemaat çok. çok kalabalıktı. İçten gelen bir sesle, herkes haklarını helal ediyorlardı. Gözlerimden yaşlar akarken ben de aynı duygular içindeydim. Dinî görevleri yerine getirdim ama çok, çok üzgündüm. Ağabeyim rahmetli olduğu zaman bu kadar üzülmemiştim.
24-09-2008
Bu gün benim de Yaseminin de sakarlığı üzerimizde. Mutfakta çorba yaparken, tak diye bir ses duydum. Kalkıp antreye kadar gelmiş, Antredeki masanın önünde, yerdeydi. Başı sandalyenin ayağına çarpmış. Biraz şişlik oluşmuştu. Hemen Lasonil sürdüm.
Bir ara tuvalete götürürken, baktım ayağının biri terliksiz. Salondan, terliğini bulup getirdim, Tam giydirirken, dengesini kaybetti. Benim müdahale etmem neticesinde, başını yatak odasının kapısına hafifçe çarptı. Allahtan fazla bir şey olmamıştı.
Pişirdiğim çorbayı, üçer öğünlük cam kaplara koyup soğutmuştum. Tam buz dolabına koyarken biri elimden kaydı. Kap kırılmadı ama, çorbanın bir kısmı yeri kirletti. O da benim sakarlığım idi. Benim için yine temizlik, yine yorgunluk olacaktı.
Gülşen’e telefon ettim. Ne zaman gelecekleri belli değilmiş. Bülent, camların macunlarını çıkararak. Onun yerine, tahta çıta çakıyormuş. Bitmek üzereymiş ama çok da yorgun düşmüş.
Şu an saat 2230. Yasemin yattı, uyuyor. Kur’anın son sayfalarına geldim. Bir aksilik olmazsa Hatim bitmek üzereyi
27-09-2008 Cumartesi
Gülşenler saat 14.00 civarında geldiler. Arabaları, her dönüşte olduğu gibi yine yüklü. Tabii kıyafetleri, bilgisayar, ve el çantası hariç, diğerlerini arabada bıraktılar. Benim arabayı başka bir yere alıyorum, Bülent arabayı benim park yerime koyuyor ve üstünü araba örtüsüyle örtüyor.
Yukarı çıktığımızda, Yasemin antrede dolaşıyordu. Kızını gördü, sarıldı ama, herhangi bir misafir gibi. Halbuki geç kaldılar diye şikayet ediyordu. Kızlarının çocukluklarını hatırladığı için kendine göre onlar yaşlı insanlardı. Şimdilik yabancıydılar. Bak bu senin kızın Gülşen dediğimde tekrar, tekrar kucakladı, sarıldı. Damadını da öyle, önce beyefendi diye hitap ederken, sonra değişiyordu.
Öğle yemeği için onları beklemiştik, Eşyalarını şöyle bi yerleştirdikten sonra gelip oturdular, biraz muhabbetten sonra, öğle yemeğimizi yedik. Bülent, kayınvalidesine yemek yedirdiğimi görünce ‘’Bırak kendi yesin’’ diyerek, benim davranışımı tasvip etmediğini belirtiyordu.. Bilmiyordu ki, sağ Kolu sargılıyken yemek yiyemez olmuştu. Şimdi ise, ben yedirmezsem, hemen ‘’Doydum’’diyor. fazla yemek yemiyordu.
Gülşenler gelince bulaşık yıkamaktan kurtuluyordum. Gülşen’ler geldiği zamanlar, bulaşık makinesini kullanıyorduk. Bulaşıkları makineye yerleştirmek de Gülşene kalıyordu.
Yasemin yine peklik çekiyordu. Dr. Deniz bey’in tavsiye ettiği gibi, Duphaluc şurup veriyordum ama , fazla fayda etmiyordu. Bakalım ileriki günlerde Allah ne gösterecekti.
28-09-2008 pazar
Bu gün saat 1400 civarında, Gülşen ile Bülent, Tavşancıl’a gidecekler. Bülent’in Dr. kardeşi Barbaros orada yeni villa yapmıştı. Hem ziyaret, hem ticaret misali, ilk defa evi görecekler. Gece de orada kalacaklardı.
Yasemin akşama doğru, tuvalete çıktı ve biraz rahatladı. Bu arada Gülşen de aradı, Annesinin durumunu sordu. İyi haberi verince de sevindi.
Yasemin, akşam yemeğinde fazla bi şey yemedi. Biraz çorba, iki, üç kaşık Activia yoğurt, o kadar. Maalesef ilaç da almadı. Yemekten sonra onu yatırdım. Hemen uyudu. 5-10 dakika için yan komşumuz Mine hanıma uğradım. Döndüğümde uyuyordu. Ben de yanına uzandım bu günlüğü yazıyorum. Şu an saat 22.35, yağmur başladı. Yazıyı bitirince ben de yatacağım.
29-09-2008
Kahvaltıdan sonra, cam önündeyiz. Gülşen telefon etti. Güya bu gün Tavşancıl’dan döneceklerdi.. Ama gelemiyorlar. Bir gün daha kalacaklarmış.
Yaseminin pekliği devam ediyor. Dün biraz rahatlamıştı. Bu gün yine şikayet ediyor. Fazla yemek de yiyemiyor. Duphaluc vermeye devam ediyorum.
Gülşenlere alıştım. Gitmelerini istemiyorum!, sanki biraz daha kalacaklar gibi. Mecburen, er veya geç Ankara’ya gidecekler. Çünkü, Noyan, eşinden ayrıldıktan sonra, yalnız kaldı. Her ne kadar anlaşmalı olsa da eski eşi, kızı Nilsu’yu da alarak, evlendi ve İsveç’e gitti.
DOKUZUNCU BÖLÜM
KARA GÜNLER
07-10-2008 Salı
Kahvaltıyı geç yapıyoruz. Ne de olsa, Gülşen erkenci, ama Bülent biraz geç kalkıyor.
Kahvaltıdan sonra, Salı pazarına gidip geldim. Eskisi gibi acele ederek ter içinde kalmıyorum. Aldıklarımı yerleştirdikten sonra, öğle yemeği yedik.
Gülşen pazarda dolaşmayı, ve evden kalabalığı seyretmeyi çok severdi Onun tutkusuydu. Bülent de ona takılırdı. ‘Pazarın fotoğrafını çekelim, büyütüp duvara asalım, Ankara’ya gittiğimizde, seyredersin, hasret giderirsin’ derdi. . Saat 15.00 civarında, pazara gitme sırası ona geldi. ‘’Şöyle bi dolaşıp gelirim’’ diyerek gitti. Annesini cam önüne oturtup, mutfağa gittim. Yerleştirmek istediğim birkaç Pazar malı daha kalmıştı.
Telefon çaldı, Açtım Gevher!, Yasemin teyzesini sordu, sonra Gülşen ile konuşmak istedi. ‘’Pazara gitti, istersen ağabeyini çağırayım’’dedim. Akşam yemeğe gelecekler mi? Diye sormak istiyormuş. Konuşurken maalesef başım salona dönüktü. Hemen yakınımda, küüt diye bir ses ve feryat duydum. Baktım Yasemin, oturmakta olduğu koltuktan kalkıp, sehpaların ve yemek masasının bulunduğu yere kadar gelmiş yerde yatıyor. Telefonun bulunduğu yerle, düştüğü yer arasında iki adımlık mesafe vardı.. Sesi duymuş, Bülent de yetişti.
İkimiz beraber, Yasemini kaldırdık ki yerde kan vardı. Bülent baktı, kan başından geliyordu. Anlaşılan dengesini kaybetmiş, başını sehpaya veya üzerinde bulunan, NATO’nun simgesi olup, hatıra olarak bana verilen, kaidesi mermer, kendisi tunçtan yapılan , aslan heykeline çarpmıştı.
Bülent, ılık su, havlu, pamuk, sargı bezi ve Bepanten istedi. Allahtan ılık su vardı. Hemen getirdim. Başının kanlarını yıkadı, kuruladı, saçlarının arasından, yaralı yeri buldu, ilaç sürdü ve sardı. Biraz yürütelim dedik, feryat, figan, topallıyordu. Bacaklarını, ayaklarını kontrol ettim, Yara, bere, morluk gibi hiç bir şeye rastlayamadım, Ama yürürken çok acı duyduğu belliydi.
Bana kalsa böyle bi durumda paniklerdim, elim, ayağıma dolaşırdı. Bülent soğukkanlı davranıyordu. Hatta, hastaneye götürmeye bile gerek görmedi. Ama Dr. Kardeşi Barbaros’a sordu. O da gerek görmemişti. yatağına zorla yatırdık. Netice olarak çok üzülmüştüm. Yatağa bağlı kalmıştı. Her zaman hareketli olan, evin içinde nereye gitsem benim peşimden gelen Yasemin, şimdi yatağa esir düşmüştü.
Gülşen, Pazar dönüşü, annesinin durumunu öğrenince, çok üzüldü. Keşki pazara gitmeseydim diye hayıflandı durdu. Ben de keşke, Gevher telefon etmeseydi dedim, ama hayıflanmalar , olanları değiştirmiyordu!
Yasemin yatağa esir olunca, tuvalet problemi doğdu. İsteği üzerine, Bülent ve Gülşenle tuvalete götürdük ama, feryat, figan ve küfürler eşliğinde….
Artık yemeğini yatağında yedirir olmuştuk. İştahı da kesilmiş, fazla bi şey yiyemiyordu.
08-10-2008 ÇARŞABA
Sabah, biraz kahvaltı yaptırdıktan sonra, peklik çektiği için, Dr. Deniz bey’i aradım, ilk seferinde ulaşamadım. Bir kaç defa denedikten sonra nihayet yakaladım. Durumu anlattım. Hem üzüldü, hem de nazik karşıladı. Fleet’in şırıngalısını tavsiye etti. Eczaneye gittim, alıp geldim. Fazla bir değişiklik olmadı. Hasta bezi kullandığımız için, idrar probleminde onu değiştirip yenisini takıyorduk ki bu işlemi bile feryat, figan, küfür ve zorlukla yapabiliyorduk. Hem biz üzülüyor, hem de kendisi acı çekiyordu.
09-10-2008 PERŞEMBE
BU gün Dr. Deniz bey’i tekrar aradım, Hem teşekkür ettim, hem de peklik için ilaçlardan netice alamadığımızı , ne yapmam gerektiğini sordum. günde üç öğün, yemeklerden sonra, tam ölçek Duphaluc vermemi’ söyledi. Biraz ateşi (36.8) olduğunu söylediğimde, ‘Halen normal sayılır, 38.5 derece olduğunda haberim olsun’ dedi.
Bu arada, Bülent’te Kardeşi Dr. Barbaros ile irtibat halindeydi. Barbaros’a göre, hastaneye götürmeye gerek yoktu.
Öğle ve akşam yemeklerini, yatağında, çok az ve zorlukla yedirebildim.
Yaseminin, gündüzleri, yatak odasında yatmasını hiç içime sindiremiyordum. Hem kendisi, yalnız kalacak, hem de bizim için başında beklemek, tuvalete götürmek zor olacaktı. Bu nedenle, Bülent’e mekanik bir hasta yatağı almamız gerektiğini söyledim. Bülent Bilgisayar başında uzun süre araştırma yaptı. Hasta yatağı satan ve kira ile veren firmaları buldu. Bir liste halinde çıkardı. Kiralıktan ziyade, yenisini satın almayı tercih ettim. Kullanılmış yatağı ne ben isterdim ne de Yasemin.
Nihayet Romet firmasıyla 900.00Tl. ye anlaştık. Yarın için, getirip kuracaklarına dair söz verdiler
10-10-2008 CUMA
Yasemin, bütün gece, inledi durdu. Her uyanışta yüreğim cız ediyordu. Doğru, dürüst uyku uyamadık. Öğleye doğru, karyola ve yatağı, ayrı, ayrı ambalajlarda getirdiler. Teknik eleman’lara, karyolayı salona kurdurdum. Yatak hem ortopedik, hem de aynı kılıf içinde, üç parçalı duruyordu.. Karyolanın baş ve ayak tarafları, bir kolla yukarı kalkıyor, aşağı inebiliyordu. Bu durumda, yatak da karyolaya uyum sağlıyordu. Ayrıca karyolanın kenarları, hastanın düşmemesini veya, kolayca yere indirilmesini sağlayacak şekilde, hareketliydi, inip, yukarı çıkabiliyordu.
Bülent, kayınvalidesini, yatak odasından, kucağına aldığı gibi yeni yatağına taşıdı. Ben de yatağın hemen yanındaki, uzun kanepede yatacaktım. Hiç olmazsa, gündüz de gece de yalnız kalmayacaktı. Sanki gönlüm biraz daha rahat gibiydi.
Saat 22.00 ye kadar sesi çıkmadan yatıyordu, ama o saatten sonra, her beş dakikada bir feryatla uyanıyordu. Ben de yanındaki kanepeden kalkıp, yüreğim yana, yana onu teselliye çalışıyor, neresinin ağrıdığını soruyordum. Hiç bir yerini göstermiyor ama feryadına devam ediyordu. Nerdeyse sabaha kadar feryatları sürmüştü. Allahım’a şifa vermesi için yalvarıyordum. Sabaha doğru sustuğu için ben de dalmışım. Bir saat ya uyuduk, ya uyuyamamıştık.
11-10-2008 CUMARTESİ:
Saat sekiz civarında, kaşık ile biraz ılık su içirdim. Çok az beyaz peynire bal karıştırıp yedirmeye çalıştım. Ancak bitki çayı içirerek, iki tatlı kaşığı da karışımdan yedirebildim.
Bir ara, nasıl olsa, Gülşenler evde diye, sicim gibi yağmur altında, eczaneye gittim, birer şişe feelit ve Duphaluc şurup aldım. Kendime de grip aşısı yaptırdım. Halbuki geçen sene beraber yaptırmıştık.
Saat 11.00 e geliyordu. Gülşen’in zoruyla, kanepeye uzandım ama, eşimin feryadından uyumak mümkün olmadı.
Gülşen annesine, biraz, pirinç-kırmızı mercimek çorbası ısıtıp yedirmeye çalışıyordu ki onun anormal titrediğini gördüm. Bülent’e bu durumun daha önceki hareketlerine benzemediğini söyleyerek ateşini ölçtüm. 39 dereceydi. Abaca yanlış mı ölçtüm? Diyerek, tekrar ölçtüm. İkinci defa ölçtüğümde 39.2 dereceydi. Hemen Dr. Deniz beyi cepten aradım. Fakat ulaşamadım.
Bu sefer, Bülent, Kardeşi Barbaros’u aradı. Kayınvalidesinin durumunu anlattı. Doktor Barbaros üç çeşit ilaç yazdırmış. Novalgin damla, Augmantin Şurup, Novecef 0.5 lik iğne. Ayrıca hastaneye götürmeyin, gerek yok diye tekrarlamış..
Hemen, harekete geçtim, Önce üst katımızda bulunan Emekli hemşire Nurten hanıma uğradım. Maalesef ev de bulamadım. Benim yerime Gülşen eczaneye gitmişti. İlaçları alıp, geldi. . Önce Novalgin damlayı Sonra zorlukla Şurubu içirdik. Tam içirdik sayılmazdı ya!
Şu an saat 16.15 Yaseminin titremesi geçti. Dalgın yatıyor ve sık, sık da nefes alıyor. Bir ara yeşil gözlerini açtı bana bakıyor. ( Daha doğrusu, gözlerinin sabit baktığını daha sonra idrak edecektim)
Cam önünde düşünceli otururken,, Gülşen ‘’Yusuf dayı, dün akşam hiç uyumamışsın, şu koltuğa otur da biraz kestir’’ diye beni zorladı. Ben de koltuğa oturdum. Ama yaseminin sık, sık nefes alıp, verdiğini duyuyordum. Dalmışım. Aradan 10-15 dakika ya geçti, ya geçmedi. Bir fısıltı ile uyandım. Gülşen ile Bülent, Yaseminin başın dalardı. Yüreğim cız etti. Henüz kondurmak istemediğim şey başıma gelmişti. 53 YILLIK eşimin nefesi duyulmuyordu. Bülent ayna getirmiş, nefesini kontrol ediyorlardı.
Önce ağlayamadım, donup kalmıştım. Sonra gözlerimin baraj kapakları açılmış, yaşlar boşalmaya başlamıştı. Gülşen de ben de bir an şaşırmıştık. Aklıma, komşumuz Mine hanım geldi. 25 gün önce kocasını kanserden kaybetmişti. Ne de olsa tecrübesi vardı. Hemen ona koştuk. Mine hanım haberi duyunca, şoke oldu. Hemen geldi, Çenesini, beyaz bir tülbentle bağladı, ben de, ellerim titreyerek, yüreğim yanarak, ağzındaki protezi çıkardım. Üstüne, temiz, beyaz bir çarşaf sararak, balkona götürdük, Altına battaniyeler yaydık,
Gülşen hem ağlıyor, hem de ablasına ve gereken yerlere telefon ediyordu. Bülent ile Gülşen olmasaydı, ben ne yapabilecektim acaba!
Saat 18.00 civarında ev doldu. Gülcan, oğlu Engin, Metin, Hasan- Sevgi, Recai - Günay. , Taner, Mine hanım…….
Ağlasam da kahrolsam da her şey Allah’tandı, önüne geçilemezdi. Din’i inançları olan benim gibi bir insanın bunu kabul etmesi gerekiyordu. Önümde yapılması gereken görevler vardı. Şimdi gerekeni yapma sırasıydı.
Cumartesi olduğu için, Belediye ve kabristan gibi yerlere telefonla ulaşsak bile, ancak Pazar günü için randevu verebiliyorlardı. Pazar günü, nöbeti, devir alanlar gerekli işlemleri yapacaklardı.
Mevtayı defnedecek yer konusunda, bidayette tereddüt içinde idik. Karacaahmet yakındı ama yer bulmak imkansızdı. Ümraniye gibi uzak yerlere götürmek, hiç içimize sinmiyordu. Defnetmeye kaç kişi gelecekti!. Aslında, Kendisini Emekli Subaylar derneğine üye yazdırmıştım. Her sene aidat ödemekteydim. Derneğin görevleri arasında, kabir yeri bulmak da vardı. Ama sonradan, bu görevden sarfınazar etmişlerdi.
Muhittin ağabeyimin vefatında, Köye götürmüştük. Ona yapılan dini görevler arasında, helva, gözleme yapıp bütün köylülere dağıtmak da vardı. Nadire ablam’larda, el birliği ile helva ve gözleme yapılırken, etkilenmiş, hoşuna gitmiş, öldüğüm zaman beni de buraya getirin diye vasiyet etmişti. Kabristanın köye yakın, yüksekte ve asırlık ağaçlarının olması da bunda rol oynamıştı. Fakat Alzheimer hastalığı sırasında, her şeyi unuttuğu gibi, bu vasiyetini de unutmuş, tekrar etmez olmuştu. Bu vasiyeti unutmasında, Bülent’in ‘’ ya hava şartları sebebiyle köye götürmemiz mümkün olmazsa ne yapacağız’’ sözünün de dahli vardı. Bülent böyle söyleyince, Yaseminin cevabı,
‘’Nereye isterseniz oraya gömün’’ şeklinde olmuştu.
Bu durumu nazarı itibara alarak, Gülcan ve Gülşen ile, konuyu tekrar müzakere ettik. Netice de köye defnetmeye karar verdik. Orada dini görevler istendiği gibi yapılacaktı. Kalabalık köy halkı, namaz ve kabir ‘e defnedilişinde hazır bulunacaktı. En mühimmi, Kabristanın yanından gelip-geçen köylüler, bir an durup, bütün mevtalara fatiha okuyacaklardı.
Hasan köye, babasına telefon etti. Kabrin kazılmasını istedi. Ben de helva yapılmasını, gözleme yerine, zor olur gerekçesiyle, köy halkı için, Beypazarı’nda, kıymalı pide yaptırılmasını önerdim.
Karara bağlanması gereken başka bir konu da Mevtayı, nasıl, ne zaman ve hangi vasıtayla götürmemiz gerektiği idi. Kimi ‘’Belediye ambulans veriyor’’ dedi. Kimi de özel arabayla götürülmesini teklif etti. Bu arada Acıbadem hastanesinde bilgisayarcı olarak görev yapan torun Metin, servis şoförü ne telefon ederek anlaştı. Şoför, servis arabası (Midibüs) ile, Pazar günü olduğu için, ücret karşılığı bizi köye götürecekti.
Pazar günü sabah saat sekizde buluşmak üzere, Hasan ile karar verdik. Yeğenim Hasanın kayınvalidesi de aynı hastalıktan rahmetli olmuş, köye götürmüşlerdi. Hem tecrübesi, hem de tanıdıkları vardı. Ayrıca her işe can-ı gönülden koşturan bir insandı.
Pazar sabahı, Bülent’le ben, yürüyerek (yakın olduğu için) belediye’ye gittik. Hasan bizi orada bekliyordu. Nöbetçi memurlar, sorgu-sual sonucu kayıt işlemlerini yaptılar, Yaseminin nüfus defterini aldılar, ‘’ biz gereken yerlere göndeririz’’ dediler. Belediyenin doktoruna uğradık, Hasan mevtayı ambulansla aldırmak üzere Karacaahmet kabristanına gitti. Biz de doktorla eve geldik. Doktor mevtayı kontrol ettikten sonra ölüm raporunu verdi.
Evdeyken, hazırlıklarımızı yaptık. Kabristanda işlerimizi bitirdikten sonra doğrudan köye gitmeyi düşünüyorduk.
Cenaze arabası geldi. Komşuların da yardımıyla, cenazeyi arabaya koyduk, özel arabalarla konvoy halinde kabristana gittik.
Gülşen ile Gülcan annelerinin gaslanede yıkanmasına nezaret edeceklerdi. Biz de yol izni almak üzere beklemeye başladık. Cenazesi olan insanlar çoktu, kolay, kolay sıra gelmeyecekti. Herkes, işinin bir an önce bitirilmesini ve cenazelerini öğle namazına yetiştirmek istiyorlardı. Kabristan sorumluları, Güya bize de cenaze arabası verilmesi için Büyük Şehir belediyesi ilgilileriyle temas halinde idiler.
Netice yol iznini aldık ama, Büyükşehir Belediyesinden telefon edildiğine göre, cenaze arabasını ancak öğleden sonra verebileceklerdi. Biz ise köye, ikindi namazına yetiştirmek istiyorduk.
Özel tuttuğumuz servis şoförü bu durum karşısında bir teklifte bulundu. Mevtayı kefeniyle,, battaniyelere sararak, Midibüs’ün arka bagajına koyabilirdi. Zaten çocuk gibiydi (33kg) Arabanın bagajı da büyüktü. Hiçbir mahzuru yoktu. Yastıklarla sağı, solu desteklenebilirdi. Bu teklifi uygun bulduk. Bu sayede Bir müddet daha arabada, Yaseminle beraber olabilecektim. Köye gidecekler arasında, Taner ile Fevzi Tanerin arabasıyla gideceklerdi, Biz de Gülcan-Engin, Gülşen-Bülent, Sevgi-Hasan, derken bütün akrabalar midibüs’ü doldurduk. Günay ve Recai de yolda, Maltepe’den bindiler, Gebze’ye kadar E-5 Kara yoluyla, sonra Otoyoldan devam ettik.
Hasan babasıyla devamlı temas halindeydi. Noyan ile Ece de yolu bilmedikleri için, Güdül sapağında bekleyeceklerdi. Biz arabadayken, gerek bana gerek Gülcan ile Gülşen’e taziye telefonları gelmekteydi Allah razı olsun Meral bile kaç defa taa, İsveç’ten beni ve Gülşenleri aramıştı. Çok hakikatli çıkmıştı. Çok duygulanmıştım.
Yolda, bir dinlenme tesisinde durmuş, Tost-çay, ayran gibi şeyler yiyip-içmiştik.. Güdül sapağına varmadan önce, kabrin kazılıp, hazırlandığını öğrendik. Güdül sapağında Noyan ile Ece bekliyorlardı. Ben ve Gülşenler arabadan indik, birbirimize sarıldık. Noyan rahmetlinin en çok sevdiği torunuydu. Çünkü onunla küçükten beri haşır neşir olmuştuk. Ece ile ikinci evliliğini yapacaktı. Ece’yi ilk defa görüyordum. Hayırlı olmasını diledikten sonra yola devam ettik..
İkindiden evvel köye ulaştık. Hoca ‘’İkindi namazından önce cenaze Namazını kıldırabilirim’’ dedi. Minareden anons yaptırdı. Biraz bekledikten sonra, bütün köylü geldi. Cenaze namazını büyük bir kalabalıkla kıldık. Herkes hakkını helâl etti. Köyde herkes Yasemini severdi. Benim hakkım da anamın sütü gibi helâldi.
Kabristan yolunda, yokuşu çıkarken, tabut gençlerin omuzlarındaydı. Yaşlılar bi tarafa, bazı gençler bile o yokuşu çıkarken zorlanıyordu. Hava, güneşli o kadar güzeldi ki..
Kabir ve destek ağaçları hazırdı. Kardeşim celal her şeyi ayarlamıştı. Kabir en güzel, yerde, köyün bağlarına bakıyordu. Manzara çok güzeldi…. Annemin ve yeğenim Celal’in, ki 30 yaşında kan kanserinden ölmüştü, kabirlerinin yanındaydı. Herkes kürek, kürek toprak atarken ben de üç kürek toprak .attım. Üç kişilik hoca gurubu kuran okurken, benim barajın kapakları yine açıldı. Göz yaşı içinde bütün ölmüşlerim için ayrıca yasin okudum.
Daha önce bahsettiğim gibi, kabristan, asırlık meşe ağaçlarıyla kaplıydı. Yaseminin ayak ucunda da genç bir meşe fidanı vardı. Muhittin ağabeyimin kabri ise daha aşağılardaydı. Yaseminin kabrinin etrafında da Rahmetli babasının, amca oğulları, öğretmenim Hüseyin, Yusuf, Ömer kaya’lar yatıyorlardı. Muhtemelen babaannesi de burada atıyordu!.?
Kabirdeki görevimiz bitmişti. Köye dönünce, genç hoca ikindi namazını kıldırdı.. Sonra, Uzun masaların üzerine plastik tabaklar içinde, kıymalı pide, ayran ve un helvası dağıtıldı. Kadınlar bir tarafta, erkekler bir tarafta, plastik sandalyelere oturarak dağıtılanlar, yendi. Arzu eden bir veya ikişer tane pide yeme imkânı buldu. Gelemeyen için de evlere dağıtıldı.
Nadire ablam, dizleri rahatsız olduğu için zorlukla, köy odasının önüne gelmişti. Çok üzgündü. Yengesini çok severdi. Makbule ve Semiha’lar zaten köy delerdi. Yeğenim, Mehmet ile Eşi Emine Ankara’dan gelmişlerdi. Helva yaparken, birbirine yardım etmişlerdi.
Çocukluk arkadaşlarım, İbrahim, sarı Mehmet, Niyazi, İbrahim’in kardeşleri de oradaydılar. Anlaşılan ben de eşimden dolayı, artık sık, sık köye gelecektim.
Bülent ile Gülşen, beni yalnız bırakmamak için İstanbul’a döneceklerdi. Semiha ile İsmail de köyde işlerini bitirmişler bizimle geleceklerdi. Onların hazırlanması için biraz bekleyecektik.
Nadire ablam , Makbule ve köyde kalanlarla da vedalaştıktan sonra, saat 1730 civarında yola çıktık. Ben ise kendim arabada fakat suskun, benliğim tamamen kabristanda idi. Yine kafamda, yüreğimde eşimle ilgili acı duygular vardı.Bu duygularla yaşayacaktım.
Saat 2300 civarında, herkesi teker, teker evlerine bıraktıktan sonra, nihayet bizim eve geldik. Biraz daha oturduktan sonra, kendi odalarımıza çekildik. Yatakta, Yaseminin tarafında, onun kokusunu duya, duya yattım. Ne kadar uyudum bilemiyorum.? Sabahleyin içimde bir sızı ile uyandım. Acaba, Gülşenler Ankara’ya dönünce yalnızlık duygusuyla nasıl yaşayacaktım!? Gerçi konuştuğumuza göre annesinin yedisini, onlar buradayken yapacaktık ama, ya sonra!
Yedinci Günü için, Söğütlü çeşme, vaizini getirdim. Yaseminin ruhu için evde, Kur’an ve mevlit okutturdum. Hocanın sesi çok güzeldi. Evde çok kalabalık vardı. Bütün akrabalar, apartmandan Mine hanım dahil pek çok komşu katılmıştı.
Dini görevler bununla da sınırlı değildi. Sırada. Kırk veya elli ikinci günleri, Eşimin seneyi devriyeleri ve kabrinin yapılması vardı. Ben sağ olduğun sürece, bu gibi, dinî görevlerimi yerine getirmeye kararlıydım.
Ayrıca Kendi, kendime bir söz vermiştim. Buna göre. Eşimle ilgili bütün masrafları ben yapacaktım. Kimsenin bir kuruş hakkı bana geçmemeliydi. Hiç bir şeyim yokken, Allah, Onun babasını ve kendini vesile ederek bu imkanı bana vermişti. Evin yarısını eşime vermiştim. Onu çocuklarıyla paylaşmalıydım. Eşimin artık duaya, kur’an okumaya ihtiyacı vardı. Hayatımın geri kalan devresinde, Sağlığım elverdiği müddetçe, namazlarda dua edecek.. Ayrıca, her gün 10 sayfa kur’an okumak suretiyle, defalarca hatim indirecektim. Öncelikle eşim olmak üzere, listeye koyacağım bütün akrabalarım ve dostlarımı bu dua ve kur’andan Allahın kabul etmesiyle, faydalandırmalıydım. Yaseminin hatırasıyla, ona olan duygularımla yalnız yaşamaya devam etmeliydim.
Çok yoğun olan duygularımı ifade etmek için, şiirler yazacaktım ama, yarım asrı geçen birlikteliğimizin duygularını ifade etmekte, kelimeleri bulmakta, zorlanacak, maalesef, arzu ettiğim kelimeleri tam olarak bulamayacaktım. Eşimin vefatı beni çok etkilemiş, derinden yaralamıştı. (Nitekim duygularımı, aşağıda başlıklarıyla yazdığım -22 adet şiirlerimle ifade etmiştim. Bunlardan ancak bir kaçını buraya yazmak istiyorum. (Diğerlerini, Arzu edilirse, aşağıdaki internet adresinden bulmak mümkün olacaktır)
(www.antoloji.com/yusuf_canturk)
1-Ardından// -2.Duygular Karışık//- 3. Duyusal Oldum//4.Hatıralar //5.Kabrini Yaptırdım//-6.Kara Bir Gün//-7. Kavuşmak//-8.Senin Gibisi
//9.Seyir Defterim//- 10. Şen şakrak//- 11.Yalnızım//12. Yardım Et//- 13 Yoldaşım//-14.Yaşarken
YAŞAMIN SONU
(-11-2008- Yelli köyü)
Doksan sene değildi pek kolay,
Alzheimer illeti acı bir olay,
Son dört gün içinde yatağa düştün!
Feryatların artmıştı büsbütün.
Saat 1700de gökten bir melek indi;
Acılar bir anda dindi.
Gözyaşım damla değil seldi.
Yüreğim sensizliğe dayanır mı şimdi?
İşte o meşum gün geldi de çattı.
Acılar içinde dört gündür yattı.
Feryatları göklerde yankılar yaptı,
Yaşam gücü veren güneşim battı.
Öldün ama benim için ayan-beyansın.
Yüreğim bu hasrete nasıl dayansın!
Acılarla, gözyaşımla, hep maziye koyansın.
Her nereye baksam, gerçeksin, hatıramsın.
Bembeyaz saçlarla girdin kabre,
Yusuf, Yusuf diye seslenirdin habire;
Sıcak elin elimde, otururduk yan yana,
Heyhat! Yalnızlık ve kâlp sızısı miras kaldı bana.
KABRİN BAŞINDA
İlk bayram ziyareti için geldim başına,
Duygularımı yazacağım kabir taşına.
Üzülme sakın aksa da gözüm yaşına,
Ben de geldim yetmiş yedi yaşıma.
Gözlerinin menekşe rengini özledim;
Hâlâ aşıkmışım, kendimden de gizledim.
Umarım ki cennettesin, nimeti bol,
Ziyaretim gecikti, uzaktayım, uzak yol.
Alzheimer hastasıydın, bulamadık derman;
Tanrıdan gelen ise kesin bir ferman.
ALLAH Çok çektirmedi gibi teselliler bol;
Neler çektin, neler çektik gel de bana sor
Doksan yıllık vaden bir anda doldu.
Mekanın artık Yelli Köyü oldu.
Senin arzun baban, tanıyamadığın annenle buluşmak;
Bana da yer ayır yanında ,dileğim sana kavuşmak.
Nasıl ayrılsam senin yanından; kabrin başından!
bir şeyler çekiliyor, yüreğimden, kanımdan.
Belki teselli bulurum gözlerimin yaşından,
İhtiyacı olanlara verirsem, ekmeğimden, aşımdan.
GÖZLERİMDE YAŞ
Bir zamanlar cıvıl, cıvıl, hayat doluydun.
Adın çiçek değildi ama neden dört günde soldun?
Beni de, kendini de yakan bir kordun,
Sen gittin ama, kâlbimde acı, gözlerimde yaş oldun!
Resimlerin davarlarda, genç ve olgun yaşında,,
Onlara baktıkça artıyor sana hasretim.
Artıyor, duygularım, hatıralar, göz yaşım.
O an gelebilse, olabilsem senin yoldaşın!
Dindiremem gözlerimin yaşını,
Paylaşmak isterim, ekmeğimi, aşımı,
Ne kadar saklasam da gerçek yaşımı,
Saklayamam, gören anlar, saçlarımın akını!
Bir Allah bilir bu duyguyu, bir de ben,
Çeken bilir acıları ve de gerçekten beden.
Ön teker acılarla nereye giderse,
Arkadan takip eder, keder ve elem.
HATIRALAR
-(Ağustos 2009 Kadıköy)
Evde, her neye baksam seni hatırlatır,
anki mektup yazıyorsun bana, satır, satır.
Okudukça yüreğimde acı ve sızı,
Yaşarım gün be, gün, güzel yıllarımızı.
Gözlerimi kapasam hep seni görürüm,
Evlere sığamam, sokaklarda yürürüm.
Dertlenir gönlüm, derdimle baş başa,
İsyankâr mı oldum Tanrıya, haşa!
Hatıralar içimde yanan bir ateş,
Her an için gözümden eksilmiyor yaş.
Acılar ise yürekte bitmeyen savaş Artık sen yoksun altmış yıllık arkadaş.
Vazolarda unutulan çiçekler,
Artık solgun olmuş ama sen başka,
Neye baksam hatıralar gerçekler,
Resimlerde, hüzünlü bakıyorsun genç yaşta!
Belirsiz bir anda, kulağımda sesin,
Başımı çevirince hayalmiş derim,
Kâlbimdesin, kim ne derse, desin!
Seni öylesine sevdim, öylesine derin.
S E N G İ D İ N C E
Gittin geçek dünyaya , anmadığım an mı var?
Acı ve keder bıraktın, dünyalar bana dar!
Elli üç yıllık hayat eşim gözlerim seni arar,
Günleri sayıyorum, işte verdiğim karar.
Sonbaharda gittin, ama işte ilkbahar,
Gelen yok ki oradan, sorsam, senden ne haber?
Çiçekler açtı buram, buram kokuyor,
Hatıralar beynimde yer etmiş, ilmek, ilmek dokuyor.
Sen gidince vazolar boş, çiçeksiz kaldı.
Ne evlilik, ne yaş, ne de özel günler,
Kutlanmaz oldu. Yazık ki hayal oldu dünler.
Bahçede ise Çiçekler mis gibi kokular saldı.
Bahar geldi, Erguvanlar çiçek açtı boğazda, yamaçlarda,
Gezmek, görmek vardı her seneki düşüncede, amaçlarda.
özümüz şahane renklerde, gönlümüz doğada,
Hatıra kaldı o güzel günler, artık, yuvada.
Her an harap eder,düşünceler, duygular beni,
Hastalansam, Tanrı bilir, bir de ben, nedeni?
Ay değil, sene oldu, unutamam vefat edeli,
Böyle, böyle korkarım ki, deli olacağım, deli!
Y I L B A Ş I
Bugün sensiz geçecek, çünkü ilk yılbaşım,
Ne eğlenmek isterim, ne de gülmek.
Kabrin başında üşüdüm, yalnızım ve hasta.
Benim için her taraf karanlık yastayım, yasta.
Aylar geçti gözlerimin yaşı dinmedi.
Ne yesem, ne içsem içime sinmedi.
Bu gönlüm Sen diyor başkasını bilmedi.
Ateş düştü ya! Alevleri bir türlü sönmedi.
Ümitsiz bakan menekşe gözlerin hatıramda capcanlı.
Yaşları bitse de, gözlerim yine de kanlı.
Ruhumu alıp gittin, hiçbir şey kalmadı tende,
O günü özlemle beklerim, nasıl olsa sıra bende.
Ne ümidim kaldı, ne de hayalim;
Sensiz yeni yıla giriyorum sevgili ayalim!
Bu gün duygularım her demden fazla,
Yetinemiyorum ki sevmekten, bilhassa azla!
Y A L N I Z I M
Her gün kur’an okumak isterim senin ruhuna,
Sözde vermiştim bunun için kendi, kendime.
Sekiz aydır tutmuş oldum sözümü, bakacağım duruma,!
Sabır ve güç versin Ulu tanrım, gerek yok ki yoruma.
Üzüntüden gözlerime inince kalın bir perde,
Ameliyat ettiler, herkesçe bilinen yerde.
Birlikteydik seninle, her zaman, sevinç ve kederde.
Yalnız kaldım artık, evimizde, her yerde.
Sağlıklı yaşamak ister insan, herhangi bir yaşta,
Çorba içmek istesem küçük bir tasta,
Yazık ki sunan yok , yalnızım ve de hasta.
Korku ve endişe, hem yürekte, hem de başta.
Sığınırım Tanrıya, başka kimsem yok,
Üzülme diyen, öğüt veren, hem de pek çok.
Yalnızlık duygusu, hele, yaş ileri ise.
Geri kalan erkek ise, nasıl kapılmasın yeise.
Duyguları birer, birer kağıtlara dökerim,
Yumakları, yalnızlıktan, teker, teker sökerim.
Ben, ben değilim ki, zavallı bedende!
Hem sen de varsın, duygularda, kederde.
Baş dönmesi ile götürdüler acile, bulgular normal,
Bana yadigar kaldı, suskunlukla yalnızlık senden,
Artık, korku ve endişe ârâzım oldu, biliyorum , neden?
Yüreğim ağzımda olsa da ne gelir ki elden.
T E R S İ N İ D Ü Ş Ü N D Ü M
(08-05-2009-Kadıköy)
Teselli bulmak için, ölümünü, tersine yordum,
Neden acı ve ıstırap diye kendime sordum.
Maksadım, aslâ değil, seni unutmak
Teselli bulmak, belki, kendi, kendimi avutmak.
Geri kalan sen olaydın, benim yerime!
Herkes endişe duyacaktı, saygı ve sevgi ile.
Kızlarından biri torun bakacak, diğeri ise çok uzak,
Allah kurmak istememiş böyle bir tuzak.
Gideceğin yer olsa, olsa bakım eviydi,
Belki sen olacaktın, belki kızların huzursuz,
Bakılacak mıydın acep, yine de kusursuz?
Hissedecektin sevgisizliği, belki, bilmeyecektin olup biteni.
Ulu tanrım her şeyi, önceden düşünmüş bile,
Her ne kadar dünyada çekmişsen çile!
Sen de Onun olmuşun sevgili kulu,
Böylece açılmış olsun Cennetin yolu.
index.htm