15
Yorum
0
Beğeni
0,0
Puan
2158
Okunma
CAN SUYUMA..
Biz üç arkadaştık.
Özlem, Şebnem ve ben…
Leyla…
Şebnem; gülen gözlerinin sessiz duruşuyla umutla hayata tutunmaya çalışırken, hain bir yaz gündönümünün sıcağında aniden devrilmişti. Asfalt yolun üzerinde öylece boylu boyunca uzanırken, gözlerinin gökyüzüne doğru bakar halde olduğu söylenmişti.
Saçının kana bulanmış tellerinde, oynaşan güneş dahi onun gençlini kıskanmıştır. Esen yel kirpiklerini havalandırmış, ortaya çıkan masmavi gözleri gökyüzünü imrendirmiş, bir müddet bulutlara küs kalmasına sebep olmuştur. Eminim.
Sonrasında, üzerinde durmamak için çırpınan gazete kâğıdının üstüne küçük taş parçacıkları sıkıştırmışlardır. Yel vurdukça kıpırdayan kâğıdın altında sıcak bedeni soğumaya yüz tutmuştur. Eminim.
Onu son kez, gazetenin üçüncü sayfasında görmüştüm. Gazete kâğıdının dışına taşmış, o ince uzun parmakları nerede olsa tanırdım. Emindim.
Nedense ağlamadım. Bomboş öylece uzun soluklarla baktım. Gazetedeki ellerine Sonra elim telefona uzandı. Otomatik olarak, tuşlara bakmadan numarayı çevirdim.
_ Alo!
_ Özlem!
_ Leyla!
_ Duydun mu?
_ Evet. Şimdi gördüm.
Özlem in sesi tokat gibi yüzüme çarpmıştı. Ölümün ve kaybetmenin farkında lığına vardığımda, yay gibi gerili olan sinirlerim bir anda yumuşayıvermişti.
Babaanneme çok düşkündüm.
O öldüğünde bile, hiç o günkü kadar ağlamamıştım.
Şebnem için çok gözyaşı dökmüştüm.
Şebnem, çocukluğumun ve gençlik yıllarımın aşina yüzüydü. Artık bu dünyada olmadığını bilmek nasıl sancı veriyordu yüreğime. Yabancıydım bu duyguya. Hani hep bir ilkler vardır ya. İşte bu da onlardan biriydi benim için.
Şimdi ben kime dertlenecektim? Depresif ruh hallerimin iç döküntülerini kiminle paylaşacaktım.
Allah’ım sana çok şükür. Özlem, iyi ki sen varsın can suyum. İyi ki.
Özlem; can suyum güzel arkadaşım.
Son mektubun ile beraber gönderdiğin hediyelerin için bilmem sana nasıl teşekkür etmeliyim? Uzun zamandır, çizmek istediğim resim için gönderdiğin malzemeler şimdilik yeterli gelecek. Sonrasında, ihtiyacım olanları ben sana tekrar bildiririm.
Canım dün itibariyle artık benimde bir uyku arkadaşım oldu. Gönderdiğin pandaya nasılda sımsıkı sarılıp uyuyorum. Bir görsen. Hani sen bana derdin ya hep “Çocuk ruhlusun. “Diye. Nasılda doğru tespitler yaparsın, değil mi canım benim?
Hiç yanıldığını görmedim. Ama bir keresinde; lise son sınıfa giderken okulun en yakışıklı delikanlısını kimin ayarlayabileceği konusunda yanılmıştın da, hafta sonu sinema biletlerini sen almak zorunda kalmıştın. Nasılda seninle dalgamızı geçmiştik günlerce. Şebnem in yaptığı muziplikleri hatırlıyor musun? Az kaldı dövecektin garibimi araya ben girmeseydim.
Canımsın. Günlerin dolu dolu geçiyormuş. Senin adına sevinmeli miyim yoksa üzülmeli miyim bilemiyorum? Yeni görevin adına çok mutlu oldum. Bunu çoktandır hak ediyordun da, o hergele patronun görmemezlikken geliyordu. Ama bu kadar işin altından nasıl kalkacaksın diye senin adına üzülmüyor değilim. Hiç yoktan Sermin teyzenin teklifini kabul et de, ufaklıkla ilgilenmesi için daha fazla burnun havalarda gezme. Ne yapacaksın can suyum. Gökhan için annesinin kaprislerine katlanmak zorundasın. Ama ben senin ne kadar inatçı olduğunu bilmez miyim? Tıpkı bir keçi gibi…
Rahmetli validem ne derdi senin için. Hatırlıyor musun? ”Kızım sende Çerkez tohumu var.” Derdi de bu lafın üzerine biz kıkır kıkır gülerdik.
Ah keşke bir nebze senin gibi davranmayı becerebilseydim. En azından bazı durumlarda… Pasif olmak galiba ruhumun olmazsa olmazlarından... Her şeye karşı kabullenme davranışları sergilemek, her yaşanılana eyvallah demek. Belki de bu bir tür, yaşamdan kaçmak… Belki de ben, her seferinde kolay olanı seçiyorum. Kim bilir?
Hafta içi tedavi gurubunda sergilediğim davranışlar, guruba yeni katılan bir arkadaşın dikkatini çekmiş. Tedavi sonrasında bahçe gezintisinde bana yönelerek “Siz hep insanlara bakmadan mı konuşursunuz?” Diye sorunca birden afalladığımı hissettim. Şimdi sende sorgulayan bakışlar ile bana bakıyorsun değil mi? “ Ne cevap verdin?” Diye. Hiç. Sadece omuz silktim ve yürümeye devam ettim.
Özlem biliyor musun? Geçen gece üçümüzü rüyamda gördüm.
Sen her zaman ki gibi en çok sevdiğin o şifon beyaz elbiseni giymiştin. Çok güzeldin. Saçlarının rengini her zaman kıskanmıştım biliyorsun değil mi? Yine upuzun ve sırma gibiydiler. Bizim ile çok fazla alakan yok gibiydi. Ben Şebnem e dönük bir şeyler anlatmaya çalışıyordum. Üzerimde gri bir ceket ve upuzun siyah bir etek vardı. Kafama hani şu, çok komik görünen küçük tül şapkalardan birini takmıştım. Ellerimde siyah deri eldivenler takılıydı. Şebnem yemyeşildi. Baştan aşağıya yeşil… Üstelik o mavi gözleri dahi yeşildi. Saçları kısacık kesilmişti. Avuçlarının içimde saklı tuttuğu şeyi görmek için hamle yaptığımda bir iki adım geri gitti. Arkası dönük olduğu için ileriden gelen tren ile otobüs arası ne olduğu belli olmayan o acayip şeyin altında kalması an meselesi iken üzerine doğru atıldım. Avazım çıktığı kadar bağırdım, ama o beni duymadı. Çünkü sesim çıkmıyordu. Sonrasında her şey yeşil oldu. Arkamı döndüğümde sende yoktun. Şebnem öylece yatıyordu. Gözleri tekrar maviye dönmüştü.
Doktor bunun bir sanrı olduğunu söylüyor. Rüyadan çok bir sanrı... Beynimin içinde benimle beraber yaşayan birinin uydurdukları… Çoğu kez bunu önemsemiyorum. Yani doktorun söylediklerini... Biliyorum şimdi bana kızıp küfrediyorsun. Hakediyorum değil mi?
Canım benim. Biliyor musun? Geçen hafta en nihayetinde, kaldığım odamı değiştirdiler. İkinci katta kuzeye bakan odalardan ikinci olanına yerleştim. Odam ağaçlar ile dolu bahçeye bakıyor. Sabah çok erken saatte penceremi açıyorum ve minik serçelerin uyanışlarını seyrediyorum. Ne kadar küçük ve çelimsiz olduklarını gördükçe içim acıyor.
Dördüncü sınıftayken; sizin evin bahçesinde ölü bulduğumuz kuşu, kara üzüm asmasının dibine gömmüştük. Hatırladın mı? Üstelik ben birde mezarının başına belli olsun diye küçük bir odun parçası koyunca sen kahkahalar atarak “ Birde Fatiha okuyalım.” Demiştin. Biliyor musun? Sana belli etmemiştim ama ben içimden Fatiha’yı okumuştum. Üstüne üstelik ne zaman size gelsem, sana fark ettirmeden minik kuşun mezar ziyaretini eksik etmiyordum. Genelde sen Şebnem ile gardırobundaki kıyafetleri deneyip çıkarırken, ben hiç olmazsa işe yarar bir şeyler yapıyordum. Bana göre, bunu sizin bilmeniz demek bir yaz boyunca alaya alınmamam demekti.
Can suyum! Satırlarımı bahçede değil de odamda yazıyorum. Dışarıda acaip bir yağmur var. Bilirsin ne kadar çok severim ben yağmuru. Ve kapalı havaları…
Yağmurun her damlası yerdeki otların üzerine düşüp, kimisi yeşil dalların ucunda asılı kalıyorken kimisi kuru toprağın öz suyuna doğru yol alamaya çalışıyor. Gökyüzü tıpkı benim sevdiğim gibi. Gri tonunda. İlerde bir yerlerde çakan şimşek, damar halinde çizikler atıyor gök kubbeye. Işık yansıması pencereme düşüyor, ardından satırlarımın üzerine.
Of ne çok özledim seni! Doyasıya konuşabilmeyi. Ellerini tutup sıkıca sarılabilmeyi… Şu yağan yağmurun altında gezinmeyi... Ne çok isterdim.
Biliyorum henüz yeni geri döndün. Bu kadar işinin ve seyahatlerinin arasında benim içinde yer ayırıyorsun ya . Bunu bilmek bilsen ne harika bir duygu…
Biliyorum şimdi bana parmağını sallıyorsun, uzun ve sitemkâr bir şekilde. “ Kuzum Leyla sen yeter ki iste. Her şey daha güzel olabilir.” Diyorsun. Sesini duyar gibiyim. Bunu bende istiyorum. Acaba istiyor muyum? Uzun geçen zamanın ardından buraya aitmişim gibi geliyor bana. Dışarısı tekin değil gibi. Çıktığım an her şey eski haline dönecekmiş gibi geliyor. Bilemiyorum. Ürküyorum. Bilirsin ne çok korkak olduğumu.
Şu minik serçe kadar cesaretim yok. Bak onlar nasılda tek başlarına bu havada kanat çırpabiliyorlar.
Onlar adına mutluyum. Hiç yoktan.
Bak şu ileridekinin adı Özlem olsun. Pek cesur ve inatçı... Az ileride ağacın dalına konan ise Şebnem e benziyor. Sanki sürekli gülümsüyor gibi. Şen ve şakrak… Penceremin dibinde tir tir titreyen ise tıpkı benim gibi. Ürkek ve düşünceli…
Can arkadaşım. Sen bana bakma. Üzülme sakın bunları yazıyorum diye. Burada mutluyum ben. En azından, yıllardır elime almadığım fırçamı şimdi tutabiliyorum. Renkleri birbirine karıştırıp, tuvalin üzerinde özgürce raks ettirebiliyorum. Bu da bir şey değil mi?
Onca şeyden sonra?
Hem kim bilir? Belki bir gün tekrar sergi açabilirim. Duyar gibiyim dost sesini “Tabi ki Leyla neden olmasın.”
Neden olmasın can suyum değil mi? Neden olasın?
Doyasıya hasret ile gözlerinden öpüyorum. Ne olursun arayı fazla açma. Minik Arda ile Pınarı öp benim için.
Hep senin olan arkadaşın Leyla...
SEVİLAY DİLBER