- 5323 Okunma
- 2 Yorum
- 0 Beğeni
HÖT TRAŞI
GÖT TIRAŞI
Erken terlemişti bıyıklarım. Ninemin, dedeme çektiğimi söylediği, orta mektep yıllarında... Sert sakallar, göğüs kılları, derken ense, sırt, saç hepsi birleşiverdi. İri bir yapım vardı. Yatılı lisenin, son sınıfında beden eğitimi dersinin kör hocası, “Eşofman çıkar” dedikten sonra bana donuk donuk bakıp kalınca, önce ne olduğunu anlamadım. “Oğlum seni bekliyoruz” demesiyle şu lânet kıl gerçeği bir kez daha çarptı yüzüme. Oğlanlar gülerek yeni bedenciye benim yerime cevap verdiler:
-Hocam çıkarttı eşofmanlarını, o gördüğünüz, birazcık kıl.
Hoca inanamayıp yanıma kadar geldiğinde neredeyse küçük dilini yutacaktı. O gün ağzından çıkan, “Oğlum bu nasıl kıl böyle? Ayı mısın nesin?” sözüyle adımızın önüne “Ayı” lâkabı, işte böyle oturdu.
Acı gerçek ortadaydı. Ne kadar tıraş olursam olayım, gömleğin yaka altından gırtlağıma doğru fışkıran uzun kıllarla yazın kısa kollu giyinemeyeceğim kadar tüylüydüm. Şu kızların da ayı görmüş gibi otobüste, sinemada uzaktan kıkırdamaları beni deli ediyordu!
“Siz gidin de kendi kıllarınıza bakın be! Ağda yaptıracak değiliz ya, bıyıklı şeyler!” İşte böyle haykırmak istiyordum.
O günlerde çektiğim korkunç hemoroit ağrılarım, hele biraz kızartma veya acı yediysem, dayanılacak gibi değildi. Bir gün mecburen revire çıktım. Efendi bir doktorumuz vardı. Üzülerek ameliyattan başka yol olmadığını söyledi ve beni hastaneye sevk etti. Orada da yine efendi bir doktor ameliyat kararı alarak cerrahın zalim ellerine gönderdi beni.
Sabah erkenden yatacağım odada ameliyat hazırlıkları yapıldı. Tam hareket edeceğiz, operatör odaya geldi. Elindeki dosyaya, bir göz attıktan sonra , bana şöyle bir bakıp “Tıraş oldunuz mu? Ameliyata hazır değilsiniz. Çabuk tıraş olup öyle gelin” demez mi? Yoksa kıldan göremezmiş de...
Yahu ben nerede tıraş olayım? İnsan kendi götünü,nasıl tıraş eder? Şu gurbet elde başıma gelene bak! Ah anacığım ah, gel de şu kıllı oğlunun halini bir gör yahu! Çaresiz, pijamalarla hastaneyi dört dönerek berberin yerini sormaya başladım. Neyse kolayca buldum. Ama iki berbere karşılık belki on hasta tıraş için sıra bekliyordu. Yaşlı olannı daha gün görmüştür, diyerek gözüme kestirip:
-Afedersin Amca, beni özel olarak tıraş edebilir misin?
Sıraya geçmemi söyledi. Elindeki usturayla müşterisinin sakallarını ikinci perdah alırken.
-Yanlış anlama Amca, benim tıraşım burada olmaz. Özel tıraş yani...
Anlasana hıyar! Daha nasıl söyleyeyim. Salonda da çıt çıkmadan herkes bizi dinliyor.
-Nasıl özel? Ne tıraşı diyorsun sen, evlâdım?
-Göt tıraşı, Amca.
Der demez, elindeki usturasıyla beni doğrayacakmış gibi üzerime yürüyerek, bir de en yüksek perdeden:
-Ulan sapık! Defol git, belânı benden bulma! Tövbe Yarabbi, hem de bu yaşta...
Sıradakilerden biri de:
-Bunlar olgun erkeklerden hoşlanırlar. Keseceksin bu ibneleri, ustacığım
Demez mi? Ah, şu operatör beklemeyecekti de gösterirdim size ibneyi, kulamparayı deyyuslar!
-İbne sizsiniz be! Bir dinleyin...
Dediysem de durum ciddi. O pis ve iğrenç gözlerle bakan müşterilerin arasından zor kaçtım. Ne yapacağımı şaşırmış, koridorda söylenerek yürürken arkamdan omuzuma dokunan bir hastabakıcının yardımcı olma isteğiyle durdum.
-Sen, Berber Asım Amıcaya ne didin, gardaş?
Hay yaşa be, Anadolum benim! Durumu anlattım. Adanalıymış. İşini ciddiye alan bir havası vardı.
-Gel üzülme gardaş, kantinden fırça, sabun, permatik ney alak ben ediverem ha?
Onu bulmak koca hastanede, bu insanları değirmen taşı gibi öğüten koca şehirde ne şanstı ama! Adanalıyı takip ederek hastanede bir yarım tur attım. Aman, şu işi bitirelim de!..
Ameliyata yetişmeliyim, diye düşünüyorum. Sonunda küçük bir malzeme odasına geldik. Asma kilidi cebinden çıkardığı anahtarla açıp “Bıyır gardaş, burası da bizim fakırhana.” diye içeri aldı. Kapının arka sürgüsünü de itti ki münasebetsiz bir şey olmasın.
Ah, ben ne şanssız bir insanım! O sırada bizi içeri girerken görüp doktora haber veren servis hemşiresini neden düşünemedik? Önünden geçerken pis pis bakmıştı oysa. Biraz daha yavaş konuşamaz mıydık? Ne diyeyim, olan oldu bir kere!
Adanalı:
-Gardaş, hele şu pijamayı, donu bir sıyırak.
Ben:
-Tamam abi, böyle iyi mi?
Adanalı:
-He gardaş, şole öne doğru bir eğil bahak. Yanı domal, anadın mı?
Kapıda bir tıkırtı mı var nedir? Yok yahu, bana öyle geldi galiba.
Ben:
-Domaldım abi, hadi çabuk yap biraz.
Adanalı:
-Yoğ, bah bu işin acalası ney heç olmaz yeğenim. Acala yoğ. Sonracıma canın yanar, bağrın durun.
Ben:
-Yahu abi, çok kuru sürtüyon, biraz sabunlasan...
Yani fırçayı demek istiyorum. Ama kapıyı dinleyenler kim bilir, ne anlamışlardır? Adanalı az sabunlamış fırçayı canım acıyor ve de gıdıklanıyorum. Başka ne diyebilirim ki?
Adanalı:
-Bah Gardaş, şole eyicene eğil, iki elinlen galçalarını iki yana gerdir, möhür tam çıksın ortaya. Yoğsam acır yanı.
Ben domaldığım yerden iki elimle popomu ayırırken “Bu adamın doktordan ne farkı var? Utanmamalıyım, o da tıp dünyasından.” diye düşünerek ona yardımcı oluyorum. Hemoroitler en az beşer santim uzamış ve yara olmuş.
Adanalı:
-Yahu gardaş, ne kibarınmışın, ganadı bah! Sapına gadar gan oldu. Hele bir yol temizleyek.
Sapına kadar dediği, tıraş fırçasının sapı. Ama bunu kapıdaki iki hemşire ile doktora gel de anlat!
Ben:
-Aman abi, iyi sabunla şunu yahu! Çok canım yandı, inan ki!
Dedikçe Adanalı kuyumcu imalathanesinde çalışan Süryani çırakları gibi bir yerimi kesmemeye özen göstererek işini bitirmeye uğraşıyor.
Adanalı:
-Ne gülüyon gardaş, hoşuna ney mi getti? Gardaş, şu topları bi yol tutuvesen, rahatına bitirivesem işimi...
Yani “hayalarını tut da jilet kesmesin” demekte.
Ben:
-Bu işi daha önce yapmış mıydın?
Adanalı:
-He gardaş, heç gorkma. Benim kimin, yapan yoktur, bu hastahanada.
Ben:
-Abi acele et. Bak elim kan doldu. Yine kanamaya başladı galiba!
Der demez, kapı bir omuz darbesiyle ardına kadar açılıp içeriye beni Adanalı’dan kurtarmaya gelen doktor ve iki hemşirenin şaşkın bakışlarına hiç kıpırdamadan bakarak karşılık verdim. Adanalı da bir elinde permatik, öbüründe sabunlu fırçayla bozuntuya vermeden işine devam etti.
Adanalı:
-Bıyır dohtur beğ, bişi mi istediydin?
Doktor hemşirelere yanlış ihbardan ötürü biraz kızgınca bakarak:
-Yani biz zannetmiştik ki…
Utanın lan! Benim homoya benzeyen bir yanım var mı? Siz hiç bu kadar kıllı bir kırık gördünüz mü?
Gece narkozdan çıkınca ağrılar iyice arttı. Ameliyat başarılı geçmişti, ama kanama mı vardı neydi? Karşı serviste yatan, o gece bana refakat edecek olan, Yaşar Ovalı’ ya hemşireyi çağırmasını rica ettim. Az sonra geldiler.
O da ne, hemşire sargıyı açıp ne olduğuna bakacağı yerde gülme krizine tutularak kaçıp gitmez mi? Üstelik geri de gelmiyor.
-Yahu Yaşar, gel sen bir bak oğlum. Gurbetteyiz koçum, sana zahmet bir yardımcı ol bari.
Yaşar sargıyı kaldırır kaldırmaz gülmeye başladı.
-Ne gülüyorsun lan puşt! İnsan bu durumdaki arkadaşına güler mi?
Yaşar koşarak odadan çıkıp iki dakika sonra elinde tuvaletten söktüğü koca bir ayna ile geldi. Ben kendime gülemedim, dikişlerim patlamasın diye. Adanalı popomun yarığını kalp şeklinde düşünerek estetik bir tıraş yapmıştı. Bembeyaz popom siyah kılların arasında 14 Şubat’ta sevgiliye uzatılan kalp şeklindeki parlak aşk balonu gibi duruyordu.
-Oğlum, Adanalı sana ilan-ı aşk etmiş de haberin yok!
Diyerek odadan kaçan Yaşar’a:
-Bunu kimseye anlatırsan bak…
Diye boşuna bağırıyordum. Okula döndüğümde “Geçmiş olsun” diyeceklerine popomdaki kalbi soran arkadaş bozuntuları, ulan hepinizin götleri uyuz olsun da kaşıyacak tırnak bulamayın inşallah!
Ah, Yaşar Ovalı ben sana bunun hesabını sormaz mıyım? Bir elime düşsen…
E.Yaşar Ovalı 26.02.2012
YORUMLAR
kukurikuu
BEN O KADAR KILLI MIYIM?
SAYGILARIMLA.