- 780 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
ENGEL
Kelimelerin anlamları değişik açılardan ele alınabilir. Bilimler, kültürler, ideolojiler, inançlar, kelimelere anlamlar yükleyerek anlamlarını genişletebilirler.
Sözlük veya lügat dediğimizde, kelimelerin konuşma dilindeki anlamları akla gelir. Ancak sözlükler sadece kelimelerin konuşma anlamlarından söz etmez.
Mesela; tıp sözlüğü, felsefe sözlüğü, hukuk sözlüğü, düşünce sözlüğü gibi hazırlanan sözlükler, bazı kelimelerin konuşma dilinden farklı anlamlarını açıklar.
Mesela; konuşma dilimizdeki “anahtar” sözcüğü, belki de en çok farklılıkları anlamlarıyla karşımıza çıkar. Kapıyı açan, elektrikleri açıp kapayan, tesisatçılıkta kullanılan anlamlar gibi.
Bilim dalları kelimelere anlamlar yükleyerek bazı tanımları kodlarken, ideolojiler de aynı şeyi yaparlar. Bütün ideolojik akımlar, konuşma dilindeki bazı kelimelere sembolik anlamlar yükleyerek sloganlaştırırlar. Laiklik, cumhuriyet, demokrasi, halk, burjuva, liberalizm, sosyalizm vs. Her biri üretilmiş kelimelere yüklenmiş anlamlardır. Konuşma dilindeki bazı kelimeler ise, toplum, birey, eşitlik, sermaye, emek vs. gibi kelimeler, ideolojilerde farklı anlamlarıyla sembolleştirilirler.
Konuşma dilindeki sözcükler, bilim, felsefe, ideoloji ve din biliminde farklı anlamlar kazanmaya başladığında, kelimelerin anlamları değiştirilmiş demektir. Yani, kelimelerin sözlük anlamları terk edilerek, kelimelere yeni anlamlar üretilmiştir.
Kelimelere her yeni anlam üretildiğinde eski anlamlarının değiştirildiği, konuşma dilindeki saf anlayışın yerine farklı anlam ve anlayışın getirildiği aşikârdır. Dolayısıyla konuşma dilindeki kelimelere, farklı anlamlar yükleyenler farkında olmadan, dili zenginleştirirken, ürettikleri anlamlarla düşünceyi sınırlamaktadırlar.
Yani bir ideoloji halkın konuşma dilindeki kelimeye yeni bir anlam kazandırıp sloganlaştırdığında, o kelime ideolojinin sınırları içine hapsedilmiştir.
Yani bir bilim dalı halkın konuşma dilindeki kelimeye yeni bir anlam kazandırıp kültürün içine soktuğunda, o kelime bilim dalının sınırları içine hapsedilmiştir.
Kelimelerle düşünen insan, kelimelere yüklediği anlamlarla ufuk geliştirirken, kelimeler ideolojilerin, bilimlerin ve dinlerin anlayışlarında sınırlandırıldığında, düşüncenin gelişimi durdurulmuş demektir.
Kelimeleri anlamlarla sabitlemek, dogmatikleştirme veya düşünceyi statikleştirmenin temellerinden biridir. Kısaca kelimeler, bilim dallarının, ideolojilerin ve din bilimlerinin anlamlarına hapsedilip, tartışılmaz hale getirildiğinde düşüne durmuştur.
Dogmatikleştirmek, dayatma kültürünün dışa vurumudur. Kelimelerin anlamları bilimselleşip, ideolojik, dinsel hale getirildiğinde, tartışılmazlık, değiştirilemezlik ilkeleriyle karşımıza çıkar.
Mesela; Karl Marks ileriye yönelik düşünceler üretirken, halkının diliyle düşünmüş, konuşma dilindeki kelimelere anlamlar yükleyerek bazı tanımlar getirmiştir. Kelimelere getirdiği tanımlar sosyalizm ideolojisinin temelini oluşturmuştur.
Mesela; Adam Smith, ulusların zenginlikleri üzerine düşünceler üretirken kelimelere anlamlar yüklemiş, yüklenen anlamlar kapitalizmin temelini oluşturmuştur.
Fransız kültür devrimi, halkın konuştuğu kelimelerle konuşarak, kelimelere yeni anlam üretilmiş, bugünkü, laiklik, demokrasi, bireycilik, hümanizma gibi kelimelerle düşünce sabitlenmiştir.
Artık batı kültürü bundan sonra ideolojik açıdan, sözü edilen kelimelerle siyasal, ideolojik düşüncelerini sınırlandırmıştır. Yani sabitlemişti, dogmatikleştirmiştir ve dayatmaktadır.
Yüz yılı aşkın süredir batı kültürüyle tanımlanan ideolojik sabitlemeler çıkar gruplarınca egemen kılınarak dayatılmıştır. Günümüzde çıkar grupları sözü edilen ideoloji kelimeleri, tanımları kullanarak, insanların fikir üretmelerini engellemektedirler.
Çağ Fransız kültür devriminin etkilerinden buyana, devrimle statikleşen düşüncelerin egemenliğinde üretkenliğini yitirerek yeni bir düşünce açmazına girmiştir.
Müslümanların tarihi de benzeri durgunluklara sahiptir. Allah ayetlerini Arapların konuştuğu dil ile açık ve seçik olarak göndermiştir.
Ki bu konudaki ayetler, “anlayasınız (anlamadık demeyesiniz) diye, konuştuğunuz dil olan açık Arapça ile ayetler size gönderilmektedir” şeklindedir.
Olaya metodik açıdan baktığımızda, Allah insanlara kendi konuştukları dil ile ayet göndererek düşünmeyi öğretmiştir. Allah’ın elçisi Hz. Muhammed zamanında insanlar, Arapça konuşuyor, Arapça algılıyor, Arapça düşünüyorlardı. Konuşmaları, algıları ve düşünceleri, Arapça kelimelerin sözlük anlamlarıylaydı.
Ancak zaman ilerledi, Müslüman toplumlarda, önceleri var olmayan din bilimleri gelişmeye başladı. Usul, hadis, hukuk, tefsir (yorumlama) konularında Müslümanların ürettiği bilim dalları, Arapça kelimelere yeni anlamlar yüklemeye başladılar.
Böylece Müslümanların kültüründe iki dil gelişmeye başladı.
Birincisi; halkın konuştuğu Arapçanın sözlük anlamları olan lügati anlam...
İkincisi; kelimelere yüklenen bilimsel anlam…
Müslüman bilim adamlarının usulde, hukukta (fıkıhta), hadiste, tefsirde yükledikleri anlamlara ıstılahı anlam denildi. Istılahı anlamlar Arapça kelimelerin ıstılah ve lügat (sözlük) anlamlarından farklıydı.
Istılah anlamlar, Arapçanın lügat anlamlarıyla anlattığı, düşündürdüğü ayetlerin anlamlarını zamanın düşüncesine indirgedi. Genellikten özelliğe dönüştürdü. Genel anlamları özel anlamların içine hapsetti. Düşünmek, düşünce üretmek, insan için önemli iken, ıstılah anlamlarının üretilmesi Müslümanların düşünme eylemlerini durdurdu. Zira ıstılah anlamlarını üreten Müslüman bilginler, ayetlerin anlattığı konuları, ıstılahı anlamlarla sınırlandırdılar.
Mesela; sünnet kelimesi Arapçada geniş açılımlı iken, ıstılahı anlamda sınırlandı. Sadece peygamberin yaşamına indirgendi. Hâlbuki sünnet, insanların düşünüş ve yaşam biçimiydi.
Mesela; içtihat kelimesi, Arapçada, insanın özgür iradesiyle düşüncelerini söylemeyi özgürlüğünü vurgularken, ıstılahı anlamda özgürlük kayboldu. Her konuda görüş bildirmek içtihat iken, sadece dine ait konularda görüş bildirmek içtihat kabul edildi. Hatta daha ileri giderek, yetkilerini nereden alındığı bilinmez bazı zevat tarafından içtihat kapısı kapandı denilerek, düşünme yasaklandı.
Bu ve benzeri örnekler çoğaltılabilir. Ancak çoğaltılması sadece Müslümanlar arasında konuşulan bazı kelimelerin ıstılah ve lügat anlamları üzerinde fikir edinmek olacaktır. Ama konu değişmeyecektir.
Böylece; Arapçanın ıstılahlaştırılması, Allah’ın gönderdiği ayetler o günkü zamanla, mekânla sınırlandırılmış, kısıtlandırılmış oldu. Hâlbuki Müslümanların inancında “Ayetler Müslümanlara kıyamete kadar yol gösterecekti”. Müslümanlar böyle inanıyorlardı. Bu şekilde inanan Müslümanların Arapça gelen ayetleri, Arapça kelimelere ıstılahı anlamlar yükleyerek ayetlerin anlamlarını sınırlamaları büyük çelişkiydi.
Neticede; Arapçanın ıstılahlaştırılmasıyla iki tane Müslümanlık oluştu.
Birincisi, Arapçanın konuşulan halk diliyle anlattığı din.
İkincisi, Müslüman bilim adamlarının ıstılahı anlamlarla anlattığı din.
İki din arasında fark zaman ilerledikçe açıldı. İnsanları yaratılmış varlıklara karşı özgürleştirmek için gönderilen din, Müslüman bilim adamlarının anlayışlarına, görüşlerine (mezheplerine) tutuklu kıldı.
Müslümanların düşünceleri ıstılahı anlamlarla sınırlandırılması yetmemiş gibi, artık içtihat kapısı da kapalıdır denilerek, insanı köleleştirmenin doruk noktasına ulaşıldı.
Bütün bu gelişmeler, Müslümanların tarihteki varlığının siyasi, ekonomik, sosyal çıkarlar doğrultusunda önce yükselmesine, sonra yıkılmasına neden oldu. Müslümanların son imparatorluğu olan Osmanlının birinci dünya savaşında yenilip yıkılmasından sonra, batı dünyası Müslümanlara karşı kesin bir zafer elde etmişti.
Uzun zamandır ıstılahı anlamlarla dine inanarak düşünmeyi unutan Müslümanlar ne yapacağını şaşırmıştı. Yenilginin suçlusu kimdi? Neydi?
Daha yenilgiye uğramadan batıdaki Fransız kültür devriminden etkilenen Osmanlı aydınları yenilginin faturasını İslam dinine, yani Müslümanlığa çıkardılar. Onlara göre, batının Hıristiyanlıktan kurtulup laikleşerek, kendilerine yeni bir yol çizdikleri gibi, Müslümanlarda laikleşip Müslümanlıktan kurtularak çağa ayak uydurabilirlerdi.
Müslüman ülkelerin batı düşüncesinin karşısında yenikliğini, ezikliğini ortaya çıkarırken, kurtulmak için aradıkları ufku ancak batıyla birleşerek sağlayabileceklerine inandılar.
Kurtulmak istedikleri Müslümanlık, tarihte Müslüman bilim adamlarının ürettikleri ıstılahı Arapçanın tanımladığı, tanımlattırdığı Müslümanlıktı. Hâlbuki Allah’ın ayetlerinin anlattığı Müslümanlıkla, ıstılahı anlamların anlattığı Müslümanlık aynı değildi. Bunu fark etmek o gün için zordu. Zira yıllar süren savaşlar, yenilgiler, batının hızla yükselişi Müslümanların gözlerini boyamış, kalplerini heyecanlandırmıştı.
Müslümanlar; liseli âşıklar gibi, ailelerini (Müslümanlıklılarını) terk ederek, âşık oldukları batının peşinde yürümeye başladılar. Zaten var olmayan Müslümanların düşünme yetenekleri, batı düşüncesi karşısında iflas emişti.
Ancak farklı bir görüntü vardı. Batı tarzı, batının değerleriyle düşünmek, sanki düşünce üretmek gibi algılanıyordu. Hâlbuki bir düşünceden başka bir düşünceye geçmek veya düşünmezken herhangi bir düşünceye âşık olup onunla var olmak düşünmek değildi. Farklı bir düşüncenin egemenliğine girmekti.
Zira düşünmek demek, aklın, muhakemenin, iradenin kullanılarak, düşünce üretmekti. Birinci dünya savaşından sonra Müslümanlar düşünce üretme yerine, batının düşüncesine köle oldular. Üstelik batının düşüncesine köle olurken, düşündüklerini zannettiler. Ama bunu fark etmediler.
Düşünce köleliği zaman içinde Müslüman ülkelerdeki bazı fikir adamları tarafından aydınlanma olarak tarif edildi. Batı kültürüyle hayatı algılamak ve yaşamak çağdaşlık olarak tanımlandı.
Müslümanlığın ister ıstılahı anlamı, ister Kur’an-i anlamı ile tanımlanan hayat tarzının terk edilmesi, gelişmecilik, aydınlanma, çağdaşlaşma olarak tarif edildi.
Böylece Müslümanların tarihte oluşturdukları Arapçanın ıstılahı anlamlarıyla ürettikleri Müslümanlık, Müslüman toplumlarla Allah’ın ayetleri arasına girmiş, Müslümanların felaketine neden olmuştu.
Müslüman toplumlar, ıstılahlar üreterek Kur’an-la aralarına sınırlar koyarken, batıya karşı yenilginin arkasından yaşadıkları batılılaşma süreci sınırları iyice keskinleştirdi.
Müslüman toplumlar, ıstılahı anlamlarla üretilen Müslümanlığa İslam diyorlardı. Batılılaşma süreci onu da ellerinden alınca, bazı Müslüman fikir adamları, dinin elden gittiğini, yeniden elde edilmesi gerektiğini dillendirmeye başladılar.
Bu nasıl olacaktı?
Bu konuda Müslümanların tarihi ikiye ayrılıyor.
Birinci dönem; Müslümanlar ıstılahı din üreten tarihin kültürüne sahip çıkarak, muhafazakâr anlayışla dindarlaşma yolunu seçtiler.
İkinci dönem; tarihin ürettiği ıstılahı din anlayışıyla, batıyla mücadelede geri kalan Müslümanlar, yeni bir akım başlatarak “kavramsal din” ürettiler.
Kavramsal din, siyasi, kültürel açıdan batıya karşı yenik düşen, ıstılahı da olsa, “İslam devleti” diye bildikleri Osmanlı’yı kaybeden Müslümanların, düşüncede, siyasi alanda tekrar var olma için ürettikleri dindir.
Kavramsal din nasıl oluştu?
Müslüman bilim ve fikir adamları, Müslümanların yeni durumuna ıstılahı anlamlarla çare bulmada aciz kaldıkları her alanda, ayetlere Arapçanın lügat anlamlarını esas alarak, çağa yeni anlamlar kazandırdılar.
Mesela; Din, Arapçada şu anlamdadır. Istılahta şu anlamdadır. Kavramsal olarak da din şu anlamdadır dediler.
Aynı şeyi, ilah, mabut, Rab, dar, İslam kavramlarında da yaptılar. Son devrin Pakistanlı Müslüman bilginlerinden Mevdudi, Kur’an-da dört terimi yazarak kavramlaştırmada öne çıktı.
Ortadoğu’ya egemen olan Müslüman kardeşler teşkilatının Mısır ve Suriye kanatları.
Caferi Mezhebine bağlı İran’ın devrim yapmasına neden olan, fikirsel gelişmeleri...
Kur’an-daki bazı ayetlerin, tarihsel değerlerin, dine ait bilgilerin, yeni dönemde nasıl anlaşılması gerektiği üzerinde durarak, yeni tanımlar yaptılar.
Bu yeni tanımlar, Arapçanın lügat anlamlarından, tarihte oluşan ıstılahı anlamlardan farklıydı.
Müslümanların kavram veya kavramlaştırma çalışmaları, yaşanılan çağda, toplumsal, siyasi, ekonomik, sosyolojik olarak nasıl var olunabileceğinin vurgularıydı.
Peki, Müslümanların ürettiği kavramlar gerçekten Allah’ın ayetlerinin anlattığı İslam mıydı?
Veya Müslümanların ürettiği kavramlar, ayetlerin anlamlarını bugünkü zamana hapsediyor muydu?
Tıpkı geçmişte yapılan ıstılahı anlamlar üretme sonucunda üretilen ıstılahı dinin, Allah’ın ayetleriyle gönderdiği dinin önüne geçtiği gibi, kavramlaştırılarak üretilen din de, Ayetlerin anlattığı dinin önüne geçiyor muydu?
Veya günümüzde üretilen kavramlar, ayetlerin anlattığı dini özgürlüğünden çıkarıp zamana köle kılıyor muydu?
Geçmişte ıstılahı anlamlar üretenler gibi, günümüzde de dine dair kavramlar üretenler, gelecekte Ayetlerle düşüneceklerin önüne, artık düşünmenize “içtihat etmenize” gerek yor diyorlar mıydı?
İşte bu veya buna benzer sorular konunun ne derecede önemli olduğunu vurgulamaktadır.
Kavramlaştırma dikkatle izlendiğinde veya bugün dini, kavramlarla anlatanların tutumlarına bakıldığında, tavır ve davranışların tıpkı geçmişte içtihat kapısını kapatanlara benzediği görülmektedir.
Öyle görünüyor ki, Müslümanların Arapçayı ıstılahlaştırarak yeni bir din ürettikleri gibi, günümüzde de Müslümanlar kavramlar üreterek Müslümanlık adına yeni bir din üretmişlerdir.
Istılahı anlamlarla anlatılan Müslümanlık ile Kavramlar üretilerek anlatılan Müslümanlık, Allah’ın ayetleriyle tanımladığı Müslümanlık mıdır?
Bu soruya hemen evet demek zordur.
Istılahı ve kavramsal anlamlar Müslümanların sınırlı kültürleri, sınırlı akılları, sınırlı mantıklarıyla ürettikleri anlamlardır.
Hâlbuki Allah ayetlerini kendi katından göndermekte, sınırlı kültürlere, akıllara, mantıklara sahip olan insanları, sınırsız düşünmeye çağırmaktadır.
İnsanların yaratılan varlıklara karşı özgür olmasını, köle olmamasını esas alan tevhit ilkesini ortaya koyan Allah. İnsana sınırlı düşünmemeyi emretmektedir. Özellikle insanların, insanların ürettiği fikirlerin sınırları içinde düşünmesi, ayetlerle yasaklanmaktadır.
Müslümanların fikir alışverişleri teşvik edilirken, insanların fikirlerine köle olması hiçbir zaman kabul edilmemiştir.
Allah ayetlerini dilleriyle konuşan, düşünen, hayal kuran insanlara göndererek düşünmeyi öğretmiştir. Düşünmeyi öğrettiği toplum, atalarından gelen dinin “kültürlerin, ideolojilerin, yaşam biçimlerinin” köleliğinden özgür düşünmeye davet edilmiştir.
Allah’ın ayetlerinin özet açıklaması, “ey insan sen yaratılmış varlıklardan farklı, üstün özelliklerle yaratıldın. Hiçbir yaratılmış varlığın köleliğine girme. Aklını, muhakemeni, iradeni kullanarak özgür düşün. Rabbinden başkasını kendi üzerine egemen kılmadır”
Peki, konuşulan dili, ıstılahı ve kavramsal anlamlara ulaştırarak dine dair tanımlar yapmaya çalışanlar, ne yapmaktadırlar?
Bu soruya verilebilecek en kısa cevap, böyle yapanlar, tanımladıkları ıstılah ve kavramsal anlamlara ayetlerin anlamlarını hapsederler. Ortaya koydukları tanımlara Allah’ın dinini esir alırlar. İnsanları da esir aldıkları dine çağırmaktadırlar.
Hâlbuki Allah, insan aklının, mantığının, kültürünün sınırlarına hapsedilemeyecek bir din göndermiştir.
Hâlbuki Allah, insanı, aklın, mantığın, kültürün sınırlarının dışında düşünmeye davet etmektedir.
Hâlbuki Allah, insanı, insani olguların sınırlarından alıp ilahi noktaya yükseltmek istemektedir.
Tarihte oluşturulan ıstılahı tanımlarla anlatılan “ıstılahı Müslümanlık”
Günümüzde oluşturulan kavramlarla tanımlanarak anlatılan “kavramsal Müslümanlık”
Allah’ın ayetleriyle anlattığı Müslümanlık önüne engel olarak çıkmaktadır.
Müslümanlar bu engeli aşmadıkça, ayetlerin özgür alanına ulaşamazlar.
Dün ve bugün Allah’ın dini önündeki en büyük engel, Müslümanlık adına insan akıllarının ürettiği Müslümanlıklardır.
Hidayet; aklın, muhakemenin, kültürlerin, ideolojilerin, felsefenin (atalar dininin) sınırlarını aşarak Allah’a ulaşmasıdır.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.