- 1500 Okunma
- 8 Yorum
- 0 Beğeni
MAHREMİYET
Arnavut kaldırımlı sokağın taş zemininde tıkırdayan ayakkabı sesi, çok tanıdık gelmişti.
Körpe bir kız gibi uzayıp giden sokağın devamında, öylece yanıp duran sokak lambasına.
Yaşanmış ve yaşanmaya devam edecek muhtelif mahrem duygulara, bir Allah bir de ihtiyar sokak lambası şahitti.
***
Suat masasının üzerinde birikmiş evrakları çar çabucak toparlarken bir taraftan da saatine göz attı. Saat ikindi sularında gezinirken, vaktin ne kadar çabuk geçtiğine hayıflanıp anlının üzerinde biriken ter damlacıklarını bir çırpıda siliverdi. Evrak çantasına gelişigüzel doldurduğu kâğıtların yere saçılanlarını umursamayıp küçük bir not kâğıdına bir şeyler karalayıp ayağa kalktı.
Not kâğıdını sekreter Belkıs’a uzatırken, bakışları gayri ihtiyarı kızın etek boyuna yönelmişi. İçinden bir “Fesuphanallah” çekip sesinin tonunu vakur bir hale getirmeye çalışarak, “Levent bey geldiğinde notu kendisine iletirsiniz.” Dedi.
Sekreter kızın siklâmen dudaklarından dökülen cevabı dinlemeden, kendisini hukuk bürosunun dışına, sokağa attı.
Belkıs koca ağzının içinde sakladığı çikleti, zevkten dört köşe olmuş bir halde çevirirken bir yandan da muzipçe gülümsüyordu. Saatine göz gezdirirken aynı anda bu saatten sonra avukat zat-ı muhteremlerin gelmeyeceğini, erkenden dükkânın kepenklerini kapatıp sıvışabileceğini düşündü. Geçen hafta altı matinesinde seyrettiği filmin etkisinden hala kurtulamamıştı. Filmden mi yoksa gişede bilet kesen, o müteessir ve hayalperest bakışları olan mavi gözlü çocuk muydu bunun sebebi bilinmez. Lâkin tüm haftayı ayakları yerden kesilmiş halde geçirmişti.
O neydi öyle! Bileti uzatışında ki asalet…
Ya o bakışlara ne demeli? Gizemli ve bir o kadar da asude.
Bir an eriyip gittiğini sanmıştı. Film arasında çocuğun karşısına geçip gazozunu içerken, acaba fazlamı laubali davranmıştı. Omuzlarını silkti.” Yok, canım sanmam. Gayet hanımefendiydim.” Dedi. Ela gözlerine farklı bir anlam katıp dudaklarına takılan filmin müziği eşliğinde etrafı toparlamaya başladı.
Şimdiden yüreği titrerken bir taraftan da bu gece hangi filme gideceğini düşündü. "Aman sende. Ne önemi olabilir ki.” Dedi. Yakasına bir gonca gül takmayı düşündü. Sonra vazgeçti. Bir ayrıcalığı olmalıydı. Suat Beyin masasının üzerindeki vazoda duran orkidelerden bir tanesini koparıp ceketinin yakasına iliştirdi. Dudaklarında memnun bir ifadeyle dolaşırken “ Şu Suat Bey de ne tuhaf bir adam…” Dedi. En tatlı tebessümünü dudaklarına kondururken, aynanın karşısında makyajını tazelemeye başladı. Etli kocaman dudaklarını ateş kırmızısıyla alevlendirirken ne kadar çapkın olduğunu düşünüyordu.
***
Füruzan afili vücudunun kıvrak hareketleriyle, mahalleli esnafının aç bakışlarına aldırmadan köşedeki kasap Nusret in dükkânından içeriye girdi.
Koca göbekli Nusret, öğle sıcağının verdiği rehavetle oturduğu sandalyede uyukluyordu. Yana kaymış ağzından çıkan hırıltı, kuzu melemesi gibi ince ve tizdi. Nefes aldıkça inip kalkan göbeği yüzünden, pantolonunun kemer yeri patlamak üzereydi. Olağan dışı bir olaya tanık olmamak adına, genç kadın kesik sahte öksürüklerle adamı uyandırmaya çalıştı.
Kasap Nusret gözlerini devşirmesiyle birlikte Füruzan’ın cennet yeşili gözleriyle karşılaştı. Çar çabucak toparlanma çabasına girişince maskara durumuna düşmüştü. Ter damlacıklarının biriktiği yüzünü kanlı önlüğüyle silince, Füruzan’ın midesi neredeyse ağzına gelecek oldu. Ne var ki aynı anda, mübalâğalı bir tebessümle ve kırılgan bir lisanla kedi gibi mırıldandı.
_ Nusret Bey! Akşam için bir kilo külbastı alacağım. Kuzum Nusret Bey! Ne olur iyice dövünüz. Zira kalın et parçacıkları doğru dürüst pişmeyince, hoş görürsünüz ki midemde hazımsızlık peyda oluyor.
Koca göbekli adam kendinden beklenmeyen çabuklukla tezgâhın arkasında fır dönmeye başlamıştı. Bir taraftan da ağzının içinde gevelediği sözlere kendide şaşırıp kalıyorken konuşmasını sürdürdü.
_ Siz hiç merak etmeyin muhterem hanımefendi. Ağzınıza ve midenize layık olan külbastıları şimdi hemen hazırlıyorum. Lakin siz şöyle istirahat buyurun lütfen. Ayakta kalıp yorulmayın.
Füruzan adamın gösterdiği tahta iskemleye ilişirken bir taraftan da yan gözlerle adamı izliyordu. Bacak bacak üzerine atarken olabildiğince entarisini yukarı doğru kaldırmayı başarmıştı. Kasap Nusret bu sahne karşısında neredeyse tezgâhın arkasından kadının üzerine atlayacak gibiyken, içinden mırıldandı. “ Ulan yosma ellere gelince gül çiçek bize gelince…”
Adam karşısında oturan kadının çıplak ve dolgun bacaklarını süzerken, sadece yutkunmakla yetindi.
Füruzan hazırlanan paketi almak için uzandığında, serin parmak uçlarını bilerekten adamın kanlı parmaklarına dokundurdu. Kasap Nusret umulmadık dokunuşun ardından içinde bir şeylerin eriyip gittiğini hissederken, kadının diğer eliyle uzattığı parayı kaş göz işaretiyle uzaklaştırdı. Füruzan çapkın bakışlarıyla adamı bîtap düşürmüşken üzerine birde kalçalarını kıvırta kıvırta dükkândan çıktı. Kasap Nusret içinde kabaran şehvet hislerine daha fazla dayanamayıp oracıkta sandalyenin üzerine yığılıverdi.
Füruzan elindeki file çantayla birlikte mahallenin orta yerinde salına salına yürürken; sokağın duvar diplerinde çöreklenmiş olan gençlerden, bıyıkları henüz terlemiş olanı okkalı bir küfür savurdu.
_Ulan anasını bellediğimin Füruzan’ı. Ah seni bir elime geçirebilsem. Yediğim soğan olsun sardığım civan olsun diyeceğim.
İnce bıyıklı sıska delikanlı elini boşa sallayarak arkadaşının sözünü ağzına tıkadı.
_ Tahir oğlum avucunu yalarsın. Yosma çoktan mercimeği fırına vermiş.
Tahir yeni yetme hallerinin deliliğinden olda gerek, celallenerek cevap verdi.
_ Anam avradım olsun, bu gece tüneyince yosmanın evinde hamamcı olmazsam.
Yan tarafta duran alengirli oğlan; bıyık altı ağzını çarpıtırken elindeki tesbihi Tahir’in omzuna doğru fırlatıp, çevre ahaliye sesini duyurmak istercesine konuştu.
_Oğlum davul tozuna boğdun bizi ya. Bas git. Karı elin dingiliyle aya çıkarken, sen ananın bitli karyolasında cebelleşiyordun.
Tahir alengirli oğlanın sözüne kulak vermeyip yutkunmakla yetindi. Uykusuzluktan kızarmış çipil gözleri, az ileride evin avlu kapısından içeriye adım atan Füruzan’ın kalçalarına takılı kalmıştı.
***
Gençliğinin taze ilkyaz havasını kâfi derecede yaşayamamış olan Füruzan, ömrü billâh içindeki muammalarla boğuşup durmuştu. Her daim ah nidaları ile devam eden yaşantısının bir kenarında, kokuşmuş ve silik haliyle pinekleyen kocası kendi varlığından bihaber nefes alıp veriyordu. O nefes alıp verdikçe, Füruzan’ın solukları durma noktasına geliyor, yıllarca sakladığı bekâretinin sancısını kasıklarında hissediyordu.
Ne vakit kocası ahret hayatına hicret edince, Füruzan’ın içinde kurumuş gonca güller öbek halinde açmaya başlamıştı. İlk yaşadığı aşkın doruklarında bedenini kime teslime ettiğinin farkında lığına varamadan diğerine, bir süre sonra başka biri derken nihayetinde aradığı adama kavuşmuştu.
”Evet, şimdi gerçek aşkı buldum.” Dediği adam için, epey yol kat etmesi gerekmişti. Füruzan’a göre Suat başkaydı. Diğerlerinden farkı ona karşı duyduğu hislerin büyüklüğü karşısında ortaya çıkıyordu. Suat’a göre ise Füruzan sadece ona aitti ve hep ona bağlı olarak kalacaktı.
***
Geçkin gramofon yorgun ve bıkkın devinimiyle döndükçe, üzerinde raks eden taş plağın cızırtısı dışında odaya hoş bir nağme yayılıyordu. Kum keteni üzerine kanaviçe işlenmiş masa örtüsü serili masanın üzerinde, yarım kalmış rakı kadehlerinden yükselen anason kokusu taş plaktaki yanık sesi sarhoş etmeye yetti. Aynı noktada takılı kalan gramofondan med cezirli sesler yükselip, evin diğer odalarına doğru konuk olmaya başladı.
Suat başını gömmek istediği göğsü hırpalamadan kendine doğru çekmeye çalıştı. Aynı anda gözlerinin içinde çakan şimşeklerin etkisiyle, alaca karanlık olan odanın orta yeri birden aydınlanır gibi oldu. Füruzan’ın küçük nağmelerini önemsemeden üzerine çullanmak üzereyken, dövülen kapının sesiyle irkildi. Taze âşıkların bakışları birbirini sorgularken, ilk ayılan Füruzan oldu. Karyolanın başucunda duran sabahlığını üzerine geçirip koşar adımlarla, sofaya inen merdivenlere yöneldi. Bir taraftan dağılan saçlarını toparlamaya çalışırken diğer yandan merakına mucip olan soruya cevaplar arıyordu.
Füruzan kapının önünde bekleyen kadınla burun buruna gelince, kafasının içinde soru şimşekleri ardı sıra patlamaya başladı.
Karşısında duran kadın, sıska bedenini ince pardösüsünün içine hapsetmesine rağmen, öne doğru sivrilen karnını gizlemeyi becerememişti. Yüzünün solgunluğuna karşıtlık, parıltılı lakin anlamsız bakan yeşil gözleri harlı duruyordu. Oysaki dudaklarının üzerine kondurulmuş şamarın parmak izleri, gözlerinin görkemli güzelliğini ört bas etmeye yetmişti. Kısa kesilmiş ali garson saçlarını sağ yanına devirip, ucuna siyah gül şeklinde toka takmıştı. Oldukça genç ve taze duruşu Füruzan’ın kanına dokunmaya başlarken, hemen yanı başında biten Suat’ın sesiyle kendine geldi.
_ Senin ne işin var burada!
_ …
_ Sana diyorum?
_ Kim bu kadın?
_...
_ Sana soruyorum cancağızım! Kim bu kadın Suat?
_ …
_ Suat’ın eşiyim.
***
İhtiyar sokak lambasının altında pinekleyen Tahir, gecenin kör karanlığında tüm olup bitenlere şahit olmuştu. Karısını yaka paça taksiye bindiren şerefsiz hergele gözden kaybolunca, adımları begonya saksılarının dizili olduğu evin avlusuna doğru yöneldi. Gözünün önüne Füruzan’ın; ağlamaklı yüzü, avuçları öylece bomboş, sokağa dikili kalmış ıslak gözlerinin hayalî geldi.
Midesinden yükselen gurultulara aldırmadan, içinde yükselen tutkunun doruklarında boğulmak üzereyken Füruzan’ın boş kalan kapısına olanca gücüyle abandı.
Ağzının içinden yükselen anason kokusu boğazını yakarken, gırtlağından hırıltılı sesler çıkmaya başlamıştı.
_ Aç ulan! Kahpe Füruzan ben geldim!
SEVİLAY DİLBER
YORUMLAR
çok ço güzel bir anlatım cesurca anlatım tebrikler çok güzel br yazı okudum yine
saygılar
SEVİLAY DİLBER
güzel günler dileğiyle..
güzel bir anlatımdı cesurca beğenerek okudum biraz kısa gibi geldi bana bitmesin istedim doğrusu yazılarınızın hepsini okumaya gayret edeceğim güzel günlere bol öykülere kolay gelsin saygılarımla selamlar
SEVİLAY DİLBER
selamlar memleketten..