- 781 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Neşe DOSTER- ardahan öyküleri- 265
Yirminci yüzyıl filozofları: George Edward Moore, Ernest Bloch, Edmund Husserl, M. Faucoult, Heidegger ve diğerleri okuduğum kitap güzel çevirisiyle yağ gibi akıyordu.
Son yıllarda ağır kitapların çok iyi çevirilerini anlayarak okuyoruz.
Almanyada doğan büyüyen neslin marifetiymiş meğer ki bu çevirilerin vasfiyeti.
Çevirilerde ayrıca Klasik Osmanlıca felsefi terim ve terminoloji tercihan yekta kılınmış.
Eskiden... güzel kitapları alırdık elimize okuyamazdık.
Çeviriler kötüydü.
Zeyyat Selimoğlu çevirisi Alman yazarın öykü kitabıydı. Birinci sayfada kazıklatmıştı beni. Devam edemedim. " Kadın bağırıyordu kocasına:
" - Hey koca! Koca! diye" ydi. Oracıkta kitabı elimden yere saldım daha okumadım.
Almancadan çeviriyorsun. Tamam anladık. Alman kadın kocasına dalından bağırer. Bunun Türkçede karşılığı: ’Hey herif!’tir veya ’Babamız’ derler, ’Bizimkisi’ derler.
Sen kalk direk çevir: KOCA; KOCA! diye. Bu zorlamadır. Çeviriyi hafife almadır. O ekol şükür bugün kalmadı ya!
Neşe Doster Karslı yazar. İsmini hep duyardım. Fakat onun hakkında hatırladıklarım. Hiçbir kartezyen vasıta kullanmayacağım. Hayat sürecinden oyucuma ne dökülürse!
’93 müydü? ’94 müydü? İstanbul öğretmenleri arasında ATATÜRK konulu bir kompozisyon yarışması düzenlenmişti.
İstanbul Milli Eğitim Müdürlüğü düzenlemişti.
Naci Akay’da Müdürdü.
Tuzla Avni Yukarıuç İlköğretim Okulunda Resim derslerine giriyordum.
Şimdi burdan dönüp bakıyorum da: Okul, muhit, dönem, öğrencilerim, gençliğimiz ne katen güzelmiş.
Saat üç gibi çıkardık okuldan. Elli metre uzakta Tren İstasyonu vardı. Banliyö trenler vızır vızır Gebze’ye Haydarpaşa’ya kanatsız kuşla uçardı.
Öğrencilerin sesleri insanı yorardı. Yorgunlukla argınlıkla istasyonda kanepeye oturmuştum. Selamlaşmalar, safa hoşlar bittikten sonra karar verdim.Ya Pendiğe ya Gebzeye gidem dedim. Güz ayıydı. Pendikte çay bahçesinde oturdum.
İki kompozisyon yarışmasına katılmıştım bahsettiğim arefede.
Gentaş kitapları eğitimle alakalı yarışma düzenlemişti. Gentaş’ınkinin ardından İstanbul Milli Eğitimin yarışması: 24 Kasım öğretmenler gününe denkgelmişti. Ona da katıldım. Dediklerimin tümü bu AMBİYANS’ta cereyan etti. Düşünebiliyor musunuz?
Çay bahçesinde çayımı içmiştim. Yarışmalara yazdıklarımı tekrar kafamda yazıyordum. Bahçenin sahabı müzik çalmayı kesmemişti... yeni bir parça çaldı. Jane Birkin söylüyordu. Şarkıyı tanımıştım. Öyün evin yıkılsın ay arvat... arvat sahabı!
Eliza! Eliza! Mersi ! Mersi boku madam! Ela! Ala!...
Şarkı çok güzeldi!
Eliza buysa? Hayat ne?
Hayat oysa? Eliza neydi?
Hayvak hay! Et kemükten ayrılerdi?
Kartal Pendik; gittik geldik!
Tahayyül edebiliyor musunuz?
Eliza’da bitti!
Son tren kalktı. Gebzeye giderim. Be harya giderdim ki?
Ba ba ba... geçif getmişem suyun kırağı bir yerdi adını tapabilsem bir!
Üşümüşem de ağzım dat!.. Zehir dilim pas tutuf!
Ne fırıldaktı?
Tren insan istifi... hamsı istasyonu şaşırmıştı.
Neşe Doster: Atatürk konulu kompozisyon yarışmasında ikinci gelmişti. Ben üçüncü olmuştum. Bir doçentte birinci gelmişti. Törene çağrılmıştım. Bir hafta önce okul müdürü beni çağırdı. Gentaş’ın yarışma kağıdını bana tevdi etti: 1254. olmuştum. Müdür zarfı yırtmıştı. Sonucu o da merak etmişti. Benden evel öğrenmişti. Bir hafta sonra aynı oda da üçüncü olduğum yarışmayı res’en tebliğ ediyordu. Bu da ALLAH’tan idi fakat bu kerre hayırlı haberdi bu!
Ödüllerimizi Nedret Selçuker ünlü spiker verdi. İşbankası para ödülleri çekle hazırlamıştı. Belgeli ve törenli yarışmada Neşe Doster’i sadece uzaktan görebildim. Karslı olduğunu sonradan öğrendim. Kadıköy Anadolu Lisesi Edebiyat öğretmeni ve Cumhuriyet gazetesi köşe yazarlığı yaptığını ard arda öğreniyordum.
Ve yıllar sonra Kars Güzel Sanatlar Lisesine gittim. Kars’ta" Kars’ta kaldı aklım" isimli kitabını gördüm. Emekli olmuştu. Siyasal Birikim internet gazetesinde benim öyküler yayınlanmaya başlayınca NEŞE Doster’in nefis edebi yazılarını gördüm. NEŞE DOSTER’in uzağında ve yakınında 18 yıldır bir yazgısal irtibatım geziniyordu!
İnanabiliyor musunuz?
Ernest Bloch’u hiç bilmedi o. Tren de o gece istasyonu beş geçe indi. Geldiği semt bindiği semt ve inmek üzere gittiği muhit’e benzemiyordu.
O Varoluşcu felsefeyi gençliğinden beri okuyordu. Sonra sonra kafasında: Varoluşcuların bilmediği teorileri kurgulamaya otomatikman başladı. Zannetti ki bu teoriler benim özgün teorilerimdir. Bektaşilerin MENZİL teorisini de eklerim Varoluşcuların metafizik amaçbilimlerine, böylece dünya çapında ünlü olurum diye hayaletti.
Spinoza’yı kendince ’çözdüm’ diyordu. Spinoza, Bergson, Kierkegard, Sartre hepsini metafizik’i ontolojik kanıtlamakta kullanacaktı.
Ernest Bloch’u okudu. Bloch şöyle diyordu:
Gerçeği kanıtlayacağım fakat gerçek uzakta; biz mi şimdi gerçeğin sürecini yaşıyoruz.
Süreç bitiminde gerçeği görebileceğiz.
Bu başı ölen Kandıralı filozofta böyle düşünmüştü.
1994’de İzmitte! Bloch ise 1933’te yazmıştı teoriyi.
Ve ne demişti bilir misiniz?
Öbür taraf henüz varlaşmış değildir! Birgün metafizik öteki taraf varlaşacaktır. Süreç bitiminde tabii!
- Bölük dur! Kandıralı sen de dur!
Ne acı değil mi elin oğlu filozoflara yetişememek?
Alasulu (ham) olmak. Yetmezlik olmak!
Yalçıner Yılmaz
ardahan- 29-02-2012
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.