- 1842 Okunma
- 15 Yorum
- 0 Beğeni
ALİ OSMANDAN ÂL-İ OSMAN’A -1-
İbrahim Paşa bir kaç gündür hep aynı rüyayı, daha doğrusu kabusu görmekteydi : Yatmak için üzerindeki kaftanını sıyırıyor, başındaki kavuğu çıkaracağı zaman başı kavukla birlikte gövdesinden ayrılıyor, o da boynundan oluk oluk kan fışkırırken bu başı elleriyle sivri bir mızrağın ucuna yerleştiriyordu.
Önceleri çok da aldırmamıştı bu rüyaya çünkü küçüklüğünde öğretmişlerdi ki rüyada kan görülürse o rüya ifsad olur ( Yani bozulur ) Fakat son zamanlarda çok sık görmeye başlamıştı . Artık rahatsız oluyordu. Bunu bir müneccime tabir ettirmeliydi.
Sarayda pek çok müneccim vardı. Lakin onlar da kendisi gibi günlerini şarap meclislerinde geçiren zevk-u safa düşkünü insanlardı ve de çok dalkavuk idiler. Sırf kendisinden üç beş akçe ihsan kapabilmek uğruna yapamayacakları yalakalık yoktu. Gördükleri gerçekleri değil sadece ve sadece kendisini mutlu edebilecek şeyler söylerlerdi. Oysa İbrahim Paşa geleceğini, kaderinin ona neler çizdiğini öğrenmek istiyordu.
Artık ne şarap, ne de koynunda yattığı körpe cariyeler onu uyutmaya yetmiyordu. Uykularını kaçıran bu habis şey ne ise onu mutlaka öğrenmeliydi. Doğru, dürüst , sözüne güvenilir ve karşısında korkmadan, yalakalık yapmadan konuşabilecek tek bir kişi vardı: Aziz Mahmut Hüdai Dergahının genç mollası Ali Osman Efendi.
Her ne kadar kendisi sadrazam ise de Molla Ali Osman Efendi ayağa çağrılmazdı. Onun ayağına gidilirdi. Özellikle Nemçe ( Avusturya ) Küffarı ile yapılan Pasarofça Antlaşmasından sonra iyiden iyiye sapıtmış olsa da , Şeyhülislam ve kazazker efendileri adam yerine bile koymasa da Ali Osman Efendi’ye hürmeti farklıydı. Gerçi onun müneccimlik yaptığını, ya da rüya tabir ettiğini hiç duymamıştı ama ne olursa olsun bu kötü rüyayı , lafı sağa sola çekmeden dosdoğru ancak Molla Ali Osman tabir edebilirdi.
Kalktı Aynanın karşısına geçerek giyinmeye başladı.
‘’Nedir bu İbrahimlerin çektiği. Peygamber olanını ateşe attılar, makbul olanı maktul oldu. Şimdi de sıra bizim kellemizde mi? ‘’ diyerek acı acı sırıttı. ‘’ İyi de niçin? Memalik-i Osman’da nice eserler yaptırdım. Cami, imaret, yol, köprüler yaptırdım. İstanbul’u lale bahçeleriyle bezettim. Kadınlı erkekli ahali eğlensin diye bunca parklar, dönme dolaplar yaptırdım. Tebaa zengin. Boğazda, Emirgan’da bir sürü köşkler yapılıyor. Bu memlekete matbaayı ben getirdim ki her kes bol bol kitap okuyabilsin. Savaşlara son verdim ki milletim yüzü gülsün. Sulh ve selamet kaplasın ülkeyi.’’
‘’Benim ne İbrahim Peygamber gibi Nemrut’um var beni ateşlere atacak ne de makbulken maktul olan Pargalı serserisi gibi ihtiraslarım… Dünyayı titreten bir Süleyman’ım… Ne Hürrem, ne de Kösem Valide Sultanlarım var. Gerçi benim de yerimde gözü olanlar var ama Allah başımızdan eksik etmesin, benim hünkarım Ahmed-i Salis ( III.Ahmet ) tırnağımı bile değişmez o serserilerin hiç birisine. Rabbim, Halil’im ( Dostum ) dediği İbrahim’ini ateşten korumak için ‘’Ey ateş…İbrahim için sakin ol ‘’ dediği gibi benim için de der mi acaba?’’
Halil ve İbrahim…İbrahim peygamber zamanında bir iken Halil İbrahim… İbrahim Halil iken, Nevşehirli İbrahim Paşa zamanında karşı karşıya gelecekler, birbirlerine düşman olacaklar ve Halil yüzünden İbrahim’in boynu cellada teslim edilecekti. Yüce Yaratan’ın ne garip bir tecellisiydi bu .
****************************************************************************
İbrahim Paşa Hazırlattığı Saltanat kayığı ile Üsküdar’a Molla Ali Osman Efendi’yi görmeye giderken Galata Meyhanelerinden birinde dünyanın o güne kadar tanıdığı en büyük serserilerden biri olan Halil, arkadaşlarıyla birlikte bir taraftan testi üstüne testi şarap deviriyor, diğer taraftan da memleket meselelerini konuşuyordu(!).
Arnavutluk - Hoşperte’den gelmişti İstanbul’a Halil. Önce sokaklarda , boynuna astığı bir tabla içinde çengelli iğne, makara, iplik, düğme, kopça gibi şeyler satan bir satıcı iken daha sonra Bu günkü İstanbul Üniversitesi yakınlarında Vezneciler denilen semtteki hamamda tellaklık yapmıştı. Daha sonra bir yolunu bulup kendisini levent olarak donanmaya yazdırmış ama deniz eri olmak ona göre bir iş olmadığından yeniçeri olmuştu . Leventlikte avantadan para kazanmak neredeyse mümkün değildi. Hayatları - Hiç bir halt etmeseler de - denizlerde geçiyordu. Onlar denizlerde ekmek arası balığa talim ederken burada yeniçeriler günlerini gün ediyor, tüccarlıktan, kuyumculuğa kadar her türlü başka işlerden ve özellikle çarşı-pazar esnafından aldıkları haraçlarla oldukça tatlı bir hayat sürüyorlardı. Onlara hiç kimsenin, hatta padişahların bile dokunması mümkün değildi. Bunu ilk kez aklına getiren Osman-ı Sani ( II. Osman- Genç Osman ) olmuş lakin bedelini Yedikule zindanlarında hayatı ile ödemişti.
III. Mehmet’in sünnet düğününde gösteriler yapan bir takım hokkabazların yeni çeri ocağına yazılmasıyla başlamıştı bu ocaktaki bozulmalar ve 1730 yılına geldiğinde artık deftere kayıtlı yeniçeri sayısı yüz binin üzerine çıkmıştı. Oysa Kanuni devrinde bile sayıları en fazla kırk bin civarındaydı. Savaşlarda ölen yeniçerilerin maaş defterleri bazı insanların eline geçiyor ve bunlar hiç bir görev yapmadan devletten her üç ayda bir ulufe ( maaş alıyorlardı ) Bu da yetmezmiş gibi tımarlı sipahilerine verilmesi gereken topraklar artık yeniçerilere verilir olmuştu. Evvelden evlenmeleri, başka işlerle uğraşmaları, toprak sahibi olmaları yasak olan yeniçeriler şimdi bu sayılanların hepsini yapıyorlardı. Daha önce sadece devşirmeler yeniçeri olabilirken III. Mehmet le birlikte her önüne gelen rüşveti bastırıp kendini yeni çeri ocağına kaydettirebiliyordu. Kayıtlarda yüz binden fazla görülen yeniçeri savaş zamanlarında yine otuz, otuz beş bini aşmıyordu.
Zaman içerisinde hangi devlet adamının göreve getirileceğine, kimin görevden alınacağına, hatta hangi padişahın tahtta kalması gerektiğine bile karar verenler onlar olmuştu. Hele bir de padişah çocuk yaşta tahta geçmiş yahut zayıf iradeli biriyse meydan tamamen onlara kalıyordu.
O güne kadar devletin düzenindeki bozulmalara karşı olduğu iddiasıyla sık sık ayaklanan yeniçeriler kendi ocaklarında meydana gelen bu bozulmaya karşı ayaklanmayı nedense hiç akıllarına getirmemişlerdi.
Halil kısa bir dönem leventlik yaptığı için ‘’Patrona’’ ( Koramiral ) olarak anılmaktaydı. Serseri güruhu olan arkadaşları ona Patrona Halil derlerdi.
Halil, önündeki şaraptan bir yudum daha çektikten sonra konuşmaya başladı.
-Yarenler. Devlet-i Âl-i Osman’ın durumu çok kötü. Padişahımız efendimiz Ahmet Han, bu Nevşehirli deyyusunun elinde oyuncak oldu. Herif memleketin her tarafını kerhane, meyhane doldurdu. Ahlaksızlık, rezillik diz boyu.
Muslu Beşe dudaklarından damlayan şarabı elinin tersiyle sildikten sonra söze karıştı.
-Memleketin her tarafına köşkler, kasırlar yaptırdılar. Parklara salıncaklar kurdurup kadınlı erkekli bindiriyorlar. Hatta kadınları salıncaklara bindirip-indirmek için ‘’hubbaz’’ denilen delikanlılar tayin edip kendisi de bu manzarayı seyrediyormuş namussuz gavat.
Emir Ali.
-Padişahımızı da kendine benzetmiş. İran’a sefere çıkacaklarına ormanlara gidip bülbül sesi dinlerlermiş.
Erzurumlu Mehmet
-Karılara cilveli şarkılar söyletip dinlermiş kellesine sı.tığım.
Oduncu Ahmet.
-O Nedim denen şair bozuntusunun da anasını …. mek lazım.
Kutucu Halil:
-Yahu herifler her Allah’ın günü helva meclisleri düzenliyorlar. Geceleri etrafı aydınlatmak için kaplumbağa sırtında mum yaktırıyorlar. Sefahat diz boyu.
Karayılan:
-Felemenk ( Hollanda ) Diyarından elli bin altın vererek lale soğanı bile getirmişler
Derviş Mehmet:
-Ya matbaa denilen o gavur icadı alete ne demeli?
İçtikçe konuştular, konuştukça içtiler ve sonunda Patrona Halil kararını verdi.
-Yarenler: Din-i İslam için(!), şeriat için(!) bu İbrahim Paşa ve yardakçılarını ortadan kaldırmaktan başka çare yoktur. Bir Vak’a-i Vakvakiye daha yaşatmadan ne padişahımız efendimizin ne de İbrahim Paşa denilen bu deyyusun aklının başına geleceği yok. Madem ki onlar sahip çıkmazlar Memalik-i Âl-i Osman’a o halde biz sahip çıkacağız. Bu memleket sahipsiz değil. Var mısınız kıyama ( Ayaklanmaya )
Mehmed-i Râbi ( IV.Hehmet- Avcı Mehmet ) 1642 yılında daha yedi yaşındayken tahta geçmişti . Henüz on sekiz yaşınayken yeniçerilerin maaşlarının ayarı düşük akçe olarak verilmesi üzerine 29 Şubat 1656 günü çıkan ayaklanma sonucunda yeniçerilerin kellesini istediği başta defterdar ve kızlarağası olmak üzere otuz kadar devlet görevlisi Sultan Ahmet Meydanında ( O zamanki adıyla At Meydanı ) bir çınar ağacına asılarak idam edilmişti. Bu ağaç bir inanca göre cehennemde bulunan ve kafası insan kafasına benzeyen bir ağaç olan Vakvak ağacına benzetildiği için Vakvak ağacı olarak anılmaktaydı. İşte bu sebepten de bu olaya Vak’a-i Vakvakiye denilmekteydi. ( Vakvak olayı- Çınar Olayı ) Patrona Halil ikinci Bir Vak’a-i Vakvakiye yaşatacaktı bu ‘’şehr-i İstanbul’da’’
Din-i İslam için, onun şeriatı için kıyam kararı(!) Galata’da bir Rum meyhanesinde kafalar iyice çekildikten sonra alındı.
Patrona Halil ve arkadaşları haklı olmaları gereken bir davaya tamamen yanlış yoldan girmişlerdi. Osmanlı Devleti gerçekten de çok kötü yönetiliyor ve bu ulu çınarın çatırdama sesleri sadece ülkede değil , doğuda İran’dan , Batıda Viyana’ya kadar hatta daha öteler de duyuluyordu. Bu gidişe bir son verilmeliydi ama böyle değil.
********************************************************************************
Patrona Halil ve avanesi Galata’da isyan kararı aldıkları sırada Nevşehirli İbrahim Paşa da rüyasını tabir ettirmek üzere Kanuni’nin kızı Mihrimah Sultan adına yaptırılmış olan cami yakınlarındaki Aziz Mahmut Hüdai Dergahında Molla Ali Osman Efendi ile buluştu.
-Paşam dergahımıza hoş geldiniz. Yıllar sonra sizi buralarda görmek ne saadet.
-Hoş bulduk Molla…Bir maruzatımız hakkında senden bilgi almaya geldik. Daha doğrusu geleceğimiz hakkında ne görürsün onu sormaya geldik.
-Ey Paşa…Bilmez misin gelecek hakkındaki bilgiler yalnız ve ancak Yüce Rabbimizin katındadır ve o hazinenin anahtarı Hazreti Peygambere bile verilmemiştir. Yani ne ben ne de bir başka Allah’ın kulu sana gelecekten haber veremez.
-İyi de Molla o zaman bizim saraydaki müneccimler ne halt yer? Nedir işleri güçleri?
-Ah Paşa ah…İlm-i nücum gaipten haber verme ilmi haline geldiği içindir ki bu devlet böyle çökmektedir. Oysa ilm-i nücum yıldız ilmidir ki diyar-ı küffarda buna astronomi demektedirler. Onlar yıldızları inceleyerek alem-i adem ( insanlık alemi ) için faydalı bir şeyler yapmaya çalışırken biz bu ilmi fal, büyü, sihir, gelecekten haber verme ilmi yaptık. Buna bir de dini kılıf geçirdik ki akıllara zarar. Oysa Kur’an açık açık belirtmekte, hadisler bar bar bağırmaktadır ‘’ Hiç kimse gelecekten haber veremez’’ diye.
-Peki rüya tabiri de mi yoktur?
-Ah be Paşam. Nasıl bir rüya gördün ki korkusu seni buralara kadar attı?
Nevşehirli Damat İbrahim Paşa gördüğü rüyayı anlattı Molla Ali Osman’a …
-Paşam…Senin rüyanı tabir etmek için rüya tabircisi olmaya gerek yok. Müneccim olmak da gerekmiyor. Çamurlu yolda yürüsen ayağına mutlaka çamur bulaşır. Sen çamurlu bir yolda yürümektesin. Etrafındaki bir sürü dalkavuğa bakarak memleket güllük gülistanlık sanırsın. Nemçe Gavuru bir yandan, Rus gavuru öte yandan, İran ise doğudan ağzını açmış kurt gibi saldırmayı bekler ve bunun hazırlıklarını yaparken sen ‘’Nedim’in şiirlerine kese kese altın saçarsın. ‘’ Gülelim, eğlenelim kâm alalım dünyadan’’mış. Gülmek, eğlenmek zamanı mıdır Paşa? Cennetmekan Sultan Süleyman Han onca kudrete sahipken bile hiç sizin kadar kâm aldı mı dünyadan? Velhasılı senin de Padişahımız Efendimizin de sonunu hayırlı görmem
Sen Paşa…Korkarım ki sonun Hezarpare Ahmet Paşa gibi olur. Din-i İslam üzere yaşamaz, Din-i İslam üzere devlet yönetmez isen birileri çıkar kendi ikbali için ama ‘’din-i İslam adına diyerekten’’ kelleni alıverir.
İbrahim Paşa aldığı cevaptan hiç de memnun olmadı. Özellikle de Hezarpare Ahmet Paşa örneği onu tir tir titretmişti.
Hezarpare Ahmet Paşa sağlığında Tezkereci Ahmet Paşa olarak bilinirdi. Sultan İbrahim ( Ki ona haksız yere deli deniliyordu. Aslında sara hastasıydı o kadar ) Zamanında bir yıl kadar sadrazamlık yapmış, 7 Ağustos 1648 de bir yeniçeri ayaklanması sonrasında öldürülmüştü. Zavallı oldukça şişman bir adam olduğundan vücudu bir hayli yağlıydı. Öldürüldükten sonra halk arasında yayılan ‘’ Sehm-i ademi vecai mefasika deva’’ ( Yani insan yağı eklem ağrılarına devadır ) reklamı yüzünden cesedi parça parça edilmiş, her bir parça et, kapanın elinde kalmıştı. İşte bu yüzden de Tezkereci Ahmet Paşa öldürüldükten sonra Hezarpare ( Bin parça ) olarak anılmaya başlanmıştı.
Ülkede cehalet had safhadaydı ve İbrahim Paşanın kurdurduğu matbaa güzel bir adım olmakla beraber onun sayesinde bu cehaletin önüne geçilmesi de mümkün değildi. İnsanlar Vankulu Lügati, Sahih-i Cevheri okuyarak mı ilim sahibi olacaklardı? Zaten okuma yazma bilenler de parmakla gösterilecek kadar azdı.
İbrahim Paşa Molla Ali Osman’ı dinledikçe renkten renge girdi. Ama Molla Ali Osman’a bir şey diyemezdi. O da öyle yaptı. Hiç bir şey demeden kayığına bindi ve maiyetiyle birlikte Sarayburnu’na doğru denize açıldılar.
NOT: Yukarıdaki Resim Nevşehirli Damat İbrahim Paşa’nın temsili resmidir
********************************************************************************
Değerli Dostlar
Osmanlı Tarihinin belirli bölümün hikayesini yazmak için kolları sıvadım. Amacım geçmişten günümüze bir ayna tutmak. Gereken dersler alınmadığı için tarihin tekerrür ettiğini gözler önüne sermek. Çok yakın geçmişte yaşanan pek çok şeyin adeta bir kopyasının, uzak geçmişte nasıl yaşanmış olduğuna dikkatlerinizi çekmek… Mümkün olduğu kadar tamamen gerçek şahsiyetler ve olaylar üzerinde durmaya çalışacağım. Bu ilk bölümde sadece Molla Ali Osman karakteri kurgu bir karakterdir.( O hikayemizde hep var olacaktır ) Diğer isimler ve olaylar aynen var olan isim ve olaylardır.
Böyle bir hikayeyi her gün ard arda yayınlamam oldukça zor olacağı için zaman zaman yine komedi türü yazılarım bu sayfada beğenilerinize sunulacaktır.
Bu günkü yazımın devamı ise ancak sizlerin ‘’ Yaz ‘’ demenizle mümkündür. Her türlü yardım ve eleştirilerinizi esirgemeyeceğiniz inancındayım. Yanlış bilgi ve hatalı yorumlarım olursa lütfen hiç çekinmeden yazın. Hatta ‘’ Maalesef olmamış’’ da yazabilirsiniz eğer olmamışsa.
Tüm dostlara selam ve saygılarımı sunuyorum.
YORUMLAR
bismillah!...Okurken tarih nasıl da tekerrür etmekte diye düşündüm yönetime sahip iktidar sahiplerinin zevki sefası asker sayısının artışı ve şımarıklığı ahalinin farkında olmayan yönetim kademesi....ve alt satırlarda yazılış amacı ile yazı sunumunun ne güzel kesiştiğini gördüm...bakalım dizi bana daha neler yazdıracak...saygılar selamlar kaleme
sami biberoğulları
Okudukça daha neler göreceksiniz neler...Ben saöylemeyeyim de tadı kaçmsın ( Ya da tatsızlığı diyelim...Çünkü dediğiniz gibi tekerrür eden tarihi göreceksiniz maalesef )
Selam ve saygılarımla.
sami biberoğulları
Selam ve saygılarımla.
Tarihi değerli bilgileriniz için teşekkürler...İlgiyle okuyacağım...Sevgiler...
sami biberoğulları
Selam ve saygılarımla.
Ya bazı arkadaşlar yazının uzunluğundan bahsediyorlar...
Bu yazı bir kitapta ancak dört-beş sayfa turar ki böyle bir konu için çok normaldir..
Hep net üzerinde kalacakmış gibi düşünüp yazarı alan daraltmaya itmeyelim lütfen.. :))
Bazı yazıların bütün balını verebilmek için kimi konulara değinmek gerekiyordur mutlaka..
Kısa senaryocuklar gibi akıp gidiyor ne güzel.. :))
Saygılarımla....
sami biberoğulları
İlk bölümde ele aldığım konular bir ihtilal öncesini anlayabilmemiz açısından önemliydi. O bakımdan bölmek istemedim. Ben bu hikayemizin ( Şimdilik roman diyemiyorum ) çok farklı bir şey olmasını diliyorum. O bakımdan zaman zaman yakın tarihimize de uzanacağım. Allah yardımcım olsun. Dua ve desteklerinizi esirgemeyin benden.
Selam ve saygılarımla.
merhaba arkadaşım o güzel yüreğin var olsun ben şimdiden merakla beklıyorum inan çok güzel bilgiler bunlar her zaman okunmaya değer güzel tarihimizi ve olanları ögrenmek beni mutlu eder sevgili ögretmenim harika bir anlatımla bilgilenmek dağarcığımıza birkaç ta olsa birşeyler alabilmek ne güzel dir arkadaşım ellerin yüreğin dert görmesin kalemin susmasın olurmu başkasını bilemem ama ben çok beyenerek okuyorum her yazını helede böyle tarihi bilgileree ina benim çok ihtiyacım var bilmediklerimimi ögrenmek adına eee yaşım ilerledi arkadaşım ama olsun her yaşta ögrenmekte güzel değilmi insan ölünceye kadar hep bişeyleri ögrenmeli değilmi evet merak ve heyecanla okuyorum ve beklıyorum arkadaşım binlerce selam ve sevgilerimi yolluyorum kolay gelsin iyi geceler diliyorum
sami biberoğulları
Yaşımız ilerledi diye tarihi eser kapsamına girmedik henüz. Evelallah daha yapacak çok işimiz, kat edeceğimiz çok mesafemiz var. Daha çookyazacağız ve de okuyacağız.
İlginiz ve beğeniniz için can-ü gönülden teşekkürlerimi sunuyorum
Selam ve sevgilerimle.
siyahgecem
siyahgecem
sami biberoğulları
ERAY ÖZGÖR SARIKAYA
siyahgecem
ERAY ÖZGÖR SARIKAYA
siyahgecem
sami biberoğulları
ERAY ÖZGÖR SARIKAYA
siyahgecem
siyahgecem
hocam bu kadar uzun ve güzel anlatıma
benim kısacık yoruma kızacaksınız belki:)
devam lütfen
tarihi sizin kaleminizden okumak güzel
ama şunu bilmek isterim(belki de gözden kaçırdım bilmiyorum)
yararlandığınız kaynakların adını bilirsek daha iyi olur kannatindeyim
kutluyorum bu başarılı çalışmanızı
saygılarımla
sami biberoğulları
Bazen merram koskoca bir Mesnevi yazılarak anlatılır bazen de ''Hamdım,piştim, yandım '' diyerek üç kelimeyle. O bakımdan yorum kısa diye darılmak ne haddimize.
Yazılarımda kaynak verme olayına gelince:
1- Bu yazıyı roman türü bir bir yazı olarak düşündüğüm için sayfa altlarında kaynak vermek ne derce roman tekniğine uyar bilemiyorum.
2- Vereceğim kaynaklar kolayn ulaşılabilecek kaynaklar değildir. O bakımdan kaynak versem de hiç kimsenin o kaynakları araştıracağını zannetmem.
3- İşin doğrusu ben de internetten faydalanıyorum. İnternette bol miktarda kaynak var. Mühim olan nereye bakacağınızı bilmek. İşte ben bu avantajımı kullanıyorum bir tarih öğretmeni olarak.
4- Siz yayın dünyasının içinde bir olan bir arkadaşım olarak yazdığım konularla ilgili kaynak belirtmemi tavsiye eder misiniz? Eğer cevabınız evetse bundan sonraki bölümlerde kaynak eserlerden de bahsedebilirim. Ama farzedelim Bir Mehmet Raşid Efendi ve eseri Tarih-i Raşid 'i kim bulr da okur? Bilemiyorum.
su_misali(Gülhun Ertilav)
Sami Hocam
niyetim bir tarih öğretmenine akıl vermek gibi algılanmasın ne olur
evet ben kendi dergimde yararlandığım kaynakları belirtiyorum
ister nette aldığım bir araştırma olsun, isterse bir yazarın bir kitabı olsun, kaynak belirtmek zorunda hissediyorum kendimi.
ve şunu düşünüyorum hocam, eğer kaynak belirtmeden bir alıntı yaparsak yazı sahiplerine haksızlık yaparız
sizde nettesiniz ve biliyorsunuz ki net ortamında bir sürü hırsızlık olaylarıda var, haa bazı sitelerde kendi yazınızı kendi şiirinzi altında adınızla gördüğünz zaman sevinebilirsiniz ama hiç isimsiz ya da başka isimle gördüğünüz zaman üzülüyorsunuz.
o yüzden kaynak belirtmede fayda var diye düşünüyorum
hem kim bilir belki birileri merak eder o kitabı bulmaya çaılışır
saygılarımla hocam(lütfen dediğim gibi akıl verme gibi düşünmeyiniz)
sami biberoğulları
Öncelikle her ikinizi de çok seviyorum. Sağ olun var olun.
Daha çok yakınlarda Türkiye çapında Edebiyatın piri sayılabileck değerli Prof Dr. İskender Pala'nın Şah&Sultan adlı eserini okudum. Eserin içerisinde oldukça fazla tarihi bilgi olduğu gibi tamaen kurgu olan Hasan ve Hüseyin gibi kahramanlar ve doğruluğu hiç bir zaman kanıtlanamamış söylentiler sanki gerçekmiş gibi anlatılmıştı ( Örneğin Yavuz'un Şah İsmail'le satranç oynaması ) Ancak hiç bir sayfada bu bilgilerin kaynağı belirtilmiyordu.
Sadece şu vardı: Romanın sonunda kaynakça diye bir iki sayfa ve o sayfada bolca eser adı. Sanki merak eden varsa bu eserleri okusun ve içinden bulsun hangi konuyu nereden yazdığımı der gibi. (Tabii ki İskender Pala'nın böyle bir düşüncede olduunu da sanmıyorum ).
Benim burada yazdıklarıma gelince: Bunları Tarih eğitimi görtmüş olan her kes bilir. Sayın hocalarımın anlattıklarıdır bunlar. Yani bence artık anonim olmuş bilgilerdir. Anonim türküler gibi.
Sonuç olarak: Yazmayı düşündüğüm bu bu öyküde benden telif hakkı isteyebilecek hiç bir yazarın kitabından ya da romanından alıntı yapmıyorum. Ama yimne de o devirlerin tarihçileri ve onların eserlerini öykünün tamamı bittikten sonra kaynakça olarak yazacağım. Yani o konuda İskender Pala Hoca'mın izlediğ yolu izlemeyi düşünüyorum.
Her iki arkadaşıma da gönül dolusu selam ve saygılarıla.
kolay gelsin hocam..
seriyi şimdiden beğeniyle okuyacağımı söylemek istiyorum.
tarihe merakım nedeniyle..
şimdiden emeğinize sağlık..
saygılarımla..
sami biberoğulları
Selam ve saygılar.
Akıcı kaleminiz tarih okuma zevkimi arttırıyor.Merakla bekliyorum,başarılar dilerim.Selam ve saygılar.
sami biberoğulları
Selam ve saygılarımla.
sami biberoğulları
Selam ve saygılarımla.
Merhaba Sami Hocam, bugün siteye girmeyecektim ama bu yazınızı okuyunca girmem gerekti. Çünkü emek verilip hazırlanmış güzel bir yazı. Eskiden de tarihe merakım vardı şimdi de var ama asık kaynaktan. Asıl kaynağı bulunca da okumamak olmaz. Bilhassa öyküleştirerek vermen, olayları daha güzel anlamamıza vesile oldu.
Benim bir Din Dersi hocam vardı, kendisini burada saygı ile anıyorum. O da verdiği dersleri öyküleştirerek anlatırdı. Tevfik hocanın derse gireceği günü bütün öğrenciler iple çekerdi. Bu yazı da öyle olmuş. Uzun olmasına rağmen sonuna kadar merakla okudum. Yeniçeri ayaklanmasını az çok biliyordum ama bu denli ayrıntılı bilmiyordum. Elinize sağlık. Siz yazın hocam okuyan bulunur. Bir kişinin aydınlanması az bir şey mi?
Tebrikler, saygılar...
sami biberoğulları
Ben derslerimde de mümkün mertebe böyle bir uslup kullanırım ki öğrencilerim sıkılmadan izlesinler tarihi.
Aslında yazdıklarım bilinmeyen, bulunamayacak, ulaşılamayacak bilgiler değil. Hele de elinizin altında İnternet denilen müthiş bir kütüphane varsa. Mühim olan neye bakacağınızı bilmek. İşte benim avantajım bu bir Tarih öğretmeni olarak.
Araya biraz da konuşma katınca roman kendiliğinden oluşuyor. Bu arada belirteyim: Ben bile yeni yeni pek çok şey öğreniyorum.
İlginiz için çok teşekkür ediyor selam ve saygılarımı sunuyorum.
Tarihe meraklı olmama karşın benim dahi bu yaşıma kadar bilmediğim bazı bilgiler öykü içinde akıcı biçimde veriliyor...
Bence bu yazılar kesinlikle devam etmeli ve yalnızca burada kalacak biçimde değil,ileriye dönük kitaplaştırılacak biçimde kurgulanmalı diyorum...
Öğretmenim bunu kesinlikle yapar..
Başarılar diliyor ve merakla bekliyorum...
sami biberoğulları
Allah nasip eder ve yüzümüzn akıyla tamamlayabilirsek inşallah kitao da olaır. Her şey nasip. Hün-ü teveccühün için bir kez daha teşekkür ederim
Selam ve saygılarımla.
Hocam verdiğiniz tarihi bilgiler için çok teşekkürler.Kalemiz daim olsun saygılarımla.
sami biberoğulları
Selam ve saygılarımla.
televizyon kanallarında dizilerde osmanlıyı padişahları kadın peşinde koşan haremden çıkmayan zevk-i sefada gösterilirken müslüman olmasına rağmen kadınlar ingiltresaraylarındaymış gibi göğüsler fora şeklinde erkeklerin arasındadolaşırken osmanlıyla ilgisi olmayan dizi çekilmiştir ve bize yıllarcaosmanlıyı kötütanıtılmıştır evet lale devri zamanında ve sonrası anlattıkları gibidir az çok bilen birinden böylebir yazı iyi olacaktır. benim şahsi görüşüm osmanlıyı bitiren depdebe şaşaa dır birde taht kavgalı yüzünden evlat ve kardeş katili olmalarıdır Allahın gazabı olarak görürüm osmanlının yıkılmasını
yazı çok güzel faydalı ama biraz uzun olmuş sizin gibi miah yazan biiri 180 derece açıyla çok ciddikonulara geçince okurların alışması için daha kısa tutarsanız daha iyi olur bence patrona halil isyanı geliyor takipteyim tarih ilgimi çeker
sami biberoğulları
Yazının uzun olduğunun farkındayım. Sanırım hız kontrolü yapmamışım ama biraz da mecburiyetten oldu. Neyse...Bundan sonraki bölümlede biraz daha kısa tutmaya çalışacağım.
Bu arada bu diziyi her gün yayınlamayacağım. Komedi türü yine olacak. Ama ne biliyim hep komedi hep komedi de kabak tadı vermiyor mu sence?
Her neyse...Benim için dua edin..Çünkü bu dizide gerçekten de başarmak istiyorum. Ama sakın ha sakın bir hatamı, eksiğimi görürseniz anında uyarmamazlık etmeyin.
Selam ve sevgilerimle.
ERAY ÖZGÖR SARIKAYA
sami biberoğulları
İnşallah başarabilirim.
Selam ve saygılarımla.