- 679 Okunma
- 2 Yorum
- 0 Beğeni
PEKİ BİZ KİME GÜCENECEĞİZ !.. (VI)
PEKİ BİZ KİME GÜVENECEĞİZ !.. (Altıncı Bölüm)
Dr. Sadık Özen
Bir ülke halkının en çok güven duyması gereken kurumların başında; o ülkenin yönetimini üstlenmiş olan politikacılar ve onların oluşturduğu siyasal partiler gelmelidir. Ama ne yazık ki bunun, her zaman için, özellikle de günümüzde gerçekleşebildiği söylenemez.
Çünkü hem politikacılar, hem de siyaset son derecede kaygan bir zemine oturmuş, değişkenlik kazanmış, ilkelerin yerini çıkar duyguları ve bunların geliştirdiği birtakım siyasi oyunlar almıştır.
Politikacılara güven duyulabilmesi için, öncelikle, onların “Devlet Adamlığı” vasfını taşımaları, özleri ve sözlerinin bir olması, bugün ak dediklerine yarın kara dememeleri, vatandaşlara verdikleri sözlerde durmaları ve kişisel çıkar duygularından uzaklaşmaları gerekiyor. Oysa günümüzde bu söylenenlerin tam tersi olmaktadır.
Büyük Devlet ve Siyaset Adamı Atatürk ve O’nun yakın takipçisi İnönü’den sonra gelen siyasetçilerin, bu önemli nitelikten gittikçe uzaklaştıkları görülmektedir. Haklarında yapılan haksız ve kasıtlı bütün eleştirilere karşın Atatürk ve İnönü gerçek birer devlet adamı idiler. Yaptıkları her şey bu ölçülerde olurdu.
1950 SEÇİMİNİN GETİRDİKLERİ
İnönü iktidarından sonraki dönemde, yani 1950 seçiminden sonraki ilk yıllarda; Sayın Celal Bayar, Adnan Menderes, Refik Koraltan ve Fuat Köprülü de; kendilerini aşırı siyasi ihtiraslara ve aşırı partizanlığa kaptırmadan önceleri, devlet adamı niteliği taşıyan siyasetçilerdi. Sonradan, uyguladıkları partizan ve hırçın politikalarıyla bu özelliklerini yitirdiler ve yerlerini çıkar hesaplarının egemen olduğu bir ortama terk ettiler. Daha sonra da, kıza zamanda kendi yarattıkları bu ortamda boğulup gittiler.
Ülkemiz hala o dönemde yaşanmış olumsuzlukların sıkıntılarını çekiyor ve tartışmasını yapıyor. Yapılan haksız ve yanlış uygulamalarla, onların doğurduğu hatalı ve acımasız sonuçlar, ne yazık ki ülkemizin ufkunu karartmakta devam ediyor.
Bu durum; geçen zaman sürecinde, gittikçe daha büyük olumsuzluklar kazandı. Cumhuriyetin kuruluşundan 1960 İhtilali’ne kadar geçen dönemde, siyasi partilere lider olabilecek onlarca kişi varken, bugün bu ortamın gittikçe daralmış ve kısırlaşmış olduğu, devlet adamı niteliğinde, gerçek lider olabilecek düzeyde siyasetçi sayısının parmakla gösterilecek kadar azaldığı görülüyor.
1960’ LARDAN 1980’LERE
Oluşu ve sonuçları tartışılmakta devem eden1960 İhtilali’nin başyapımcısı Cemal Gürsel Paşa, bugünkü olumsuz yargıların dışında, o günlerde “Cemal Aga” lakabıyla halk arasında büyük bir sempati toplamıştı. Baş aktörlerden Alpaslan Türkeş ise, ihtilalden sonra “Irkçı” damgası vurularak kötülenmeye çalışıldı. Ancak 1980 İhtilali öncesi ve sonrasında ortaya çıkan hükümet buhranlarının önlenmesinde Sayın Türkeş özverili roller üslenerek vatanseverliğini kanıtlamış ve devlet adamlığı izlenimi kazanmıştır.
DP’den sonra AP’nin ve daha sonra da DYP’nin Genel Başkanlığını üslenmiş olan Sayın Süleyman Demirel, bugün, Cumhuriyetçi ve Atatürkçü laik bir devlet adamı kimliği sergilemektedir. Keşke iktidarda bulunduğu dönemlerde de bu kimlikle hareket edebilmiş olsaydı. O takdirde belki bugünlere gelinmemiş bile olunabilirdi.
Siyasetinin temelini “Siyonizm” ve “Batı Taklitçiliği” üzerine kurmuş olan “Milli Görüş”cü Rahmetli Erbakan Hoca da keşke dini siyasete alet etmemiş olsaydı. O takdirde, vatanseverliği ve milliyetçiliği daha ön plana çıkar ve hakkında bu günlere kadar uzanan tartışmalara hedef olmazdı. Milli kurum ve varlıklarımıza sahiplik açısından Rahmetli Erbakan tartışılamaz. Sahip olduğu bu nitelikleri dolayısıyla; ölümünden sonra, iktidar döneminden daha çok takdir kazanmış bulunuyor.
1980’ LERDEN BUGÜNLERE
1980 İhtilali’nden sonraki geçiş döneminde yaşanan; tarifi zor kötülükler, insan hak ve özgürlüklerine karşı yapılan zalimane uygulamalar, kamu vicdanında giderilmesi zor yaralar açmıştır. Bu dönemde yapılan kötü şeylerle; özellikle Türk Silahlı Kuvvetlerimize haksız eleştiriler yapılmasına ve askerlerimize karşı hasmane denilebilecek duyguların uyanmasına yol açılmıştır. Ne yazık ki, bu dönemin yarattığı tartışmalar gittikçe artarak devam etmektedir.
İhtilalden sonra demokrasiye yeniden geçildiği Özal Dönemi’nde ise; bir taraftan ülke kalkınmasına büyük katkılar sağlanır, çağdaşlık konusunda ileri adımlar atılırken, diğer taraftan ayrılıkçı ve bölücü fikir akımlarının gelişmesine yol açılmıştır. Bu yönleriyle, Özal Dönemi’nin Cumhuriyet tarihimizdeki en çelişkili ve tartışmalı süreçlerden biri olduğu düşünülebilir.
1960’lı yıllardan beri, Türkiye Cumhuriyeti’nin siyasi hayatında büyük yerleri olan Rahmetli Bülent Ecevit ve Sayın Deniz Baykal, aynı ilkeleri paylaşmalarına rağmen, kapris veya hırs olarak nitelenebilecek büyük bir inatçılıkla, ülkemizde demokrasinin en büyük temsilcisi olması gereken CHP’nin bölünmesine neden olmuşlardır. Böylece, İsmet İnönü’ nün “Ortanın Solu” olarak tarif ettiği, CHP’nin simgesi durumuna gelmiş olan “Demokratik Sol” hareket büyük güç kaybına uğramış ve parti bölünmüştür. Bu bölünmüşlük bugün de devam etmektedir.
Aralarında bir türlü uzlaşma olanağı bulamayan ve birleşemeyen bu iki liderin, 2002 erken seçim kararının alınmasında ve seçimden sonraki dönemde yaşanan olumsuzluklarda sorumluluk payları çok büyüktür.
Allah rahmet eylesin, Sayın Ecevit ahirete intikal etmiştir. Sayın Baykal ise neden olduğu sorunlar ve bunların yarattığı olumsuzlukları kendi vicdanında yargılıyor olmalıdır.
CHP’de yeni umutlarla beklenen Sayın Kılıçdaroğlu da; ne yazık ki, kendisini destekleyenleri kısa sürede hüsrana uğratmış, partisi içinde yeni atılımlar yaratacağına ve partisine yeni bir dinamizm kazandıracağına, tam aksine daha büyük bölünmelere neden olmuştur. Belki de önümüzdeki birkaç gün içinde, CHP’de hiç istenmeyen bir durumla karşılaşılacak ve patiden büyük kopmalar olacaktır. Bu ise sadece CHP değil, ülkemiz için de büyük bir talihsizlik olur.
Rahmetli Alpaslan Türkeş’ten sonra yerine geçen Sayın Bahçeli ise; demokrasiye bağlılığını sergileme ve oluşabilecek bir krizi önleyebilme adına çizdiği birtakım zikzaklar ve bunun yarattığı olumsuzluklarla, devraldığı emaneti yeterince koruyamamış ve ülkenin daha büyük tehlikelerle karşı karşıya gelmesine neden olmuştur. .
Ara dönemlerde ülkeyi yöneten ve kendisinden beklenenleri veremeyen, sadece kişisel kaprisleriyle hareket ederek lider olmaya çalışan bazı politikacıları ve bunların yarattıkları olumsuzlukları kayda değer bulmuyorum.
1950’den sonra, Cumhuriyetin temel ilkelerine, Atatürk İlke ve Devrimlerine bağlılık, içtenlikli olarak Sayın Ahmet Necdet Sezer tarafından sürdürülmüştür. Bilindiği üzere bu değerli insan bir politikacı değil, demokratik hukuk ilkelerine yürekten bağlı, devlet adamlığı niteliğine sahip, vatansever ve saygın bir hukukçudur.
Günümüze gelince; halkımızın % 50’sinin oyunu almış olan iktidar partisi, bu çoğunluktan sağladığı gücü kendi lehine kullanmaktadır. Tabii ki bu onun doğal hakkıdır. Ancak demokrasilerde, oy çoğunluğunun, muhalefetin öneri ve görüşlerine yer verilmeksizin baskıcı, ezici ve acımasızca kullanılmasının, demokrasi ile ne derecede bağdaştığının insaf ölçüleri içinde ele alınarak değerlendirilmesi gerektiğini düşünüyorum.
1960’lı yıllardan başlayarak, ülkemizin son elli yıllık siyasi yaşamını, ayrıntılara girmeksizin, mümkün olabilen bir tarafsızlık içinde kısaca özetlemeye çalıştım. Amacım, gerek politikacıların, gerekse halkımızın gerçekçi bir değerlendirme yapmalarına ışık tutabilmektir. Aslında halkımız da dahil bütün politikacılar, yaşanan bu süreçte kendi paylarının ne olduğunu çok iyi bilmektedirler.
Sanırım ve umarım bu yazım, politikacılara ne kadar güvenilebileceği konusunda, okuyanlara bir fikir jimnastiği ve yorumlama yapabilme olanağı verir.
En derin saygılarımla…
25 Şubat 2012
www.fikirplatformu.net www.edebiyetdefteri.com www.antalyabugun.com