- 878 Okunma
- 5 Yorum
- 0 Beğeni
KANDIRIKÇI
KANDIRIKÇI
Bir 30 Ağustos akşamıydı. Sıcak , güneşli. Dostlarımla Tarabya’ da ,deniz kenarında, rakı ,balık, beyaz peynir ve buz gibi kavun ile , zaten seni yaşıyordum. Şafak Abla, arıyordu telefonda ağlayarak. Nereden bulmuştu beni, ap ansız.
’Öldü, Gülay öldü ’ diye bağıran , inanamadığım sesi , hep kulaklarımı , çınlatır. Zaten seni, kaptırmış olmanın, dayanılmaz ızdırabıyla ve resimlerini , mektuplarını, iğrenç fare bokları gibi sakladığım, sota daki bavulumdan atan, geri zekalı karımla, başım dertteyken....Şimdi birde ölüm mü? Şaka mıydı bu ? Ayrılığı kabullendik de, ölmek neyin nesi . Zamanı mı erkenden böyle?
Telefondan, elimde yarım kadehimle döndüğümde , masaya, titriyordum, sanki seni yıllar önce, kaybetmemiş gibi. Olsun, ben yine, Bahçelievler’ deki , karanlık sokağına, kel akasyanın arkasında, kırbaç gibi, yüzümde patlayan ,soğuk yağmurlarda , evini gözetlemeye, gece yarılarında, küstah mahalle kabadayılarının ,tehdit dolu ,argo konuşmalarına, hatta ekip arabasının, beni beşinci defadır ,karakola çekmelerine razıyım. Şaka yapmış ol. Ne kadar eşekçe olursa olsun ,kızmayacağım söz.
Seni Ulus’da ,Akman Bozacı’sın da tanıştırmıştı Halan,,Şafak Abla. Kırmızılı lacivertli, ekose etek, beyaz diz altı çoraplarınla, hafif makyajınla , görür görmez vurulmuştum sana. Küçücük’ tün, on sekiz yaşında, müsamereye çıkartılmış , okuyacağı şiirden utanan kız çocuğu gibi. Hoş ben de, sadece yirmi yaşındaydım ya.. Ankara’yı bilmediğini söyledin ,gözlerini kaçırarak. Oysa Bozacı’nın her tarafı aynalarla döşeliydi. Beni incelediğini, sonra ,sana başımı döndürdüğümde başka taraflara baktığını görüyordum. O gece ve belki altı gece daha hiç uyumamıştım. Ellerin, ne kadar bakımlı ve güzeldi. Sen ,hiç bulaşık yıkamaz mıydın?
Ertesi hafta, Barış Manço’yu izlemeye gitmiştik, Maltepe’ye. Yeni başlamıştın eczacılık okumaya. Okulları ,sanki beraber bitirdik, Ankara’yı hazmederek. Arkadaş evlerinde, diskoların karanlık arka bölümlerinde, hep mutluyduk. Kızılay, taş taş, kaldırım kaldırım, hatta direk direk bilirdi bizi. Piknik’i, severdin en çok, ben de Goralı’yı. Cumartesi geceleri içerdik de çokça, Ahmet Ayık’ın yerinde.
Beni , çok bekledin biliyorum. Vefasızlık sanma, param hiç yoktu, ailem istemiyordu evlenmemi ve sen acele ediyordun. Konya’nın tanınmış bir avukatıydı , baban. Beni biraz , o anlıyordu galiba, pavyon kızı, Feriha’ya tutulduktan sonra. Konya’dan utanır, bak kızı da evlendi, desinler diye seni de verdi , meslektaşına. Baban, seni Konya’da ziyaret ettiğim bir yaz akşamı, tam çıkarken evinizden, yakalamıştı beni. Koca adam, ağlıyordu gece yarısı. Koluma girip, gitmek istemediği evinin sokağında, Feriha’nın şarkısını söyletmişti bana. Seviyordu işte, Konsomatris Feriha’yı. İyi ki de sevmiş, yoksa yaşamadan giderdi, gerçek vuslatı.
“Tez geçse de, her sevgide bin hatıra vardır. Sevda denilen şey, yaşayan, yaşayan hatıralardır”
Kaç kez söylemiştik bilmem. Sevda ,boktan bir nem. Kime kim yazılmış, bilinmez. Başı gibi, sonu da hayırlı olmalı.
İnanmamıştım, evleneceğim dediğinde. Boş bulundum. O iri yarı, çam yarması, sana hiç yakışmamıştı. Çıyan gibi sarı, domuz suratlı, yanında fedai gibi duran biriydi. Hani, sen esmerleri severdin. Halan anlattı; beni, nikah Ankara’da olacak diye kandırıp, Konya’da evlendirmişlerdi seni. Tam masada, “Hayır” demişsin de, sonra ikna etmişler. Ben ise, o saatlerde Gençlik Parkı’nın içine, Göl Gazinosuna, motosikletimi zorlukla sormuş, seni kaçırmayı planlamıştım. Çocukluk işte. Dedem, Deli Bahri’nin genleri, ne olacak.
İlk çocuğunun ismini, benim adımı koydun. Ama doktorlar, bir daha doğurmayacaksın, ölürsün demişlerdi sana. Neden dinlemedin ki? Ayrılışımızdan , tam 11 sene sonra, İstanbul’da buluştuk seninle. “Seni ,son bir defa, görmek istedim” diyerek gelmiştin. Karnını biraz şiş görüp, hamile misin diye sorduğumda “Hayır” demiştin. Kandırıkçı.
O gece , sadece elini tutabildim. Evli ve bir çocuk annesiydin, ne de olsa. Ne geceydi ama. Cebimde param boldu. Sen yanımdaydın ve ben sana dokunamasam bile, her mimiğinde, her elimi sıkışında, her gülüşünde, ya da şarkılarımız söylenirken, gözlerinde, küçük balonlar gibi büyüyüp yanaklarından süzülen her damla göz yaşında, mutluydum. Tarabya’da bir tavernaya gitmiştik. Bütün Gül’cü kızlardan, sana kırmızı güller almıştım da, masada meze tabaklarına yer kalmamıştı. O gece bizimdi. Hilton Otelinin , sabaha karşı kapanan barını, ikimiz için açan piyanist, boş salonda şarkılarımızı söylemiş, biz dans etmiştik. Seni son kez koklamışım.
“ Dudaklarımda arzu, kollarında yalnız ben.”
“ Böyle bir kara sevda, kara toprakla biter.”
“ Unutturamaz seni hiçbir şey, unutulsam da ben.”
Ben, koca kulaklı, sırtı uyuz yaralarıyla dolu, aptal bir eşeğim Gülay. Seni, neden bıraktım ellere. Parasının da, ailesinin de, yokluğunun da koyayım …..mına. Seni kaptırdıktan sonra, aklım başıma geldi. Çok uzaklardan motosikletle geliyor, seni görüp gidiyordum, belli etmeden. Hatta bir gün, arabana tekme atıp, durdurmuştum seni, ama beni tanımadın, başımda kask olduğu için. Aniden gaza basıp gittin. Bana onun için mi ,son görüşmemiz dedin? İsteyerek mi ,ikinci oğlana hamileydin? Sende, karın zarı iltihabı oluşuyordu. Birinciden, çok zor kurtulmuştun. Neden denedin ,Bebeğim? Beni, kalan ömrümün içinde, daha mutsuz etmek için mi?
Yıllar geçiyor, Sevgili Keçi’m. Bazen, hiç yolum değilken, Konya’ya kırılıyor direksiyonum. “Musalla” Mezarlığında, senin yanında buluyorum kendimi. Baban da, iki mezar ötede yatıyor. Bu benim güllere , kafayı takan kim dersin? Her defasında , kırılıp atılıyor. Bu yüzden, son olarak kırmızı gül fidanı diktim, tam kalbinin hizasına.
İnsan neyi sever? Yakındakini mi, uzaktakini mi? Bir diriyi mi, yoksa ölüyü mü? Onu, mutlu edemeyeceği, düşüncesine kapılıp, hepten mutlu etmeyi mi yoksa? 30 Ağustoslar da ,akşama kadar Zafer bayramını kutluyorum, sonra sana, elimde bir kadeh hayatıma girdiğin için, mutluluklar verdiğin için, hem içip hem de teşekkürlerle veda ediyorum.
Var değil mi? Öbür tarafta buluşmak falan. Az kaldı Bebeğim. Beni, yine Zafer Pasajının önünde ,bekler gibi bekle. Üzerinde , kırmızılı ekose eteğin, minicik ayaklarında az topuklu süet papuçların ve beyaz diz altı çoraplarınla. Ojelerin de , beyaz olsun. “Hep seninim diyen, küçük kırmızı dudaklarınla KANDIRIKÇI.
EYÜP YAŞAR OVALI 24.02.2012
YORUMLAR
Şu an göz yaşlarımı klavye ' üzerine damlatarak yazıyorum .. derin bir nefes allarak '' İnsanlar yaşanmışlıklar ' ve hiç bilmediğimiz taahhül'dahi edemeyceğimiz; hazin sonlar hazin hayat hikayeleri ''
Ve geride kalanların kapanması zor yaraların 'ilk bir 'el değini de kan revan içinde kalan ' ve asla belli etmediği içinde yüreğinin en gizli mabedinde ' en kıymetli inci gibi ' sakladığı yorgun bitap ama en mazlum halleri.. ..
keşke hiç izin vermesymişsiniz gitmesine ..ama hayat' kötü oyunun bir kez daha sergileycekya seven göüllerin üzerinden o en son o en hazin oyununu ..
( ölen gelinciğin ağzından)
ufacık bir yüreğe hapsettim seni
kim bilir ne zaman gelir bahar
sessiz ilklimlere .
korkuyorum' tut elimi ''
zaman zaten hep gece burda
ölüm dedikleri yerdeyim sevgilim..
hazin bir hikaye içim burkuldu ..
hazin ama iyi kaleme alınmış her zamanki ustalığında
yazan ve paylaşan yüreğinize sağılık .. sevgilerim ile ..
saygılar..
beren yılmaz tarafından 1/7/2016 7:03:20 PM zamanında düzenlenmiştir.
kukurikuu
Sizi ağlatmak değil güldürmek isterdim.
Ama kaderin çok zalim olduğunu , genç ve saf bir gönle bile acımadığını yaşayarak öğrendim ne yazık ki.
Güzel şiir için çok teşekkürler. Bir şair tanımanın mutluluğunu yaşatıyorsunuz bana.
TEŞEKKÜRLER
ağlamak istemiyorum... bu ayrılık ateşinin şiddetti, vuslat rahmetinin şiddetini karşılayabilmek için olmalı..... kavuştuğunuz gün ben de bunun şahitliği ile mesrur olmuş gözlerden olurum inşaallah...
esma_sultani tarafından 12/22/2012 7:40:06 PM zamanında düzenlenmiştir.
kukurikuu
Saygılarımla.
Yazdıklarınızı, yaşantınızdan mı, okuduklarınızdan mı, duyduklarınızdan mı, bilmemm ama çok etkili yazıyorsunuz ve felaket bir empati yeteneğiniz var. Ayrıca kadınlarıda çok iyi tanıyorsunuz bu hikayeyle ilgili değil ama yorumu genelleyerek(diğer yazdıklarınızı da düşündüm de) yazdım. İnsan her zaman sahip olduğu bir şeyi kaybedince ,ne kadar değerli, önemli ve hayatına neler katmış olduğunu anlıyor. sizede yazmak yakışıyor. Eyüp bey kaleminiz daim olsun. saygılar.
kukurikuu
Yazamadığım , içime atarak sadece kendim için derlediğim 7000 (Yedi bin) sayfa dan fazla kitap olabilecek yazı, deneme, hatıra,şiir (şiirde biraz zayıfım) var. Neden yazamam biliyor musunuz? Mensubu olduğum kurumu yıpratmamak için.
Çocukluğum, süper hiperaktif olarak geçti. Bugün olsa ,çocuk psikiyatrislerine çok iş çıkardı . Bu yüzden , başıma gelmeyen kalmadı sanırım.Çok aşırı bir duygusallığı; aşırı cesaret ,alınganlık,saftoriklik, inanıp kandırılma özelliği , bitmeyen bir seks ihtiyacı, basit bir şeyde ölümüne mücadele azmi, acıma duyguları, maddeye kıymet vermeme, ile karıştırın beni görürsünüz. İnanın hiç güzel değil.
Yazdığım her hikaye , küçük kız kalbiyle, yazdığım bile , benim yaşantımdan bir kesit. Ama sitemlerim de gerçek ne yazık ki. İlginiz beni cok mutlu etti, teşekkür ederim.
BİR ÖLÜMÜN ARKASIDAN, anılar, özlemler, üzüntüler, keşkeler, kızgınlıklar, nefretler, korkular, cevap hakkı kullanılamayacak sitemler... dillendirilebilecek ne çok şey oluyor!
Sota daki bavulumuzda iğrenç fare *okları gibi sakladığımız resimleri, mektupları bulup atan, geri zekalı bir eş herkese lazım galiba...Geride dillendirilebilecek pek fazla bir şey kalmaması için... KANDIRIKÇILAR MÜMKÜN OLDUĞU KADAR AZ OLSUN HAYATIMIZDA. SAYGILAR...
kukurikuu
Kandırıkçılar hayatımızda keşke hiç olmasa.
Yine de Hocam, onlarda olmasa ot gibi bir yaşam sürer miydik , ne dersiniz?
Saygılarımla
Kemnur
kukurikuu
Eğer öyleyse siz,i taa yürekten kutlarım. Hiç yaşamamış olmak bana daha büyük ızdırap verirdi . ANLAMLI YORUMUNUZA TEŞEKKÜRLER.