- 885 Okunma
- 2 Yorum
- 0 Beğeni
TOPLUMSAL PLANLAMA
Hemen her ülke, toplumunu, siyasi, ekonomik, kültürel, sosyal açılardan planlamayı hedef alır. Ülkenin planlanmasında iki yapı oluşur. Birincisi ülkenin görünen yüzü, ikincisi arka yüzüdür.
Ülkelerin görünen görünmeyen yöneticileri arka odalarındaki masalarında ülkenin geleceği hakkında kararlar alırlar. Alınan kararların uygulanması, birçok siyasiyi, aydını, toplumu şaşırtsa da alınan kararlara harfiyen uyulur.
Toplumların planlanmasına ilişkin uygulamaların yansıması toplumda değişik düşünceler üretir. Zira uygulamalar toplumda sınıflar yaratır.
Ekonomik açıdan, zengin fakir, işveren işçi…
Siyasi açıdan, legal, illegal partiler…
Kültürel açıdan, bürokrat, aydın, halk…
Sosyal açıdan, muhafazakâr, değişimci, devrimci, ıslahatçı…
Toplumsal yapı açısından, ırki, etnik gruplar, dinler, mezhepler, ideolojiler, fraksiyonlar…
Gibi yansımalar çerçevesinde tartışmalar, siyasi, ideolojik, inançsal boyutta yapılır.
Tüm bu yapılanmalar devlet yapılanmasının ön yüzüdür. Ancak devlet yapılanmasının bir de arka yüzü vardır. Devletin resmi istatistik kurumunun verilerine girmeyen bazı değerler devletin arka yüzünde topluma egemendir.
Çeteler, mafya, derin devletin çıkar ilişkileri…
Beyaz kadın ticaretinin, genel evleriyle yasal, eğlence sektörüyle illegal ve legal olarak sürdürülmesi…
Beyaz zehir ticaretinin, ilkokullara kadar inen yapılanması…
Rüşvet olgusunun, devletin kurumlarındaki egemenliği…
Kayıt dışı ekonominin, kayıtlı ekonomiyle orantısı…
Devletin arka yüzü olarak karşımıza çıkar. Devletin arka yüzündeki ekonomik, sosyal, siyasal, ideolojik gücün, devletin yasal ön yüzünü ne kadar etkilediği tartışılamaz.
Yasal olarak genelevlerini açan devletin, buralarda çalıştırılacak kadınların nasıl bulunacağı konusunda ciddi politikaları yoktur. Zira değil ülkemizdeki kadınlar, dünyadaki kadınlarımız kendi istek ve arzularıyla genel evlerinde çalışmak için iş başvurusu yapmazlar. Öyleyse buralarda çalıştırılacak kadınlar bir şekilde bulunacaktır. Bugün buralarda kadınlarımız çalıştırılıyorsa, çalışanların buralara nasıl getirildiği / düşürüldüğü hakkında devletin yasal yüzü herhangi bir işlem yapmaz. Zira yasal işlem yaparsa, yasal olarak varlığını kabul ettiği genel evlerinin mantığı kalmaz.
Beyaz zehir ticaretini ilkokula kadar indiren, kullanıcıların, satıcıların alt düzeydeki görüntüsünün dışında, üst düzeylerinin nereye kadar uzandığı asla konuşulmaz, araştırılmaz. Zira yasal olarak alt düzeydeki kullanıcılar, satıcılar yakalanıp cezalandırılırken, üst düzeylere ulaşmak olmaz. Toplumun olumsuz enerjisini düşürecek tutuklamalar yapılarak sorun çözülür.
Hırsızlık, soygunculuk, kaçakçılık çetelerinin, mafyalarının organizasyonu devletin arka planında yürür. Ön yüzünde görünen, arada bir tutuklamalar yapılarak toplumdaki olumsuz etkilerin düşürülmesidir.
Hâlbuki devletin arka yüzünde olan şey, korkunç bir planlamadır. Toplum planlanarak bir denge oluşturulmaktadır. Oluşan denge, devleti arka yüzünden yönetenlerin çıkarlarının egemen kılınmasıdır.
İşverene işçi veremeyen,
Genel evine kadın bulamayan
Eğlence sektörüne kadın, kız ayarlayamayan
Partileşerek siyasi bütünlüğü bölemeyen
Irksal, etnik gruplar üreterek toplumsal bölünmeyi yapamayan
Dinsel, kültürel, ideolojik bölünmeleri gerçekleştiremeyen
Hiçbir devlet yaşamını ilelebet sürdüremez.
Zira devletler büyük ülkülerle kurulduktan sonra, yaşamasını bölünmelere, düşmanlıklara borçludur.
Kendine düşman üretemeyen hiçbir devlet yaşayamaz.
Toplumunu bölemeyen hiçbir devlet güçlenemez
Devletlerin güçlenmesi, toplumsal bölünmelere bağlıdır. Bölünen toplumlar, tek başına devletle boy ölçüşemez. Herhangi bir toplum devletle hesaplaşmaya kalkarsa, bölünmüş diğer gruplar devletine sahip çıkar. Bu durum bir devinim olarak devam ettirilerek devlet güçlendirilir. Bu nedenle, devletin iktidarında, değişik görüntülerin oluşması her zaman olasıdır.
Devlet kendine düşman üreterek yaşamını sürdürür. Yurt içi, yurt dışı düşmanlar üretilmedikçe devletlerin dengesi kurulamaz. Ekmek gibi, su gibi, güneş gibi, devletlere düşman gereklidir. O nedenle, devletler süregelen hayatlarında, içte ve dışta sürekli düşmanlar üretirken, düşmanları her zaman değişebilir. Bugünün dış düşmanı yarın dost, bugünün dış dostu olan yarın düşman olabilir. İçte de aynıdır. Devlet kendine düşman bildiği, etnik, dinsel, ideolojik, ırksal grupları, sürekli değişkenliğe uğratır. Hatta devletin bir bölgesinde bir grup dostken, diğer bölgesinde düşman olabilir. Nitekim ülkemizde Hizbullahçı diye bilinen Radikal İslamcılar, doğuda PKK ile mücadelede devletin dostu iken, batıda düşmanıdırlar. Doğuda Müslümanların birlik ve beraberliğini savunduran devlet, batıda Müslümanların birliğine “ümmetçilik” diye karşı çıkar. Yapanları cezalandırır.
Devleti planlayanların elindeki en büyük sermaye medyadır. Medya bütün olanaklarıyla arka planda yapılan planlama doğrultusunda, fikirler, haberler üretir.
Devletin eğitim kurumlarının planlanması da, arka yüzdeki planlamanın bir uzantısıdır.
Mesela; ülkemizde işverenler, işyerlerinde çalıştırılacak bir ara form personel istedikleri için meslek liseleri oluşturularak, diğer liselerle eşitliği bozularak, daha üst okullara gitmeleri engellenmiştir.
Siyasi kadroların oluşturulmasında…
Ordu yapısının oluşturulmasında…
Eğitim kurumlarının oluşturulmasında…
İşverenlerin beyaz yakalı kadroları oluşturmasında…
Dernek, vakıf, parti yasalarının oluşturulmasında,
Devletin arka yüz planlaması önemlidir. Bütün bu noktalarda, devletin görünen yasal yapısında herhangi bir problem yoktur. Hani problem olsa bile, yasal değişikler yapılabilir.
Ancak, insanların yasal hakları varken, sübjektif yorumlarla yasal haklar kullanılamıyorsa, arka yüzde işleyen görünen yasadan daha güçlü bir yasa vardır.
Mesela; bazı kurum ve kuruluşlarda, yazılı, testli imtihanlar yapıldıktan sonra, mülakatlarla insanların tercihinde yetkinlik kullanmak, devletin arka yüzüdür.
Eğer bir kuruma ve kuruluşa, insanlar, etnik, ideolojik, dinsel, mezhepsel yapılarından dolayı alınmıyorsa, devletin arka yüzünün planı uygulanıyor demektir.
Devlet;
Kendine göre solcu
Kendine göre sağcı
Kendine göre Müslüman
Kendine göre laik
Kendine göre demokrat
Kendine göre devrimci
Kendine göre muhafazakâr
İstemektedir. Bütün bu farklı kavramların tanımları, sınırları devletin arka yüzünde planlanır, ön yüzünde uygulanır.
Etnik kökeninden dolayı bir insan, “ben …… olduğum için” devlet kademelerinde iş bulamıyorum. İşverenlerce işe alınmıyorum.
Dinsel, mezhepsel yapısından dolayı bir insan, “ben …… olduğum için” devlet kademelerinde iş bulamıyorum. İşverenlerce işe alınmıyorum.
Diyorsa, diyebiliyorsa, toplumun tepesinden, arka yüzünden, toplum derinden planlanmış, bu planlamaya göre toplumun bir kesimi, diğer kesimlere göre ikinci, hatta üçüncü sınıf sayılmıştır.
Bu durum bir bakıma yönetimin, toplumun bir kesimini, zayıflatması, zayıflatarak köleleştirmesinden ibarettir.
Kısaca toplum içinde yaşayan insanlardan bir bölüm, dili, rengi, mezhebi, etnik kökeni, kültürü yüzünden, toplumun büyük kesiminden ayrıştırılmış, soyutlanmış, değersiz hale getirilmişse, bu durum devletin arka yüzünde planlanmıştır.
Bu durumda, bir devlette yaşayan bazı insanlar, kendi değerlerini bulamadıkları duygusundaysalar önlerinde iki seçenek vardır.
Birincisi isyan, ikincisi kabullenme…
İsyan her toplumun başarabileceğin bir yapılanma değildir. Zira her isyan hareketi, toplumun arka yüzüne karşı ciddi bir eylemdir. Ne var ki bazı isyan görünümleri dahi toplumun arka yüzünde planlandığından, hangi isyan girişimin gerçekten isyan olduğu tartışılır.
Mesela; bugünün PKK yöneticilerinin, bir zamanların CHP’li, solcu, Kemalist olduklarına dikkat edilirse, PKK ile başlatılan Kürt isyanının, devletin arka yüzünde mi planlandığı, yoksa gerçekten toplumsal bir halk isyanı mı olduğu belirsizdir. Nitekim 12 Eylül darbesinden sonra PKK isyanlarının başlaması dikkat çekicidir. Yine son seçimlerde bazı bölgelerde BDP – CHP – MHP işbirliği, AKP aleyhinde birlik gibi görünse de, her partinin devletin arka yüzünde planlandığı dikkate alınırsa, bu birliktelikler, isyanlarda devletin arka yüzünde planlanmış olma ihtimalini artırır.
Ülkemizdeki, sağ, sol, İslamcı, mezhebi, etnik hareketlerinin birçoğunun, devletin arka yüzündeki çıkar güçlerince planlandığı, olayların tırmandırılarak darbe yapıldığı gerçeği unutulmamalıdır.
Etnik köken olarak, Kürtler, Çingeneler (romanlar)…
Mezhebi köken olarak, Şiiler, Aleviler…
Dinsel hareket olarak, İslamcılar, Hıristiyan ve Museviler…
İdeolojik hareket olarak, İslamcılar, solcular, sağcılar…
Devletin arka yüzündeki planlamalar doğrultusunda kimi zaman aktif, kimi zaman pasif görevlendirmelere tabi tutulabilirler.
Bu görevlendirmeler öyle yazılı, sözlü olmaz. Görevlendirmeler doğrultusunda iş yaptırmak isteyen güçler, medyadaki aydınları, habercileri, yazarları, çizerleri, bürokrasideki bürokratları, eğitim kurumlarındaki akademisyenleri fark ettirmeden kullanırlar.
Biz bu durumu, birden bire bazı olayların gündeme getirilmesi…
Tartışma programlarında hiç alakası yokken günlerce tartışılması..
Bazı haberlerin ön plana çıkarılarak günlerce, aylarca spotlar halinde verilmesi
Verilmesi gereken haberlerin toplumdan gizlenmesi
Olarak görebiliriz.
Sözü edilen bütün gruplar, devletin arka yüzünün planı doğrultusunda isyan noktasına gelebilir. Zira böyle bir durumda silah tüccarlığı, yiyecek ve içecek stokçuları, beyaz kadın, beyaz zehir ticareti hemen öne çıkar.
İsyanın alt boyutu anarşi, özellikle, etnik, siyasi, mezhebi düşüncelerin devlet düzenine karşı küçük çaplı isyanlarıdır. Genellikle, yürüyüşler, etrafa zarar vermeler, masum halkı korkutarak varlıklarını göstermeler olarak görülen anarşik eylemler, devletin arka yüzündeki çıkar gruplarını sevindirir. Zira her anarşik eylemde, toplum devletin görünen iktidarına sahip çıkar. Devletin arka yüzündeki güçlere ekonomik çıkar sağlar. Ülkemizdeki 12 Eylül darbesinin arkasından gelişen olaylar, derinlikli araştırmalar, 12 eylül 1980 yılı öncesinde, ülkedeki birçok anarşik olayın derin devlet tarafından planlandığını göstermiştir. 70’li yıllardaki birçok faili meçhul olayların, ölümlerin cevabının bulunmaması da dikkat çekicidir. Bugün kim ne derse desin, Ergenekon soruşturmaları devletin arka yüzündeki kavgadan ibarettir. Artık ülkemizde devletin arka yüzünde güçler çatışması vardır.
İkinci durum olan kabullenme de ise, toplumda ayrıştırılan, ikinci sınıf, hatta değersiz durumuna düşürülen toplum kesimleri kendilerine biçilen rolleri kanıksar. Böylece;
İşçiler işçiliği,
Fakirler fakirliği
Etnik köken ayrışmasında ikinciliği
Mezhebi, dini ayrışmada değersizliği
Kabul ederler.
Bu durumun ayrışmasında, Laik Türkiye Cumhuriyetinin Müslüman bir ülke olduğu gerçeğinde, diğer bütün dinler ikincidir. Ama devletin görünürdeki yansıması değildir. Devletin görünürdeki yansıması Türkiye Cumhuriyeti laik bir devlettir. Ancak devletin arka yüzdeki genel yansıması devlet İslam dinine bağlı Müslümanların devletidir. Devletin dini İslam’dır. O nedenle batıda İslam aleyhtarlığı bir hareket olduğunda, toplumun, siyasetçilerin, ideolojik grupların, cemaatlerin her birinden hemen tepkiler yükselir. Hatta bırakın İslam aleyhtarlığını, Osmanlı aleyhine bile yazılıp çizilse, söylemlerde bulunulsa, Osmanlıyı yıkıp, yerine cumhuriyeti kurduklarını söyleyen siyasiler bire tepki göstererek Osmanlı’ya sahip çıkarlar.
Devletin 1924 yılındaki yapılanmasında, ülkenin rejimi cumhuriyettir. Toplumsal yapılanmasında dinsel etken İslam ve İslam’ın Hanefi mezhebi ağırlıklı, Şafi mezhebi destekli yapılanmasıdır. 03 Mart 1924 tarihinde çıkarılan diyaneti teşkilatı esasiye kanunu, bugünkü Diyanet İşleri Başkanlığı ve daha sonra oluşturulan İmam Hatip okulları, İslam Enstitüleri, İlahiyat fakülteleri ülkeye Hanefi, Şafi mezhebini egemen kılar.
1921 yılında kurulacak devletin çatısını oluşturan teşkilatı esasiye kanunundan sonra, bilindiği gibi 29 Ekim 1923 tarihinde cumhuriyet ilan edilmiştir. Cumhuriyetin ilanından sonra da 03 Mart 1924 tarihinde teşkilatı esasiye kanunu yani 1924 Anayasası kabul edilmiştir.
1924 anayasasının kabul tarihine dikkat ediniz. Diyaneti teşkilatı esasiye kanunu ile 1924 anayasasının kabulü aynı tarihtir, 03 Mart 1924. Bunun bir rastlantı olduğunu kabul etmek mümkün değildir.
1928 yılında anayasadan “devletin dini İslam’dır” ibaresi kaldırılıp, 5 Şubat 1937 yılında laikliğin anayasanın ikinci maddesine yazılmasından sonra da, devletin görünen yapısı değişse de arka yüzündeki planlama değişmemiş, devlet Hanefi ağırlıklı, şafi destekli dinsel yapısını sürdürmüştür.
Bu nedenle, alevi toplumu sürekli ikinci plana itilerek, devletin görünen yüzünde etken olamamıştır. Onlarda etkinliği Kemalist olarak, solu öne çıkararak toplumda egemenlik aramaya çalışmışlardır. Mustafa Kemal solcu değildir. Mustafa Kemal alevi de değildir. Yönettiği Türkiye Cumhuriyetinde solculara göz açtırmamış, solun ünlü şairi Nazım Hikmet’in 1925–1938 arasında 11 kez yargılanmasına, cezaevlerinde yatırılmasına ses çıkarmamıştır. Her ne kadar Mustafa Kemal dönemindeki solcular, aleviler değer bulmak için Mustafa Kemal’den yana görünseler de netice solcuların, Alevilerin istediği şekilde olmamıştır.
Günümüzde alevi toplumunun kendilerini devletin ve toplumun kabul etmesi yönündeki söylemleri, devletin arka yüzündeki yapılanmasında ikinci plana itildiklerinin bir yansımasıdır.
İyi vatandaş, devletin yasalarına göre hak arayan, suçu varsa devletin vereceği cezalarda adalet bulandır.
Bir bakıma iyi vatandaş olmak, devletin arka yüzünde planladığı vatandaş kavramına, duygusal, kültürel, toplumsal olarak tabi olmaktır.
Bu ön kabul sayesinde, haksızlığa uğradığında, hakkını yasalarla arayan ama, hiçbir zaman bulamayan bir toplum oluşur.
Bu ön kabul sayesinde, halkın bilinçli bireyler olması engellenerek, plan doğrultusunda devlet tarafından üretilen, sınırları zorlayamaz, aşamaz bireyler toplumsal yapıyı oluşturur.
Ağlama, sızlanma, şikâyet sendromlarıyla kendini ifade eden, bireyler, toplumlar, kimlik krizi içinde, devletin arka yüzündeki planlamaya göre hareket ederler.
İdeolojik, dinsel, mezhebi, etnik, kültürel, ekonomik ayrışmayı kabul eden toplumlar, kendi kaderlerine razı olmuş, farklılıklarını demokrat olmanın söylemleriyle gündeme getirerek, kimliklerini kaybetmişlerdir.
Demokratlık, devletin arka yüzündeki planlamaya göre sınırlanan farklı fikirlere sahip olup, devletin ön yüzünde rahatça konuşuyor olabilmektir.
Ülkemizde, değişmez, değiştirilemez, tartışılmaz, tartıştırılamaz ilkelere, kurallara göre, insanlar farklı ideolojik, dini, mezhebi, etnik görüşlere sahip olarak, tartışılmaz kurallar sınırlarında fikirlerini tartışarak demokratlık yapabilirler.
Değişmez, değiştirilmez, tartışılmaz, tartıştırılamaz konuları tartışmaya, değiştirmeye yönelik her fikir, demokratlık anlayışının dışında, yasal, toplumsal, kültürel, ideolojik baskıya tabi tutularak faşizme geçilir.
Bu yönde devletin arka yüzünde oluşturulan birlik, plana aykırı her harekette medyayı, kurumları, kuruluşları ayağa kaldırarak özgürlüklerin, hakların dillendirilmesini engeller. Bu yapılanma da toplumun bölünen yapısı işe yarar. Zira toplum bölünen yanlarıyla devletin arka yüzüne çıkarları doğrultusunda yardım eder. Nedeni; toplumun bölünen yanları, kendi çıkarlarına göre devletten nemalanma yarışındadır.
Cumhuriyet döneminde, demokrasinin varlığından, özgürlüklerden söz ederken, birden bire böyle faşizan yapıya geçmeyi kimse anlamlandıramaz.
Böylece anlam verilemeyen her konuda, devletin arka yüzündeki planlama uygulanıyordur.
Eğer bir ülkede insanlar, etnik, dini, ideolojik, mezhebi, yapısından, inancından, yaşantısından dolayı;
• Devletin üst kademelerinde görev alması engelleniyorsa
• Askerin subay kadrolaşmasında engelleniyorsa
• Eğitim kurumlarının yönetiminde engelleniyorsa
• Hukuk kurumlarının üst yapılanmasında engelleniyorsa
Eğer bir ülkede insanlar, etnik, dini, ideolojik, mezhebi görüşünden, yaşantısından dolayı;
• İşçileştirilmeye, fakirleştirilmeye tabi tutuluyorsa,
• Toplumun iyi görmediği, kötü, pis, rezil saydığı bazı sektörlerde çalışmaya zorlanıyorsa
• Toplumsal ayrışmada, toplumun alt sınıflarına mahkûm ediliyorsa
Bütün bunların böyle yapılacağına dair yasalarda herhangi bir hüküm yoksa.
Anayasal haklarda toplumdaki bütün insanlar eşit haklara sahiptir denmesine rağmen, toplum yaşamında bu ayrışımlar yaşanıyorsa, devletin arka yüzündeki toplumsal planlamanın gerekleri yapılıyor demektir.
Görünen yasal düzenin uygulanmasındaki tüm bozuklukların, çelişkilerin, uyuşmazlıkların nedeni, devletin arka yüzündeki planlama doğrultusundadır.
Devlet; adalet konusunda kesin çözümler bularak, ürettiği bütün savcıları, hâkimleri, avukatları işsiz bırakamaz. Düşünsenize, avukatların, savcıların, hâkimlerin iş yok demesi, toplumda suçların işlenmediğine, insanlar arasında anlaşmazlıkların bittiğine işarettir. Bu durumda savcılar, hâkimler, avukatlar ne yapacaktır? Devlet onların önüne iş mi koyacaktır? Yoksa iş yok diye kapı dışarı mı edecektir?
Devlet; bütün halkına eşit davranarak, toplumun her kesimi aynı şekilde kucaklayamaz. Böyle yaparsa, kucakladığı toplum, devletin adaletsiz davranışlarında hep birlikte karşı çıkar, isyan eder. O zaman toplumu bölerek, toplum içinde devlete dost düşman edinmek gerekir ki, devlet sıkıştığında toplumun bir kesimi devletine sahip çıkarak, devlet düşmanlarıyla savaşsın.
Devlet; yurt dışında her devleti dost bilerek, askeri kurumlarını azaltamaz. Bir devlette askerlerin az olması, onların egemenliğini yurt dışından çok yurt içinde azaltmaya yönelik bir davranış olarak anlaşılır. Hâlbuki askeri güç her zaman bir devletin hem gücü, hem de tehdit aracıdır.
Devlet; yurt içinde barışı, rahatı, huzuru sağlayarak bütün polis gücünü işsiz bırakamaz. Polis gücünün azalması, devreye 12 Eylül 1980 öncesinde olduğu gibi askerin girmesine neden olur. Böyle bir durum ciddi rahatsızlık doğurur.
Devlet; eğitimi düzgün planlayarak, ürettiği bütün öğretmenleri, hocaları, profesörleri atıl duruma getiremez.
Hani Osmanlı döneminde batıda matbaa şu tarihte bulundu, Osmanlıya şu tarihte geldi derken suçladığımız mantık, devletin düzeltilmesinde de vardır. Düzeltilen tüm devlet kademelerinde, işler düzenlendiğinde personelin çoğunluğu işinden olacaktır. Halbuki devlet işler yürümüyor diye sürekli personel almak zorundadır. Sürekli personel alarak işsizliğin yaratacağı tehlikenin önüne geçer. Değilse işsizlik isyana dönüşebilir. Onun için devlet, bir kişinin yapacağı işi, on, on beş kişiyle başarmak zorundadır. İşlerin düzelmemesi, sürekli karışıklık üzerine toplumsal planlama yapılır. Amirler, memurlar işinden olmaz. Üstelik yenileri sürekli sisteme entegre edilir.
Bir bakıma devlet demek, kaos demektir, sorun demektir.
Peki kaos, sorun kime yarar?
Bu soruya şu şekilde cevap vermek mümkün mü?
Bütün kaoslar, sorunlar, devletin arka yüzünde planlama yapan çıkar gruplarına yarar.
Ne yazık ki, onlar çıkarlarına ulaşırken, toplumsal ayrışmalarla toplum kendi kaderine ya razıdır, ya tartışmaktadır, ya da isyandadır.
Ülkede yaşayan her insanın birey olarak, “ben bu oyunun neresindeyim” diye sorması bilincin başlangıcıdır.
Ülkede yaşayan her insanın birey olarak, “ben bu oyunda asla olamam, bu oyunu bozmam gerekir” diye inanması bilinçtir.
Devletin arka yüzündeki toplumsal planlamada değer bulan, etnik, siyasi, dini, mezhebi grupların, bu yapılanmadan övünç duyması, bencilliktir, çıkarcılıktır, insanlık dışıdır.
YORUMLAR
Baştan sonuna kadar çok kaliteli bir yazı ortaya çıkmış. Bütün olarak kritiği yapılacak ve bu yanlış denilecek yer yok gibi! Yalnız devletin ikinci planında, bir bakıma mezheplerin olgusu, bir bakıma dinin İslam ibaresi olarak kalması; bir tür yansımadır, süreçtir.
O kadar çok anlatılacak, o kadar çok kanayan yara ve o kadar çok kapatılmayan dert kapısı var ki; bir ara tekke ve zaviye cinsinden, ezan cinsinden insanların ruh haline ışık olacak aydınlatmaları kapatan bir zihniyet ile beraber, devlet olgusu hep yanlış akla gelir ülkemizde. Biz öyle bir devlet olduk ki zamanında, ağır, hasta bir dev öldü de, onun teriyle, pisliğiyle, ağız suyuyla bir devlet kurduk. Onun sahip oldukları nicelikleri yok saydık. Tarih o kadar yalan anlatıldı ki bize, kendimizi hep dolandırılmış hissediyoruz. Bu yönden bu yazının sonuna kadar sizin hissiyatını anlamış oldum. Gerçekten 'cızzz' dedirten bir sızıyla yazılmış bu yönden bu yazı.
Fazla söze gerek yok efendim. Emeğinize hürmetle..