- 1612 Okunma
- 8 Yorum
- 0 Beğeni
YAĞLI KULAKLAR
Yıl 1961. Daha dün gibi. Şunun şurasında 51 yıl geçmiş. Nedir ki? Beni 7 yaşına getiren hayat, ilkokul birinci sınıfa gideceksin demiş. Bir itirazımız mı var? Gitmişim. Ufak tefek bir çocuğum. Ailenin 6. ve en küçük ferdi. Tanır mısınız bilmem Şavul Mahallesinde İshak Emi’nin 3. oğluyum.
Evimizde kalan Zekeriya Duman Öğretmen gitmiş, Mevlüt Tekin Öğretmen mahallemize gelmiş. Çok şeker bir öğretmen canım. Tam bizlik. Teneffüslerde bizimle ip atlıyor, körebe oynuyor. Saklanıyoruz buluyor, saklanıyor bulamıyoruz. Mahalleli tarafından üstü cami , altı okul olarak yapılan binanın idari odasında bekar hayatı yaşıyor. Sabah okula geldiğimizde bizi yanına çağırıyor. “Akşam tam uyuyacaktım kurtlar geldi, kapıdan , pencereden içeri girmeye uğraşıyorlardı. Hepinize tek tek bağırdım. Gelin beni kurtarın diye duymadınız” diyor Sürmeli’ye, Orhan’a, Osman’a ve bana. Biz şaka yaptığını anlıyoruz tabiiki. Ama hoşumuza gidiyor öğretmenimizle konuşmak. Muhabbet güzel. Ara sıra bize şeker de veriyor. Oh ne güzelmiş okullu olmak.
Ben daha okula başlamamışken.Zekeriya Öğretmen benden para ister; karşılığında Kızı Songül’ü vereceğini söylerdi. Çocukluk işte. Babam bana ortası delik 2,5 kuruş demir para verirdi. Götürür Songül’ü isterdim. Songül benden büyüktü ama olsun. Madem para verdim kızı alacağım. Herkes aptallığıma gülermiş de anlamazmışım meğer. Sevmeyi, evlenmeyi o zamanlar mı öğrendik acaba?
Okula başladığımızda (Dünya ahret bacım olsun) Fadimeyle tanıştık. Tombul, kırmızı yanaklı, güzel yüzlü biri. Hoşlanıyorduk ondan. Kim mi? Sürmeli. Orhan ve ben. O yıllarda Bahçecik Mahallesinde okul yoktu. Fadime, ablası Şemsinur ve diğer arkadaşlarıyla sabah gelir, akşam dönerdi Bahçecik’e. Biz üçlü grup onları uğurlarken uzaktan uzağa “Fadime fat fat, kanatları kat kat” bir tekerleme uydururduk arkalarından. Bir gün böyle, beş gün böyle koro halinde şamata.
Bir akşam yine çok bağırmış olacağız ki; Şemsinur Abla: “Yarın sizi öğretmene söyleyeceğim, kulaklarınızı yağlayın” diye bizi yüksek sesle uyardı. “Kulak yağlamak” bizim orda “Sopaya hazır olmak” manasınadır. Ama biz nerden bileceğiz. Aramızda konuştuk, karar verdik. Yağlayalım.
Sabahleyin anbardaki yağ güvecinin yanına çömelip kulaklarımı bir güzel yağladım ve okul yolunu tuttum. Arkadaşlarım da aynısını yapmışlardı. Zil çaldı. İçeri girip yerlerimize oturduk. Şemsinur Abla parmak kaldırdı ve şikayetini yaptı. Bir anda kendimizi kara tahta önünde dizili bulduk. Öğretmenimiz sinirli sinirli kulağımızı çekiyor ama çektikçe eli kayıyor, bir türlü kavrayamıyordu. Bunu hepimizde denedi. Her defasında eli kaydı. Bir anlam veremediğinden bize sordu. “Ne bu kulaklarınızda, ne sürdünüz, ellerim neden kayıyor”
Olup bitenleri bir çocuk saflığıyla anlattık. Siniri geçmiş, gülmeye başlamıştı öğretmenim. Bütün öğrenciler bu gülücüklere katılmışlardı. Sınıfı renklendirmiştik.
Okul yıllarına ait hiçbir zaman unutmadığım bir anı olarak kalmıştır bende.
22/02/2012
YORUMLAR
''Kulak yağlamayı'' sayenizde öğrendim Yalçın Bey. Çok güzel bir anı .O zamanlarla yaşadığımız zamanı muhakeme ettim de her şey ne kadar değişmiş.''hangi zamanda yaşamak istersin?'' diye sorsalar bana inanın geçmişi tercih ederdim.Her şeyi kaynağından almak ve kaynağında yaşamak kimbilir ne kadar güzel olurdu.Paylaşım için teşekkürler....
//Anı yazmak,ölümün elinden bir şey kurtarmaktır.ANDRE GİDE//
İnsan duygusal belleğinde kayda geçmiş "anı"ları tekrar tekrar hatırlar,pusulanın hep kuzeyi
gösteren ibresi gibi, çoçuklukta ki yaramazlıkların da çoğu zaman cezalandırma şekli kulak
çekmeyi gösterir.Anı yazınızı gülümseyerek okudum,güzeldi.tebriklerimle...