- 791 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
*LAGRİMAS NEGRAS
Uzaktan, serbest adımlarla gelen bir atlının görüntüsü yaklaşıyordu. Dikkatle o yöne baktı Margia. Yanında uysal bir şekilde oturan köpeği Leonas da ayağa kalkmış ve kulaklarını dikmişti. Bu gelen, O olmalıydı.
Uzunca bir süredir hemen her gün aynı saatlerde bu yeşil ve aydınlık korulukta buluşuyor ve her konudan sohbet ediyorlardı. Daha yakına gelince el salladı Quarinho. Canlı bir şekilde karşıladı bu eli Margia. Bütün yüzüne yayılan gülümsemesi; içinde deminden beri kıvranan sancıyı tamamen alıp götürmüştü. Quarinho ile bütün dünyası yeniden aydınlanmıştı işte.
Kendisi ne kadar sabırsızlanıyorsa bir an önce sarılmak için; Quarinho’nun atı da kendisi gibi ağır, güvenli ve kendinden emin adımlarla yavaş yavaş geliyordu. Biraz daha yaklaşınca artık dayanamadı Margia. Quarinho’ nun kendisine tüm içtenliğiyle gülen çehresinden gözünü ayırmadan ona doğru koşarak gitti. Uçuşan eteği, savrulan koyu kahverengi saçları ve deli bir tay gibi koşması onu onbeşinde bir kız gibi gösteriyordu.
Attan indi Quarinho. Sevgilisinin kendisine gelmesini bekledi bir süre. Margia da gördüğü bu tutku ona dünyadaki her şeyden daha anlamlı daha güzel geliyordu. Hiçbir şey şu anda gördüğünden daha gerçek daha duygulu ve daha muhteşem gelemezdi. Sımsıkı sarıldı sevgilisine.
-Sevgilim, Margia ateş gibisin, dedi. Bir ateş gibi yakıyorsun tüm benliğimi.
- Quarinho’m, benim canım, canım sevgilim. Asıl yanan benim aşkından. Seni ne kadar özledim bir bilsen. Leonas bile çıldırıyor görmek için seni.
-Canım Margia, güneşim, bulutum, yağmurum. Gözümün gördüğü gökyüzüm.
-Quarinho’m.
Leonas, Quarinho’nun bacaklarına sürtünüyordu bir yandan.
-Hey, koca dostum Leo, dedi Quarinho. Gel bakalım buraya. İki eliyle köpeğin boynundan tuttu ve kucağına aldı Leonas’ı. Bir yandan elleriyle sırtını sıvazlıyor diğer yandan köpeğin gözlerine bakıyordu kahkahalarla gülerek. O kadar mutlu bir görüntüsü vardı ki Quarinho’nun. Margia bu mutluluğa gıptayla baktı. İçini kaplayan sevinç çığlıkları ona her şeyi daha anlamlı ve daha güzel göstermeye yetti. Şu anda gördüğü her şey ona dünyanın en güzel şeyleriymiş gibi göründü. Quarinho’nun beyaz yakası fırfırlı gömleği, şapkası, Leonas’ın kahverengi ve beyaz tüyleri, güneşin aydınlattığı dört bir yanı açık koruluk. Yaşamın güzelliği ancak insanın bütünleştiği bir başka biriyle beraberken mümkündü galiba. Şu anda her şeyde muhteşem bir bütünlük vardı. Kendi içinde bile.
Margia’yı atına bindirdi Quarinho. Kendisi de Margia’nın ayak bileklerinden tutmuş yanında yürüyordu. Leonas kimi zaman geride kalıyor kimi zaman da birden havlayıp koşarak kokusunu aldığı bir şeyin peşinden gidiyordu. Uzak dağların başında bembeyaz bulutlar ve hiçbir zaman erimeyen karlar görünüyordu. İçinde yürüdükleri uzun boylu otlar onlar yürüdükçe kırılıyorlar ve tozlar yayıyorlardı etrafa. Biraz ilerde kakao ve quava ağaçları ve kaktüsler görünüyordu. Ve oraya vardıklarında muhteşem Vinales Vadisi’nin benzersiz görüntüsüyle kendilerinden geçeceklerdi.
Margia eski bir şarkıyı söylemeye başladı:
“Beni terk etsen bile,
Bütün hayallerim ölse bile,
Sana kinlenip lanetlemek yerine
Düşlerimde bile sana dualar ediyorum.
Hayır duaları almak için sana dua ediyorum
Seni kaybetmenin ağır yüküne katlanıyorum”, -burda Quarinho’ da eşlik etti bu eski şarkıya.
“Ayrılığının verdiği derin acıyı hissediyorum,
Ve sen benim gözyaşlarımı görmeden ağlıyorum.
Karanlık gözyaşları,
Hayatım gibi kara gözyaşları…
Eğer beni bırakmak istersen
Şikayet etmeyeceğim.
Seninle geleceğim bir tanem bu benim hayatıma mal olsa bile
Geleceğim hayatım, aşkım o kadar kuvvetli ve çılgın ki
Burnunun ucundan öpeceğim.
Eğer beni bırakmak istersen
Şikayet etmeyeceğim.”
Lagrimas Negras dı şarkının adı.” Kara Gözyaşları”
İkisinin de gözleri dolmuştu şarkının bitiminde. Margia hıçkırarak burnunu çekti, yüzünü gizleyerek. Quarinho beline sarıldı Margia’nın ve “seninleyim bir tanem her zaman, dedi; hayatıma mal olsa bile.”
-Hayır, dedi Margia. Mal olmasın hayatına. Hayatımız yalnızca bizim olsun. Sen benim ol Quarinho, ben de senin. Senin olmaktan daha öte bir mutluluk bilmiyorum ben. Sevgilim, Quarinho. Nolur ayırmasınlar bizi.
-Ayıramazlar sevgilim. Bu toprakların her köşesinde ülkem için savaştım ben. Fuerzas Armadas ın kazandığı her cephede en öndeydim. İki tane soysuz dönmenin ihanetiyle kurşunlayamazlar beni.
-Sus, Quarinho’m ne olur sus. Belki de şuradalardır ve dinliyorlardır bizi ne olur bahsetmeyelim onlardan. Hem bak Vinales’e. Ne muhteşem değil mi?
Hakikaten de güneşin batmaya yakın kızıllığı tüm vadiyi eşsiz bir güzelliğe sevketmişti. Ortada düm düz bir vadi, kenarlarda oldukça iri kayalardan oluşan kanyonlar ve kenarlarında yüzlerce palmiye ağacı. Tek tük çiftlik evlerinin önünde dolaşan taylar, tavşan ve tavuklar vadinin doğal çehresine müthiş bir canlılık katıyorlardı. Baktıkları yerden biraz ilerde bir kayalığın kovuğunda insanlar oturmuş quayaba ve mojito içiyorlardı.
Margia attan indi ve Quarinho’nun dudaklarını ihtirasla öptü. Kalbi göğsünden fırlayacak gibi çarpıyordu. Ve özlemini gidermekten başka bir şey düşünmüyordu şu anda. Sımsıkı sarıldı Quarinho’nun güçlü beline. Quarinho da kollarıyla sımsıkı sarılmıştı Margia ya. Biraz uzaktan kahkaha sesleri geliyordu belli belirsiz. Birileri sanki Quarinho’nun adını söylüyordu ama çok uzaktan geldiği için tam anlaşılamıyordu bu sesler. Çılgınlar gibi öperken sevgilisini Margia, içinde beliriveren sıkıntıyı da unutmaya çalışıyordu. Sanki biraz sonra elinden alacaklarmış gibi sanki bir daha hiç göremeyecekmiş gibi sıkıca sarıyor ve tutkuyla öpüyor öpüyordu.
Kim bilir kaç kez dudaklarından, yanaklarından, gözlerinden ve boynundan öptü Quarinho’yu. Ona sarıldıkça daha sıkı sarılası, öptükçe daha çok öpesi geliyordu. Bu kadar hasretin fazla olduğunu biliyordu ama içinde yükselen bitmez tükenmez özleme de karşı koyamıyordu bir türlü. Sesler de bir yandan daha güçlü bir şekilde duyulmaya başlamıştı. Sesleri duymazlıktan geliyor ve onların görüş alanına girmelerinden ödü kopuyordu. Sanki onları görse bütün büyü bozulacak ve her şey oracıkta bitiverecekti. Quarinho nun da başını seslerden diğer tarafa çevirme çalışıyordu. Başını ellerinin arasına alıyor ve:
-Quarinho’m, bütün dünyam, sevgilim, hasretim, canım. Her şeyimsin benim sen. Nolur bırakma beni diyordu. Ve sesler en sonunda artık duymazdan gelinemeyecek kadar yakınlaşmıştı.
-Hey, Quarinho, dedi bir tanesi. Üzerinde kalın deriden bir bolero, altında kahverengi bir asker pantolonu vardı. Tüfeğini çapraz bir şekilde asmış namluyu ikisine doğrultmuştu.
-Çek bakalım şu kadını bir tarafa. Erkek erkeğe halledelim işimizi.
-Hey, geri durun bakalım dedi, Quarinho. Hainler sürüsü sizi. Bu kadın hepinizden daha erkek be!
Kahkahayla gülen kirli şapkalı iri adam araya girdi.
-İşin bitti Quarinho. Bizimle değilsen artık partiden de değilsin. Ordakiler de öldürülmeni onayladılar senin. Üstelik başında ödül de var, haberin var mı bundan?
-Margia önüne eğildi bu iri adamın,
-Nolur bırakın bizi gidelim, dedi. Siz eski arkadaşlarsınız, birlikte çarpıştınız devrim için. Yapmayın ona bir kötülük. Bırakın bizi gidelim buralardan. Yalvarıyorum size bayım.
- Çekil be kadın, dedi adam. Tüfeğin dipçiğiyle omuzlarından itekledi Margia’yı.
Quarinho, adamın üstüne atladı birden:
-Dokunma ona!!!
Ve ardından birbiri ardınca tüfekler patlamaya başladı. Giderek daha fazla şiddetleniyordu Margia’nın kafasında. Margia çılgınlar gibi bağırıyordu:
-Yapmayın, yalvarırım yapmayın. Kıymayın ona, Quarinho, Quarinho….
Son tüfek patlaması sesine eklenen bir cam şakırtısıyla gözlerini açtı Margia. Uyanmıştı. Üst üste gördüğü kabuslardan biri daha eklenmişti bu gece. Cam şakırtısı sesinin geldiği yöne doğru baktı. Leonas kırılan çerçevedeki Quarinho’nun savaşırken çektirdiği silahlı resmine bakıyordu. Margia da baktı resme.
Quarinho’nun silahlı kuvvetler tarafından kurşuna dizilmesinden bu yana on gün geçmişti.