- 544 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
Korkmuyorum
Aşık mıydı? Bilemezdi ki! Önceden yaşamamıştı ki, aşk mı değil mi bilebilsin… Şunu söyleyebilirdi yalnız, çok tuhaf bir duyguydu bu. Kocaman bir acının içinden minicik bir tomurcuk patlayıveriyordu birden. O bellibelirsiz sevinç, içinde gitgide büyürken bir noktasından yakalayıveriyordun güzel şeyleri.
O’nun gözlerini görüyordun her yerde. Sana bakan... Seni gösteren... O gözler varken, acı tomurcuklanamıyordu birtürlü. Başka kadınlar, yeni kalp çarpıntıları, duyguların eskimesi gibi tüm karanlık ihtimaller daha açmadan tohuma kaçıyor; çiçek açan yalnızca O’nun gözlerindeki o delice tutku oluyordu.
“Daldın.” dedi, sesinde yine o aynı tanımlanamaz duyguyla. Ne olduğunu bilmese de içine bu tatlı ürpertiyi veren… Sanki bir ormanda kaybolmuştu da, yollar hiçbir yere varmadan öylesine giderken bir şey kıpırdamıştı birdenbire. Tanıdık bir görüntü, bir dalın diğerlerinden çok farklı bir eğimle uzanıvermesi belki de, “Önceden geçtiğin yerdesin.” demişti. “Ormana girdiğin o noktaya çok yakın… Bak biraz zorlasan sen de göreceksin, dalların arasından uzanan o yolu.”
İşte o yolu gösteriyordu ona karşısındaki adamın sesindeki şey. Sadece sesi mi her şeyinde de vardı o pusula… Her kayboluşunda kendisine uzanan o sıcacık el…
“Korkuyorum bazen.” dedi mırıldanırcasına. Sanki duyurmak için değil de zaptedemediği bir duyguyu ele vermişçesine, apansız dökülmüştü dudaklarından kelimeler. Gözlerine bakamıyordu. Nasıl da ortaya dökmüştü en saklısını!
“Korkma!” dedi, tüm soru işaretlerini bir kutuya hapseden kocaman bir cevabı elleriyle uzatarak ona. O’nun avuçlarındayken elleri, korktuğu her şeyin dışarıda kaldığı minicik bir evrende buldu kendini. Sanki O hep bu masada olacaktı sonsuza dek. Hep aynı tutkuyla ve aynı güçlü kavrayışla tutacaktı ellerinden sıkı sıkı. Buradan kalkıp gitseler bile yine de hep var olacaktı bu tahta masa. İki yanında karşılıklı oturdukları, çevrelerinden gelip geçenleri bir gölgeye döndürecek kadar var oldukları...
“Korkmuyorum!” diye karşılık verdi. “Sen korkma dedin ya az önce… Öyle emreder gibi değil de korkacak bir şey olmadığına gerçekten inanarak… Sonra da ellerin aynı şeyi ellerime iletti ya… İşte o zaman inandım sana… En çok da ellerine… Eller yalan söylemekten hiç anlamaz çünkü.”