- 1003 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
ZORLU DÖNEMEÇLER (17)
ÜÇÜNCÜ BÖLÜM
1. AMERİKA’YA YOLCULUK
1960 yılıydı. Bu yılların politik ortamı, herkesçe malumdu. Herkes, bilhassa orta halli vatandaşlar, subay ve astsubaylar dahil, hayat pahalılığından şikayet ediyorlardı.
Bu arada, Hava Kuvvetlerinden gelen bir emre göre, Amerika’ya, ikmal kursu için subaylar gönderilecekti. Bir subay isminin bildirilmesi isteniyordu. Üs komutanlığı, benim ismim üzerinde duruyordu. Kd. Ütğm. Ramiz ise kendi isminin bildirilmesini arzu ediyor, bu yönde kulis faaliyetlerine geçmiş bulunuyordu. Evet herkes tarafından takdir edilen, çalışkan bir insandı ama sosyal davranışları iyi değildi. Hem de doğru, dürüst İngilizce bilmiyordu.
Netice olarak, 4ncü Üs komutanlığı bağlı olduğu 1nci. Tak.Hv.Kuvvet K.lığına ikimizin ismini de bildirerek, seçimi onlara bırakmıştı.
Günler geçmiş, Kuvvet Komutanlığından cevap gelmemişti. Bir gün oraya gittim, Loj. Bşk. Özcan Alb.ya durumu anlattım. (Ki onu uzun zamandır tanıyordum). ‘’Peki ben ilgilenirim’’ demiş, Ben de üsse geri dönmüştüm.
Bir hafta sonra, üs komutanlığına resmi bir emir gönderilmiş ve benim Amerika’ya gönderilmem gerektiği bildirilmişti. (Bu hususta Loj. Bşk. Kd. Alb. Özcan’ın rolü olup olmadığını öğrenemeyecektim. Çünkü Amerika’dan döndüğümde, yaş hat tinden emekli edilmişti.)
Hv. K. K.lığından gelen emre göre, Mayıs ayının sonuna doğru Amerika’ya hareket etmemiz gerekiyordu. Bu sebeple Bedia yengeye bir mektup yazıp kiralık ev bulmasını, durumun acil olduğunu bildirdim. Yavaş, yavaş da eşyaları toplamaya başlamıştık. Zaten eşya olarak fazla da bir şeyimiz yoktu
A. KADIKÖYDE ÜÇÜNCÜ EV
Kısa zamanda Bedia yengeden cevap geldi. Kendilerine ve çocukların evlerine yakın, Elmalı Çeşme sokağında bir ev tuttuklarını bildirmişti.
Oraya taşındığımızda gördük ki, gerçekten tuttukları ev, hem çocuklara hem de Bedia yengelerin evine yakındı. Ayrıca Salı pazarına ve Hatice halanın evine de yakındı. Ev sahibesi yaşlı bir kadındı. İzmitli, Hanife ablanın kızı evlenmiş, yaşlı kadının gelini olmuştu. Semahatın sayesinde bu ev bulunmuştu. Sokak üzerinde ahşap bir evdi, alt kadında ev sahibesi, üst katında da , biz oturacaktık. Tek kapıdan girmek suretiyle, ahşap bir merdivenle üst kata çıkılıyordu. İki yatak odası, geniş bir salon, mutfak, tuvalet ve banyo vardı.
Biz Eskişehir’de iken, Bedia yengenin küçük kızı Sahire evlenmiş, Kocası Necdet beyle, Eskişehir’e tayin olmuşlardı. Kocası Necdet bey bankacıydı. Sahire’den büyük olmasına rağmen, çok efendi insandı. Onu da çok sevmiştik. Evlerimiz yakındı. Görüşüyorduk. Şimdi de bir çocukları olmuştu. Adını Mehmet koymuşlardı. Onlardan ayrılırken çok üzülmüştük.
Bu arada çocuk deyince, acaba bizim neden çocuğumuz yoktu? Birinci kitapta da belirttiğim gibi, Bilecikte Orta Okul’da okurken, sıkıntılarım halen devam ediyordu. Allaha yalvarmıştım ve ‘’ Eğer çocuğum, benim gibi sıkıntı çekecekse, bana çocuk verme’’ diye dua etmiştim. Dolayısıyla eşim iki defa hamile kalmış, ikisinde de çocuğu aldırtmıştık. Tabii bu kararımızda, Gülcan ve Gülşeni, benim de çocuklarım gibi hissetmemin ve sevmemin rolü vardı. Ayrıca eşim benim halamın torunu olduğuna göre, Gülcan da Gülşen de benim akrabam oluyordu. Üstelik, senelerce beraber yaşamıştık. Yani birbirimize yakındık. Büyüğü bana ağabey, küçüğü de dayı derdi.
Kadıköy’e taşındığımızda Gülcan artık nişanlıydı. Taşınma işi bittikten sonra, ben tekrar üsse geri dönmüştüm, Amerika’ya gitmem için daha zaman vardı.
Bir hafta sonu, Yine irtibat uçağı ile arkadaşlar Yeşilköy’e uçacaklardı. Ben de onlarla beraberdim. Komutanın emir subayı Necdet Yzb. ile Fikret Yzb. benim gibi Anadolu yakasına geçiyorlardı. Onlara kiraladığımız eve kadar götürüp gösterdim. Ben Amerika da’yken, maaşımı alıp eşime vereceklerdi. Öyle anlaşmıştık. Bana ise, Kurs ve harcırah parası olarak dolar üzerinden toptan ödeme yapmışlardı.
Bu arada, Ben yoktum ama, eşimin görevleri vardı. Damadın ailesiyle tanışmış, Onları eve, yemeğe davet etmişti. Kendine göre de kızına çeyiz hazırlamalıydı. Hem annesinden kalan dükkanı satmış, hem de babasından kalan evin satışından paraları vardı. Ama Yasemini böylece sorunlarıyla yalnız bırakmak beni üzüyordu.
Bana verilen emre göre, 25 mayısta, Yeşilköy askerî üssünde bulunacaktım. Uçakla oradan hareket edecektik. Yeşilköy askerî üssüne ulaştığımda, bir Amerikan C-130 uçağının beklemekte olduğunu gördüm. Gidecek olan yalnız ben değildim, Çoğunluk Amerikalı askerî personeldi. Ayrıca benim gibi ikmal kursuna gidecek olan Kadri Bnb. vardı. Balıkesir üssünden geliyordu. Uçağa bindiğimizde, askerî malzemelerle dolu olduğunu anladım. Yolcular için ise ayrı bir bölme hazırlamışlar, koltuklar koymuşlardı. Daha önce de malzeme taşıyan bu uçaklarda, aynı şeye şahit olmuştum. Uçakları ona göre dizayn etmişlerdi.
Uçak pist başına varınca, pilot rotamızı anons etti. Önce Atina, sora Bin gazi (Libya), Azor adaları ve Çarliston(Amerika), Anladığın kadarıyla, Kadri Bnb.nın İngilizcesi pek iyi değildi. Ona pilotun anons ettiği rotayı tekrarlamak durumunda kaldım. Uçak havalandıktan sonra, Uçağın penceresinden dışarısını seyrediyoruz, nerede olduğumuzu anlamaya çalışıyorduk. Yarım saat süren bir yolculuktan sonra Atina hava meydanına indik. Amerikalı personel, bir şeyler yiyip içmek için dışarı çıktılar ama biz iki Türk subayını indirmediler. . Sebebi ise, Yine Türkiye ve Yunanistan ilişkileri bozulmuştu. Herhangi bir tatsızlık çıkmasın diye böyle bir tutum içine girmişlerdi.
B. LİBYA VE AZOR ADALARI
Uçak, Atina Askerî Hava alanından 15-20 dakika sonra hareket etti. Geçtiğimiz yerleri görmek için pencereden dışarı bakıyoruz. Uçsuz bucaksız Akdeniz üzerinden geçerken ise, dışarı bakarken, koltuklarımızda uyuyakalmışız. Bin gazi’de Amerikalıların askerî üssü vardı. Oraya indik. Yakıt alacak, uçuş ekibi değişecekti. Dolayısıyla, orada epey bir zaman kalmamız gerekecekti. Aklıma hemen, Turgut Reis’in türbesi geldi. Şöyle bir araştırma yaptım. Arada epey mesafenin olduğunu öğrendim. Türbe Trablusgarp’taydı. Bu sebeple vazgeçtim. Turgut Reis, Osmanlının sayılı kaptanlarındandı. 1500 tarihlerinde, 80 yaşında iken, Bilfiil düşmanla çatışırken, Malta’da şehit edilmişti. Trablusgarp’a defnedilmiş, bilahare, türbesi yapılmıştı.
Akşama doğru, uçuş ekibi yenilenmiş olarak havalandık. Koca Atlas Okyanusunu geçecektik. Bu arada saat farkı da doğacaktı. Gece yarısı, Azor adalarındaki, Amerikan askerî üssüne indik. Her nekadar uçakta yedirip, içiriyorlarsa da, herkes uçaktan indi ve gaziyona doğru yürüdük. Bir şeyler yemek, içmek istiyorlardı. Oralarda, bizdeki gibi erler hizmet etmediğinden her şey self servis şeklindeydi. Amerikalılar ve biz kuyruğa girdik. Amerikalılar, daha ziyade tost ve içecek bir şeyler sipariş veriyorlardı..
Sıra bana geldi. Ben de siparişimi verdim. Para ödemek üzere elimi arka cebime attım, para cüzdanı yoktu. Beynimden vurulmuşa döndüm. Diğer ceplerime de baktım, yoktu. Ya kaybetmiş, ya da düşürmüştüm. Cüzdanda topluca ödenen dolarlar vardı. Şimdi ne yapacaktım. Arkamda, kuyrukta olan Amerikalılar durumu anlamışlardı. Nöbetçi subayına telefon et, uçağı ve uçaktan gazinoya kadar geldiğimiz yolu araştırtsın tavsiyesinde bulundular. Nöbetçi subayına telefon ettim. Durumu anlattım. ‘’Peki, arattıracağım’’ Sözünü aldım. Ama için yine de rahat değildi..
15 dakika geçmeden, gazinoya bir siyahî girdi, elinde benim cüzdan vardı. İşçi olduğu her halinden belli oluyordu. Çok sevinmiştim. Sanki dünyalar benim olmuştu. Cüzdanı temizlik yaparken, oturduğum koltukta bulmuştu. Biz de adet olduğu üzere bir miktar bahşiş vermek istedim, kabul etmedi. Ne kadar iyi, dürüst insanlar var diye düşündüm. Acaba böyle bir olay Türkiye’mizde başıma gelseydi sonuç ne olurdu?!
Azor Adalarından hareketle, Amerikanın doğu sahillerindeki Charliston Askerî hava meydanına indik. Buradan bizi, domestik dedikleri iç hatlara yönlendirdiler. Gideceğimiz yere artık sivil uçaklarla uçacaktık. Terminal değiştirme sırasında sivillerin bana hayret ve gıpta ile baktıklarının farkına vardım. Düşününce bana böyle niye baktıklarını anladım. Ben resmi kıyafetliydim. Ve apoletimde de iki yıldız vardı. Sivillere göre burada, iki yıldız tümgeneral rütbesiydi. Askerler benim üsteğmen olduğumu biliyorlardı ama, siviller ise bu durumu bilmiyorlardı., Dolayısıyla Bana genç yaşında tümgeneral olmuş bir subay gözüyle bakıyorlar ve hayret ediyorlardı. Hayretimizi mucip olan bir başka şey de, Amerikalı subayların, ‘’Türkiye de ihtilal oldu, siz ne düşünüyorsunuz’’ diye sormaları oldu. Böyle bir hadiseyi ilk defa Amerikalılardan duyuyorduk. ‘’Yorum yok (No commnet)’’ diye cevap verdik, ama içimizden hayırlı olsun demekten kendimizi alamadık.
C. .AMARİLLO
Amerillo hava üssünde sivil uçaktan indik. Bizi askerî bir vasıta bekliyordu. Arabayla, Amerillo, İkmal ve Bakım Merkezine gittik. Burası çok geniş bir saha idi. Hem eğitim, hem de uçak bakım hangarları mevcuttu. Bizi önce, yatakhanelerin bulunduğu binalara götürdüler. Yatacağımız odaları gösterdiler. Tek kişilik fakat geniş bir odaydı. İçinde koltuklar, gar dolap, buz dolabı, tuvalet, banyo her şey mevcuttu. Oradan kahvaltı ve yemek yiyebileceğimiz gazino, oradan da eğitim göreceğimiz tek katlı binaları gösterdiler. Yatak odalarının bulunduğu bina ile burası arasında epey mesafe olmasına rağmen, yürüyerek gitmek mümkündü.. Sabahları dokuzda derslikte bulunmamız gerekiyordu. Kantin, revir ve şehir için her saat başı askerî otobüsler, kalkıyordu. Hafta sonları otobüslerle oralara gidebilecektik.
Seyahatimiz uçakla da olsa anlaşılan yorulmuştuk. O gece, yatakların rahat olması ve yorgunluk nedeniyle rahat bir uyku uyumuştuk. Ertesi Sabah, yattığımız yere yakın olan gazinoda kahvaltımızı yaptıktan sonra sınıfların bulunduğu binaya gittik. Dersliklerde bizim gibi müttefik devletlerden gelen subaylar olduğu gibi, çoğunluk Amerikanın muhtelif birliklerinden kurs için gelen subaylardan oluşuyordu. Böylece eğitime başlamış oluyorduk. Artık günlerimizin çoğu dersliklerde geçiyor, hafta sonlarında da Amerikan PX(Kantin) i, gazinoları ve Amerillo şehrinde geçiyordu. Bu arada, bir Amerikalı Ütğm.le (Poal) tanıştım. Hatta beni eşi ve iki çocuğu ile de tanıştırdı. Hem kendisi hem de eşi ve çocukları sapsarı idiler. Çocukları çok sevimliydiler. Şehirde oturuyorlardı. Kurs’u bitirdikten sonra nereye tayin edileceklerini merak ediyorlardı. Artık, Ütğm. Poal ile arkadaş olmuştuk.(Türkiye’ye döndükten sonra da mektuplaşacak, bana ailece fotoğraflarını gönderecek ve Alaska’ya tayin olduğunu bildirecekti)
Kursta, dersler daha ziyade, uçak malzemeleri için hazırlanmış kataloglar üzerinden sürüyordu. Bu kataloglarda, uçakların tiplerine göre, binlerce kalem malzemenin çizimler halinde uçak yedek ve ana parçaları gösterilmişti. Her parçaya ait çizimlerle, parça ve stok numaraları yazılmıştı. Mühim olan bu parçaları ve onların parça ve stok numaralarını doğru olarak bulabilmekti. Bu kataloglar, hem ikmal personeline, hem de bakım personeline hitap ediyordu. Bakımcılar, istek yaparken bu parçaların stok numaralarını iyi tespit etmesi gerekiyordu. Kataloglar ve teknik terimler hep İngilizce idi. Bazen bizim gibi Amerikalılar da anlamakta zorluk çekiyorlardı. Sıkıştığımızda da öğretmenlere sormak durumunda kalıyorduk. Türkiye’ye döndüğümüzde işimize yarayacak çok şey öğreniyorduk.
Kadir Bnb. yön bulma bakımından biraz zayıftı. Haftalar geçmesine rağmen, gitmek istediği yönü ( Örneğin : sabah dersliğe, akşam üstü, yattığımız binaya giderken yolunu şaşırması) bir türlü bulamıyordu. Muhakkak beraber gitmemizi istiyordu. Ben de kıdemli olduğu için onun dediğini yapıyordum. Dolayısıyla, PX ve şehir’e giderken de hep birlikteydik.
Bir gün derse gittiğimizde, Yzb. Hamdi(Gandi) ve arkadaşıyla karşılaştık. Arkadaşını ilk defa görüyordum. İkisi de ikmal kursuna gönderilmişti. Bizi, arkadaşı, Yzb. Ertuğrul ile tanıştırdı. Yzb. Kursa Bandırmadan katılıyordu. Hamdi Yzb.yı Gördüğüme çok sevinmiştim. Nede olsa bizim nikah şahidimizdi. Bana çok yakın ve efendi bir insandı.
Aradan bir müddet geçtikten sonra, Okul olarak, bölge içinde görülecek yerlere gezintiler tertiplemişlerdi. Kanyon (canyon) diye görülmeye değer bir yere götüreceklerdi Oraya gitmeden önce Öksüz(orphan) çocukların barındığı tesislere uğrayıp, onlarla öğle yemeği yiyecektik.
Öğle yemeğini, hava güzel olduğu için, tesisin bahçesinde hazırlamışlardı. Çocuklar cıvıl, cıvıldı. Dünyanın her tarafında olduğu gibi, çocuklar çok sevimliydi, cana yakındılar, her birinin gözleri pırıl, pırıl parlıyordu. Hele yemek yerken cıvıltıları insanın kulağını okşuyordu.. Çok da kalabalıktılar. Amerikalı kursiyerler dahil biz de kalabalıktık. Bu ziyaretin bir manası olması lazımdı. İdarecilere biraz para yardımı yapsam ayıp mı olurdu acaba? diye düşünüyordum. Ben böyle aklımdan geçirirken, arkadaşım Poal’un cebinden cüzdanını çıkarıp idarecilere para verdiğini gördüm. Ben ve diğer arkadaşlar da onu takip ettik. İçim rahatlamıştı.
Çocuklar ve idarecilere veda ettikten sonra, otobüslere bindik bahsi geçen Büyük Kanyonu görmek için yola koyulduk. Kanyon bölgesi, gerçekten görülmeye değer bir yerdi. Derin bir vadi boydan boya uzanıyordu. Tabiat senelerce uğraşmış, şekilden, şekle sokmuştu. Yeşillikler, çöller, şelaleler, Bizim ü
Ürgüp bölgesine benzeyen yönleri çoktu. Gözleri büyüleyen oluşumlar vardı. gez, gez bitmiyordu. Bakmaktan, izlemekten büyük zevk almıştık. Aksam üstü okul’a dönerken, duyduğumuz zevk devam ediyordu.
Hamdi ve Ertuğrul Yzb. larla konuşurken, Diş tedavisi için revire gideceklerini öğrendik. Kadir Bnb. ile, biz de gitmeye karar verdik. NATO antlaşmalarına göre, sağlık hizmetleri parasız sağlanıyordu. Diş doktoru orta yaşta bir kadındı. Ağzımı açtırıp dişlerimi kontrol etti. ‘’ oo, çok sağlam dişleriniz var, kökleri de güçlü görünüyor, hiçte çürük yok, biraz temizlersek iyi olur’’ dedi. Doktorun bu sözleri beni sevindirmişti.
Bir gün de dersliklerin önünde, Hamdi ve Ertuğrul Yzb.ları göremedik.
.Sorup, soruşturduk, kaza geçirdiklerini, bu sebeple hastanede yattıklarını öğrendik. Hocalardan izin alarak , onları ziyaret için hastaneye gittik. İkisi de kafa, göz sarılı yatıyorlardı. ‘’Nasıl oldu bu kaza?’’ diye sorduğumuzda, şöyle cevap aldık: -Gezip, etrafı görmek maksadıyla, bir araba kiralamışlar, Tarlalar arasındaki yoldan giderken, önlerine bir sığır sürüsü çıkmış, onlara çarpmamak için direksiyon kırınca şarampol’a yuvarlanmışlar. Olayı gören bir Amerikalı da alıp, hastaneye getirmiş. Arabayı kullanan da Ertuğrul Yzb. imiş. Doktorlar, 10 gün hastanede kalmaları gerektiğini söylemiş. Üzüntülerimizi ve geçmiş olsun dileklerimizi belirttikten sonra yanlarından ayrılmıştık...
Biz yakında Türkiye’ye dönecektik. Buraya gelmeden önce eşime söz vermiştim. Bir buz dolabı, bir de elektrikli süpürge getirecektim. Westinghouse marka bir buz dolabı ile, General Electric marka bir elektrik süpürgesi aldım. Maalesef ikisi de 110 volt cereyanlıydı. Bu sebeple de iki tane transformotor almak mecburiyetinde kaldım. Nakliye hususunda da anlaştık, bir nakliye firmasıyla aldığım malları, Türkiye’ye verdiğim adrese göndereceklerdi. Eşim, Gülcan ile Gülşen ve tanıdıklara da hediyeler almam gerekiyordu. Hatta Gülca’nın doğacak çocuğuna bir şeyler almayı düşünmüştüm. O devirde naylondan yapılan çamaşır ve çoraplar moda idi. Buluz, gecelik, çorap vs. alırken naylon olmasına dikkat etmiştim. Yine o sıralar, çocuklar için kovboy kıyafetleri ve tabancaları moda idi. Doğacak torun için de koyboy kıyafeti ve tabancası almıştım.
D. DÖNÜŞ-YOLU--İZLANDA
Kurs bitince, bize idare tarafından, Amerillo- Washington arası iki alternatifli yol teklif edilmişti. Uçak veya otobüs. –Kadir Bnb. ile tercih yapıp karar vermemiz gerekiyordu Düşündük, taşındık, nihayet otobüsle gitmeye karar verdik Belki biraz yorulacaktık, mesafe çok uzaktı. Buna mukabil pek çok şehir, kasaba, görülmeye değer yerler görecektik. Hamdi ve Ertuğrul Yzb.larla, Amerikalı arkadaşlar, ve öğretmenlerle vedalaştık.
İkimiz için yine bir askerî araba tahsis edilmiş, Bizi, şehrin otobüs garına götürmüşlerdi. Valizleri otobüs bagajına yerleştirdik. Otobüse girip oturduk. Otobüs çok konforluydu. Yatar koltukları vardı. Geceleri de seyahat edeceğimiz için herkese kuş tüyü yastıklar dağıtmışlardı. Otobüste yiyecek, içecek verilecekti. Buna mukabil belirli yerlerde mola verilecek, isteyen, istediğini yiyebilecekti. Aslında, otobüste tuvalet de olduğu söyleniyordu. Kadir Bnb. da ben de otobüsle yolculuğa karar verdiğimizden dolayı memnunduk. Gerçekten otobüs çok rahattı. Yolcular tamamlanmıştı. Kaptan mikrofonu eline alarak, takip edilecek güzergah hakkında bilgi verdi. Çünkü otobüs ekspres olarak seyahat edecekti. Bütün yolcular doğruca Washington’ a gidiyordu. Herhalde Amerikalılar yol güzergahını biliyordu ama içimizde bizim gibi yabancılar da vardı. Otobüs hareket ederken birkaç kişiden başka el sallayan yoktu.
Ana yola çıktıktan sonra, camdan, etrafımızı seyretmeye başladık. Epey köy ve kasabalar geçtik. Otobüs bizi sarsmadığına göre, yollar asfalttı, muntazamdı. Şimdilik gözümüzün görebildiği yerler yeşillik, ağaçlıklı, makine ile de olsa insan eli değdiği belli oluyordu. Daha sonraları, olabildiğince ıssız yerler görmeye başladık. Böyle yerleri geçerken, gözler bakmaktan yoruluyor, ve insanın uykusu geliyordu. İki defa mola verdik, ikisinde de yalnız dinlenme tesisleri vardı, etrafta ne köy ne de kasaba!
Yolculuk sırasında, çoğunluk Amerikalı olunca, onların konuşmalarından İngilizcemi geliştirme yönünden epey istifade etmiştim.
Yolculuğumuz bir gece, iki gündüz sürmüştü. Otobüs garında yine bir askerî vasıta bizi bekliyordu. Anlaşılan bu işleri iyi organize ediyorlardı. Bizi Kenedi Meydanı, askerî üssüne götürdüler. Bizi bu defa , C-160 askerî nakliye uçağı bekliyordu. Uçağa bindiğimizde, yine içinin malzeme dolu olduğunu gördük. Yine bizimle seyahat edecek Amerikalılar mevcuttu.
Kaptan pilot’un, rotayı belirtirken İzlanda dan söz etmesi merakımızı çekmişti. Yanımızdaki Amerikalılara sorunca uçağın, Askerî malzeme ve görevlileri bırakmak için İzlanda ya uğrayacağını, oradan da Paris’e uçacağını öğrendik. Tanrım , Kısmet edince , insanı nerelere götürüyordu!. Milyonlar versek böyle bir seyahate çıkamazdık. Kuzey Kutbu nere, Türkiye nere? Bu bizim için bir nevi devri âlem seyahati olacaktı!
İzlanda Hava meydanına indiğimizde, eşim için bir şeyler almak istedim ama uygun bir şey bulamadım. Ancak içi kürklü, 37 numara bir terlik alabilmiştim..
İzlanda dan hareketle, Atlas okyanusu üzerinden, Fransa’ya, Paris’e ulaştık. İsterdim ki uçak Paris’in üzerinde bir tur atsın, maalesef fazla bir yer göremeden, Orly hava meydanına indik. Orada THY. Uçağına aktarma olacaktık. Eşimin çok sevdiği ve vaktiyle kullandığı Şanuvar marka, Fransız malı losyonu almak istedim ama maalesef bulamadım. Ancak onun muadili bir losyon satın alabilmiştim.
Nihayet THY. Uçağına bindik. Kendimi sanki evimde hissettim. Hostes’e kaptan pilotun kim olduğunu sordum. Meğer devre arkadaşım, Nejat Ölez mış. Hemen yanına girdim. Sarıldık, bir iki dakika konuşma imkânı bulduk Hostesler bu durumu görünce yol boyunca bize itibarlı davrandılar. Yeşilköy hava meydanına indikten sonra arkadaşımla vedalaştık. Orada ben THY. Otobüsüne bindim, Kadir Bnb. da Yeşilköy askerî hava meydanına gitti., irtibat uçağı bulursa, oradan da Balıkesir’e uçacaktı.
Kadıköy’e geçtikten sonra bir taksi ile Elmalı çeşme sokağında bulunan evimize gittim. Bagajda bulunan, bavul vs , çıkardıktan sonra kapının ziline bastım. Eşim salonun penceresinden başını uzatınca beni gördü. Geleceğimi biliyordu ama zamanını değil.. aşağı inip kapıyı açtı. Hemen birbirimize sarıldık. Dikkatini saçlarımın durumu çekmişti. ‘’Conilere dönmüşsün’’ dedi. Gerçekten, AMERİLLO’ DA gelmeden önce tıraş olmuştum. Orada saçları çok kısa kesiyorlar, başın ortasını ve kenarları makineyle kısaltıyorlardı. Alnın üstünde de biraz kakül gibi saç bırakıyorlardı. Eşime göre, O günden sonra da takma adım ‘’Coni ‘’ olacaktı. Bana seslenirken genellikle ‘’Coni’’ diyecekti.
Bavulları vs.yi yukarı taşıdıktan sonra muhabbete daldık. Konuşurken benim de bir şey dikkatimi çekmişti. Eşimin tırnakları mor, tırnak etleri sanki yara içindeydi. ‘’Ne oldu böyle’ ’ deyince anlattı. ‘’Hani buzdolabı ve elektrik süpürgesi getireceğini biliyordum ya! Onların gümrük vergisini öderim diye tasarruf etmeye çalışmış, kendimi ihmal etmişim. Bu sebeple parmak uçlarımda yara olmuştu. Allah razı olsun, yine Halide abla imdadıma yetişti. Beni Yel değirmeninde bir Yahudi doktora gösterdi. Doktor da muayeneden sonra, bol, bol çilek yememi tavsiye etti. Tam çilek mevsimi olduğu ve Salı pazarı da burnumun dibindeyken, doktorun tavsiyesini kolaylıkla yerine getirdim. Dolayısıyla, ellerim biraz iyileşti ve bir müddet daha devam edeceğim’’ dedi. Ben de, ‘’Hay Allah! Ben getireceğim şeylerin gümrük parasını ayırdım. Onu düşünmedim mi zannediyordun’’!?
İki buçuk ay süren Amerika yaşamım hakkında bilgi aldıktan sonra, ‘’Peki, senin hayatın nasıl geçti’’ dediğimde: ‘‘Kızlar sık, sık geliyorlar. Gülcan, sen gittikten bir hafta sonra evlendi. Kalabalık bir aile, Nasıl, olacak bakalım. Gülşen’e gelince, haziran içinde tatile girdiler, Beşinci sınıfı bitirdi ama gelecek sene orta okula gitmem diyor. Zorlamak da bir işe yaramayacak gibi. Hele eylülde okullar açılsın, o zaman belli olacak’’ dedi.
‘‘Halide abla, sık, sık uğruyor. Hatice hala da arada bir geliyor. İzmitli Hanife abla ve kızı Samahat’da geliyorlar. Benden havadis bu kadar. Haa, bir şey daha var. Sen gittikten sonra, havalar birden soğudu. Ben de salona soba kurdurup, yakacak odun aldım. Önce küçük odunları bitirdim. Büyük odunlar ise sobaya sığmadı. Benim de aklıma, sobaya sığdırmak bakımından, ev sahibesinin odunlarıyla benim büyük odunları değiştirmek geldi. Çünkü onun sobası büyüktü. Biliyorsun odunluk, arka bahçede, Ben odunları değiştirirken komşulardan gören olmuş, senin odunlarını kiracın çalıyor diye yetiştirmişler. Kadın o zamandan beri benimle konuşmuyor. Bir de sen konuş, bakalım ne diyecek’’? Dedi Bir de yazı gösterdi. Karaköy, Gümrük müdürlüğünden geliyordu. Baktığımda ‘’Malınız gümrüğe geldi, çekebilirsiniz’’ diyordu.
Ertesi günü, Karaköy Gümrükler md.lüğüne gittim. Gümrük vergisini ödedikten sonra depoya gittim ve bir küçük nakliye arabasıyla eve getirdim. Buz dolabını ambalajı ile bıraktık, elektrik süpürgesini açtık. İyi ki transformotor almışım. Çalıştırıp, yerleri süpürmek suretiyle gösteri yaptım. Elektrik süpürgesinin acayip sesini duyan yaşlı kadın, yukarıya kadar çıkıp, ‘’nereden bu gürültü’ ‘ dedi. Biraz da kızgın görünüyordu. O zamanlar, herkesin evinde elektrik süpürgesi yoktu. Yaşlı ev sahibesine de nasıl çalıştığını gösterdim. ‘ İstersen senin evini de süpürüverelim’.dedim. Razı oldu ve pek de memnun kaldı. Sonra da fırsattan istifade, odun hikayesinin gerçek durumunu anlattım. Yaşlı kadın, yanlış anlaşıldığı için eşimden özür diledi. N e de olsa eski, gün görmüş, İstanbul hanımefendisiydi. Artık aradaki buzlar çözülmüştü.
2. MÜRTED HAVA ÜSSÜ
.Artık, birliğime, 4ncü üsse dönmem zamanı gelmişti. Üs, Eskişehir’den, Ankara-Mürtet’e intikal etmişti. Daha ben Ameri ya gitmeden önce, intikal emri gelmişti. O tarihten bu yana, mürtet üssü tamamlanmış, ve birlik intikal edip yerleşmekteydi. Bu havadisi de, aynı hafta sonu , irtibat uçağı ile Yeşilköy’e gelip bize uğrayan komutanın emir subayı Necdet Yzb. dan almıştım. Hatta,’’ biz Pazar günü ö.sonra Yeşilköy’den uçacağız, istersen, sen de gel’’ diye teklifte bulunmuştu. Benim de canıma minnetti. Teklifini hemen kabul etmiştim..
Mürtet meydanı üzerinde birkaç tur attık. Her şey yepyeni görünüyordu. Büyük bakım hangarları, ikmal depoları ve diğer binaların Damlardaki Kiremitleri parlıyordu. Piste indikten sonra uçak filo komutanlık binasına kadar seyrine devam etti. Pilot arkadaşlara teşekkür ettikten sonra, filonun arabasıyla, ikmal komutanlığına gittim. İkmal komutanı, Alb. Osman Çıklabakkaldı (sonradan soyadını Özer olarak değiştirdi)., stok kontrol sb, halen Yzb. Ramiz, depolar subayı olarak da Tğm. Muharrem di. Astsb. Arkadaşlarda değişiklik yoktu.,
Üssün İntikali sırasında, en büyük uğraşı Stok Kontrol ve Depolarda çalışan arkadaşlar vermiş olmalıydı.
A. LOJMAN TAHSİSİ
Şimdi üs personeli için en büyük sorun kiralık ev bulmaktı. Çoğu insanlar, benim gibi, ailesini getirmemişti. Herkes ev bulalım, sonra, taşınırız düşüncesinde idiler.
Şimdi herkes lojman konuşuyor lojmanların dağıtılmasını bekliyordu. Hava Kuvvetler K.lığı, meydanı inşa ettirirken, personelin iskânını da unutmamış, en yakın iskân yeri olarak, Yenimahalle’de geniş bir sahayı seçmişti. Bloklar halinde hem subay, hem de astsubaylar için, binalar yaptırmıştı. Normal olarak, personelinin tamamına lojman yaptıramamış. Pilotlar başta olmak üzere, Kritik görevde çalışanlar düşünülmüştü. Bunları bir arada oturtmakla, görevde öncelik esası nazarı itibara alınmakla beraber, üsse taşımak da kolay olacaktı. Lojman tahsisinde en büyük rol üs komutanı ile, gurup komutanları ve maliyeci Bnb. Talat ipekte oluyordu.
Şimdi personel beklemede ve huzursuzdu. Kim lojman listesine girecek, kim girmeyecekti. Doğrusu şu ki, üs komutanı ile, ikmal-Bakım komutanını henüz tanımıyordum. İkmal komutanı ile Talat İpeği tanıyordum. Ben de ikisine giderek durumu anlattım. Ve diğerleri gibi beklemeye başladım.
Neticede üs komutanlığının lojman tahsis yazısı ve listesi çıktı. Listede benim de ismim vardı. Çok sevinmiştim. Hemen eşimle sevincimi paylaşmak istedim, mektup yazdım.
Lojmanlar, Yenimahalle’nin girişinde, sağ taraftaki sahada, kuzeye doğru uzuyordu. Binalar bloklar halinde yapılmıştı.. Her blokta iki giriş vardı ve beşer katlı, yani, onardan 20 daireliydi. O tarihlerde halen emir erleri kaldırılmamıştı. Hemen hizmet komutanı, devre arkadaşım Süleyman Tekin’e gittim. Bir emir eri tahsis etmesini söyledim. Maksadım, eşimi getirmeden önce, bana tahsis edilen dairenin kaba temizliğini yaptırmaktı. Düşündüğüm gibi yaptım. Sıra taşınmaya gelmişti. İstanbul’a gitmek üzere İkmal komutanından izin almam gerecekti. Zaten hangi göreve verileceğim henüz belli değildi. Dolayısıyla izin almam da zor olmayacaktı. Nihayet lojmana taşınmış, ve yerleşmiştik. Karşı dairede, hizmet grup komutanı, Kd.Alb. Kamil Soyudal, eşi Ayten hanım, iki oğulları Cüneyt ve Cem oturuyorlardı. Kamil Alb. üssün en kıdemlisiydi. Sağlık sebebiyle uçuştan ayrılmıştı.Şeker hastasıydı. Onlar bizden sonra taşınmışlardı. -Bizim üstümüzde, İkmal-bakım gurup komutanı, Kd. Alb. Zati Keskin, eşi Melahat hanım, kızı Aynur, oğlu Doğan vardı. -Onların Karşısındaki dairede ise Üs Komutanı Remzi Alb. vardı. Bekardı. Bizim altımızda Pilot Yzb. Mehmet(Deli Mehmet) Şimşek, annesi, eşi ve kızı, -karşı dairede Bakım Komutanı Yzb. İsmail hakkı Cebesoy, eşi Melahat hanım ve iki kızı oturuyordu. -İkinci katta ise, iki yedek subaylıktan geçme Tğm. Niyazi ve ailesi --karşısında oto bölük komutanı Bnb. İsmail Göçmen, eşi Sevim hanım, bir oğlu ve kızı Suna oturuyordu. -Birinci katta, İkmal komutanı, Bnb. Osman çıklabakkal,(Özer) eşi Melahat hanım, iki oğlu, bir kızı.(Müjde),- Karşı dairede ise Maliyeci Yzb. Talat İpek, eşi.. bir oğlu bir kızı yaşıyordu. Binaların çevresi ve yollar düzenlenmiş ama henüz asfalt yapılmamıştı. Bu nedenle, yağmur yağdığı zamanlar, hep çamur oluyor, dolayısıyla merdivenler çamur içinde kalıyordu. Merdivenleri münavebe ile temizlemek de emir erlerine bırakılmıştı.. Biz emir erini evin içine almıyor, ev de iş yaptırmıyorduk. Ama bazıları evin içinde de iş yaptırıyordu. Evde iş yaptıranlar, bize sitem ediyorlardı. Bu durum hem askerler arasında, hem de aileler arasında dedikoduya sebep oluyordu. (Allahtan biz taşındıktan sonraki bir sene içinde bir kanunla, Emireleri kaldırılmıştı da rahat etmiştik). Artık merdivenleri temizleme işini sıra ile hanımlar yapıyordu. . Karşı dairedeki Ayten hanımla eşim iyi anlaşıyorlardı. İki arkadaş, çarşıya, pazara giderken çifte ayakkabı kullanıyorlardı. Asfalt yola yakın kasap dükkanı bulunuyordu. Çamurlu ayakkabıyı orada bırakıyorlar, temiz ayakkabıyı giyip, çarşıya. pazara temiz ayakkabı ile gidiyorlardı. Bu durum bir kış boyunca sürmüş, yaz geldiği zaman yollar ve çevre asfaltlanmıştı. Herkes de rahat etmişti.
B. CEMAL GÜRSEL- CUMHURBAŞKANI
27 mayısın sancıları henüz bitmemişti. Hâlâ sürüyordu. 17 kasım 1960 bildirisi ile Alb. Türkeş ve 14 arkadaşı tasfiye edilmişti, yeni bir MBK. Kurulmuştu. Fakat bu işlemler yapılırken, ortaya tehlikeli durumlar çıkmıştı. 14 ler tarafından yapılacak karşı bir harekâttan korkuluyordu. Cumhurbaşkanı Cemal Gürsel, Hv.K.K.lığına, daha dorusu 4ncü üs Komutanlığına, Mürtet’e sığınmıştı. Gerek nizamiye, gerekse Zir deresi bölgelerinden gelebilecek bir tehlikeye karşı her türlü tedbir alınmıştı. Tanklara karşı dolu asfalt bidonları yerleştirilmiş, uçaklar pist başında harekâta hazır bekletilmişti. Ben nöbetçi subayı olarak hiç uyumadan nöbetçileri muhafız birliklerini kontrol ediyordum. Üs komutanı ve nöbetçi amiri dahil herkes tetikte sabahı etmiştik. En büyük korku, kardeş, kardeşi vurma korkusuydu. Allahtan beklenen olmamış, büyük bir stresten kurtulmuştuk. Bilahare Cumhurbaşkanımız, üssü ziyaret ederek, bizlerle beraber resim çektirme nezaketi göstermişti.(Hatıra olarak sakladığım o resim, Albümümde özel olarak yerini alacaktı)
Karşı dairede Soyudal ailesi oturuyor demiştim. Ayten hanım biraz geçimsiz biriydi. Eşimle aynı yaşlarda sayılırdı. Komşularının her birine bir kulp bulan biriydi. Bu biraz da kâmil Alb.yın kıdemli olmasından kaynaklanıyordu. En çok da Talat Bnb. nın eşi Fazilet hanıma takmıştı.. Fazilet hanım Merzifonluydu. Sakin, sessiz efendi, kendi halinde bir insandı. Zaten Talat Bnb.nın baskısından kafasını kaldıracak hali yoktu. Onların olmadığı toplantılarda, Ne zaman adı geçse, Ayten hanım, ‘’Merzifon eşeği’’ diyerek, Fazilet hanıma, hakaret etmek isterdi. Eşim de komşularla Ayten hanımın arasını dengelemeye çalışırdı. Eşimle çok iyi anlaşıyorlardı. Babası ve annesi İzmir’den misafir gelmişlerdi. Bizimle de tanıştırmışlardı. Kızının huyunu iyi bildiği için zahir, babası, ‘’Komşunla iyi geçin, sakın ha! Yasemin hanımla Aranı bozma. Eğer iyi geçinmezsen, bir şey duyarsam, karşında beni bulursun’’ derdi. Ayten hanımın babasından çok çekindiği ve saygılı olduğu belliydi Zaten eşimi, bütün komşular seviyor ve takdir ediyorlardı. Eşim de, Ayten hanıma, bütün komşularla iyi geçinmesini, alttan almasını tavsiye ve ikaz ederdi.
Çarşıya, pazara, her yere birlikte giderlerdi. Eli oldukça sıkı idi. Eşim de tutumluydu. (Maaşımız azdı ne yapsındı) Lojmanlardan, Yenimahalle’nin taa batısında kurulan pazara yürüyerek beraber giderlerdi. Bazen iki sefer yaptıkları olurdu. Eh onlar kalabalık aile idiler, bizimkine ne oluyordu acaba? En çok aldıkları da bilhassa mevsiminde, enginardı. Ayten hanım İzmirliydi. Enginarı iyi biliyordu. Eşim de öyle.! Ankara enginarla daha yeni, yeni tanışıyordu. Kadınlar, iki komşunun çok enginar alışlarına bakıp hayret ederler ve sorarlardı. ‘’Bu nedir, nasıl pişiriyorsunuz?’ ‘ diye. Onlar da hem zeytin yağlısının, hem de etlisinin nasıl pişirileceğini tarif ederler, hem de faydalarından , bilhassa karaciğer için şifa olduğundan bahsederlerdi.
Ayten hanım, iki oğlunu da bana göre iyi yetiştiriyordu. Onları hem okutuyor (Lise ve orta okul) hem de, icabında, ev işleri yaptırıyordu. ‘’Bunlar büyüyecek, evlenecek, ev işlerinde hanımlarına yardım edecekler’’derdi. Çocuklar annelerinden, herhangi bir konuda şikayetçi oldukları zamanda, Yasemin teyzelerine koşarlar, şikayetlerini ona anlatırlardı. Eşim de anne ve çocuklarının arasını, bir şekilde bulurdu.
Genellikle yaz aylarına, hafta sonu gezilerine soyu dallarla beraber giderdik. Bazen Kâmil Alb. ‘’haydi bizim akrabaları ziyarete gidelim’’ derdi. Akrabalar dediği de Atatürk Orman Çiftliğindeki, hayvanlardı. Kâmil Alb. bilhassa hanımının yanında fazla ses çıkaramazdı ama, böyle esprileri de boldu.
Bazen de topluca, uzak yerlere otobüslerle pikniğe gidilirdi. Bir seferinde Çubuk barajına, bir seferinde de Kızılcahamam Çam koru’ya gitmiştik. Her ikisinde de sıcakta, ağaçların gölgesinde, pinik yapmış, çok zevkli saatler geçirmiş, haftanın yorgunluğunu atmıştık.
Bazen de nöbetçi olduğum, veya Amerika dan malzeme taşıyan uçaklar gelip beni üsse çağırdıkları (Ki genellikle hafta sonları) zamanlar, eşimi ve Soyu dalları da götürür, benim görevim bittikten sonra da üste piknik yapma imkanı bulurduk. Bir seferinde, Yine böyle malzeme taşıyan uçaklar gelmiş nöbetçi subayı sorumlu olarak beni çağırtmıştı. Tabii, bu arada ikmal Astsubaylarını da getirtiyordum, Eşim ve Soyu dallar da gelmişlerdi. Beni malzeme ambalajlarını uçaktan indirmeye yardım ederken görmüşler hayret etmişlerdi. Ben de ‘’ bunu astsubay ve erleri teşvik etmek için yapıyorum ‘ diyerek maksadımı açıklamıştım. Gerçek de bu yöndeydi. Erler ve Astsubaylarla birlikte, elimi taşın altına koyarsam işler daha çabuk biterdi.
Bazen de hafta sonlarında, ailece toplanıp, beş kuruşuna kağıt oynardık. Osman Alb. eşi Melahat hanım, Talat Bnb. eşi Fazilet hanım, Başka blokta oturan, Osman Alb.ların arkadaşları, Kur.Alb. Kenan ve eşi Yıldız hanım oyuna iştirak ederlerdi. Kâmil Alb.lar katılmazlardı. Ayten hanım hem oyun bilmez hem de Fazilet hanımı sevmezdi.
Bu arada, An-Amerika’da ikmal kursu ile ilgili sertifika gönderilmiş, hem de kurs gördüğüm eğitim merkezinin komutanı ile Jussmat’ın komutanı tarafından beni takdir edici ifadeler kullanılmıştı. Aynen şöyle diyorlardı:
Konu:Tebrik yazısı,19 Ekim 1960li Amerillo Hava Üssü Komutanlığı.
(TUSAFG-JUSMMAT, Ankara-Türkiye)
Nereye: Türk Hava Kuvvetleri, Ankara-Türkiye
1.Üsteğmen Yusuf Cantürk’ün başarıları hakkında General Pottenger tarafından yapılan tebriklere,kendi tebriklerimi de katmaktan büyük bir haz duymaktayım.
2.Üsteğmen Cantürk tarafından gerek akademik ve gerek sosyal bakımlardan ulaşılan başarılar bilhassa kayda şayandır.Mumaileyhin dershanede elde ettiği yüksek dereceler ve Amerikan Camiası içinde tesis etmiş olduğu birçok dostluklar, Üsteğmen Cantürk için olduğu kadar Türk Hava Kuvvetleri için de büyük bir itibar kazandırmıştır.
(İmza)
E.F.STODDARD
Alb. USAF
Amr.Hv.Kv.kısmı, I inci Başkan
Yukarda belirtilen yazı, Türk Hv, K. K.lığından 4ncü Üs komutanlığına gönderilmiştir.
Yeni mahalle ile üssün arası, otobüslerle, 45-50 dakika sürüyordu. Tabii konvoy halinde gidip, geliyorduk. O zamanlar yollar da henüz pek iyi değildi. Topraktı. Zir deresini geçip, sağa, üsse saptığımızda, 3-4 km.lik yol çok güzel asfaltlanmıştı. Oraya dönünce şikayetimiz kalmıyordu.
Bir saatlik bir mesafe olduğu halde, çektiğim çilelerden dolayı köye hiç gitmemiştim. Köye gitmeyi değil, Aklıma bile getirmek istemiyordum. Annem ve ablam köyde idiler, Fevzi eniştem Ankara çimento fabrikasında çalışıyor, Büyük oğlu Mehmet de babasının yanında okuyordu. Bu arada, Fevzi eniştem Büyük Esat semtinde bir ev almıştı. Kasım ayından sonra ablam Nadire de büyük Esastaki evlerine gelir olmuştu. Annem de ilk defa bizim eve, lojmanlara geliyordu. Eşim ve ben normal olarak çok sevinmiştik. Annem eve gelir gelmez, hoş-beşten sonra, Eşim, hemen, banyoyu özel olarak yakmış, banyo yaptırmış ve çamaşırlarını değiştirmişti. Maalesef, o zamanlarda köylerde bit bulunuyordu. Ablam da ziyaretimize gelmiş, ilk defa görümcesini görmüş ve ikisi de birbirlerini çok sevmişlerdi. Annem ise İzmir de tanımıştı Onu. Haliyle şimdi gelinini çok daha fazla seviyordu. Zaten annem sakin, iyi huylu, güler yüzlü aynı zamanda marifetli bir insandı. 10-15 gün bizde kalmış, sakin, sakin oturmuş, gelinin her dediğine ‘’pekiyi kızım’’demişti.
C. F-104G UÇAKLARI
Ufak, tefek problemlere rağmen, 4ncü üs konuşlandığı Mürtet meydanına yerleşmişti. Ne var ki, Kanada hükümetinin, NATO ‘ya girdikten sonra, rektifiye ederek, verdiği F-86 uçakları miadını doldurmaya başlamıştı. Dolayısıyla, uçak kazaları artıyordu.. Bir gün, İkm.-Bkm. Gurup komutanı, Hv.K.K.lığı karargâhına gitmiş, dönüşünde de bir haber getirmişti. Bu habere göre, F-86 Uçakları servisten kaldırılacak. Yerine , Amerikan hükümeti tarafından hibe olarak F-104G uçakları verilecekti. Türkiye daha modern bir uçağa sahip olacaktı. Bu bakımdan sevindirici bir haberdi. Ama yine yükün çoğu ikmal personeli üzerine yüklenecekti
F-104G Uçaklarına ait yedek parçalar, 1963 yılından itibaren üsse gelmeye başladı. Doğal olarak bunların gelişi ve depolara yerleştirilmesi İkmal Komutanlığı personeline aitti.
Bu arada Hv. K.K lığından bir emir gelmişti. Bir bakım ekibi, İzmir Çiğli üssüne gönderilecekti. Ekip içinde bir de İkmal subayı olmalıydı. Üs Komutanlığı olarak, benim gitmemi emretmişlerdi. Yani bakım ekibi içinde ben de olacaktım.
F-104G uçakları, Çiğli Üssüne Demonte olarak deniz yoluyla gelecek, Çiğli Üssünde monte edilecekti.. Bu nedenle hem Amerikalı hem de Türk Bakım Ekibi bulunacaktı. Bu sayede de Türk Bakım Ekibi, Amerikalı Ekipten F-104G lerin bakımı konusunda çok şey öğreneceklerdi. Bakım Ekibinin başında Yzb. Sezal vardı. Ben de ikmal Ekibinin başında bulunuyordum. Üste monte edilen uçaklar uçarak Mürtet’e 4ncü Üsse gideceklerdi.
F-104G uçaklarına gelince: J79-GE19 tipinde güçlü bir motora sahipti. Her türlü hava şartlarında uçma kabiliyetine sahipti. İkişer kanat altında, bir de gövde altında olmak üzere 5 adet AİM’Sidefinder’ infraret güdümlü füzeleri bulunuyordu. Hem havadan, havaya, hem de havadan yere muharebe etme kabiliyetine sahipti.
Çiğli Üssünde Amerikalıların tesisleri de vardı. Biz de onların barakalarında kalıyorduk. Odalar konforlu, yataklar rahattı. Soğuk havalarda, sıcak hava üfüren kaloriferler vardı.
Bir de Yedek subaylıktan geçme tercüman vardı. NATO Napoli karargahında da görevde bulunmuş, arabasını deniz yoluyla Türkiye’ye gönderirken çaldırmıştı. İtalyanlara ait hikayeleri boldu. Anlatmakla bitiremiyordu.
Çiğli Üssünde Türk Ekibi bir ay’a yakın kalmış, Uçakların monte işlemleri bittikten sonra Üsse dönmüştük.
Mart 1963 yılında, 144ncü filo teşkil edildi. Halen, 141 ve 142 nci filolar, F-86 lılarla göreve devam ediyordu. Temmuz ayında, 15 adet F-104G uçağı geldi. Daha sonraki aylarda, uçaklar peyderpey gelmeye devam etti. Bunların arasında az da olsa Kanada yapımı uçaklar da vardı ama, teçhizat, silah, mühimmat ve yedek parçalar Amerikan hükümeti tarafından sağlanıyordu.
Bu arada, Gülşen, evlenmek istediği, deniz tğm. Bülent’i bizimle tanıştırmak maksadıyla, lojmanlara, eve getirmişti. Bülent, uzunca boylu, yakışıklı, yapısı sportif, saygılı, pırıl, pırıl bir delikanlıydı. Eşim de ben de Gülşeni gördüğümüz için çok sevinmiştik. Uygun bir çift olacağa benziyorlardı. Şimdilik hayırlı olsun demekten başka yapılacak bir şey yoktu. Fazla da kalmadılar. Geldikleri gibi gittiler.
D. KURMAYLIK SINAVLARI
Eşim, Gülcan’ın doğumu için (26 Ağustos 1960) doğum sırasında kızının yanında bulunmak üzere, Kadıköy’e Hamamcı ailesinin evine gitmişti.
Günler böyle devam ederken, seneler de geçiyordu. Uçan arkadaşları gördükçe, kendimi ezik hissediyordum. Kendime bir yol çizmem gerekiyordu. Bu konuyu eşimle de konuşmuştum. Kurmay olmak istiyordum. ‘‘pek ümidim yok ama karşı da çıkmam’’ demişti. Bilhassa, Hava Harp Akademisinin İstanbul’da ve çocuklarına yakın olması ona cazip gelmişti.
Hani, bazen, hafta sonları, muhabbet olsun diye, kağıt oyunu oynadığımızdan bahsetmiştim ya! Kenan Alb. kurmaydı. Üstelik levazımcıydı. Bilhassa İkmal komutanı Osman Alb. ile ailecek iyi görüşüyorlardı. Bize de geliyorlar, biz de Onlara gidiyorduk. Onlara gittiğimiz bir akşam, Kenan Alb.ya ‘’Kurmay imtihanlarına girerken çalıştığınız notlarını, bana verip, veremeyeceğini’’ sordum. ’’ Derhal, yeter ki sen iste’’ dedi ve hemen notları getirip bana vermişti. Tabii aynı konuda, daha başka notlar ve kitaplar da bulmuştum.
Daha önce bahsettiğim gibi, lojmanlarla üs arası, 45-50 dakika sürüyordu. Arkadaşlar, muhabbet edip, araba plaka numaraları üstüne tek-çift oynayıp vakit geçirirlerken, , ben de arka koltuklara oturup ders çalışmaya başlamıştım. O tarihlerde TV. de olmadığından, geceleri de çalışıyordum.. Şimdi ise eşim kızının doğumuna gittiği için bu fırsatı değerlendiriyordum. Bazen, mesaide iken bile, öğle yemeğini acele yiyerek zaman kazanıyor, .Kitap okuyup, ders çalışıyordum. Kararım kesindi, değişmeyecek, böyle çalışmaya devam edecektim.
Üste benim gibi, imtihanlara çalışan uçucu arkadaşlar da vardı. Herkes de benim hazırlandığımı biliyordu. Osman Alb. İkm.-Bkm. Gurup komutanı olmuş, ikmal komutanı olarak da üsse, Alb. Hüseyin Dalkılıç tayin olmuştu. Onu Eskişehir ikmal merkezinden tanıyordum. Bir gün, öğle yemek saatinde, bir tarafa oturmuş kitap okuyordum, Dalkılıç Alb. yanımdan geçiyormuş, ben farkında değildim. Durup, ‘’Ne okuyorsun’’ diye sordu. Durumu anlatınca, ‘’Seni can-ı gönülden destekliyorum, devam et’’ demişti (Bu sözünü hiç unutmayacaktım)
İmtihanlar nisan ayında, senede bir defa Eskişehir’de yapılıyordu. İmtihana gidecekler için irtibat uçakları tahsis ediliyordu. Bizim üsten beş pilot arkadaş daha vardı . İmtihanlar Eskişehir ordu evinde yapılıyordu. Bunun için bir salon ayırmışlar, nezaretçi öğretmenler tahsis etmişlerdi. Sene 1963 idi. Adı üstünde, imtihan! İnsan yine de heyecanlanıyordu. Ama benim için hayatî bir öneme sahip değildi. Bu bakımdan heyecanım daha az sayılırdı. İmtihan sorularını cevaplarken fazla kafa yormadım, yorulmadım. Uçakla dönüş sırasında da, arkadaşlarla verdiğimiz cevapları kontrol etme imkanı bulmuştuk. Cevaplar fena değildi. Bu saatten sonra yapılacak bir şey yoktu. Neticeyi beklememiz gerekecekti.
Aradan iki ay geçmiş, bir yazı ile kazananlar, kazanamayanlar, akademiye kabul edilenler belli olmuştu. Ben kazanmıştım, ama kabul edilmemiştim. Bunu da sebebi şöyle idi. İmtihana girenler arasında kontenjan mevzubahisti. Akademiye 20 talebe alınacaksa, bunun 16 sı pilotlardan, 4 ü hava yerden yani uçucu olmayanlardandı. Hava yerlerin içinde ise, ikmal, bakım, muhabere, levazım,,otocu gibi çeşitli sınıflar mevcuttu. Ama pilotların kontenjanı daha fazla idi. İmtihan kazanılmış olsa dahî, yukarda belirttiğim kontenjan’a giremediği takdirde, alınan not sıralamasına göre akademiye kabul edilmiyordu.
Akademiyi kazanamadım diye dünya başıma yıkılmamıştı. 4ncü üste görevime devam edecektim. Ama dört defa imtihana girme hakkım vardı. Ve bu hakkımı kullanmaya kararlıydım
Üste çalışan personel arasında, maaş yönünden bazı farklılıklar vardı. Pilotlar, maaşlarının %100 oranında tazminat alıyorlardı. Bakım personelinin seslerini duyurmaları nedeniyle, yeni bir tazminat kanunu çıkmış, maaşlarının %40 oranında tazminat almaya hak kazanmışlardı.. Bu defa ikmal ve diğer yer personeli de seslerini duyurmaya çalışıyorlardı.
Bakım komutanlığı personel kadrosunda, ikmal astsubayları mey anında bir de ikmal subayı kadrosu bulunuyordu. Ama bu zamana kadar, subay olarak kimse verilmemişti. İkmal komutanı Alb. Hüseyin Dalkılıç, üs ve Bakım gurup komutanı onayını almak suretiyle bir subayın bakım kadrosunda gösterilip, %40 tazminat almasını sağlamaya çalışıyordu. Kadroya en uygun rütbeli subay da bendim. Dolayısıyla beni o kadroya tayin etmişlerdi. Eşim ve ben tutumlu insanlardık. O parayı biriktiriyorduk. Maksadımız bir arsa veya ev almak suretiyle paramızı değerlendirmekti. Ben Yenimahalle, Karşıyaka’da bir arsa almayı düşünüyordum. O zamanlar orada arsanın metre karesi sekiz liraydı. Eşim ise buna bir türlü razı olmuyor, İstanbul’da çocuklarına oldukça yakın bir ev almamızı istiyordu. O’da haklı idi. Dolayısıyla bu işi zamana bırakmıştık.
1963 yılında, yazlık iznimi geçirmek üzere, Hava Kuvvetlerine ait, İstanbul-Kartal Cevizli kampına gitmiştik. Ağustos ayı idi. kampta çadırlarda kalıyorduk. Her şey ilkeldi. Çadırlar toprak üstüne kurulmuştu. Çadırların içi güya düzenlenmişti. Buna mukabil deniz tertemizdi. Kıbrıs’ta Rumlar, kanlı Noel olaylarını başlatmışlar, Ada Türklerine katliam yapmışlardı, Apar, topar birliklerimize çağrılmıştık, Hava kuvvetleri uçakları Kıbrıs üzerinde ikaz uçuşları yapmak üzere emir almışlardı. Her nasıl olduysa, yerden ateş edilerek, Yzb. Cengiz topel’in uçağı düşürülmüştü. Cengiz Topel de paraşütle atlamış, fakat Rum bölgesine inmişti. Maalesef Rumlar insanlık dışı bir davranışla, Yzb. Cengiz Topel’i hastaneye götürme yerine, şehit etmişlerdi.. Hem katliam, hem de bu şehit haberi Türk Milletini yasa bürümüştü. Zaman içinde, Türk Devleti ağırlığını koyarak Şehidin naşını alabilmiş ve Edirne Kapı şehitliğine defnedilmişti
1965 senesinde yine Akademi imtihanlarına girmiş, aynı neticeyi almıştım. Bu durum benim azim ve irademi kamçılamıştı. ‘’yılgınlık yok’’ dedim kendi, kendime. Ama bazı insanlar, ‘’boşuna çalışma, seni almazlar’’ diye moralimi bozmaya çalışıyorlardı. Nitekim 1966 yılında, girdiğim imtihanla başarı gelmişti. Bu defa kabul edilmiştim. Hem benim, hem de eşimin sevincine sınır yoktu. Çocuklarına yakın olmak, onun için en büyük sevinçti. Geçen sene Cevizli kampına gitmiş, doğru, dürüst kamptan istifade edememiştik. Çünkü küçük kızı Gülşen hamile idi. Onu Gölcük hastanesine götürmek durumunda kalmış, çocuk doğururken de Zeynep-kâmil doğum hastanesinde başında bulunmuş, güzel bir kız çocuğu(Melda) hayata gözlerini açmıştı. Ne yazık ki, 23 günlük bir hastalıktan sonra kaybetmiştik. Ana, baba, Suat hanım ve biz üzüntüden kahrolmuştuk.
E. KARTAL’DA EV
Bu sıralarda, yukarda adı geçen Kur. Alb. Kenan Ateş, Kartalda, Havacılar sitesindeki evini satmak istiyordu. Bunu aile toplantılarında öğrenmiş ve talip olmuştum. Ayrıca Hv. K.K. karargâhına gidip, gelirken, tanıdığım kooperatif başkanı Alb. Mehmet’in ‘’ satın alacağın evi gördün mü ?’’ gibi sorularına muhatap oluyordum. Hiç, Kenan Alb.’ın beni kandıracağını aklıma getirmiyordum. Neticede, evi görmeden, satın alma işlemini tamamlamış, evin tapusunu eşimle yarı, yarıya olmak üzere almıştım.
Akademiye gitmek üzere, eşyaları toplamaya başlamıştık. Fakat Akademi açılmadan önce, planlanan programa göre, İstanbul- cevizli dinlenme kampına gidecektik. O arada, kampa oldukça yakın olan, satın aldığımız evi görecektik.
Daha zamanımız olduğundan lojmanlardaki evi, eşyalarıyla kapatarak, kampa gittik. Kamp’a yerleştik, yeni tesislere alıştık. Birkaç gün sonra da evimizi görmek üzere yoldan geçen bir minibüsle Kartal’a doğru hareket ettik. Kartal’ı geçtikten hemen sonra da kooperatif sitesinin önünde indik.. Evler yolun kuzeyinde, denize nazır, yüksekçe ve geniş bir sahaya yayılmıştı. Tek katlı villa şeklinde görünüyorlardı. Yolun deniz tarafında da özel plajı bulunuyordu..
Ana cadde ve Sokaklar henüz asfaltlanmamış, Mucur dökülmüştü ama muntazamdı. Cadde ve sokakların isimleri bile yazılmıştı. Bizim aradığımız Samanyolu caddesiydi. Birilerine sorduk, daha içerlerini işaret ettiler. Cadde üzerinde kuzeye doğru yürümeye devam ettik. Saman yolu caddesini bulduk. Cadde sağa ve sola uzanıyordu. Sol taraf düzlük, sağ taraf ise fabrikalara doğru meyilli idi. Maalesef bizim evin no:sı sağa doğru, yani caddenin meyilli tarafında kalıyordu. Cadde üzerinde, karşılıklı, beşerden on ev, daha doğrusu villa vardı. Meyilden dolayı deniz falan görmüyordu. Üstelik bizimki fabrikaya doğru sondan ikinci evdi. Hem Sunta, hem de Mutlu akü fabrikasına yakındı. Daha ilerde de Kartal çimento fabrikası!. Çimento fabrikası bütün civarı ve siteyi tehdit ediyordu. Bacalarından çıkan toz bulutları şimdiden site binaları üzerinde, çatı kiremitlerinde beyazlıklar hasıl etmişti. Çimento tozlarının yağmurla birleşmesi sonucu beyaz beton görüntüleri hasıl olmuştu. Bu beyazlıklar üzerinde zaman geçtikce katmanlar çoğalacaktı. Beynimizden vurulmuşa döndük. İkimiz de çok üzülmüştük Kenan Alb.yın, evini neden satmak istediği anlaşılıyordu. Bula, bula kandıracak meslektaşını bulmuştu. Ama bu saatten sonra, yapılacak bişey de yoktu. Bu işte benim de kabahatim vardı. Kooperatif başkanı beni ikaz ettiği halde Kenan Alb.ya itimat etmiş, evi ve yerini görmeden satın almıştım. Evler şahaneydi. inşaat sahası 184 m.kareydi Dört oda, çok büyük bir salon, mutfak, iki tuvalet, bir banyo ve caddeye bakan bir salondan ibaretti. Tek katlıydı. İnşaat, deniz tarafına, güneye doğru, 500 m.kare arsa üzerine yapılmıştı Bu durumları gördükten sonra, üzüntüden kahrolmuş durumda kampa döndük. Ağzımızı bıçak açmıyordu artık.
Akademiyi okurken bu evde oturmaya karar verdik. Çünkü Pendikken itibaren Kadıköy’e kadar servis arabası olduğunu öğrenmiştik. Anlaşılan, uykudan biraz erken kalkmamız gerekecekti. Zaten biz buna alışıktık.
Artık kamp bize zehir olmuştu. Neyse ki Gülcanlar, Gülşenler ve Kız kardeşi Fulya bizi ziyarete geliyorlardı da yüzümüz biraz gülüyordu. Onlar da bu duruma üzülmüşlerdi.
Böylece kamp sona erince Eşimi Gülşenlerde bırakarak ben Ankara ya döndüm. Hazırlanmış eşyalar için bir nakliye firmasıyla anlaştım. Netice Kartaldaki evimize taşınmış olduk.
Bir aylık izin süresinin yarısını kampta kullanmıştım. Evin temizlenmesi, bir hafta sürdü. Bazen baldız Fulya da geliyor yardım ediyordu. Ama yine de büyük yük eşimdeydi. Temizlik sebebiyle, eşim , o toz, toprak içinde fenalık bile geçirmişti. Eşyaları açtık ki evin büyüklüğü sebebiyle devede kulak kalıyordu. İyi ki Ispartalı bir astsubay arkadaştan, Mürtedde otururken, iki parça halı satın almıştım da . Onlar biraz salonu doldurmuş görünüyordu.
Karyola, yatak derken biraz olsun yerleşmiş, istirahat edebilir hale gelmiştik. Baldız Hülya, bacanak Gandi ve kızları Gaye, kooperatifin özel plajı sebebiyle devamlı gelmeye başlamışlar, denize girdikten sonra, bahçeye koyduğum bidonlardaki su ile duş yapar olmuşlardı. Su ise büyük problemdi. Su geceleri geliyor, bir hortumla bidonları dolduruyor ve her şey için kullanıyorduk. Bizim için su kıymetliydi. Bilhassa Yasemin, temizliği çok sevdiğinden, suyun böyle bol keseden kullanılmasından rahatsızdı. Bazen de bacanağa söyleniyordu. Ama dinleyen kimdi?! İşte öyle bir bacanaktı..
F. KİRALIK EV (Bir yangının külleri)
Bir gün, öğle sıcağında, solonun serinliğine sığınmış, şöyle bir istirahat edip, kestirelim diyerek uzanmıştık. Dalmışız. Kapının zili çalınırken aynı zamanda küt, küt vurulmasıyla uyandık. Kapıyı açınca karşımızda Gülşen’i gördük. Alı, al, moru mor, ’’kalkın, kalkın yanıyorsunuz, burada oturulmaz’’ diye söylenmeye başlamaz mı! Meğer, sunta fabrikasının bacasından bir kıvılcım sıçramış, bahçedeki kuru otları tutuşturmuştu. ‘‘Tehlike içindesiniz, ben sizi burada oturtmam, Kadıköy de ev bulacağım, oraya taşınacaksınız’’ diye söylendi durdu. Annesini de beni de ikna etti. Giderken de, ‘’evi bulur, bulmaz size haber vereceğim’’ demeyi ihmal etmedi.
Gerçekten tuttuğunu koparan cinstendi. Gider gitmez arkadaşı Kara Handanla konuşmuş, onun vasıtasıyla, evlerinin arka sokağında, Dilber hanımın evini bulmuşlardı. Bize de haber verdi. Beraber kiralık eve gittik Gülşenlerin evine çok yakın, eski tip evlerdendi. Giriş katında, iki oda bir salon, mutfak, banyo bulunuyordu. Salonun doğu tarafında bir balkonu vardı. Salonun ve balkonun, arazi meyilli olduğu için manzarası güzeldi. Hasan paşa mahallesini tepeden görüyordu. Kullanışlı bir evdi, hoş ben Akademiye gidince, Yasemin, günlerini Gülşenlerde geçirecekti ya! Ev sahibesi Dilber hanımla anlaştıktan sonra hemen Taşındık Gülşenlerin evi Yıldız Bakkaldaydı. Bizim tuttuğumuz ev ise arka sokağında. Yıldız Bakkaldan, Kadıköy iskelesine dolmuşlar kalkıyordu. Ama vapur iskelesine yürüyerek gitmek ve gelmek tercihimdi.
index.htm
zorlu18.htm
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.